Bu yazı, aşağıdaki haber akışı esas alınarak hazırlanmıştır:

http://art-izan.org/haber-akisi/17-30-mart-2019-haber-akisi

İç Politika

 Seçim Gündemi

Seçimlere kısa bir süre kala Cumhur İttifakı, seçimlerden güçlü çıkabilmek, AKP ve MHP seçmeninin oylarını konsolide etmek için devletin ve medyanın imkanlarını kendi çıkarına kullanarak saldırgan ve hukuksuz politikalarına devam etti. Cumhur İttifakı dışında kalan siyasi partiler kriminalize edildi. İnsan haklarını yok sayan söylemlerde Millet İttifakı da iktidar odağından çoğu zaman aşağı kalmadı. Geçtiğimiz iki haftada yaşanan olayları hatırlayalım: 

-Ankara’da adaylar arasındaki fark açılınca Millet İttifakı’nın adayı Mansur Yavaş hakkında ‘suçu bildirmemek’ ve ‘müstehcen görüntü bulundurmak’ suçlarından soruşturma başlatıldı. Yavaş hakkında, ayrıca 9 farklı suçlamadan yürütülen 3 soruşturma bulunduğu belirtildi. Kısa bir süre önce HDP’lilerin rehabilite edilmesinden dem vuran Mansur Yavaş -Kürtlerin oylarına ihtiyacı olduğu için mi bilinmez- Fox TV’de katıldığı bir programda dilinin sürçtüğünü söyledi. Ama Ankara duvarlarına “Her Biji Mansur” sloganını yazanlardan da hesap soracağını ekledi.

– Akit Tv, Kemal Kılıçdaroğlu’nun idamını gündeme getiren muhabiri Mehmet Özmen hakkında yaptırım uygulayacağını açıklarken tartışmalara Kılıçdaroğlu da katıldı. “Beni asacaklarmış, benim idamım için kanun getireceklermiş, getirmezseniz namertsiniz, imzalamazsam namerdim! ” sözleriyle Hodri Meydan maçoluğuna yeni bir boyut kattı ve idam savunuculuğu yaparak yaşam hakkını ayaklar altına aldı. 

– Cumhurbaşkanı Erdoğan ise seçim meydanlarında Kılıçdaroğlu’nun teröristliği hakkında demeç veriyor; Meral Akşener’i hapse tıkıyor; Sezai Temelli’yi ise Türkiye’den kovarak Irak Kürdüstanı’na yolluyordu. 

– İç İşleri Bakanı Süleyman Soylu, “Boynumuzu Kandil’in önünde eğik bırakmayın” yalvarmalarıyla Cumhur İttifakı için oy isterken bir yandan da Millet İttifakı’nın aday listesindeki PKK’lileri sayıyor, seçilseler de göreve başlayamayacaklarını söylüyor, Newroz ve seçim öncesinde HDP’lileri gözaltına aldırıyordu. HDP’nin yerel seçim çalışmalarına başladığı günden bugüne kadar 713 gözaltı ve 107 tutuklama yaşandığını da ayrıca not edelim.

 – İktidara yakın medya yalan haberleri manşetlere taşımaya devam etti. Örneğin, Hürriyet Gazetesi, HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli’nin, ‘Yavaş ve İmamoğlu bilecek ki seçilmişse HDP oylarıyla seçilmiştir. Kürtleri yok sayarak siyaset yapılamaz’ açıklamasını “HDP Eş Genel Başkanı Temelli’den açık açık itiraf ve tehdit: “İstanbul ve Ankara’yı İmamoğlu ve Yavaş değil HDP yönetecek” başlığıyla haberleştirdi. Gelen tepkiler üzerine ise gazetenin internet sitesinde “Bizden değil HDP’den açıklama istenmeli” başlıklı bir açıklama yayınladı.[1]

–       Bu seçimlerde İktidarın okul toplantılarını dahi seçim propagandası alanı olarak kullandığı görüldü.

Seçim süreci HDP açısından keyfi gözaltı ve tutuklamalar, Kürtlerin yoğun olarak yaşandığı yerlerde askeri baskıyla devam etti. Devam eden açlık grevlerine ceza evlerindeki intiharlar eklendi. Bu konular ne AKP medyasının ne de Millet İttifakı’nın gündeminde yer aldı. Millet İttifakı özellikle de CHP açısından bu durum Kürtlerin sorunlarına odaklanılmadığını ve Kürtlerin bir oy deposu olarak görüldüğünü ortaya koyuyor. Cezaevindeki açlık grevleri ve intiharlar Millet İttifakı’nın insan hakları gündeminin yanından bile geçmiyor. Kürtlerin siyasal alanda en güçlü temsilcisi olan HDP ise seçim dönemi boyunca CHP’nin Millet İttifakı’nın Kürt meselesine ilişkin politikalarına karşı güçlü bir çıkış yapmadığı görülüyor. Son olarak HDP’nin aday göstermediği yerlerde Kürt seçmenin oy kullanması için hem Kandil hem de HDP’nin cezaevindeki lideri Selahattin Demirtaş devreye girdi. Seçimlere birkaç gün kala Selahattin Demirtaş HDP seçmeninin “bağrına taş basmasını” istedi. Mutlaka sandığa giderek faşizme hayır anlamına gelecek oylarını kullanmasını söyledi. Dolaylı olarak Millet İttifakı’na destek çağrısı yaptı.   

  

 Açlık Grevleri, Cezaevlerindeki Feda Eylemleri ve Newroz Gündemi

 Leyla Güven’in Abdullah Öcalan’ın tecridine, dolayısıyla barış sürecinin bitirilmesine karşı başlattığı açlık grevi cezaevlerinde ve yurt dışında devam ediyor. Bu eylemlere son haftalarda cezaevlerindeki feda eylemleri de eklendi. Öcalan’ın tecridinin sonlandırılması için Zülküf Gezen, Ayten Becet, Zehra Sağlam, Medya Çınar bulundukları cezaevlerinde intihar ederek hayatlarına son verdi. Cenazeleri ailelerinden kaçırılarak adeta abluka altında defnedildi. 

Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı illerde kalabalık bir katılımla geçen bu seneki Newroz kutlamalarının öne çıkan gündemi cezaevlerindeki eylemler ve 31 Mart yerel seçimleriydi. Diyarbakır’da “Mutlaka kazanacağız, tecridi kıracağız” sloganıyla gerçekleşen kutlamaya Leyla Güven de mesaj gönderdi.  Güven, cezaevinde ihtihar eden Zülküf Gezen’i andığı mesajında “tecridi kıracağız ve halkımızı özgürleştireceğiz. Bütün dünya halkları iyi bilmelidir ki; tecrit içinde bir yaşamı asla kabul etmeyeceğiz.” dedi.

İnsan hakları örgütleri İHD ve TİHV eylemlerin bitirilmesi çağrısı yaptı. HDP, HDK, DTK, DBP yaşamı savunalım vurgusuyla yapılan açıklamada “Cenazelerin ailelerden kaçırılması, ailelerin onayı alınmadan ve defin hakkı gasp edilerek zorla defnedilmesi, dini vecibelerin yerine getirilmesinin engellenmesi büyük bir utanç konusudur.” denildi. Cezaevlerinde yaşanan ölümlerle ilgili hükümetten ilk açıklama İçişleri Bakanı Soylu’dan geldi. Yaşamına son verenlerin bıraktığı son notlar ve ailelerin açıklamalarına rağmen Soylu, “Onları cezaevinde astılar” yalanına sarıldı.

Kürtlerin talepleri seçim meydanlarında HDP dışındaki partilerin ve siyasetçilerin gündeminde yer almadı. HDP’nin ise meseleyi sadece söylem düzeyinde ele aldığı söylenebilir. Çünkü HDP grevlerin nasıl bitirilebileceği ve intiharların/feda eylemlerinin devamının nasıl engellenebileceğine yani Kürt meselesinin çözümünde barış talebinin barış iradesine nasıl dönüştürülebileceğine dair çözüme odaklanmıyor. Cezaevlerindeki açlık grevi eylemleri Kürt Özgürlük Hareketi’nin 2012 yılında kadar tercih etmediği eylemlerdi. 2012 yılında başlayan açlık grevleri Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla son bulmuş ve 2015 yılına kadar Türkiye, Kürt meselesinde “çözüm süreci”ne girmişti. Çözüm sürecinin 2015 itibariyle bitmesiyle Türkiye’yi tarikatlar desteğiyle çevrili AKP-Ergenekon ittifakı yönetmeye başladı. Bu ittifak devleti kuşatmışken yeniden Kürt meselesinde çözüm sürecine dönülebilmesi için barış talep eden güçlü bir toplumsal muhalefete ihtiyaç olduğu ancak böyle bir barış iradesinin bulunmadığı açık.

 

Yargı Kıskacındaki Avukatlar, Barış Akademisyenleri ve Gazeteciler

Ülkedeki faşizm ortamı barış talep eden en ufak bir eyleme izin vermediği gibi barışı dillendiren akademisyenlere cezalar kesmeye devam ediyor. Geçtiğimiz iki haftada kesilen cezaların bir kısmını hatırlayalım: Boğaziçi Üniversitesi’nden doktora öğrencisi Nevim Borçin ve Yıldız Teknik Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Canay Şahin 1 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırıldı. Tuna Kuyucu ve İlker Birbil’e 15’er ay, Taylan Tarhan’a 18 ay 22 gün hapis cezası verilerek kararlarda hükmün açıklanması geri bırakıldı. Ağır sağlık sorunları yaşayan Nevin Zeynep Yelçe’ye ve Boğaziçi Üniversitesi’nden Prof. Ali Kerem Saysel’e ise 2 yıl 6 ay hapis cezası verdi.

Davalar devam ederken barış akademisyenlerine dünyadan destek geldi. Aralarında Noam Chomsky, Şeyla Benhabib, Judith Butler ve Nobel ödüllü beş kişinin de yer aldığı 1800 akademisyen ve bilim insanı, ‘Barış Akademisyenleri’ne yönelik yargılamaları kınayarak akademideki ihraçlarda ‘işbirlikçi konumundaki’ kurum ve üniversitelerle ilişkilerin dondurulması dahil olmak üzere harekete geçme çağrısı yaptı. Bu çağrı metni Birleşmiş Milletler nezdindeki Türkiye’nin daimi temsilcileri, Türkiye’nin New York’taki Büyükelçisi ile Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, YÖK Başkanı Yekta Saraç, Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a ithafen yazıldı.[2]

İnsanların kolaylıkla terör örgütü üyesi, destekçisi ilan edildiği bu ortamda onları savunacak avukatlar da yargı kıskacına alındı. Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) ve Halkın Hukuk Bürosu’ndan (HHB) altısı tutuklu 20 avukatın yargılandığı davanın kararı açıklandı. Avukatların reddi hakim talebini dikkate almadan ve esas hakkındaki savunmalarını almadan açıklanan hükümle 18 avukata toplam 159 yıl 1 ay 30 gün hapis cezası verildi.[3]

Hatırlanacağı gibi Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) ve Halkın Hukuk Bürosu (HHB) Kanun Hükmünde Kararname’yle kapatılmış ve bazı üyeleri tutuklanmıştı. Hukuksuzlukları deşifre etmek için Selçuk Kozağaçlı, Aycan Çiçek, Behiç Aşçı, Engin Gökoğlu ve Aytaç Ünsal cezaevinde 59 gündür sürdürdükleri açlık grevini karar duruşmasının ardından sona erdirdiklerini açıkladı. Açlık grevleri ile amaçlanan hukuksuzluğun deşifre edilmesi amacına ulaşıldığı ancak gelinen noktada mahkeme kararıyla ortaya çıkan yeni tablonun değerlendirileceği söylendi.[4]

Olan biteni kamuoyuna aktarmakla sorumlu gazetecilere yönelik baskılar da devam etti. Son iki haftada gazetecilere yönelik hak ihlallerinin bir kısmını hatırlayalım: 

 

    • “Cumhurbaşkanı’na hakaret” suçlamasıyla     yargılanan gazeteci-yazar Ahmet Altan, 7 bin TL adli para cezasına     çarptırıldı.
    • Cumhuriyet Gazetesi eski sorumlu müdürü Faruk     Eren ve yetkilisi Bülent Özdoğan, Kayseri eski Büyükşehir Belediye Başkanı      Mehmet Özhaseki’nin “Ne istedilerse almışlar” haberine gönderdiği tekzibi     yayımlamalarına rağmen İstanbul 2. Asliye Ceza’da 84 bin TL adli para     cezasına mahkum edildi. 
    • Yazar Perihan Mağden ve gazeteci İnan     Ketenciler’in “Cumhurbaşkanı’na hakaret” suçlamasıyla yargılandıkları      davanın karar duruşması görüldü. İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi Mağden’i     7 bin TL tutarında para cezasına çarptırırken, Ketenciler’in beraatine     hükmetti. 
    • Gazeteci Ayşenur Arslan, hakkındaki davaya     katılmadığı gerekçesi ile Eskişehir’de gözaltına alındı. 
    • KHK ile kapatılan Özgür Gündem gazetesi Eş Genel     Yayın Yönetmenleri Eren Keskin ile Hüseyin Aykol, gazetenin Yazıişleri     Müdürü Reyhan Çapan, gazetede yazıları yayınlanan Züleyha Yılmaz, Nuran     Özdoğan, Ruhat Kaya, Serbest Zan, Muzaffer Ayata, Emrullah Kurcan, Hüseyin     Güçlü ve Reyhan Hacıoğlu hakkında açılan davanın 11. duruşması Çağlayan’da     bulunan İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinde yapıldı. Mahkeme, Züleyha     Yılmaz hakkında savunmasının alınması için yakalama emri çıkarılmasına     karar verdi.[5]

 

Rabia Naz’a Ne Oldu?

Nisan 2018’den beri bir baba kızı Rabia Naz’ın ölümünün akıbetini öğrenmeye çalışıyor ve hak mücadelesi veriyor. Giresun Eynesil’de evinin önünde yaralı bulunan Rabia Naz hastanede hayatını kaybetti. Önce 11 yaşındaki çocuğun intihar ettiği iddia edildi. Otopsi raporu ise Rabia Naz’a araba çarptığını belgeledi. Baba Şaban Vatan tek başına yaptığı araştırma sonunda kızına çarpan arabaya ve bu işin AKP milletvekillerine kadar uzanan hikayesine ulaştı. Olayın peşini bırakmayan ve hukuk mücadelesi veren Şaban Vatan’ın karşısına pek çok engel çıkarılıyor. Geçtiğimiz haftalarda Şaban Vatan, AKP Milletvekili Nurettin Canikli’nin dün suç duyurusu üzerine gözaltına alındı ve emniyette ifade verdi. Ayrıca Şaban Vatan’ın akıl sağlığının yerinde olmadığı iddia edildi ve savcılığın talimatıyla akıl sağlığının yerinde olup olmadığının tespiti için psikiyatra sevk edildi.[6] Bu durum, 11 yaşına bir çocuğun ölümünün AKP’yle ilişkili birine uzandığında yargının ve siyasetin insan ve çocuk haklarından ne kadar uzak davranabildiğini gösteriyor.

 

Dış Politika

Bu iki haftanın dış politika gündeminde önemli konulardan biri Yeni Zelanda ile yaşanan sorundu. Hatırlanacağı gibi Mart ayında Yeni Zelanda’nın Christchurch kentinde iki ayrı camiye cuma namazı esnasında düzenlenen silahlı saldırıda 50 kişi yaşamını yitirmiş onlarca kişi yaralanmıştı. Bu terör saldırısının sosyal medya platformlarında kaldırılan görüntüleri Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Tekirdağ ve İstanbul Gaziosmanpaşa’da gerçekleştirdiği seçim mitinglerinde yayınlanarak seçim gündemine alet edildi. Erdoğan’ın, konuşmasında “İstanbul’u Konstantinapol yapamayacaksınız. Dedeleriniz geldiler, burada olduğumuzu gördüler; kimi ayakta kimi tabutta geri döndüler. Aynı niyetle gelecekseniz sizi de bekleriz. Sizleri de dedeleriniz gibi uğurlayacağımızdan hiç şüpheniz olmasın” demesi iki ülke arasında ilişkiler gerildi. Yaşanan diploması trafiği ve Erdoğan’ın Washington Post’a yazdığı makale sonrasında Avustralya Başbakanı Scott Morrison, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın üslubunun bir ilerleme olduğunu belirtti ve ılımlılaşmanın memnuniyet verici olduğunu söyledi.[7]

Dış politikada gündem olan diğer bir konu İç İşleri Bakanı Süleyman Soylu’nun İran ile birlikte PKK’ye yönelik operasyon düzenlediklerini açıklamasıydı. Türkiye’de haber kanallarının ortak operasyon olarak duyurduğu bu olayı İran iki kere yalanladı. Fars Haber Ajansı‘na konuşan İran ordusundan bir yetkili “Türk ordusu PKK’ya operasyon yaptı ama İran silahlı kuvvetleri bu operasyonun bir parçası değildi” ifadelerini kullandı.[8]

ABD başkanı Trump’ın, Suriye’deki Golan Tepeleri’ni İsrail toprağı kabul etti. Birleşmiş Milletler ve AB’nin tepkiyle karşıladığı bu karar, ABD’nin BM’nin Filistin sorununda uluslararası konsensüs oluşturan kararlarını geçersiz sayacak şekilde Gazze ve Batı Şeria’yı da İsrail toprağı  kabul etmeye doğru ilerlediği tartışmalarını gündeme getirdi.[9] Bu kararın Türkiye ekonomisine etkileri aşağıda ele alınmıştır.

 

İŞİD’in Suriye’de artık gücü kalmadığı iddia edilse de SDG’li kaynaklar tam tersini söylüyor ve Suriye’de savaş ortamının yeniden başlaması durumunda IŞİD’in güçleneceğini iddia ediyor.[10] IŞİD’in Menbiç’te ABD destekli yerel birliklerin oluşturduğu kontrol noktasına düzenlediği saldırı örgütün hala etkin olduğunu gösteriyor. [11]

 

Türkiye-Suriye sınırında oluşturulması muhtemel güvenli bölge/tampon bölge üzerine ABD’nin Suriye özel temsilcisi James Jeffrey bir açıklama yaptı. Herkesin gereksinimlerini karşılayan bir formül üzerinde çalıştıklarını söyleyen Jeffrey “Suriye’de yeni bir Kandil Dağı görmek istemeyiz” dedi. Türkiye sınırında YPG güçlerinin olmadığı güvenli bir bölgenin oluşturulması için çalıştıklarını ancak ortağı SDG’nin de kötü muamele görmemesini istediklerini söyledi.[12]


Ekonomi Gündemi

 

Ekonomi cephesinde bu dönemin en belirleyici gelişmesi “SWAP krizi” ve dövizdeki dalgalanmalar oldu.

Hafta içinde 20 Mart Çarşamba günü ABD Merkez Bankası FED’in faizleri değiştirmeyerek yüzde 2.25 – 2.50 aralığında bırakması aslında Türkiye gibi piyasalar için olumlu sayılabilecek bir gelişmeydi. Ancak hafta içindeki S-400 ve F-35 konularındaki gerginlikler, yatırımcılar nezdinde yeni bir Washington-Ankara gerginliği ihtimalini güçlendiriyordu. IMF Sözcüsü Gerry Rice, Türkiye’deki gelişmeleri yakından takip ettiğini belirterek, “Türk ekonomisinde önemli bir yavaşlama var ve hükümetin bu soruna anında ve doğru yanıt vermesi gerekiyor” şeklindeki açıklaması ayrıca kaygıları artırmıştı.[13]

22 Mart 2019 Cuma günü Erdoğan’ın, Trump’ın “Golan Tepeleri’nde İsrail egemenliğini tanıyacakları” yönündeki açıklamasına tepki göstermesi sonrası gün içinde dolar 5,47’den 5,74’e; Euro 6,21’den 6,47’ye kadar çıktı. Borsa yüzde 3,50 puan kaybetti. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) saat 16:00 sıralarında yaptığı, “Bir hafta vadeli repo ihalelerine bir süreliğine ara verildiğini” duyurdu.[14]  Ancak bu karar da döviz kurlarını aşağı çekmedi.[15]

23 Mart Cumartesi günü Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) ve Sermaye Piyasası Kurulu’ndan (SPK) önemli adımlar geldi. BDDK, JP Morgan’ın 22 Mart Cuma günü  döviz piyasalarına ilişkin yayımladığı raporla müşterilerini yanıltıcı ve manipülatif şekilde döviz alımına yönlendirdiğine dair şikayet alındığını ve JP Morgan ile ismi verilmeyen ‘bazı bankalar’ hakkında soruşturma başlatıldığını duyurdu. BDDK’nin ardından benzer bir karar da SPK’den geldi. SPK de kısa bir süre sonra JP Morgan’ın yayımladığı raporun başta bankacılık hisseleri olmak üzere Borsa İstanbul AŞ’de işlem gören hisse senetleri üzerinde spekülatif etki yarattığına yönelik şikayetler üzerine inceleme başlatıldığını açıkladı.[16] Aynı gün Bakan Albayrak’ın “Döviz oyunu oynayanlar burada zarar ettiyse birileri yine pişman olacak” şeklinde açıklamada bulunmuştu.

BDDK ve SPK kararlarından sonra uluslararası yatırımcılarla Türkiye arasında ciddi bir zıtlaşmanın doğduğu ve karşılıklı hamlelerle oldukça tehlikeli bir noktaya gelindiği gözlendi. Bu gerginliğin doğmasında asıl etken seçimlerden önceki 3 haftada MB döviz rezervlerinde gözlemlenen olağanüstü düşmeydi. Yetkililer bu konuda tatmin edici bir açıklama yapmadı. Döviz rezervlerinde meydana gelen  azalma, BOTAŞ’ın ödemeleri ve Hazine’nin dış borç ödemeleriyle açıklanamayacak kadar büyük boyuttaydı. Sonuçta MB’nin döviz kurlarını düşürmek amacıyla kamu bankaları aracılığıyla seçimlerden hemen önce piyasaya çok yüklü miktarda döviz sattığı ortaya çıktı. Rezervlerdeki olağanüstü azalıştan tedirgin olan yabancı yatırımcılar döviz kurunun yükseleceği beklentisiyse TL borçlanıp döviz almaya yöneldiler. Böylece ihtiyaç duydukları TL’yi bulmak için Londra SWAP piyasasında yoğun işlem yapmaya (bir anlamda piyasadan kısılan TL’yi ödünç almaya) başladılar. Ağustos ayında yapılan düzenlemeyle Türk bankalarının SWAP işlemlerinin toplamının özkaynaklarının % 25’ini geçemeyeceği düzenlemesi getirilmişti[17]. Bu sınırlamaya bir de Ankara’dan bankalara TL arzını daha da fazla kısmaları baskısı eklenince, aşırı ölçüde kısılan TL arzı, TL gecelik faizinin olağanüstü ölçüde yükselmesine sebep oldu. Önceki hafta normal değerlerde (% 22) olan gecelik SWAP faizi, 26 Mart Salı günü % 350 seviyesine yükselirken Çarşamba günü ise % 1000’in üzerini gördükten sonra % 650’ye geriledi.[18] Böylece ekonomi yönetimi, TL borçlanma faizinin aşırı derecede yükselmesini sağlayarak yabancı yatırımcının TL temin edip döviz satın almasını zarar edecekleri bir işlem haline getirdi. Yandaş medyada bu politika “spekülasyon yapmak isteyen yabancı yatırımcının elini yaktık” diye övüldü. Bununla birlikte eleştirel finansçılar, bu politikanın TL’nin konvertibilitesine zarar verdiğini ve bundan sonra yabancı yatırımcıların Türkiye’ye gelme konusunda çok daha temkinli davranacaklarını söyledi.[19]

Karşılıklı hamleler bundan sonra sertleşerek devam etti. TC Merkez Bankası Pazartesi ve Salı günü birer haftalık vadede repo fonlaması gerçekleştirmeyerek örtülü faiz artırımına gitti. TL SWAP piyasasında vadesi gelmemiş toplam SWAP işlem hacmi sınırı yüzde 10’dan yüzde 20’ye çıkarıldı. Merkez Bankası aynı zamanda haftanın ilk iki gününde TL karşılığı döviz depo piyasasında ihale açmadı.

Atılan adımlar sonrasında dolar/TL haftaya aşağı yönlü hareketle başladı. Haftanın ilk gününde en yüksek 5.6850 seviyesini gören dolar/TL, çarşamba günü 5.30’un altına kadar gerilese de daha sonra yönünü yukarı çevirdi ve 5.4667’ye kadar yükseldi.

Yabancı yatırımcıların buna cevabı, ellerindeki devlet tahvillerini ve borsadaki hisselerini satma şeklinde oldu. İhtiyaç duyulan TL bu şekilde (istenmeyen satışlarla) karşılanmış oldu. Bu satışlar sonucunda Tahvil faizleri yılın en yüksek seviyesinde yükseldi. 2 yıllıklarda faiz yüzde 21.34’e, 5 yıllıklarda 20.01’e, 10 yıllıklarda da 18.21’e çıktı. 10 yıllık tahvillerin faizindeki artış oranı yüzde 4.12 oldu. 2 ve 10 yıllık gösterge tahvil faizleri bu yılın en yüksek seviyelerine geldi. Borsanın yönü ise aşağıya doğruydu. BIST 100 endeksindeki kayıp gün içinde yüzde 9’a ulaşırken, endeksin haftalık kaybı ise yüzde 12,40 oldu.

Hafta biterken 28 Mart 2019 Perşembe günü Türkiye’nin ciddi bir geri adım attığı gözlendi. Hafta başında yüzde 10’dan 20’ye çıkarılan döviz karşılığı TL SWAP piyasasında vadesi gelmemiş toplam SWAP satışı sınırı bu kez yüzde 30’a yükseltildi.[20] Yabancı yatırımcıların “elini yakma” politikası, yabancıların yoğun hisse senedi ve tahvil satışına neden olmuş, üstelik döviz kurunda da belirgin bir düşüş sağlayamamıştı. 

Ekonomi çevreleri yaşananların yabancı yatırımcılar açısından kesinlikle “unutulmayacak” bir durum olarak not edildiği, yatırımcıların Türkiye ve piyasalarına “güveninin” ciddi bir şekilde sarsıldığını belirttiler. Örneğin Bloomberg, gün içindeki gelişmelere dair haberinin başlığında “Erdoğan piyasalara karşı” ifadesini kullandı. “Eğer yatırımcılar Türkiye’ye sırtını dönerse Erdoğan’ın oynadığı kumar geri tepecek ve ekonomideki problemler de çürümeye bırakıldı” denen haberde, pazar günkü seçimler öncesinde çok sayıda sektörün hükümetin isteklerine boyun eğmek zorunda kaldığı (zamların ve işten çıkarmaların ertelenmesi) yorumu yapıldı.

Uluslararası çevrelerden de ciddi derecede olumsuz yorumlar gelmeye başladı: İngiliz Daily Telegraph gazetesi, “Döviz rezervlerinin azalması ve yabancı yatırımcının kaçmasıyla Türkiye’nin derin bir ekonomik krize sürüklendiği” diye yazdı.[21]

Tüm bu yaşananların, hükümetin “beka” siyasetini ekonomiye de uyarladığı ve özellikle yaklaşan yerel seçimler öncesi bir tür “beka ekonomisi” uygulamaya başladığını belirtebiliriz. Ancak bunun ekonomik krizi daha da derinleştirdiği çok açık. “Seçimlerden önce döviz yükselmesin” uğruna çok çarpıcı bir manzara ortaya çıktı: Türkiye’nin iflas riskini ölçen CDS primi 506 ile 2018 Ağustos’taki seviyelere yaklaştı. Yabancıyı panikleten Merkez Bankası döviz rezervlerindeki erime 2.4 milyar doları buldu. Türkiye’de yerleşik vatandaşın bankalardaki döviz mevduatı 179.2 milyar dolarla rekor tazeledi.[22]

 

Yukarıda bahsettiğimiz yabancı yatırımcıdaki güven sarsılmasının geleneksel anlamda piyasaların “istikrarına” veya geleceğe yönelik “beklentiye” değil, Türkiye devletinin uluslararası konvertibilite ve küresel para akışı mekanizmalarına doğrudan “müdahale” etmesinden kaynaklandığını belirtmek gerekiyor. Önümüzdeki dönem Türkiye’nin yüklü miktardaki dış borç geri ödemeleri için ihtiyacı olduğu ve (yurtiçi bankalardaki döviz mevduatı 179.2 milyar dolara ulaştığı bir ortamda) ancak yabancı yatırımcılardan gelmesi umulan paranın hangi şekilde ve nasıl sağlanacağı ciddi bir soru işareti olarak duruyor.

[1] http://www.hurriyet.com.tr/gundem/bizden-degil-hdpden-aciklama-istenmeli-41152141  

 

[2] http://gazetekarinca.com/2019/03/chomskyden-butlera-1800-akademisyenden-baris-akademisyenleri-icin-cagri/

[3]  https://bianet.org/bianet/insan-haklari/206601-18-avukata-toplam-159-yil-1-ay-30-gun-hapis

[4]  https://bianet.org/bianet/insan-haklari/206732-chd-li-avukatlar-aclik-grevlerini-sonlandirdi

 

[5] Medyaya yönelik hak ihlalleri Mart ayı raporunun tamamı için bkz: https://www.gercekgundem.com/medya/81904/gazeteciler-secime-agir-baski-altinda-gidiyor

[6] https://bianet.org/bianet/insan-haklari/206687-saban-vatan-yatmadigim-hastanede-yatmisim-gibi-gosterildim

[7] https://medyascope.tv/2019/03/21/turkiye-yeni-zelanda-ve-avustralya-arasindaki-mini-kriz-cozuluyor/

[8] https://www.dw.com/tr/iran-t%C3%BCrkiyenin-pkkya-ortak-operasyon-a%C3%A7%C4%B1klamas%C4%B1n%C4%B1-yalanlad%C4%B1/a-47968272

[9] . https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2019/03/27/seytani-israr-golandan-sonraki-senaryo/

[10] http://www.haberazad.com/sdg-baskomutani-mazlum-kobane-ile-roportaj-turkiye-ile-iyi-iliskiler-istiyoruz-3273h.htm

[11] https://www.amerikaninsesi.com/a/menbi%C3%A7-sald%C4%B1r%C4%B1s%C4%B1n%C4%B1-i%C5%9Fi%CC%87d-%C3%BCstlendi-/4848926.html

[12] https://www.amerikaninsesi.com/a/jeffrey-suriye-de-yeni-bir-kandil-gormek-istemeyiz/4847534.html

[13] https://www.birgun.net/haber-detay/imf-sozcusunden-turkiyeye-uyari.html

[14] https://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/TR/TCMB+TR/Main+Menu/Duyurular/Basin/2019/DUY2019-12

[15] https://bianet.org/bianet/ekonomi/206700-erdogan-in-golan-tepeleri-aciklamasi-sonrasi-doviz-yukseldi-borsa-dustu

[16] https://t24.com.tr/haber/bddk-nin-ardindan-spk-da-jp-morgan-hakkinda-inceleme-baslatti,813676

[17] https://www.ntv.com.tr/ekonomi/bddkdan-dovize-yeni-hamle-swap-islemlerinde-oran-degisti,XS9qs6e9BEKJeRZPoefMjA

[18] https://t24.com.tr/haber/londra-swap-piyasasinda-tl-nin-gecelik-faizi-yuzde-500-e-ulasti,814183

[19] Uğur Gürses, “TL’nin konvertibilitesi hasar gördü”.https://www.dw.com/tr/analiz-tlnin-konvertibilitesi-hasar-g%C3%B6rd%C3%BC/a-48091629

[20] https://t24.com.tr/haber/merkez-bankasi-nin-son-swap-hamlesi-ne-anlama-geliyor,814355

[21] http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/ekonomi/1320111/Telegraf__Turkiye_derin_krize_girdi.html

[22] http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/ekonomi/1318518/Onlemlere_ragmen_hasar_buyuyor.html