Bir önceki yazıda farklı ülkelerdeki müzik festivallerinin tarihi, ekonomisi ve festival deneyimleri üzerine yazmıştım. Bu ikinci yazı, ilk yazının çerçevesi üzerinden Türkiye’deki gençlik festivallerini tartışıyor.

Türkiye’de müzik festivallerinin derli toplu bir tarihini bulmak çok kolay olmuyor. 1970’lerde iki ana çizgide festival örnekleri görüyoruz. Bir yanda yerel yönetimler tarafından düzenlenen ve farklı sanat dallarını bir araya getiren “sanat şenlikleri”[1] (Yarımca Kültür Sanat Şenliği, 1972, Kartal Kültür Sanat Şenliği, 1977 ve Kuşadası Kültür Sanat Şenliği 1980 yılında başlıyor), diğer yanda ise İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) öncülüğünde başlayan, özel şirketlerden sponsorluk desteği alan ve kurumsallaşan festivaller gerçekleşmeye başlıyor. İKSV, 1973 yılında kuruluyor ve ilk festivalini de aynı yıl düzenliyor. Vakıf daha sonra kurumsallaşmayı başarıyor ve pek çok marka festivali de (İstanbul Müzik Festivali, İstanbul Caz Festivali, İstanbul Tiyatro Festivali, İstanbul Film Festivali, İstanbul Bienal…) üretiyor. Akbank Caz ilk kez 1991’de organize ediliyor. Bu festivaller bir festival seyircisi oluşturma ve kurumsallaşma anlamında Türkiye kültür sanat tarihinde önemli bir yerde duruyor.

1989’da başlayan Efes Pilsen Blues Festival de önemli bir örnek. Bu festival, 90’lı yıllar boyunca devam ediyor ve 2000’lerde Türkiye’nin pek çok farklı iline yayılıyor. 2012’de Türkiye’nin 20 farklı şehrinde gerçekleştiriliyor.

Bu yazı, İKSV festivalleri ya da Akbank Caz, Efes Pilsen Blues gibi şehir festivallerini değil, son yıllarda sayıları hızla artan “gençlik festivalleri”ni ya da “rock festivalleri”ni ele alıyor. Yazının devamında “gençlik festivalleri” olarak adlandıracağım bu festivaller, genellikle geniş bir alanda (deniz kıyısı bir ‘beach’ ya da orman alanında) birçok kişiyi bir araya getiriyor ve belli bir süre içinde (1, 2, 3… gün ya da 2 hafta sonu gibi) bir ya da birkaç sahnede çok sayıda müzik performansının dinlenmesine olanak veriyor.

Türkiye’nin çadırlı, uyku tulumlu ilk açık hava festivali olarak tanıtılan H2000, bu yazıda ele almak istediğim gençlik festivallerinin ilk örneği. H2000, 2000-2003 yılları arasında gerçekleştiriliyor ve yurt dışındaki festivallerde sahne alan birçok ismi Türkiye’ye getiriyor.

Gençlik festivallerinin sayısı dünyadaki örneklerine paralel olarak Türkiye’de de 2000’lerde arttı. H2000’e olan ilginin fark edilmesinin ardından, özel şirketlerin, sponsorluklardan güç alarak festivaller organize ettiğine tanık olduk. Bu festivaller farklı müzik türlerine odaklanmaya başladı. Dünyadaki gidişata paralel olarak Türkiye’de gençlik festivallerin hem sayıları hem de çeşitliliği arttı. İzleyici kitlesi de gitgide genişledi. Pozitif’in organize ettiği One Love 2002’de, bilet almak için kapak biriktirmek gereken Fanta Gençlik Festivali 2003’te düzenlenmeye başladı. Türkiye’ye çok büyük isimleri getiren ve Coca Cola sponsorluğunda düzenlenen Rock’n Coke da yine 2003 yılında start verdi. Sponsorlar tarafından desteklenen ve dünyadaki örneklerine benzeyen gençlik festivallerine eleştirel yaklaşan bir ekip, 2003’te ‘Karşı Festival’ olarak tanımladıkları BarışaRock’ı organize etmeye başladı. BarışaRock, festivallerin toplumsal karşı çıkış alanı olduğu Woodstock geleneğine bir gönderme yaparak festival alanında çeşitli söyleşilerin, eğitim çalışmalarının, atölyelerin olduğu, marka bazlı olmayan yiyecek içecek servislerinin yer aldığı bir festival deneyimi sağlıyordu. Aynı zamanda Türkiyeli genç müzik gruplarının seyirci karşısına çıkması için alan açıyordu. 2010 yılında Avrupa’nın genç gezici ‘rock’ festivali Sonisphere, İstanbul’a geldi. Bugün Milyon Yapım tarafından üstlenilen Zeytinli Rock Festivali ise ilk başta Zeytinli Belediyesi’nin organize ettiği bir etkinlik olarak 2005 yılında başladı. Çoğunluğu İstanbul merkezli olan bu festivallerin çoğu ekonomik zorluklar yaşasalar da Gezi Direnişi’nin ortaya çıktığı 2013 yılına kadar varlıklarını sürdürdüler.

2013 yılında Gezi Direnişi sırasında İstanbul sokaklarına yayılan orantısız şiddet ve kayıplar İstanbul’da bir festival organize etmeyi imkansız hale getirdi. Sonraki yıllarda yaşanan patlamalar ve saldırılar nedeniyle Avrupa ülkelerinin güvensiz bölge ilan ettiği İstanbul’da bir çok festival iptal oldu. Yurt dışından gelmesi istenen müzik grupları Türkiye’ye gelmemeye başladı, izleyiciler kalabalık ortamlara girmekten çekinir oldular. İstanbul’da düzenlenen müzik festivalleri bir bir iptal edilmeye başladı. 2016 yazında yaşanan darbe girişimi İstanbul’u bir kez daha güvenli olmayan şehir statüsüne taşıdı. İstanbul’da festivallerin tekrar başlaması için 2017 yılını, yaygınlaşması için ise 2018’i beklemek gerekiyordu.

Öte yandan özellikle 2015 sonrasında dövizin ani yükselişi ve öngörülemez dalgalanmaları nedeniyle güvenlik sorunu aşılsa bile yurt dışından müzik gruplarını getirmek ancak ciddi sponsorluklarla yapılabildi. Festivaller, yurt dışından getirdikleri grup sayısını sınırlamaya başladı. Milyon Yapım’ın 2014 yılında başlattığı Zeytinli Rock Festivali ve sonrasında başka birçok şehre taşıdığı gençlik festivalleri ise bugün sadece Türkiyeli müzik gruplarına yer veriyor.

Gençlik Festivallerinin Yaygınlaşması

Zeytinli Rock Festivali’ni 2014 yılından itibaren tekrar gerçekleştirmeye başlayan Milyon Yapım, festivalin ciddi bir talep görmesinin ardından, bu etkinliği başka şehirlere de taşıdı. 2017’de 6 farklı ilde, 2018’de 10 ilde festival yapıldı.[2]


Gençlik festivallerinin gördüğü ilginin ardından başka firmalar da, İstanbul dışında bu konseptte festivaller düzenlemeye başladı. Örneğin, Orfe Organizasyon Edirne’de Baba Fingo Fest’i, Sinop’ta Kuzey Fest’i ve Edirne Keşan’da Trakya Festivali’ni organize etti. Hatta bu konseptin belediyeler tarafından da sahiplenildiğini gördük. İzmir Büyükşehir Belediyesi 19 Mayıs etkinliğini 3 güne yayarak İnciraltı’nda kamplı bir festival düzenlemeye başladı. Tekirdağ Büyükşehir Belediyesi, Gönyeli Belediyesi, Menteşe Belediyesi gençlik festivali düzenlemeye başladı. Bunların bir kısmı kamplı olarak yapılmıyor. Fakat belediyeler, festival alanında gündüzleri çocuklar ya da gençler için eğlence etkinliklerine yer verirken akşamları da art arda birkaç sanatçının konserini organize ederek bu çerçevede değerlendirebileceğimiz etkinlikler yarattılar.

Gençlik festivalleri özellikle gençler arasında yeni bir tatil formu olarak popülerleşti. Festival alanlarının birçoğunun deniz kenarındaki plajlarda düzenlenmesinin en önemli nedeni bu. Gündüzleri denize girmek ve çeşitli oyunlara katılmak, akşamları müzik dinlemek ve arkadaşlarla vakit geçirmek, yeni arkadaşlar edinmek gençler açısından güzel bir alternatif olarak hızla kabul gördü. Bir otelde hatta bir kamp alanında tatil yapmaktan çok daha ucuza gelebilen bir alternatif olması da gençleri festivallere yönlendirdi.

Bir önceki yazıda Woodstock ve benzeri birçok festivalin, dönemin toplumsal muhalefetinin neredeyse vücut bulduğu alanlar olduğunu aktarmıştım. 2000’lere gelene kadar gençlik festivallerinin birçoğu müziğin yanı sıra, çeşitli tartışma toplantıları ve söyleşilerin, müzik atölyelerinin mekanı olarak entelektüel bir buluşmaya ve eğitime zemin hazırladı. 2000’den sonra ise tartışma ortamları azalmaya başladı. Festival organizatörleri, çeşitli sponsorların ürünlerinin tanıtıldığı stantlara ve oyun alanlarına daha fazla yer vermeye, gün içindeki etkinlikleri ağırlıkla bunlar üzerinden tasarlamaya başladı. Türkiye’de bugün eğlencenin yanı sıra söyleşi, atölye ve tartışma toplantılarını programına alan festival örnekleri yok denecek kadar az. (Nilüfer Müzik Festivali, İstanbul’da gerçekleştirilen festivallerin bazıları programlarını farklı görüşlerin, sanatçıların buluşma alanı olarak kurgulamaya çalışıyor. Bunun dışında Bozcaada Caz Festivali, Capadox gibi örnekler de var elbette. Ancak bu son ikisi tartıştığım gençlik festivali çerçevesine girmiyor.) Bu anlamda son yıllarda düzenlenen gençlik festivallerin temel vurgusunun eğlence olduğunu, “sınırsız eğlence” mottosunun birçok tanıtımda öne çıktığını gözlemliyoruz. Festivallerde atölyelerin belki yer problemleri, belki de giderek yoğunlaşan siyasi baskılar nedeniyle oldukça geri plana itildiğini görüyoruz. Buralarda katılımcıların festival deneyimi ağırlıkla tatil, eğlence ve dans üzerinden şekilleniyor. 

Gençlik Festivallerinin Ekonomisi

Ekonomik anlamda bu festivaller, düzenleyenler için bir gelir getiriyor mu? Türkiye’de gençlik festivallerinin ekonomilerine dair veriler bulunmuyor. Genelde katılımcı sayısı paylaşılsa da gelir gider durumlarını öğrenmek mümkün olmuyor. Öte yandan bir önceki yazıda bahsettiğim, teknik sistemler, festival ekibi ve sponsorluk anlaşmaları avantajları aynen Türkiye’de de geçerli. Gençlik festivali düzenleyen firmaların, genellikle başka şehirlerde de bu etkinliği yapmaya çalıştığını görüyoruz. Bu durumda, teknik firma ile, festivalin tüm aşamalarında çalışan personel ile, sanatçılar ile, teknik ekip ile birkaç iş üzerinden anlaşma yapıp maliyetleri düşürmek mümkün olabiliyor. Hatta sanatçılarla yapılan sözleşmelerin başka benzer festivallere katılmama şartını içerdiği söyleniyor. Bu alanda faliyet gösteren firmaların tekelleşmeye dönük adımlar attığını ve festivallerin kârını arttırmaya çalıştıklarını söylemek mümkün.

Festival alanlarındaki altyapı harcamalarının yeterli olmadığına ve hijyen problemlerine dair şikayetler dönem dönem sosyal medya ya da farklı internet platformlarında paylaşılıyor. Bu konuda yerel yönetimlerin ciddi bir denetleme yapması ve destek vermesi katılımcıların ve personelin sağlığı açısından önemli bir yerde duruyor. Yine de gitgide artan katılımcı sayısı gençlerin hijyen problemlerine çok da fazla önem vermediği yorumlarına neden oluyor. Öte yandan artan festival sayıları, rekabeti ve zarar etme tehdidini içinde barındırıyor. Ekonomik anlamda birkaç yıldır kendini hissettiren krizin, her yıl bilet satışlarını riske soktuğunu ve bilet fiyatlarının düşürülmesi için bir baskı oluşturduğunu söylemek mümkün. Bu durumda, festival organize eden özel firmaların hijyen sağlamak için altyapı masraflarını arttırmaktan imtina edeceğini öngörebiliriz.

Geçtiğimiz üç yıl içinde gençlik festivali gerçekleştirmek üzere hazırlık yapan başka firmalar da oldu. Ancak bu firmalar valilik ya da içki satışı izinlerini alamayıp olası sponsorlarını kaybetti. Aslında iki yıldır gerçekleştirilenden daha fazla festival için girişimler olduğunu ama bunların henüz finansal, altyapısal sorunlarını çözemediklerini ya da izin alamadıklarını söyleyebiliriz. Bu girişimler festival organizasyonunun halen kârlı bir iş olabildiğini gösteren önemli göstergeler.

Festival programları
Yukarıda da değindiğim üzere, sözü geçen gençlik festivallerinin birçoğu döviz kurlarındaki artış nedeniyle yabancı müzik gruplarını programlarına dahil etmiyorlar, edemiyorlar. Bu durum ilk yıllar için bilet satışını etkilemedi belki ama farklı illerde, farklı şirketler hatta belediyeler tarafından yapılan festival programlarının birbirine benzediği de ortada. Hatta aynı şehirde yapılan festivallerin de bir önceki yıla oldukça yakın programlar açıkladığına tanık oluyoruz. Bu durum uzun vadede gençlik festivallerin önünde önemli bir sorun olarak duruyor. Yabancı grupları programa katarak başka festivallerin programları karşısında daha güçlü olmak mümkün belki ama Türkiye’nin ekonomik durumu ve sürekli sürprizlere gebe döviz kurları, yabancı grupları Türkiye’ye getirmeyi riskli kılıyor.

Müzisyenler tarafından baktığımızda daha pozitif bir tablo var önümüzde. Festivaller yaygınlaştıkça, katılan müzisyenler için, ama özellikle de genç gruplar için önemli bir maddi destek ve seyirci ile buluşma olanağı doğuyor. Son yıllarda artan enflasyon nedeniyle ciddi miktarlarda yükselen maliyetleri bilet fiyatlarına yansıtamayan müzik organizatörleri, konser salonlarında etkinlik yapmakta zorlanmaya başladı . Bu durum müzisyenler açısından azalan konser sayıları anlamına geliyordu. 2017’den itibaren sayıları sürekli artan gençlik festivalleri, müzisyenlerin konser vermeye devam etmesinin önemli bir aracı oldu ve genç müzik gruplarına konser vermek için alan açtı. Ancak bu alan ağırlıkla Türkçe müzik yapan müzik gruplarına açık gibi görünüyor.

Türkiye’nin yaşayan diğer dillerinde müzik yapan, Lazca, Ermenice, Arapça, Kürtçe söyleyen grupları gençlik festivalleri programlarında görmüyoruz. Türkiye’nin batısı, güneyi ve kuzeyinde gerçekleştirilen gençlik festivallerine baktığımızda farklı dillerde müzik yapanlara yer verilmediğini, bunun tek istisnasının çok ender de olsa Karadenizli müzisyenler olduğunu söyleyebiliriz. Sinop ve Samsun festivallerinde ve bazen diğerlerinde Niyazi Koyuncu’yu görüyoruz. Nilüfer Müzik Festivali Nusaibin’i programına aldı. Ama bunun da çok sınırlı bir örnek olduğunu belirtmek gerek. BarışaRock’ın “çok dilli-çok kültürlü” festival programı örneğinin başka gençlik festivallerine taşınamadığı ortada. Öte yandan özel firmalar ve sponsor destekleri ile gerçekleştirilen festivallerin, Türkiye’nin kimlikler üzerinden çok yoğun bir şekilde kutuplaştırıldığı bu dönemde, farklı dilleri programlarına katmaktan neden çekindiğini anlamak da mümkün. Yine de bu konuda atılabilecek ufacık adımların bile atılmadığını söyleyebiliriz.

Doğu’da Başlayıp Devam Edemeyen Gençlik Festivalleri
Bu yazıyı geçen yıl katıldığım GençFest Van’ın içerik ve katılımcılarına dair gözlemlerimi paylaşarak bitirmeyi planlamıştım. Ardından da GençFest Van’ın bu yıl neden yapılamadığını ele alacaktım. Ancak yazıyı hazırladığım günlerde, İstanbul’un tekrarlanan seçimlerinin ertesi sabahı, Bingöl Solhan Festivali’ne ve yine Eylül’de yapılması planlanan Diyarbakır Festivali’ne valilik izni verilmediği haberi geldi. Henüz biletleri satışa açılmadığı ya da çok yeni açıldığı için bu festivaller sessiz sedasız iptal edilmiş oldu. Önce geçen yılki GençFest Van deneyiminden başlayacağım ve ardından Kürtlerin ağırlıkla yaşadığı bu bölgelerdeki festivallerin iptal nedenlerini tartışmaya çalışacağım.

2000 yılı sonrasında Kürt illerinde de festivallerin sayısı arttı. Bunun en önemli nedeni 90’lı yıllar boyunca süren çatışmaların azalması ve açılım süreçleri ile bölgede festival yapabilecek bir atmosferin ortaya çıkması idi. Bu festivaller ağırlıkla belediyeler ya da belediyelerle işbirliği içinde çalışan bağımsız şirketler tarafından yapıldı. Ancak bunlar ele aldığımız gençlik festivalleri çerçevesine girmiyor. 2016 sonrasında Anadolu’nun farklı illerine yayılmaya başlayan gençlik festivalleri, yeniden çatışma ortamının alevlenmesi ve OHAL statüsünün diğer bölgelere göre çok daha uzun ve sert bir şekilde uygulanması nedeniyle Anadolu’nun doğusuna uğrayamadı. 2018’de bunun ilk istisnası Van’da GezginFest adıyla, Hayal Kahvesi ve Interrail ortaklığı ile gerçekleştirildi. Van’da kayyum yönetimindeki belediye festival alanına altyapı desteği sözü verdi. Valilik de etkinliğe izin verdi. Bir gün önce Van’a gittiğimde festivale büyük bir ilgi olduğunu, insanların Diyarbakır, Antep gibi uzak illerden bile otobüslerle gelmek üzere organize olduğunu öğrendim. Ama aynı zamanda bir önceki Cuma günü camilerde festivale katılanların ahlâksızlığına ve alanda ‘kızlı erkekli’ bir arada olmanın İslam’ın kurallarına aykırı olduğuna kadar pek çok şey söylendiğini ve gençlere festivale gitmeme çağrısı yapıldığını duydum. Aslında festivale, organizasyondakilere ve katılmak isteyenlere dönük ciddi bir tehdit vardı. Ama bu, katılımı etkilemedi.

Festivalin ilk günü alana gittiğimde, organizasyondakilerin, belediyenin vereceğini söyleyip camilerdeki vaazlardan korkarak vermediği kulis, karavan ve tuvalet altyapısını sağlamak için harıl harıl uğraştığını gördüm. Zor bir iş başarıldı ve belediyeden alınamayan altyapı akşam konserler başlamadan alana getirildi. Akşamüstü festival alanına, Van’dan Gevaş’a doğru yol alırken yolun iki yanına çok yoğun bir şekilde sıralanmış olan akrepler, tomalar ve askeri araçlar, festival alanına değil de doğrudan çatışmanın ortasına gittiğimiz duygusunu uyandırdı bende. İnsanların gelmekten çekineceklerini düşündüm ama düşündüğüm gibi olmadı. Aksine alan giderek kalabalıklaştı. Biz Batıdakiler’in anlamasının oldukça zor olduğu bir deneyim bu. Bunca askeri aracın ve ateşlenmeye hazır bekleyen silahın arasından geçerek bu kadar sivil bir alana girmek benim gerçeklik algımı kaydırdı. Ancak bu bölgelerde yaşayanlar için bu çok alışıldık bir durumdu. Alandaki coşku gerçekten etkileyici idi. Başka festivallere de gittim ve özellikle gençlerin festival alanındaki enerjisinin nasıl bulaşıcı, nasıl coşkulu olduğuna tanık oldum. Ancak burada daha farklı bir şey vardı. Yıllardır hemen hemen hiçbir kültürel etkinliğin yapılmasına izin verilmeyen, tamamen bağımsız şirketlerin yaptığı konser başvurularının “olağanüstü hal” gerekçesiyle reddedildiği bölgede, böyle bir festivale katılanların coşkusu ve neşesi ancak görülerek anlaşılabilir. Sadece bu alanda bulunmanın bile insanları mutlu ettiğini gördüm ve konserlerden çok seyircileri izledim. Festival beklenenlerin aksine hiçbir olumsuzlukluk, taşkınlık, gerilim yaşanmadan bitti. Bu festival, Kardeş Türküler ve Mohsen Namjoo’ya yer vererek bir ölçüde Kürtçe ve diğer dillerin girdiği ender gençlik festivallerinden biri oldu.

Bu festivalin sorunsuz bitmesinin Doğu’da yapılacak başka festivallerin yolunu açtığını düşünerek gerçekten sevinmiştim. GezginFest Van 2019 yılı için bilet satışına başladıktan kısa bir süre sonra Gevaş Kaymakamlığı, festivale izin vermediğini açıkladı.

Bu açıklamadan önce şehirde Ahlâk Hareketi adında bir yapılanmanın karalama hareketi başlattığı biliniyor. Şehir merkezindeki ilan panolarına Nûr Suresi’nden alıntılarla “Festival Tuzağına Hayır” başlıklı ilanlar asıldığı, “Gençlik Festivali mi, gençliğin felaketi mi?” başlığıyla el ilanları dağıtıldığı belirtiliyor. Yine şehir merkezindeki ilan panolarında, “Dikkat! Kuran-ı Kerim ile alay eden, içki bağımlılığını arttıran, manevi değerlerin yok sayıldığı festivalleri şehrimizde istemiyoruz!” yazılı ilanlar Ahlâk Hareketi imzası ile yayınlandı. Dağıtılan el ilanlarında, “Müslüman genç nesli koruyalım. Toplumumuzu içkiye ve ahlaksızlığa teşvik eden, yüce kitabımızı ve dini değerlerimize hakaret eden bu rezaleti durduralım.” ifadeleri yer aldı.[3] Ardından Kaymakamlık festivale izin vermediğini duyurdu. Sosyal medya ya da Ekşi Sözlük gibi platformlarda yazan Vanlı gençler, festivalin şehre getirdiği ekonomik hareketlilik nedeniyle Van halkının festivale bir itirazı olmadığını yazdı. Ancak bu kez İslami hareketler baskın geldi ve festival gerçekleştirilemedi.[4] 

Bundan kısa bir süre sonra da, yenilenen İstanbul seçimlerinin ertesi sabahında Solhan ve Diyarbakır Festivali’ne güvenlik gerekçesi ile valilik izninin verilmediği haberi geldi.

Aslında Van’daki dini cemaatlerinkine benzer söylemler, Batı’da festivallerin yapıldığı illerde ve kasabalarda da dillendiriliyor. Ancak bu karşı çıkışlar festivallerin engellenmesini sağlayacak boyuta ulaşamıyor. Oysa Van’da ve ardından başka Kürt illerinde durum farklı gelişti. Bunun nedenini doğru tartışabilmek için benim elimdekilerden çok daha fazla veriye ihtiyaç var. Aklımdaki soruları ayrıntılı araştırmalar ve söyleşiler yapmadan yanıtlamam imkânsız ama bir tartışma başlatmak üzere bu soruları sıralamak istiyorum: Doğu’daki dini cemaatler ciddi bir tehdit mi oluşturuyorlar? Valiler ya da kaymakamlar bu tehdidin büyüklüğünü göz önüne alarak mı izin vermiyorlar, yoksa festivale izin vermemek için dini cemaatlerin baskıları bahane mi ediliyor? Yani keyfi bir durum mu var, yoksa tam olarak açıklanmayan ciddi bir tehdit mi? Muhafazakâr kesimler Doğu’da yönetim üzerinde daha ciddi bir baskı mı oluşturuyor?

İktidar Batı’daki festivalleri muhalif bir alan olarak görmezken, Doğu’dakileri potansiyel bir muhalefet alanı olarak mı görüyor? Batı’da eğlenmek üzere bir araya gelen gençler potansiyel bir muhalif grup olarak algılanmazken Doğu’da gerçekleştirilmek istenen festivaller neden bu kadar kriminalize ediliyor? Doğu festivalleri Woodstock benzeri toplumsal itirazların dillendirileceği alanlar olarak mı görülüyor? Doğu festivallerinde Türkçe dışındaki dillere yer verilmesi bir rahatsızlık mı oluşturuyor? Festival alanlarında kadın ve erkeklerin bir arada olması ve alkol tüketimi Batı’da yerine göre doğal ya da “hoş görülebilir” bir durum iken Doğu’da buna neden katlanılamıyor? Solhan ve Diyarbakır festivallerinin iptali neden İstanbul seçimlerinin hemen ertesi sabahı yapıldı? İstanbul seçimlerinin hemen öncesinde iktidarın Kürt seçmene yönelik vaatlerine rağmen, Kürtlerin iktidarın adayını desteklemediğini gördük. Bu sonucun Doğu’daki gençlik festivallerinin iptali ile bir ilişkisi var mı?

Bu soruları önümüzdeki dönemlerde daha fazla tartışıp araştırarak yanıtlamak mümkün olabilir. Ancak gençlik festivalleri, Doğu’nun normalleşmesinin turnusol kağıdı olmaya aday gibi görünüyor.

Tartışmaya açmak istediğim tüm sorunlarına rağmen gençlik festivalleri, Türkiye’de siyasal baskının giderek arttığı bir dönemde gençler ve tüm katılımcılar için bir nefes alma, özgürleşme ve umutlanma alanı oldu. Bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum. Katıldığınızda umudunuzu yeşerten bu festivallerin geliştirilmesi ve zenginleştirilmesi gerçekten önemli. Hem Doğu hem de Batı’daki gençlik festivallerinin eğlencenin yanı sıra, söyleşi ve tartışmalara, atölyelere, çok kültürlülüğe ve çok dilliliğe daha fazla alan açması temennisi ile bu yazıyı bitiriyorum.

[1] Bu konuda önemli bir derleme için bakınız: http://saltonline.org/media/files/1970-1980_yillari_arasinda_turkiyede_kulturel_ve_sanatsal_ortam_scrd-2.pdf

[2] Festival şehirlerine bu siteden bakılabilir: http://www.milyonyapim.com/

[3] http://www.cumhuriyet.com.tr/m/haber/kultur-sanat/1434444/Van_daki_festival_dinci_gruplar_tarafindan_hedef_gosterilmisti.html

http://www.sehrivangazetesi.com/guncel/vanda-yapilacak-olan-gezginfest-krize-donustu-h56254.html

https://tr.sputniknews.com/turkiye/201906101039303334-van-valiligi-gezgin-festi-iptal-etti/

[4] Aslında burada acayip bir durum ortaya çıkıyor. Yerel yönetimler özel şirketlerin yaptığı festivallere daha ciddi şekilde destek verse, festival organizatörlerinin sponsor bağımlılığı azalacak. Şu an içki sponsorlukları olmadan gerçekleşmesi neredeyse imkansız olan festivaller daha rahat yapılacak.