“Her Şey Çok Güzel Olacak” sloganı ortaya atıldığında, 31 Mart yerel seçimlerinde CHP’nin tanıtım kampanyasından sorumlu Ateş İlyas Başsoy “Her Şey Çok Zor Olacak” diyerek bir uyarıda bulunma gereği duymuştu. Bu uyarıyı dikkate alanlar ortayı bulmak için “Her Şey Çok Zor Ama Çok Güzel Olacak” sloganını ortaya atmakla birlikte, seküler muhalefetin sosyal medya performansına bakıldığında kolay zafere ulaşma arzusunun ağır bastığı, CHP’nin de bu eğilimi destekleyecek şekilde alelacele ve üzerinde pek düşünülmemiş bir sloganla yola çıktığı söylenebilir.

Popülizmin ve ürettiği geçici yanılsamaların sınırları içine hapsolan muhalif politik hareketlenmelerin örgütlü ve yaygın bir direniş kültürünü içinde büyütemediğinin tescil edilmesi bakımından “Her Şey Çok Güzel Olacak” sloganındaki aşırı iyimserlik belirgin bir gösterge. Bu sloganın “Her Şey Çok Kolay Olsa Ne Güzel Olur” temennisine işaret ettiğini keşfetmek zor değil. Oysa gerçekçi bir yaklaşımla, her şey bir kenara Türkiye’de bir şeylerin dahi güzel olmasının kolay olmayacağı ortada: Yapısal olarak ekonomik krizin nasıl üstesinden gelineceği dahi bir muamma olmayı sürdürüyor. İsraf ve yolsuzluk aslında teknik olarak üzerine gidilebilecek ve ekonomiye nefes aldırabilecek en kolay sorunlar, fakat ne iktidar bundan vazgeçebiliyor ne de muhalefetin gücü iktidarı vazgeçirmeye yetiyor.

Yine de iyimser olunacaksa, diktatörlüğün yasa dışı işleyişinin zora girdiğini gösteren gelişmelerin varlığına dikkat çekmek gerekir. İstanbul Belediye Başkanlığı’nın kestirmeden 31 Mart gecesi gasp edilememiş olması, 6 Mayıs’ta YSK aracılığıyla yapılan sandık darbesinin nihai darbeyi vurmaktan kaçınıp yeni bir seçimi gündeme getirmesi bu gelişmeler arasında sayılabilir. Muhalefet adına kendi bünyesinde ürettiği bir artı, geçici olarak İmamoğlu’na mazbatası verildiğinde “bu iş bitti, artık kutlamak, eğlenmek bizim de hakkımız” ayartılarına kendisini kaptırmayıp kolay zafer duygusunu frenlemesiydi.

Aslında Türkiye 2015’ten beri kriz üreten ve kendi ürettiği krizle başa çıkamayan yarım yamalak bir faşizmle yönetiliyor. Hâlâ devam edebilmesinin nedeni, iktidarın iddiasının aksine uluslararası güçlerin Türkiye’de taşların yerinden oynamasından çekinmesi ve toplumsal muhalefetin üretebildiği yüksek siyasete direnişi seçimlerden seçimlere oy vermeye indirgeyen bir anlayışın hâkim olmasıdır.

Eldeki verilerle 23 Haziran’da yeniden yapılacak İstanbul Belediye Başkanlığı seçimi ile ilgili bir öngörüde bulunacak olursak: AKP-MHP’nin yavuz hırsız ev sahibini bastırır misali seçimin kazananı haline geleceği tabii ki fazlasıyla ağır basan ihtimal. Zaten hileli bir seçim sürecinin ürünü olan seçim sonuçlarını da yok saymaya varabilen bir tezgâh kurulabiliyorsa, şapkadan tavşan çıkarır gibi sandıktan demokrasi çıkarmaya çalışmak bir hayaldir.

Bununla birlikte, 31 Mart’ta olduğu gibi iktidarın 23 Haziran’da yeniden tutulma yaşaması ve İstanbul Belediye Başkanlığı’nın İmamoğlu’na iade edilmesi ihtimal dışıdır denilemez. Devletin karanlık koridorlarında hangi hesapların yapıldığı, ne gibi gelgitlerin yaşandığı büyük ölçüde bir bilinmezin konusu, dolayısıyla seçim sonuçlarına ilişkin “şu olur bu olur” diyerek fal açmanın bilimsel bir temeli yok. Muhalefetin sorunu, seçimlere önemli bir uğrak noktası olmanın ötesinde bir değer atfetmesidir. Her ihtimale hazırlanmak ve hangi ihtimal gerçekleşirse gerçekleşsin zorlu bir sürecin yaşanacağı bilinciyle hareket etmek gerekir. Muhalefet ancak bu şekilde sistemik çöküşün parçası olmaktan kurtulup alternatif üretebilecek hale gelebilir.

İstanbul’daki “oy vermek serbest, seçim kazanmak yasak” tablosuna rağmen niçin boykot seçeneğinin gündeme gelmediği hiç kuşkusuz ciddiye alınıp sorgulanabilir. Toplumsal muhalefetin üretebildiği yüksek siyasetin iktidarın çizdiği sınırlar içinde kalarak sonuç alma iddiası ve pasif direnişin sandıkta hesaplaşmaya indirgenmesi, boykot seçeneğinin gündeme gelmesini engelliyor. Fakat İstanbul Belediye Başkanlığı’nı gasp etme süreci yeni bir sandık darbesiyle tamamlanır ve sandık açıkça bir seçenek olmaktan çıkarsa, önümüzdeki süreçte boykot tek seçenek haline gelecektir – tabii iktidarın hâlâ sandık darbesine varabilecek hileli seçim tezgâhları kurma takati kalacak olursa.

23 Haziran İstanbul Belediye Başkanı seçiminin asıl meselesi hiçbir şekilde Millet İttifakı’nın CHP’li adayı İmamoğlu’nun seçilip seçilmemesi değil, iktidarın önde gelen öznesi haline geldiği ahlaki çürümeye evet ya da hayır denilip denilmeyeceğidir. “Her Şey Çok Güzel Olacak” sloganıyla yola çıkan İmamoğlu ve ekibi henüz bu noktayı tam kavramış görünmüyor. Sandık darbesinin sonrasında, daha önce İnce vakasında yaşandığı gibi teslimiyetçi bir skandal yaratılmamış olmakla birlikte, kolay zafer beklentisine yatırım yapan bir çıkış yaptıkları söylenebilir. Buna karşılık yapılması gereken, basitçe bir hak ve vicdan yürüyüşü başlatmak, bu yürüyüşü seçim yürüyüşüne indirgemeden sürdürmek.