ÜSKÜP’TE BİR BAYRAM ZİYARETİ: İLHAMİ EMİN*

2016 Ramazan bayramı tatilini Makedonya’da geçirmek üzere Üsküp’teydik. Yaklaşık beş yıl önce Üsküp’e ilk gelişimde kendisini evinde ziyaret etme fırsatını bulduğum İlhami Emin Bey’le o günden bu yana hiç görüşememiştim. Bu gelişimde de görüşebileceğimi sanmıyordum ama yine de sanki bir şeyler beni dürttü. İlk ziyarette iletişim bilgilerini almıştım aslında ama bu bilgileri bir türlü bulamıyordum. Elimde bir tek, oğlu Rıfat Emin’in e-mail adresi vardı. Şansımı deneyip bir e-mail yazdım. Adres bilgisiyle birlikte, “Buyrun gelin, bekliyoruz.” diyen cevap hemen geldi. Eşim ve iki yakınımla birlikte verilen adrese gittik. Birbirine benzeyen büyükçe binaların arasında, acaba hangi bloktu diye düşünürken, elinde market poşetiyle Rıfat Emin karşımıza çıkıverdi. Bu durumu konuşarak ve gülüşerek girdiğimiz evde İlhami Emin gürül gürül sesiyle bizleri selamladı. Bize bütün bunların sıradan hoşluklar, tesadüfi güzellikler olmadığını, bu ziyaretin aslında bir “tevâfuk” olduğunu anlattı. “Türkçe’de tevâfuk’u tam olarak karşılayan bir kelime olduğunu sanmıyorum. Tevâfuk, raslantı değildir. Uyumlu bir buluşmadır. Şu anda da bunu yaşıyoruz.” dedi. 

 

MAKROVA’DAN ALDIM SÜMBÜL

 

İlhami Emin, bu kısa ziyaretimizde, Sancak Boşnaklarından olan eşi Emire hanım ve oğlu Rıfat’la birlikte bizi gayet hoş ağırladı. Sohbete başlar başlamaz sordu: “Ne yaptınız bakalım Fehmiye Hanım, ‘Mavrovalı Zümbül’ türküsünü düzeltebildiniz mi?” İlk ziyaretimizde de gündem olan bu meseleye dair utanarak cevap verdim, “Maalesef sevgili hocam, düzeltemedim. “Makrovalı Zümbül” türküsünü Türkiye’de meşhur edenler, Zümbül’ü “Mavrovalı” yaptı.” dedim.  Herkesin diline dolanan bir yanlışı düzeltmek bir saatten sonra gerçekten imkânsız. Galat-ı meşhur, lugat-ı fasihten evlâ, ne yazık ki! Dedim ki, “Düzeltemedim ama ben çocukluğumdan beri, Usturumca’dan göç eden ailemden dinlediğim bu türküyü, konserlerde ısrarla “Makrovalı Zümbül” olarak söylüyorum.” Yanlışın devam etmesinden mi, Zümbül’ün hikâyesinden mi yoksa bu türkünün annesini hatırlamasından mı bilmem, İlhami Emin bir an hüzünlendi. Dedi ki,  “Benim anam İzlevalıdır ve Zümbül Hanım da anam tarafından akrabamdır. Siz yine de her fırsatta Zümbül Hanım’ın “Mavrovalı” olmadığını, “Makrovalı” olduğunu tanıtmaya çalışın. Zümbül Hanım, anamın da köyü olan İzleva’dan, Usturumca kasabasına bağlı Makrova Köyü’ne gelin gitmiştir. Hikâye, bir kız kaçırma olayıdır ve Zümbül Hanım’ın hikâyesini, bugün Manisa’da yaşayan kendi kızının ağzından bizzat dinleme şansım da oldu. Sen pes etme, bu Zümbül Hanım’la uğraş!” dedi.

 

TRT Müzik’te üç dönem yayınlanan yarı belgesel nitelikli müzik programımız “Yüzyıl da Geçse”nin devam edip etmediğini de sordu. Bu dönem çekimlere ara verdiğimizi söyleyince, “Başarılı bir programdı, biz ailecek takip ettik. Balkan müziği Türkiye’de daha iyi tanıtılmayı hak ediyor. Bu konudaki çalışmalara da lütfen devam edin.” dedi.

 

KÖPRÜDEN GEÇERİKEN

 

Üsküp’ten sonra Bulgaristan’ın Kırcaali bölgesine geçeceğimizi öğrenince, 1950’li yıllarda, Bulgaristan’da, Rodopların Bülbülü namıyla tanınan ünlü ses sanatçısı Kadriye Latifova’dan yeni dinlediği bir türküden söz etti. Bulgaristan’da çok meşhur olan “Köprüden Geçeriken” isimli bu türkünün, aslında Makedonya  Radoviş türküsü olduğunu ve Radoviş ‘le Kırcaali’nin, tarihin bir döneminde Bulgaristan’nın Köstendil Sancağına bağlı olduğunu anlattı. Bu türkünün Balkanlardaki ortak tarihin, ortak kültürün bir ürünü olması itibarıyle özel bir türkü olduğunu ve onu da repertuvarımıza almamız gerektiğini, söyledi.

 

Oğlu Rıfat Emin’in kendi imkânlarıyla çıkardığı ve yine çoğu kendi melodi doğaçlamalarından oluşan elektronik soundlu “Sır” albümünden söz etmeye başladık. Ney üfleyen ve bağlama çalan Rıfat Emin, son dönemde tambur çalmaya da heves ettiğini söyledi. Sebebine gelince, “Rumeli türkülerinin geleneğine baktığımızda hep tambur görürsünüz, tambursuz icra edilmez. Fakat gelin görün ki Makedonya’da tambur, artık ne işitilir ne de üretilip satılır oldu.” dedi.

 

SEVDALİNKA

 

Sohbetin bir yerinde İlami Emin Bey,”Fehmiye Hanım, madem televizyon programına ara verdiniz, Kardeş Türküler ya da Gayda İstanbul olarak sizi artık nerelerde duyabiliriz?” diye sordu. Konserlerimizin devam ettiğini, Kardeş Türküler olarak da yeni bir albüm sürecinde olduğumuzu anlattım. “Albümde Balkanlardan ne var?” diye sordu. Bir sevdalinka okuyacağımızı söylediğimde, memnun oldu. Çok isabetli bir alandan tercih yapmışsınız diyerek “u Stambolu na bosforu bolan paša lezi” sözlü sevdalinkadan söz etti. Bizim bu sevdalinkayı değil de, Mito Bekrijo’yu icra etmeyi planladığımızı söylediğimde, “Dert değil, içinde sevdalinka gamı olması yeterli.” dedi.

 

TÜRKİYE’NİN İKİ BÜYÜK PROBLEMİ OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUM

 

İlerleyen yaşına ve ilk karşılaşmamızdan bu yana geçen yıllara rağmen gayet sağlıklı ve umutlu görünen  İlhami Emin Bey’e hâlâ uzun yürüyüşlere çıkıp çıkmadığını sordum, “Yörük dediğin, yürür. Yürümeyi çok seviyorum. Eskiden her gün 15 km yürürdüm. Fakat şu son dönem ağrılarım nedeniyle biraz eve kapandım. Yazmak istediğim kitaplar var, onları tamamlamaya çalışıyorum.” dedi. Önündeki sehpada kalın akademik bir kitap duruyordu: Saltık Gazi Destanı. Üzerinde çalıştığı kitabın bu destanla ilgisi olup olmadığını sordum. “İlgisi var,” dedi, “var, ama daha çok kadınlar üzerine bir kitap olacak.”  Kadınlar üzerine olduğunu duyunca beni de bir merak aldı ve kitabı hakkında biraz daha bilgi edinmek istedim. Bunun üzerine şöyle devam etti, “Türkiye’nin iki büyük problemi olduğunu düşünüyorum. İlki, kitapsızlıktır. Ne yazık ki okuma kültüründen yoksun bir memleket. İkincisi de korku’dur. Herkeste  her şeyden bir korkma hali var. Kadınlar müstesna! Bunu bizzat yaşadım. Son kitabıma hazırlık amacıyla bir süre Tarsus’ta kaldım. Romanım için halkla iç içe olmak istedim. İnsanlarla görüşüp konuşmaya çalışıyorum, erkeklerin hiçbiri konuşmaya yanaşmıyor. Belki casus olduğumu düşündüler,  belki polis olduğumu sandılar, bilemiyorum. Fakat kadınlar, hiçbir çekinme ya da sansür olmadan açık yüreklilikle konuştu ve her görüşmeyi de kabul ettiler, her randevuya da geldiler. Dedim ki, acaba Türkiye’de güçlü bir feminizm hareketi mi var, kadınlar neden bu kadar cesur? Kadınlara da bu durumu sordum ve konuşurken söyledikleri bir cümle bana çarpıcı geldi: Biz erkeklere saygılıyız, dediler, ama erkekler bize saygılı değil. O nedenle bu romanım bir bakıma kadınlara saygı duruşu romanı olacak ve Türkiye’deki kadınların cesaretine, mücadelesine övgü romanı olacak.”

 

İNSAN, KÖTÜLÜĞE KARŞI VAR GÜCÜYLE DİRENMELİDİR!

 

Makedonyalı İlhami Emin… Üsküp’te yaşayan bir Türk şairi, yazarı ve kültür insanı…Şükür ki hâlâ sağ ve sağlıklı… Hâlâ kafası kitaplarla, okumak ve yazmakla, üretmekle ve paylaşmakla meşgul… Bu kısa bayram ziyaretimizin ardından vedalaşıp yola koyulduğumuzda yol boyunca onun anlattıklarını konuştuk. Ve bizi uğurlamadan önce sarf ettiği, ayrıca bir kitabında da yer verdiği şu cümleler aklımıza mıh gibi çakıldı. “Korkuyu aşmak için okumak lazım. Kötülüğe karşı da direnmek lazım. İnsan, kötülüğe karşı var gücüyle direnmelidir. Direnmek, kötülüğü büsbütün yok edemese de mutlaka sarsar!”

*İLHAMİ EMİN:1931’de Makedonya’nın Radoviş kasabasında doğdu. İlk ve orta öğrenimini Radoviş’te, yüksek öğrenimini Üsküp’te tamamladı. Öğretmenlik, gazetecilik, Üsküp Radyosu Türkçe Yayınlar Sorumluluğu gibi görevlerin ardından 1978’de, Üsküp Halklar Tiyatrosu Genel Müdürlüğü’ne getirildi. Görev süresi bitince, Makedonya Kültür Bakanı yardımcılığına atandı. Emekli oluncaya kadar bu görevde kaldı. Şiirle girdiği edebiyat dünyasında, edebiyatın pek çok alanında eserler verdi. Nazım Hikmet, Yaşar Kemal, Orhan Pamuk gibi sayısız yazarın ya da şairin eselerini Makedonca’ya kazandıran İlhami Emin, Tito’nun Türkçe tercümanlığını da yapmıştır.