Bu değerlendirme aşağıdaki haber akışı ve güncel yorum yazıları esas alınarak hazırlanmıştır.

8-21 Aralık 2018 Haber Akışı

İç politikada yaşanan gelişmeler

Mart yerel seçimleri yaklaştıkça, yerel yönetimlerdeki egemenliğini ve sandıktaki varlığını kendi meşruiyetinin korunması açısından zorunlu gören merkezi iktidar, beklendiği şekilde, önceki seçim süreçlerinde de yürüttüğü toplumsal kutuplaştırma politikasına hız vermiş görünüyor. Bu kutuplaştırma politikasının dış politika üzerinde de kaçınılmaz etkileri olduğu söylenebilir.

Toplumu kutuplaştırma politikası

Geçtiğimiz on beş gün içerisinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeniden Gezi protestoları sürecini ve seküler toplumu açıktan hedef olan söylevlerini dinledik. Bunlara örnek vermek gerekirse, Erdoğan 17 Aralık günü Konya’da düzenlenen toplu açılış töreninde “camide içki içtiler” yalanını bir kez daha dillendirdi. 19 Aralık günü Saray’da düzenlenen ödül töreninde, alt satırlarında Cumhuriyet’in kültürel birikimlerini işaret ederek “kendimizi her alanda gecekondulara, kaçak yapılara mahkum ettik” dedi. 21 Aralık günü Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nda düzenlenen Necip Fazıl Kısakürek Ödülleri Programı’nda “Kaymağını yedikleri bu ülkeye adeta asalak gibi yapışan elitler, Türkiye’nin kültür hayatının çoraklaşmasının da başlıca müsebbipleridir” diye konuştu. Ayrıca, seküler kesim tarafından en çok izlenen televizyon habercilerinden biri olan Fatih Portakal’ı, Türkiye’de ekonomik güçlükler nedeniyle eylem yapılamayacağı şeklindeki sözleri nedeniyle, 17 Aralık günü Konya’daki törende “haddini bil, haddini bilmezsen haddini, bu millet patlatır enseni” sözleriyle tehdit etti. Bu derleme yazılmadan önceki bir iki gün içerisinde, Cumhurbaşkanı’nın sözlerinden vazife çıkararak başlatılan tehdit ve yıldırma operasyonları iki kıdemli komedyeni (Müjdat Gezen ve Metin Akpınar) hedef aldı.

Bu tehditlerin yalnızca Cumhurbaşkanı merkezli olduğunu söylemek doğru olmaz. Önceki haftalarda da Fransa’daki sarı yelekliler hareketinin Türkiye’ye yansıması potansiyelinden ürken ve bu hareketi bizatihi bir suç gibi gösteren açıklamalara tanık oluyorduk. Yerel seçim sürecinde varlığına bir kez daha ihtiyaç duyulan Cumhur ittifakının diğer lideri MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’de 12 Aralık günü “Fransa’yı saran sarı yelek terörü gibi Türkiye için yeni bir kurgu planı yapanlar, yeni bir Gezi düşü kuranlar varsa kuşku yok ki pişman olacaktır” şeklinde konuştu. ODTÜ Rektörlüğü, yerel seçimlere kadar toplulukların etkinlik yapmasını yasakladı, ODTÜ Medya Topluluğunu da kapattı.

Sol liberal aydınlara baskılar

İçeride laik ve muhafazakar toplumu kutuplaştırma politikasına, Kürtlere ve barış siyasetinin temsilcisi olan liberal sol aydınlara yönelik baskılar eşlik etti. 170 aydın, sanatçı ve siyasetçinin TSK’nın Afrin harekatına karşı çıkarak bunun “daha büyük sorunlar ve yıkım getireceğini” ifade ettikleri Afrin mektubuna soruşturma açıldı. Prof. Dr. Gençay Gürsoy, 1128 akademisyenle birlikte “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzaladığı için yargılandığı davada, İstanbul 37. ACM tarafından 1 yıl 15 ay hapis cezasına çarptırıldı. Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı’ya,  aynı Barış Bildirisi’ni imzaladığı için “Terör örgütü propagandası” yapmak suçlamasıyla yargılandığı davada 2 yıl 6 ay hapis cezası verildi. Yazar İhsan Eliaçık ifade vermeye gittiği İstanbul Adliyesi’nde hakkında açılan başka bir soruşturma gerekçe gösterilerek gözaltına alındı.

Kürt siyasi hareketine yönelik baskılar

Kürt siyasi hareketinin önde gelen isimleri hedefteydi. Ertuğrul Kürkçü Iğdır’da 2016 Newroz’unda yaptığı konuşma nedeniyle 2 yıl hapse mahkum oldu. Karar istinaf mahkemesine gidecek. Halkların Demokratik Partisi’nin (HPD) önceki dönem Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ’ın Ankara 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada verilen 1 yıl 6 aylık cezası Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20’inci Ceza Dairesi tarafından onandı. Gülten Kışanak ve Sebahat Tuncel için ise Malatya’da terör suçlarıyla ilişkili olarak tutuklu yargılandıkları davada 22 ve 26 yıl hapis cezaları istendi. Iğdır’da düzenlenen operasyonda, aralarında HDP eski Milletvekili Kıznaz Türkeli’nin de bulunduğu 8 kişi gözaltına alındı. Yurt dışında olduğu belirlenen HDP eski milletvekili Mehmet Emin Adıyaman ve 2 kişinin de operasyon kapsamında arandığı öğrenildi.

Askeri Operasyonlar

Diyarbakır’ın Lice, Kulp ve Silvan ilçeleri kırsalında düzenlenecek operasyon öncesi, 3 ilçeye bağlı 21 köy ve bağlı mezralarında bugün sabah saat 06.00’dan itibaren geçerli olmak üzere ikinci bir duyuruya kadar sokağa çıkma yasağı ilan edildi.

FETÖ operasyonları

Emniyet ve orduda FETÖ operasyonları hız kazandı. Deniz Kuvvetleri Komutanlığındaki FETÖ yapılanmasına yönelik soruşturma kapsamında 12’si muvazzaf 34 kişi hakkında gözaltı kararı verildi. İstanbul merkezli başlatılan FETÖ operasyonunda tamamı muvazzaf 219 asker hakkında gözaltı kararı verildi. Şüphelilerden 4’ünün albay rütbesinde olduğu bildirildi. Ankara’da FETÖ/PDY’nin emniyet yapılanmasına yönelik yürütülen soruşturmada, aralarında 12 eski emniyet müdürünün de bulunduğu 49 şüpheli hakkında gözaltı kararı verildi. 23 eski polis gözaltına alınırken, firari 26 eski polisin arandığı bildirildi.

FETÖ’ye yardım suçlamasıyla yürütülen soruşturmalar Sözcü Gazetesi’nden ulusalcı yazarlar Emin Çölaşan ve Necati Doğru’yu da hedef aldı. Yazarlar hakkında savcı “FETÖ’ye yardım” suçlamasıyla hapis cezası istedi.

Dış Politika

Fırat’ın doğusu

Dış politika alanına Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna yönelik askeri operasyon tehdidi damgasını vurdu. Seçim gündemi ve iç politikaya da endeksli olarak bir süredir Fırat’ın doğusundaki PYD yapılanmasına yönelik tehditler bizzat Cumhurbaşkanı tarafından dillendiriliyordu. Tehdit kamuoyuna karşı yüksek sesle dillendirilirken, Erdoğan ve Trump arasındaki bir telefon görüşmesinin ardından Trump’ın beklenmedik bir kararla ABD askerlerini Suriye’den çekeceği bilgisi basına yansıdı. Eşzamanlı olarak ABD’nin Türkiye’ye 3.5 milyar dolarlık Patriot hava savunma füzelerinin satışına onay verdiği duyuruldu. ABD’de Pentagon çevrelerinden gelen aykırı mesajlara ve uluslararası alanda ABD müttefiklerinin sitemkar açıklamalarına karşın Trump kararında geri adım atmadı. Trump’ın kararının ardından ABD yönetimindeki istifalara yenileri eklendi ve sorun ABD’de, Trump ve müesses nizam arasındaki bildik çatışmanın bir tezahürü olarak yorumlandı.

ABD’nin Rojava üzerinden IŞİD’le mücadele alanını altın bir tepside Türkiye’ye sunup güle oynaya çekileceği algısı iktidar yanlısı anaakım medya tarafından Erdoğan’ın prestijiyle kazanılmış büyük bir zafer olarak sunuldu. Bunun seçimler arifesinde Cumhur ittifakının hanesine büyük bir artı olarak yazılacağı söylenebilir. Benzer bir şekilde, Suriye’den (ve aynı hafta basına yansıdığına göre Afganistan’dan dahi) çekilme fikrinin içe kapanma politikalarına öncelik vererek ABD toplumundan oy toplayan Trump’ın hanesine de artı olarak yazılacağı tahmin edilebilir. Diğer taraftan, 21 Aralık haftasının kapandığı günlerde ABD ve Türkiye’nin hangi çerçevede karşılıklı anlaşmaya vardığı ve olası bir Güney operasyonunun kapsamı belirsizliğini koruyordu. Bu aşamada sorulabilecek sorular: ABD Türkiye’yi yeniden kendi nüfus alanına çekmeye çalışırken Rusya-İran-Suriye ekseninde yürüyen diplomasi ve ilişkiler nasıl bir evrim gösterecek. Zira, Erdoğan aynı hafta Ankara’da İran Cumhurbaşkanı Ruhani ile yaptığı görüşmelerin ardından İran’a dönük ABD yaptırımlarının kabul edilemez olduğunu defalarca ifade etti. Rojava’da Türkiye’nin kapsamlı bir egemenlik kurmasına Rusya ve Suriye ne kadar razı olabilir? Rojava Kürtlerine dayanmayan bir ABD Suriye ve devamında Ortadoğu’da masada kalmaya devam edebilir mi?

Bu soruların önümüzdeki günlerde izinin sürülmesi gerekiyor. Diğer taraftan, bu soruların varlığı bile, mevcut Ortadoğu koşullarında hiçbir tarafın kendi azami çözümüne kavuşamayacağını, tarafların belli sınırlı çıkarlar çerçevesinde uzlaşarak sorunun kendisini sürdürmeye devam edecekleri görülüyor. Bunun somut bir sonucu, Türkiye’nin Rojava’ya dönük sınırlı ve ertelemeli bir harekatı olabilir.

Her ne olursa olsun Rojava Kürtleri için tehlike çanlarının çok kuvvetli bir şekilde çaldığı söylenebilir. ABD’nin çekilme kararıyla ilgili Rojava’da eylemler başladı ve KNK uluslararası güçlere ve insanlığa çağrı yaptı. Yazılı çağrıda koolisyon güçlerinin bölgeden çıkmaması gerektiği ve BM Güvenlik Konseyi’nin devreye girerek bölgenin korunmasına yönelik karar almasına vurgu yapıldı. KNK, AB ülkerine yaşanacak katliamlarla seyirci kalmamaları ve tüm insan hakları savunucuları ve barış aktivistlerine Kuzey-Doğu Suriye halklarıyla dayanışma çağrısında bulundu.

Ekonomi

TÜSİAD Başkanı Erol Bilecik Türkiye’nin yüzü batıya dönük bir ülke olduğunu, AB üyeliğinin Türkiye açısından kaçınılmaz bir hedef olduğunu ısrarla vurgulamaya devam ediyor. Bu arada AB ile yeni bir siyasi reform arayışı olmasa bile ekonomik ilişkileri olağan işleyişine oturtmak üzere önceki aylarda çeşitli adımlar atıldığını biliyoruz. Temmuz ayından Türkiye’yi sarsan devalüasyonla yükselen ekonomik krizin (döviz borçlarından ve maliyetlerden kaynaklı şirket krizi) kamu kaynaklarının agresif bir şekilde devreye sokulmasıyla birlikte “yönetilebilir” bir nitelik kazandığı algısı yaratılmaya çalışılıyor. Aslında Bu durum, ekonominin kriz mahallinden uzaklaştığı anlamına gelmiyor. Tersine kısa vadede sorunlar ertelenirken, kriz uzun vadede daha da derinleşiyor. Gerek TL gerekse döviz faizleri hala beklenen seviyenin çok üstünde seyretmeye devam ediyor. Açıklanan işsizlik ve büyüme rakamları durgunluğun başladığını gösteriyor.[1] Ekonomik analizler 2019’un kaçınılmaz bir resesyon yılı olacağını söylüyor. İşçi sınıfındaki rahatsızlık ve büyüme potansiyeli taşıyan grevler iktidar tarafından sert tedbirlerle bastırılıyor. Yerel seçimlere kadar krizin ve toplumdaki ekonomik rahatsızlığın yönetilebilmesi iktidar açısından büyük önem taşıyor. Bu noktada şirket kurtarma operasyonları işçi sınıfı ücret politikalarının takip edilmesi önem taşıyor.

İklim değişikliği ve çevre

Toplumsal kutuplaşma, savaşlar ve ekonomik krizin yaşandığı bu sahne iklim değişikliğinin yaşanan ve beklenen etkilerinin gölgesi altında kurulu. İklim değişikliğine karşı mücadele, büyük güçlerin sahnedeki sorunları yaratan çıkar yarışını değil, işbirliği ve yardımlaşmayı gerektiriyor. İklim aktivistleri bu parçalanmış dünyanın farkında oldukları için, devletlerin ne yapacağından ziyade aşağıdan yukarı hareketleri önemsiyorlar. Tabii bu konuda yeni teknolojiler, sektörler ve piyasalar bir parça yardımcı olabilir. Dolayısıyla iklim değişikliğine karşı mücadele iki ana platformda, yerelde (yerel yönetimler, sektörler, bazı şirketler) ve devletlerarası sistemde (Birleşmiş Milletler Çerçeve Sözleşmesi ve taraflar konferansları) yürümeye devam ediyor.

Taraflar Konferansı

Geçtiğimiz hafta Polonya’nın Katoviçe kentinde toplanan 26. Taraflar Konferansı sona erdi. 2015 tarihli Paris anlaşmasından beri esas olarak beklenen, devletlerin karbonsuz dünyaya geçiş konusunda istekli olan yerel inisiyatifleri teşvik edecek, onların önlerini görmelerini sağlayacak devletlerarası bir çerçeve üzerinde uzlaşmaları. Paris 2015’te kabul edilen 2 derece hedefi ve buna uygun tadilat görmesi (ve gerçekleşmesi) beklenen Ulusal Niyet Beyanları, ve artık kararlaştırılması gereken Uluslararası İklim Fonu (yılda 100 milyar dolar) kritik bir yerde duruyor.

Katoviçe’de Türkiye’nin Çerçeve Sözleşmesi’nin Ek 1’inden çıkma talebi (yani gelişmekte olan ülkeler kategorisinde değerlendirilmesi arzusu) kabul görmedi. Türkiye Paris Ulusal Niyet Beyanı ve ulusal kömür politikaları nedeniyle iklim değişikliğiyle mücadelede en zayıf performans gösteren altıncı ülke olarak değerlendiriliyor.  Katoviçe’de bardağın dolu tarafına bakmak mümkün: Paris Kurallar Kitabı kabul edildi. 2020 yılına kadar ülkelerin UNB’lerini yenilemeleri istendi. Geçtiğimiz aylarda IPCC (Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli) tarafından yayımlanan 1.5 derece raporunu (yani küresel ısınmayı endüstri öncesi döneme kıyasla nasıl 1.5 derece artışın altında tutabiliriz) referans alan eylemlere değinildi. 1.5 derece sistemik küresel değişimin önlenebilmesi için kritik eşik olarak görülüyor ve bunun için gerekli adımların derhal atılması öneriliyor.

Çok taraflı küresel yönetimin temelden aşındığı bir jeopolitik ortamda iklim görüşmeleri, iklim değişikliğini engelleyemese de hafifletme potansiyeline sahip. Bu arada Trump yönetiminin Paris anlaşmasından çekildiğini ve Türkiye’nin de hâlâ mecliste onamadığını not edelim.

Talan ekonomisinde son durum

Son olarak, Türkiye’nin madencilik ve inşaat gibi, doğa korumacılar tarafından “talan ekonomisi” olarak adlandırılan sektörel işleyişi ekonomik krizle birlikte yavaşlamış olsa da, bunun farklı bir modelle yer değiştirmediğini hatırlamakta fayda var: Geçtiğimiz haftalarda Meclis’e sunulan son torba kanundan yine orman ve meralara zarar verecek maddeler çıktı. Teklife göre orman arazisinde elektrik santralı kurmak isteyenlerden alınacak bedel yüzde 50 indirilirken, meralara jeotermal santral yapılmasının da yolu açılıyor. Danıştay’ın davalı projeler için aldığı yürütmeyi durdurma kararlarına bizzat devler idaresi tarafından riayet edilmemesi, vaka-i adiye özelliğini koruyor. Bunun için bundan iki hafta önce basına yansıyan Aydın Efeler ilçesi Kızılcaköy’de jeotermal enerji santrali inşaatının yarattığı ihtilafı hatırlayabiliriz. Ve ekonomik krizden çıkış amacıyla en büyük desteği inşaat sektörünün gördüğünü, kredi faiz oranları yüzde yirmilerin üzerine çıkarken konut kredilerinde indirime gidildiğini unutmamalıyız.

——————————

[1] Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2018 yılı üçüncü çeyreğine ilişkin gayri safi yurt içi hasıla verilerini (büyüme rakamları) açıkladı. Türkiye ekonomisi, üçüncü çeyrekte yüzde 1,6 büyüdü. Beklenti büyümenin yüzde 2 seviyesinde gerçekleşeceği yönündeydi. Diğer taraftan 2018 yılının ilk çeyreğinde yüzde 7,3 olan büyüme yüzde 7,2; ikinci çeyrekte ise yüzde 5,2 olan büyüme yüzde 5,3’e revize edildi. 2018 üçüncü çeyreğinde mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış GSYH çeyreklik bazda yüzde 1.1. düştü. Yani ekonomi bir önceki çeyreğe göre yüzde 1.1 küçüldü.

Sanayi üretimi ise Ekim’de bir önceki aya göre yüzde 1,9 azaldı, bu da geçen yılın aynı ayına göre sanayi üretiminin yüzde 5,7 daralması anlamına geliyor. Bu gerçek ekonomide durgunluğun küçülmeye doğru kötüleşiyor olduğunun işareti. https://www.birgun.net/haber-detay/verilerin-verdigi-yanit-240660.html

Ağustos ayı için açıklanan işsizlik oranları (0,5 puanlık artışla 11,10) da bu resmi destekliyor:

www.cumhuriyet.com.tr/haber/ekonomi/…/TUiK__issizlik_orani_yukseldi.html

Eylül ve sonraki aylarda bunun daha da artacağını öngörmek zor değil.

Bütçe açığı rakamları da genel eğilimi doğrular nitelikte: http://t24.com.tr/yazarlar/emrah-akin/kasimda-canlar-otv-ve-kdv-icin-caliyor,21175