İÇ POLİTİKA

 

İç politik gündem elbette 21 Haziran’da yapılacak İstanbul Belediye Başkanlığı seçimlerine kitlenmiş durumda. Özellikle herkes; Erdoğan nerede? Seçimi kaybedeceklerini anlayınca başarısızlığı Yıldırım ve Albayrak’ın üzerine bırakıp kenara çekildi yorumlarını yaparken, Erdoğan’ın son hafta ortaya çıkması ve seçimi kazanmak için son bir hamle yapması ortamı iyice ısıttı. Seçimi İmamoğlu kazanacak gibi duruyor. Bekir Ağardır gibi genellikle temkinli davranan araştırmacılar bile 8-9 puanlık bir farktan söz edebildiklerine göre sonuç netleşmiş gibi görünüyor. Ancak ‘ne yapar eder bu seçimi vermez Erdoğan’ diyenler de yok değil.

 

İmamoğlu ve Yıldırım arasında geçen ve İsmail Küçükkaya’nın moderatörlüğünü yaptığı televizyon programı ve sonrasında yaşanan komplo girişimi ise açıkça bir müsamere düzeyi sergiledi denebilir. Programda her iki taraf da risk almaz ve birbirlerinin üstüne gitmezken, adete maçı berabere bitirmek isteyen futbol takımları gibi davrandılar. İmamoğlu’nun performansı tutuk bulundu. Program sonrası, Küçükkaya, İmamoğlu ile bir otelde görüştü ve soruları verdi iddialarının ortaya atılması, adı geçen otelin iki saat içinde bütün görüntüleri AKP medyasına servis etmesi, ucuz ve temel siyasi ahlak ilkelerinden yoksun bir komplo girişimi olarak hafızalara kazındı.

 

Ciddi bir müdahale olmazsa İmamoğlu seçimi kazanacak gibi görünüyor. Böyle olursa, diğer gelişmelerle birlikte düşünüldüğünde, seçim sonrası bir restorasyon ve revizyon yaşanması beklenebilir. AKP kadroları artık sokak sokak çalışmıyor, rant ve para bu kadroların halkla bağını zayıflatmış durumda. Seçim sürecinde yaptıkları akıl almaz hatalar bunu gösteriyor. Örneğin Karadenizlilerin bam teli olan Pontuslu olmak iması büyük bir tepkiye neden oldu. Osman Öcalan’ın Erbil’de bulunup TRT’ye çıkarılması ve ardından ‘kim çıkardı bu adamı TRT’ye?’ tartışmasında kimsenin sorumluluğu üstüne almaması da ayrıca kayda geçen tuhaflıklardandı. Bununla birlikte seçim kaybedilirse, AKP içinde kopmalar olabileceği, Babacan, Gül ve Davutoğlu’ndan yeni parti kurma hamleleri geleceği gibi yorumlar da devam ediyor.

 

Seçime gidilirken son hafta gelen Öcalan hamlesi pek çok açıdan gerçekten düşündürücü. Öncelikle Öcalan’ın ailesi ve avukatlarıyla görüşmesine izin verilmesi, ardından bir akademisyenin (öyle görünüyor ki istihbarat servisleriyle yakın ilişkileri olan bir akademisyenin) uzun bir tecrit döneminin ardından Öcalan’la görüşerek, Öcalan’ın HDP’ye avukatları aracılığıyla gönderdiği mektubu ifşa etmesi önemli tartışmalar başlattı.

 

Elbette ki ilk tartışma Öcalan, ‘HDP tarafsız kalmalı’ derken ne demek istedi üzerine odaklandı. AKP medyası bunu, Öcalan’ın ‘İmamaoğluna oy vermeyin’ dediği biçiminde yorumlarken, Kürt çevrelerinde ve HDP’de durumun böyle anlaşılmadığı görülüyor. Özellikle sahada gönüllü olarak çalışan arkadaşların ilettikleri göz önüne alınırsa, İstanbul’daki Kürt seçmenler, Öcalan’ın bu açıklamasına rağmen İmamoğlu’na oy verecekler gibi görünüyor. Yine sosyal medyada, ‘siz Kürt seçmenleri aptal mı zannettiniz, yemeyiz bu numaraları’ şeklinde bir söylemin de olduğu düşünülürse, bu hamlenin Kürt seçmenin oy tercihini değiştirmeyeceği söylenebilir.

 

Bununla birlikte olayın bir diğer yönü de  Öcalan’ın mektubunun hasır altı edilmiş olması durumu. Avukatlar, ‘biz mektubu aldık ve muhatabı olduğu için HDP’ye verdik’ şeklinde bir açıklama yaparak topu HDP’ye attılar. HDP ise mektubu kamuoyundan neden gizlediğini henüz açıklamamış durumda. HDP sadece, ‘Öcalan, İmamoğlu’na oy vermeyin demiyor ve zaten bizim seçime dönük tercihimizde bir değişiklik yok, İmamoğlu’nu destekliyoruz’ şeklinde bir açıklama yaptı. Öcalan’ın net bir şey söylemediği, İmamoğlu’na oy vermeyin şeklinde yorumlanacak bir telkinde bulunmadığı açık olsa da HDP’nin bu mektubu kamuoyuna açıklamaması ve bunu devletin Öcalan’la görüşmeye gönderdiği bir kişinin yapması en hafif tabirle bir skandal olarak ele alınabilir. Uzun zamandır yüksek siyasete teslim olmuş HDP içinde bu durumun bir tartışma yaratıp yaratmayacağını göreceğiz.

 

DIŞ POLİTİKA

 

Dış politikada yaşanan en önemli gelişme elbette S-400 meselesi. Bu süreçte ABD ve NATO temsilcileri Türkiye’yi S-400’leri almaması konusunda yeniden uyardı. Ancak Erdoğan ‘S-400’leri aldık ve bu iş bitti’ söylemini sürdürüyor. 28 Haziran’da G-20 zirvesinde Trump ile yapacağı görüşmeyle bu sorunu halledeceğini düşünüyor. Ancak Türkiye’nin sıkıştığı çok açık.

 

Bir diğer çıkmaz da İdlib’de yaşanıyor. İdlib’de Türk askerlerine yapılan saldırı üzerine Türkiye, saldırının Suriye ordusu tarafında gerçekleştirildiğini söylese de saldırının HTŞ tarafından yapıldığı ve Türkiye’nin verdiği koordinatlarla Rus hava kuvvetlerinin HTŞ mevzilerine saldırıda bulunduğu ortaya çıktı. Öyle görünüyor ki Suriye yönetimi İdlib’e bir an önce saldırmak istiyor ancak Rusya buna izin vermiyor. S-400’lerin alınıp alınmayacağı kararı İdlib’e ne olacağı sorusuna da yanıt olabilir. Türkiye’nin bu sistemi almayı reddetmesi durumunda İdlib’e büyük bir saldırı beklenebilir.

 

Bunlarla birlikte Türkiye’nin Kürt meselesi konusunda yeni bazı girişimleri olduğu da açık. Pençe harekatıyla Kandil çevresine yerleşen Türk askerleri PKK’yi Türkiye sınırları içinde değil Irak sınırları içinde savaşmaya mecbur bırakmaya çalışıyor. Ayrıca Mevlüt Çavuşoğlu’nun Neçirvan Barzani’nin başkanlık törenine katılması ve Türkiye’nin burada temsili, her iki taraf arasında bir yakınlaşma olduğunu da gösteriyor. Özetle Türkiye’nin Irak sınırları içine yerleşmesi durumunun bizzat Bölgesel Kürt Yönetimi yani KDP tarafından da kabul gördüğü anlamına geliyor.

 

Bu dönemde yaşanan önemli bir gelişme de Kıbrıs açıklarında Türkiye’nin doğalgaz arama çalışmalarını yoğunlaştırması oldu. İkinci arama gemisini gönderen Türkiye ile Yunanistan’ın arası açıldığı gibi AB’de bu konuda Türkiye’ye karşı tepkili görünüyor. Selanik’te iki Türk konsolosluk çalışanının arabalarının kundaklanması hadisesi, yakın zamanda bu konuda gerilimin artacağı yorumlarını haklı çıkarır bir gelişme olarak kayda geçirilebilir.

 

Mısır eski Cumhurbaşkanı Muhammet Mursi’nin mahkeme salonunda ölümü haftanın önemli gelişmelerinden biriydi. Reuters haber ajansının haberine göre, Mursi rahatsızlandıktan sonra çok uzun bir süre müdahale edilmedi. Bu trajik olayla beraber, Sudan, Libya ve Mısır’da yaşananlar, Türkiye’nin Orta Doğu’da Müslüman kardeşler eliyle aktif ve belirleyici ülke olma planlarının tamamen yok olduğunu gösteriyor. Özetle dış politikada da iç politikada olduğu gibi büyük bir sıkışma ve hareket alanının daralması durumunun yaşandığı söylenebilir.

 

Burada yeniden eksen kayması tartışmaları yapılabilir. Türkiye Avrasyacı bir noktaya mı kayacak yoksa ekonomik krizin de etkisiyle yeniden Amerikancı bir çizgi mi tutturacak sorusu sıkça soruluyor. Bahçeli’nin ‘NATO üyeliği tartışılmalıdır’ söylemi eksen tartışmalarını yeniden alevlendirdi. Bu açıdan bakıldığında S-400’lerin alımı kritik bir yerde gibi görülse de Türkiye kısa vadede birini seçmek yerine iki odak arasında oynamaya çalışmayı sürdürecek gibi görünüyor. Dünyada yaşanan siyasal sistem krizi de düşünüldüğünde, tüm sıkışıklığa rağmen, Türkiye’nin hala az da olsa manevra alanları var. Örneğin üç buçuk milyondan fazla mülteciyi Avrupa’ya gönderme tehdidi gibi aslında önemli kozlara da sahip. Dış politikada manevra alanları daralsa da tükendi demek için erken.

 

Ekonomi

Gelişmiş ülkelerde resesyon sinyalleri: Merkez bankaları yeniden para pompalayabilir

 

Gelişmiş kapitalist ülkeler 2008 yılından bu yana gerçek anlamda ekonomik krizden çıkamamıştı. Sadece ABD’de bir dönem büyüme gözlemlenmişti. Şimdi ABD ekonomisinde de resesyon işaretleri gözleniyor. Bu yüzden ABD Merkez Bankası’nın (FED) faizleri düşüreceğine dair beklentiler dile getiriliyor. Diğer yandan, Avrupa ve Japonya hiçbir zaman krizden çıkamamışlardı. Şimdi yeniden resesyonun üstesinden gelmek için büyük merkez bankalarının faizleri düşürmesinden ve piyasaya para pompalamasından bahsediliyor. Bu arada örneğin Alman devlet tahvillerinin faizi negatife dönmüş durumda. Bunun nedeni, ekonomik durgunluk beklentisi karşısında eksi faizle de olsa paranın sığınacak güvenli liman araması. Nitekim ekonomist Roubini, “ABD’de ve global ekonomide 2020’de resesyonu tetikleyebilecek 10 potansiyel aşağı yönlü riskin dokuzunun sürdüğüne” dikkat çekti.[i]

Dünya ekonomisinde resesyon beklentisinin başlıca sebeplerinden biri de ABD-Çin arasında süregiden ticaret savaşı. ABD ticaret savaşıyla Çin’in büyümesini sınırlamaya çalışıyor. İlk kez Çin’in finansal bir krize girebileceği konuşuluyor.

Gelişmiş kapitalist ülkelerde resesyon beklentisi, MB’lerin faizini düşürdüğü paranın 2008 krizi ertesinde olduğu gibi gelişmekte olan ülkelere gitmesine yol açacak. 2008 krizi ertesinde bu trend popülist diktatörlükleri beslemişti. Benzer bir durum görülebilir. Bu konjonktürün normalde Türkiye ekonomisine destek olması gerekiyor. Fakat aşırı borç yükünden kurumsal yapının erozyonuna kadar birçok nedenle Türkiye’ye yabancı sermeye girişi gerçekleşmiyor.

 

Moody’s Türkiye’nin kredi notunu iyice çöp seviyesine düşürdü

 

Kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s Türkiye’nin uzun dönem kredi notunu Ba3’ten B1’e düşürdü. Görünümün de negatif olduğunu açıkladı. Bu seviye, “çöpün dibi” olarak yorumlandı. Örneğin yaşadığı krizden sonra toparlanamayan Yunanistan’ın notu da aynı seviyede, fakat görünümü durağan; yani daha olumlu. Moody’s not düşürmesine gerekçe olarak kurumsal yapıda ve yatırımcı güveninde devam eden erozyon, Türkiye’nin yabancı sermayeye yüksek oranda bağımlılığı, bir yandan yüksek borç yükü ödenirken diğer yandan büyümenin sürdürülmesine yönelik güvenin azalması, döviz rezervlerinin zayıflığı, yönetimin aldığı önlemlerin kısa vadeli ve reaktif olması gibi nedenleri gösterdi.[ii] Not indirimi, Türkiye’nin uluslararası piyasalardan borçlanma maliyetinin artması anlamına geliyor.

 

Bütçe açığı olağanüstü düzeyde büyüyor

 

Açıklanan verilere göre, Ocak-Mayıs 2019 dönemi bütçe rakamları geçen yılın aynı dönemine göre şiddetli bir kötüleşmeye işaret ediyor. Örneğin 2018 yılı Ocak-Mayıs döneminde 20,5 milyar TL açık veren bütçe, 2019 yılı Ocak-Mayıs döneminde 66,5 milyar TL açık verdi. Üstelik 2019 yılı Ocak-Mayıs döneminde bütçe gelirleri bir önceki yılın aynı dönemine göre sadece yüzde 15 oranında, yani enflasyonun altında artış gösterdi. Bütçe giderleri ise yüzde 28,4 oranında arttı. Bütçe açığının nedenlerine ilişkin en önemli gösterge ekonomik daralmanın sonucu olarak vergi gelirlerindeki nispi düşüş oldu. 2019 yılı Ocak-Mayıs döneminde vergi gelirleri geçen yılın aynı dönemine göre yalnızca yüzde 4,3 oranında arttı.[iii] Yakına kadar ekonomideki olumsuz gidişata karşın “bütçe disiplini” sağlanıyor, bütçenin denetim altında tutulması Türkiye ekonomisi için önemli bir “çıpa” işlevi görüyordu. Başkanlık sisteminin başından bu yana Türkiye artık bu çıpadan yosun durumda. Bütçe açığının finanse edilmesi için İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinden sonra yüksek vergi artışlarının geleceği tahmin ediliyor.

 

Sanayi üretiminde düşüş sürüyor

 

Nisan ayında sanayi üretimi bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 4 azaldı. Açıklanan rakamlara göre imalat sanayi üretimi ise geçen yılın Nisan ayına göre yüzde 4,2 küçülme gösterdi.[iv] Nisan 2019’a ilişkin genel olarak sanayi ve imalat sanayi verileri, 2019 yılı 2. çeyreğinde de ekonomide daralmanın devam ettiğini teyid ediyor. 

 

 

[i] http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/ekonomi/1443246/_2020_yili_icin_resesyon_ve_kriz_riski_buyuyor_.html

[ii] https://t24.com.tr/haber/turkiye-nin-kredi-notunu-bir-kez-daha-dusuren-moody-s-aciklamasinda-nelere-dikkat-cekti,826086

[iii] https://www.gazeteduvar.com.tr/ekonomi/2019/06/17/butce-5-ayda-665-milyar-acik-verdi/

[iv] https://www.gazeteduvar.com.tr/ekonomi/2019/06/18/sanayi-uretiminde-buyuk-dusus/