Kovid-19 büyük insani kayıplara yol açtı; etkin ve yaygın bir aşı teknolojisi gelişinceye kadar bu kayıplar devam edecek. Ulusal kaynaklardan derlenen küresel verilere göre Kovid-19 kaynaklı toplam can kaybı bir milyona yaklaşıyor ve yıl sonu itibariyle bu rakamı aşacağına kesin gözüyle bakılabilir.[1] Pandemiyi yavaşlatabilmenin şimdilik tek yöntemi, virüsün temas yoluyla bulaşmasını önlemek olduğu için, altı aydır dünya ekonomisini istenmeyerek de olsa soğutacak önlemler alınıyor. Aralık 2019-Şubat 2020 arasında olan bitenler dünyanın bilim ve teknoloji bakımından en gelişkin merkezlerinde dahi seyredilirken ipin ucu tümden kaçırılmış, toplumlar tehlikenin farkına varana kadar çoğalan bulaştırıcı nüfus muazzam büyümüştü. Bu nüfus bir yandan bulaştırmaya devam ederken diğer taraftan hastanelere hücum etti. Sonuçta “bastırma” (zorunlu, sert, ekonomiyi soğutacak önlemler) zorunlu hale geldi.[2]

Birinci pikte sağlık sistemlerinin tümüyle çökmesinden korkan veya can kayıpları konusunda sıfır tolerans gösteren bazı ülkeler bir süre sokağa çıkma yasakları uyguladılar. (Avrupa’da İtalya, İspanya ve Fransa sokağa çıkma yasaklarına başvurmak durumunda kaldılar, Türkiye hafta sonları ve yaş gruplarıyla sınırlı sokağa çıkma yasakları uyguladığı dönemde, salgının bastırılmasında kısmen başarılı oldu; sağlık sistemlerine hiç güvenmeyen Afrika ülkeleri çok sert tedbirlere başvurdu; Yeni Zelanda sıfır tolerans politikası izledi). ABD’de virüs hiç yokmuş gibi davranma gayretinde olan federal politika ile sahada yaşanan acıları ve sağlık sisteminin çöküşünü gözleyen yerel yöneticiler arasındaki ayrışma topluma da yansıdı, sağ popülizmin tabanı ve liberal toplum arasında çatışma yaşandı; sonuçta tasarlanmış bir federal bastırma politikası uygulanamadı. Brezilya her türlü önlemi reddetti ve bunun bedelini büyük can kayıplarıyla ödüyor. Avrupa’da Norveç, Danimarka ve Almanya regülasyon ve toplumsal sorumluluk çağrısını dengelemeye çalışan politikalarla belli sektörlerde kapanmaya giderken, İsveç ve bir ölçüde de İngiltere adeta toplumsal bir deneye soyunarak pandemi yokmuş gibi davranmayı, mesafe konusunda sıfır önlem almayı tercih ettiler.

Toplumun can kayıplarına karşı hassasiyeti, ama diğer taraftan sosyal /ekonomik açıklık talebi arasındaki gerilim ve bu belayı kendileri açısından kazasız belasız atlatma çabasındaki yönetenlerin izle-aç-kapa politikaları 2021’de de devam edecek. Bu arada 2008 krizinden beri mali genişleme politikalarıyla suni teneffüse bağlanan ve sürekli ısıtılmaya çalışılan, buna karşın özellikle merkez ülkelerde GSYH göstergeleri ve işsizlik rakamları esas alındığında bir türlü büyüyemeyen küresel ekonomi, bugüne kadar denenmemiş muazzam bir teste tabi tutuluyor. Bölüşülecek pastanın büyümesini alt sınıflara da refah sunabilmenin tek koşulu olarak gören bir sosyo-ekonomik sistem tasarımsız ve istenmeden aksi istikamette işletiliyor. Altı aydır küresel talep düşürüldü, tedarik zincirleri bozuldu, üretim yavaşladı. Tabii sonucu ekonomik küçülme oldu, zaten beklendiği gibi işsizlik arttı, bu arada belli çevresel göstergelerde de iyileşme sağlandı.

Dünya Bankası’nın 8 Haziran tarihli basın açıklamasına göre Kovid-19 pandemisi dünyayı II. Dünya Savaşı sonrası yaşanmış en büyük resesyona sürüklüyor.[3] Serbest Kovid-19 politikası izleyen ülkeler küresel mali piyasalar ve tedarik zincirleriyle bağımlı oldukları için, beklenenin aksine onlar da diğer ülkeler kadar ağır etkileniyor; üstelik daha büyük can kayıplarına sebep oluyorlar.[4] Sorumsuzlukları halkın Kovid-19 politikaları hakkındaki memnuniyetsizliğine yansıyor.[5] Üstelik görece ağır zarar gören sektörler düşük ücretli ve emek yoğun olduğu için, işsizlik GSYH’lerdeki küçülmeye kıyasla daha fazla artıyor. Esnek çalışanlar, yeni iş arayanlar (çoğunluğu eğitimli genç kesimler) kazanılmış haklara, feshedilemeyecek sözleşmelere sahip ücretlilere kıyasla çok daha ağır etkileniyorlar. Normal şartlarda beklenebilecek ekonomik büyümeden marjinal olarak en yüksek fayda elde edecek kesimler, yani en yoksullar ve en az gelişmiş ülke vatandaşları, küçülmeden orantısız şekilde ağır etkileniyorlar. Sınıflar ve kuşaklar ve belki ülkeler arasındaki zenginlik uçurumun açıldığı, dünyanın eşitlik adına daha da kötüleştiği söylenebilir.

Bu arada Küresel Ayakizi Ağı, Dünya Kapasite Aşımı gününü 2019 yılına kıyasla üç dört hafta ileri bir tarih, 22 Ağustos olarak açıkladı. Bu pandemiyle beraber küresel beşeri ayakizinin 1 Ocak-22 Ağustos tarihleri arasında yüzde 9.3 azaldığı anlamına geliyor.[6] Bunda fosil yakıt tüketimi ve ağaç kesimindeki azalmanın temel rol oynadığı söyleniyor. Tüketim-üretim döngüsünü tabiat ananın bize bedava bir yemek olarak sunmadığını, yeryüzündeki madde-enerjinin çevrimine bağımlı olduğunu biliyorsak bunda şaşıracak bir şey yok. Tüketim azalıyor, tedarik zincirleri yavaşlıyor, insanlar ücret ve rızklarından oluyorlar ve bu arada insan kaynaklı çevresel etki azalıyor. Kovid-19 pandemisinin patladığı günlerde, acil ekonomik yavaşlatmanın kasıtsız etkisi olan “çevre temizliği”, bir kazanç olarak not düşülmüştü.[7] İnsanların varlığını unuttuğu, belki hiç tecrübe etmediği berrak kıyı şeritleri ve temiz hava, yitirip özlediğimiz güzellikleri hatırlattığı için insan doğa ilişkisi hakkında esin vericiydi. Ayrıca eve kapanma lüksüne sahip olanlar açısından daha fazla el emeğiyle daha az tüketerek yaşayabilmek, esenlik için ille aşırı tüketmek gerekmediğini hatırlatmıştı. Bunların hepsi güzel. Ne de olsa her şey bir fikir, bir umutla başlar.

Fakat verilere hem doğa hem de toplum açısından yaklaştığımızda Kovid 19’un ürettiği sefaleti sürdürülebilirlik yolunda bir kazanım olarak görmek için ciddi bir gerekçe bulamıyoruz. Doğada gözlenen iyileşme hava ve kıyı kirliliği gibi, etkinin doğa tarafından hızla uzaklaştırılabildiği ve bizim yakından tecrübe edebildiğimiz ortamlarda yaşanıyor. Bu tip ortamlarda kirletici faaliyet (kirleticilerin salımı ve deşarjı) azaldığı anda ortam da temizleniyor; kirletici faaliyet ve kirlilik arasında hızlı bir korelasyon kurulabiliyor. Fabrikalar, otomobiller durduğunda, dükkanlar kapandığında ortalık birden temizleniyor, faaliyet başladığında yeniden kirleniyor. Oysa ekolojik ayakizine konu olan biyokapasite için bunu söylemek mümkün değil. Karbon salımı azaldığında atmosferdeki karbon miktarı endüstri çağı öncesi değerlerine geri dönmüyor, iklim değişikliği hız kesmiyor. Ormancılık azaldığında orman alanları geri gelmiyor.[8] Doğanın inşası için insan kaynaklı etkinin çok daha büyük ölçeklerde, çok daha istikrarlı bir şekilde azalması gerekir. Toplum açısından yaklaştığımızda ise emekçi kitlelerin şimdiki ihtiyaçları hakkında sessiz kalan, gelecek tahayyüllerine seslenemeyen bir sürdürülebilirlik politikasını desteklemeleri beklenemez. Diğer taraftan emekçi kitlelerin bugünkü ihtiyaçlarını işlerin olduğu şekilde gittiği büyüme politikalarıyla çözmeye çalışan, alternatif gelecek tahayyüllerine değinmeyen bir sosyoekonomik yörünge tercih edildiğinde, bugün tanıdığımız anlamda bir yeryüzü ve varsıl bir beşeri yaşam gelecekte var olamaz.

O zaman ekonomik olarak büyümeyelim, bugün ölelim; ekonomik olarak büyüyelim yarın ölelim gibi bir ikilemle mi karşı karşıyayız? (Ekonomik değer üretecek işleri büyütmek için yeryüzünü tahrip etmek zorunda mıyız?) Sanırım mevcut kapitalist sistem içinde öyle. Fakat cevabını kesin bilmemekle birlikte, bu ikilemin sahte olduğunu, bir zorunluluk olmadığını ispatlamaya çalışabiliriz. Gezegen açısından imkansızın ilanı olan fosil yakıtlara, tahripkâr teknoloji ve sektörlere uygulanan teşviklere dayanan, sürekli işsizlik ve ucuz işgücü üreten bu sistemi sorgulayarak işe başlayabiliriz. Bilerek veya bilmeyerek yetki devrettiğimiz, bu akıl dışı sistemi ayakta tutabilecek tek güç olan otoriter rejimleri, onların birbirlerine yokluk, pislik ve işsizlik transfer etme çabalarından kaynaklanan küresel savaş halini karşımıza alabilir, bu ruh halini besleyen hakikat karşıtı özcü fikir ve ideolojilerle savaşabiliriz.

Dünyanın ekonomik-toplumsal-ekolojik bütüncül bir kriz içerisinde olduğu 2008 krizinden beri yaygın kabul görüyor. Yeryüzünün bekası açısından “maddi” küçülmenin bir zorunluluk olduğuna şüphe yok.[9] Küresel küçülme hareketi beşeri maddi etkinin tasarlanarak planlı küçülmesini savunurken, maddi refaha ermiş toplumların sorumluluğuyla en yoksulların varsıllaşma ihtiyaçlarını karşılıklı gözeten yeni gelecek tahayyülleri ortaya koyuyor. Derin kültürel ve kurumsal bir değişimin imkanlarını sorguluyor.[10] Latin Amerika ve Güneydoğu Asya’da yerel hareketler, Kuzey Amerika ve Avrupa’da yerel ekonomilerle birlikte ulusal planda siyasi partileri ve ekonomik sistemi etkilemeye çalışan yeni koalisyonlar şekilleniyor. Bunlar içinde anaakımlaşmaya en yakın olanı Yeşil Yeni Düzen (YYD). 20. Yüzyıl’ın en derin ekonomik bunalımının yaşandığı 1930’larda ABD’de Roosevelt yönetimi tarafından izlenen, dönemin işçi hareketi tarafından desteklenen devletçi yatırım ve istihdam modelinden (Yeni Düzen) esinlenen bu yaklaşım, refahı vakit kaybetmeden tabana yayarken derin yeşil dönüşümü de başarabileceğini iddia ediyor. Hareketin ABD’deki temsilcilerinden Sunrise hareketi 2020 seçimlerinde Bernie Sanders’ın arkasındaydı. İngiltere’de Corbin’in yükselişinin altında YYD politikaları vardı, Alman Yeşilleri YYD’yi savunuyorlar. Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen YYD’yi Avrupa’nın yeni büyüme stratejisi olarak ilan ediyor -ki burada “büyümeye” dikkat! Çok yakın zamanda Corbin Jonnson’a, Sanders da Biden’a karşı kaybetti. Yeşil Yeni Düzen arayışı yerini neo-liberalizmden kopmayan restorasyona veya karbonsuz, çevre dostu ekonomik büyüme programlarının ambalajlanmasına bırakabilir ama toplumsal hareketlerin tercih ve gücüne bağlı olarak büyük bir dönüşümü de tetikleyebilir.

Sürdürülebilirlik için maddi küçülme bir zorunluluk. Kovid-19 deneyi bunun mevcut sistemde arzu edilir bir şey olamayacağını göstererek malumu ispat ediyor. Bir çıkış arıyorsak öncelikle YYD’nin çok sayıda iş imkânı ve daha adil bir ekonomi yaratacağını, iklim krizinden kaynaklı acil eylem ihtiyacına yanıt verirken kitlelerin de desteğini elde edeceğini iddia eden ateşli savunucusu Naomi Klein’a ve küçülme literatürüne kulak verelim. Bu fikirlerin yerel sol siyasete uyarlanması için yaratıcı tartışmalar yürütelim.[11]

 

 

[1] Can kayıplarını rakamlarla ifade etmenin etik açmazları var. Rakamlar zamansal, mekânsal ve illiyet açısından bizden uzaklaştıkça değerini yitiriyor. Dolayısıyla küresel büyüklük olarak ifade edilen rakamları bir perspektife oturtmak bir ihtiyaç. Bunun için, Kovid-19 bağıntılı yıllık ölümler için bir alt limit olarak belirlenebilecek 1 milyon rakamını diğer hastalıklara ve insan kaynaklı etkilere bağlı ölümlerle karşılaştırmak üzere bazı veriler sunuyorum. Veriler 2020 takvim yılında bugüne kadar gerçekleşen ölümleri yansıtmaktadır ve muhtemelen ilerde doğrulanması gerekecektir: HIV/AIDS 1125 bin, sıtma 565 bin, mevsimsel grip 327 bin, trafik kazaları 903 bin vb. (Kaynak: worldometers.info)

[2] Bu yazı yazılırken ipin ucunun bir kez kaçırıldığına dair veriler sunuluyor ve birinci dalga ikinci pik yorumları yapılıyor. Türkiye birinci pik ardından yürüttüğü başarısız kontrol politikasıyla bu ülkelerden biri. Ekonomiyi istemeden daha da soğutacak önlemler kapıda.

[3] Dünya Bankası’nın Haziran’daki tahminlerine göre beklenen küçülme gelişmiş ekonomilerde %7 ila azgelişmiş ekonomilerde %2.7 olmak üzere küresel ortalamada yüzde 6.2 kadar.

[4] Serbest Kovid-19 politikası izleyen İsveç, sıkı politika izleyen komşuları Danimarka ve Norveç’le benzer oranlarda ekonomik daralma yaşarken milyon kişi başına 10 ila 12 misli daha fazla ölüme neden oldu.

[5] Veri aynı zamanda, toplum tabanının kutuplaştığı ülkelerde kamuoyu görüşünün Kovid-19 politikaları hakkında da taban tabana zıt olduğunu gösteriyor. Aynı zamanda ölüm oranları arasındaki farkın memnuniyet seviyesine yeterli yansımadığı, zamana yayılan ölümlerin toplumlar tarafından kanıksandığı şeklinde de yorumlanabilir.

[6] Ekolojik ayakizi ilk olarak 1990’ların ikinci yarısında geliştirilen ve insan faaliyetinin gezegen üzerindeki maddi etkisine işaret eden bir gösterge. Küresel Ayakizi Ağı tarafından düzenli olarak yayınlanıyor. Ayakizi, insan faaliyetinin ihtiyaç duyduğu ekolojik kaynak ve hizmetlerin miktarını, o kaynak ve hizmetlerin temin edilmesi için gereken “normalleştirilmiş” küresel arazi büyüklüğüyle oranlıyor. Bu gösterge içerisinde karbon salımının özümsenmesi için gerekli arazi miktarı (karalar ve okyanuslar) büyük yer tutuyor. 1970’lerde bir birim yeryüzü ile yetinen insanlığın 2019 itibariyle 1.6 birim yeryüzüne ihtiyacı olduğu belirtiliyor. Dünya Kapasite Aşımı günü, her takvim yılı içinde bir birim yeryüzünün tüketildiği günü gösteriyor.

[7] Mart ayında İstanbul hava kirliliğinde %36 azalma olduğu söyleniyordu.

[8] Bu noktada doğal varlıkların temel dinamiğini hatırlamak faydalı olabilir. Örneğin atmosferin karbon yutak kapasitesini bir doğal varlık olarak aldığımızda, bu kapasite karbon salımıyla tüketilirken karbonun kara ve okyanuslar tarafından özümsenmesi yoluyla yeniden üretilir. İklim değişikliğinin kontrolü yutak kapasitesinin yönetimini gerektirir. Eğer salım özümsemeden fazla ise yutak kapasitesi tükenmeye, iklimler kötüye gitmeye devam ediyor demektir. Günümüzde salımlar özümsemenin iki mislinden fazla. Buna göre salımların ekolojik ayakizinin gösterdiği şekilde yaklaşık %9 azalması iklim değişikliğini önlemekten henüz çok uzak olduğumuzu gösterir. Özetle, atmosferdeki sera gazları artmaya devam ediyor.

[9] Bunun için sadece ekolojik ayakizi muhasebesine değil, Gezegen Sınırları (Planetary Boundaries) analizine de bakılabilir. Çevre ve yerbilimcilere göre kategorize edilen dokuz gezegen sınırından üçü (iklim, azot-fosfor döngüsü ve biyoçeşitlilik) aşılmış vaziyette. Diğer üçünde ise (okyanus asitleşmesi, ormansızlaşma ve tatlı su döngüsü) sınır aşılmak üzere. Bu insan ömrü baz alındığında geri dönüşsüz süreçlerin tetiklenmesi anlamına geliyor. Yeryüzünün Antroposen adında yeni bir jeolojik çağa girdiğini iddia eden tartışma da bu tespitlerden kaynaklanıyor. Bu değişimin maddi kaynaklarını özellikle II. Dünya Savaşı sağlanan küresel büyümeye (büyük ivmelenme olarak adlandırılıyor) bağlamak mümkün olsa da daha politik yorumlar elbette kapitalizmin kültürü ve kurumlarıyla ilişkilendiriyor.

[10] Türkçeye yeni çevrilmiş bir kitap için, Bkz. https://www.idefix.com/Kitap/Kuculme-Yeni-Bir-Cag-Icin-Kavram-Dagarcigi/Kolektif/Arastirma-Tarih/Sosyoloji/urunno=0001872114001. Kitap hakkında bir tanıtım için Bkz. https://yesilgazete.org/blog/2015/03/28/kuculme-yeni-bir-donem-icin-soz-dagarcigi-ali-k-saysel/.

[11] Klein’in bu konudaki son kitabı On Fire henüz Türkçeye çevrilmedi. Konu hakkında çok sayıda erişilebilir kaynak var. Benim bulduğum bazıları: https://www.youtube.com/watch?v=2Fs5I6_wpmg ve https://www.penguin.co.uk/articles/2019/sep/naomi-klein-on-the-green-new-deal-climate-change/. YDD’nin kısa bir tanıtımı için Bkz. https://yesilgazete.org/blog/2019/12/02/yesil-yeni-duzen-turkiyenin-aradigi-yeni-vizyon-olabilir-mi/