Bu yazı 20 Haziran – 3 Temmuz haber akışı dikkate alınarak hazırlanmıştır.

İç Politika

Barolar

Avukat kanununda yapılması planlanan değişiklik ve bu değişiklikle çoklu baro sisteminin önünün açılması bir süredir iç politikanın merkezinde yer alan konulardan birisi. Bu değişikliği protesto etmek amacıyla baro başkanları yürüyüş başlattı. Ankara’ya yürüyen baro başkanlarının şehre girişi polis saldırısıyla engellendi, etrafları bariyerlerle çevrildi ve kendilerine destek vermek isteyenlere de müdahale edildi. Avukatlar İstanbul, Diyarbakır gibi farklı illerde de protestolar düzenlediler. Baro başkanlarının yürüyüşü ve etrafında düzenlenen diğer eylemler canlı ve kitlesel bir görüntü verdi. Çoklu baro sistemine geçiş iktidarın meslek örgütlerini kendisine bağlama girişimlerinden biri olarak değerlendirilebilir ve iktidar bu değişikliği yapmak konusunda kararlı görünüyor. Önerilen değişikliğe göre, beş binden fazla avukat bulunan illerde iki bin avukat biraraya gelerek baro kurabilecek. Bu durumda barolar farklı siyasi şemsiyeler altında bölünecek. Dolayısıyla, iktidara yakın delegeler aracılığı ile Barolar Birliği’nin yönetimi kontrol altına alınabilecek.

Üniversiteler

Cumhurbaşkanlığı Eğitim ve Öğretim Politikaları Kurulu, üniversitelerin yapısında değişiklikler öngören taslak metni Erdoğan’a sundu. Bu taslak hayata geçerse, üniversite yönetiminde akademi dışından isimlerin söz sahibi olmasının önü açılacak. Bu öneri Gökhan Çetinsaya’nın YÖK başkanı olduğu dönemde de gündeme gelmişti. Rektörlük dışında bir konseyin, bir anlamda mütevelli heyetinin kurulmasını hedefliyor bu öneri. Karşımızda daha çok neoliberal bir proje var gibi görünüyor; üniversiteyi iş dünyasıyla, üretim süreçleriyle içiçe geçirme hedefi var. Ancak bu, mevcut duruma kıyasla daha özerk bir üniversite yapısı gerektiriyor, dolayısıyla içinde bulunduğumuz politik iklimle pek uyumlu görünmüyor.

Şehir Üniversitesi kapatıldı. Öğrenciler Marmara Üniversitesi’ne yönlendirildi. AKP tabanının daha elit kesimlerinden gelen öğrencilerin gidebileceği bir üniversite idi. Bunun sinyalleri daha önce verilmişti.

Kovid-19

Normalleşme süreci tüm hızıyla devam ediyor. Özellikle turizm gelirlerinden mahrum kalmamak üzere izlenen normalleşme politikalarına rağmen, turizm gelirleri beklenin çok altında kaldı. Okulların da 31 Ağustos’ta açılması planlanıyor. Korona vakalarına dair resmi rakamların güvenilirliği tartışma konusu; TTB’nin açıklamaları ve sahadan iletilen görüşler bunu destekliyor. Bu durumu dile getiren, iktidarın salgın politikasını eleştiren sağlıkçılara da soruşturma açılıyor.

Soysal Medya / Basın Özgürlüğü

İktidarın ifade özgürlüğünü kısıtlama politikalarının hedeflerinden biri de sosyal medya. Bir süre önce Twitter, iktidar yanlısı troll hesapları deşifre edip kapatmıştı. Geçtiğimiz günlerde de Erdoğan, Youtube üzerinden öğrencilerle buluştuğu etkinlikte ses getirecek düzeyde protestoyla karşılaştı ve daha sonra sosyal medyada Esra Albayrak’a hakaret edildi. Bu vakaları ön plana çıkartan iktidar, sosyal medyayı daha somut bir şekilde hedef aldı. Erdoğan AKP’nin il toplantısında yaptığı konuşmada “Yalanın, iftiranın kişilik haklarına saldırının itibar suikastlarının alıp başını gittiği bu mecraların bir düzene sokulması şarttır. Bir an önce biz bunları parlamentomuza getirip, bu tür sosyal medya mecralarının tamamen kaldırılmasını kontrol edilmesini istiyoruz” dedi. Bahçeli de Erdoğan’ın konuşmasının ardından sosyal medya hesaplarını askıya aldığını duyurdu ve “Konuyla ilgili kanuni düzenleme TBMM’de yapılasıya kadar şahsen sosyal medya hesaplarımı tümden askıya alıyor; duruşumu, düşüncemi, tarafımı, tavrımı, tercihimi ve tepkimi alenen ilan ediyorum” dedi. Düzenlemenin ne getireceği henüz net değil ancak halihazırda 193,000 haber ve içeriğe erişim engeli olduğu düşünüldüğünde, sosyal medyanın zaten yeterince baskı altında olduğu görülüyor.

Sosyal medya tartışmasının gündemde olduğu dönemde, TELE1 ve Halk TV’ye de 5 gün ekran karartma cezası verildi.

Taksi Gündemi

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun ‘İstanbul’a 5 bin taksi’ projesine İstanbul Taksiciler Odası tepki gösterdi. Taksi patronları ile Büyükşehir Belediyesi arasında bir çatışma söz konusu. Belediyenin kendisinin taksi patronluğuna soyunması anlamına gelen bu teklif UKOME toplantısında reddedildi. Şubat 2020’de yapılan değişiklikle Ulaşım Koordinasyon Müdürülüğü bileşenlerinin arasında kamu kurum temsilcileri ağırlık kazanmıştı. Dolayısıyla ilk aşamada Taksiciler Odası’nın temsil ettiği eğilim kazanmış görünüyor.

Onur Haftası

Onur haftası bu sene iktidarın hedefine oturdu. Erdoğan, Bakanlar Kurulu toplantısı sonrasında yaptığı açıklamada, “Türkiye, milli ve manevi yapısını hedef alanlarla mücadele edecek güce sahiptir. Buradan tüm milletimi Rabbimizin yasakladığı, milletimizi her türlü sapkınlığa karşı dikkatli olmaya ve tavır almaya davet ediyorum.”  dedi.  Kızılay Başkanı Kerem Kınık’ın kişisel Twitter hesabında LGBTİ bireyleri hedef alacak şekilde “İnsanlık onurunu çiğnetmeyeceğiz.” demesinin ardından Uluslararası Kızılhaç Komitesi tepki gösterdi. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun ise “Uluslararası Kızılhaç Komitesi de, hayatını dünyanın her yanında çocukları korumaya adamış Kerem Kınık’ı hedef alan saldırıya ortak oldu” diyerek Kınık’ın homofobik açıklamalarını savundu. Vatan TV’de “Eşcinselleri öldürün” çağrısı yapıldı; KADEM Onur Haftası’na atıfta bulunarak Kurtuluş Savaşı, 15 Temmuz darbe girişimi ve Filistin ile ilgili fotoğraflar paylaştı ve “Gerçek onur yürüyüşü budur” dedi. Ensar Vakfı, İHH ve Türk Gençlik Vakfı’nın da içinde bulunduğu AKP’ye yakın 50 dernek ve vakıf, Onur Haftası’na destek veren şirketleri boykot etme çağrısı yaptı. Bu tepkiler bu seneye özel değil, bir süredir daha görünür bir şekilde var, temel sebebi LGBT+ hareketinin güçlenmesi ve görünür olması. Ancak bu sene, özellikle İstanbul Sözleşmesi’ne dönük saldırıda LGBT+ harekete dönük nefretin bir düzeyde araçsallaştırıldığı söylenebilir. Bu durum Türkiye’ye özgü değil. Dünyada genel olarak kadınların ve LGBT+ bireylerin kazandığı haklara dönük ciddi bir saldırı dalgası var. Türkiye’deki gelişmeleri küresel çerçeve içinde de değerlendirmek gerekiyor.

Dış Politika

Bir önceki haftanın dış politika değerlendirmesinde, Türkiye’nin deniz sahaları da dahil olmak üzere, Kuzey Afrika ve Orta Doğu’yu içine alan çok geniş bir coğrafyada askeri operasyonlar yürüten bir ülkeye dönüştüğünü, fakat ekonomik gücü ve kırılgan uluslararası ittifaklar nedeniyle bunun sürdürülebilir görünmediğini belirtmiştik. Ayrıca önceki değerlendirmelerimizde, Türkiye’nin askeri operasyonlarına eşlik eden fütuhat söyleminin iktidarın iç politikadaki temel ideolojik dayanağı haline geldiğini de ifade etmiştik. Son iki hafta içinde, dış politikada yaşanan gelişmelere bu mercekle baktığımızda karşımıza çıkan temel olguları şu şekilde özetleyebiliriz:

Libya

Libya’da BM’nin silah ambargosu uyarılarına karşılık Türkiye ve Rusya’nın bölgeye silah ve savaşçı yığdığı biliniyordu. Türkiye Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH), Rusya ise Hafter Güçleri yanında ihtilafa taraf olurken, NATO içerisinde Fransa ve Türkiye’nin başını çektiği bölünme devam ediyor. Türkiye’nin Doğu Akdeniz ve “sınır komşuluğu” iddiasıyla Libya’daki varlığını meşrulaştırma çabası, Ulusalcı Mavi Vatan doktrinine dayanıyor. Hükümet Libya’ya asker götürmek hususunda meclisteki milliyetçi muhalefetin desteğini alamamıştı. Fransa Türkiye’nin varlığını kendi tarihsel egemenlik sahası içerisinde cihatçı bir tehdit olarak görürken, aynı zamanda Güney Avrupa’ya doğru oluşabilecek bir mülteci dalgasından da korkuyor. Türkiye’yi BM silah ambargosunu ihlal etmekle ve Berlin’de varılan mutabakata uymamakla suçluyor. ABD ve NATO Türkiye’nin askeri dayatmasına karşı açık bir tavır almıyor, hatta Türkiye’nin varlığını Rusya’nın bölgedeki egemenlik arayışına karşı destekliyor. Diğer taraftan Fransa’nın başını çektiği Güney Avrupa NATO ülkeleri ise bu durumdan kesinlikle rahatsızlar. Geçtiğimiz iki hafta içinde yaşananlara odaklandığımızda, Fransa’nın Türkiye donanmasını bir Fransız gemisini taciz etmekle suçladığını ve Türkiye’nin bu iddiayı resmi ağızlardan reddettiğini görüyoruz. Bu gelişmeler üzerine Fransa Avrupa Birliği (AB) ülkelerini acil toplantıya çağırdı ve Türkiye’ye yaptırım uygulamaya davet etti. Geçtiğimiz haftalarda Libya ekseninde yaşanan diğer bir gelişme de Mısır Devlet Başkanı Sisi’nin Libya’ya sınır ötesi harekât sinyalleri vermesi oldu. Sisi’nin çıkışı Libya’da Türkiye’yi durdurma amacı taşıyor. Zira Türkiye destekli Sarraj’ın (UMH) ülkeyi kontrol etmesi halinde güçlenecek olan Müslüman Kardeşler, 2013 yılında bu harekete karşı askeri darbeyle iktidara gelen Sisi’ye karşı bölgesel bir tehdit oluşturacaktır. Mısır’ın bu hamlesi sahada Rusya’ya destek ve aynı zamanda Türkiye’ye zımni destek sunan ABD’ye karşıda yeniden bir ayar verme çabası olarak da görülebilir.

Suriye

Suriye’de askeri varlığı zayıflayan ABD’nin bir taraftan Suriye rejimine karşı ekonomik ambargo uygularken, diğer taraftan da bölgede vekil güç arayışlarına paralel olarak Kürtler arası birlik için inisiyatif kullandığını, bu çerçevede Rojava’nın KDP destekli oluşumu ENKS ile içinde PYD’nin de bulunduğu Kürt Ulusal Birliği Partileri arasında birlik görüşmeleri yürütüldüğünü belirtmiştik. Devam eden görüşmeler hakkında açıklamada bulunan PYD Eş Başkanlık Konseyi üyesi Aldar Xelil, tarafların Suriye’li Kürtlerin geleceği hususunda ortak siyasi görüşe vardıklarını belirmekle birlikte, henüz genel bir anlaşmaya varılamadığını belirtiyor ve görüşmelerin seyrine dair bir ayrıntı vermiyor. Xelil, iki kesimin Ankara’yı işgalci, Suriye rejimini despot olarak tanımlamakta ve Suriyeli Kürtler için ademi merkeziyetçi çoğulcu demokratik yönetim talep etmekte ortaklaştıklarını söylese de, ENKS’nin Ankara’yla birlikte devam etmek veya Kürt Birliği içinde yer almak hususunda bir yol ayrımında olduğu belirtiliyor. Ankara’nın bu görüşmeleri bir tehdit olarak algıladığı ve dikkatle takip ettiği de biliniyor.

ABD Suriye rejimine dönük olarak Sezar Yasası olarak bilinen yaptırımları önceki hafta uygulamaya başlamıştı. Yasanın adını, “Suriye hapishanelerinde işkence ve ölümü belgeleyen 52 bini aşkın fotoğrafı ülke dışına çıkardığı” öne sürülen “Sezar” kod adlı bir eski askeri fotoğrafçıdan aldığı belirtiliyor. Bu yaptırımların Suriye’ye dönük olarak geçmişte uygulanan yaptırımlardan farkı, Suriye rejimiyle ilişkili ve ilişki geliştirmek isteyen tüm kuruluşları ve şirketleri hedef alması, böylelikle Suriye rejimimin yeniden inşasına engel olmayı amaçlaması. Bunların arasında Birleşik Arap Emirlikleri gibi Körfez ve Arap ülkelerinin yanı sıra İtalya, Macaristan, Bulgaristan gibi Avrupa ülkeleri de var. Suriye ekonomisinin yaptırımlardan olumsuz etkilendiği, Suriye dinarının yüzde 300 değer kaybettiği biliniyor. Diğer taraftan yaptırımların, Suriye topraklarının muhalif güçlerle yönetildiği kesimlerinde ne tür sonuçlar yaratacağı belirsiz. Yaptırımların insani kriz yaratma potansiyeli üzerine bir analiz olmamakla birlikte konunun bu yönüyle takibinin önemli olduğunu da hatırlatalım.

Geçtiğimiz hafta Türkiye tarafından, aktif operasyon ve çatışma sahası olmayan Kobane’de üç Kürt kadın siyasi aktivist İHA saldırısı sonucu suikastle öldürüldü. Kobane Askeri Mecilisi Eş Başkanı Hesen yaptığı açıklamada “Türkiye’nin IŞID’ın intikamını almaya çalıştığını” ayrıca bu saldırının “ABD ve Rusya’nın haberi olmadan gerçekleştirilmiş olamayacağını” belirtti.

İdlib’de ise Türkiye, Rusya ile yapmış olduğu anlaşma gereği cihatçı grupların hamiliğine devam ederken, bölgede kalıcı egemenlik kurmak adına Türk Lirası’nı tedavüle soktuğunu ve PTT şubeleri açtığını önceki yazımızda belirtmiştik. Bölgede Türkiye’nin şimdilerde muhatabı olan El Kaide kökenli hâkim cihatçı güç Hey’et Tahriru’ş-Şam’ın (HTŞ) da, Türkiye’ye dönük işbirlikçi tavırları nedeniyle yine El Kaide kökenli diğer bir güç, Hurraseddin örgütü tarafından askeri olarak sıkıştırıldığı ifade ediliyor. Bu gelişme, İdlib’de hakimiyet çabasının Türkiye açısından ne kadar külfetli ve maliyetli bir macera olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor.

Irak

Türkiye Kuzey Irak’a dönük Pençe-Kaplan operasyonunu komandoların da katılımıyla genişletirken HDP bunu yıllara yayılacak bir saldırı politikasının göstergesi olarak değerlendirdi. Bu arada operasyonda Yunus Gül adlı askerin çatışma esnasında hayatını kaybettiği bilgisi hafta içinde basına yansıdı.

Diğer gelişmeler

Donald Trump’ın eksi ulusal güvenlik danışmanı John Bolton, Trump yönetiminin yasaklatmak istediği ve Türkiye’yle ilgili de bir dizi iddia içeren bir anı kitabı yayımladı: “The Room Where it Happened”. Kitapta yer alan iddialardan biri, Trump’ın Erdoğan’ın talebiyle, Halkbank davasında yargıya müdahale etmiş olması. Erdoğan’ın Rahip Bronson’u Halkbank davasına karşı bir koz olarak kullandığı bildiriliyor.

Bu arada hafta içinde ABD’li Cumhuriyetçi Senatör John Thune, ABD-Türkiye arasındaki S-400 krizine bir çözüm olarak bu füzelerinin Türkiye’den satın alınması yönünde bir yasa teklifi verdi. Bu teklif Rusya tarafından tepkiyle karşılanırkenTürkiye tarafından da reddedildi. Bu yaklaşımın ABD-Türkiye ilişkileri açısından stratejik bir önemi var mı, bilmiyoruz.

Türkiye’de iktidar Ayasofya müzesini cami olarak ibadete açmaya hazırlanırken, yurtdışında cılız itirazlar geldi. ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo Ayasofya’nın müze olarak kalması çağrısında bulunurken, Yunanistan Hükümeti Sözcüsü Stelios Petsas bu uygulamanın “Türkiye ile dünya çapında Hristiyanlar arasında devasa bir duygusal çatlağa yol açacağını” söyledi. Rusya Dışişleri bakanlığı sözcüsü Zaharova da ““Bu sıra dışı anıtın statüsüne ilişkin tüm kararların dengeli olmasını, bu sorunun inanlar için yüksek hassasiyeti, bilinen dinler arası bağlamı ve UNESCO Dünya Mirası anıtlarının yönetimi alanında mevcut uluslararası yasal düzenlemelerin dikkate almasını bekliyoruz” dedi.

Rusya’da anayasa referandumu başladı. Referandum beklendiği şekilde Putin’in tercih ettiği şekilde, “evet” ile sonuçlanırsa Putin 2036 yılına kadar iktidarda kalabilecek. Yeni anayasaya göre Ruslar kurucu halk olarak tanımlanacak. Parlamentonun yetkileri artırılırken yargıdaki atamalar konusunda başkanın yetkileri artırılıyor. Devlet başkanının yerel yönetim ve belediyeler üzerindeki yetkileri genişletiliyor. Ayrıca evlilik kavramını kadın ve erkek arasındaki birlik olarak tanımlayan bir ibare de ekleniyor. Böylece eşcinsel evlilikler anayasaya aykırı hale getiriliyor.

Son olarak, geçtiğimiz iki hafta içinde Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) Kovid-19 pandemisi hakkında artan uyarılarına tanık olurken, özellikle Brezilya, ABD ve Hindistan’da rekor vaka artışlarına tanık olduk. Dünyanın en zengin ülkesi ABD’nin pandemiyle mücadelede Brezilya gibi gelişen bir ekonomi ile aynı ligde yer alması, bu ülkedeki ekonomik eşitlik, toplumsal adalet ve sağlık sistemi hakkında çok fazla şey söylüyor.