12 Ocak’ta Gazete Duvar’da İrfan Aktan’ın Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi Pof. Nükhet Sirman’la yaptığı, “Palu Ailesini İstisna Gibi Göstermek Korkunç!” başlıklı söyleşi[1] sosyal medyada ulusalcı ve Kemalist kesimler arasında büyük infiale neden oldu. Nükhet Sirman “akraba evliliğini savunmakla”, “Cumhuriyet düşmanlığı yapmakla” ve Cumhuriyet değerleri arasında yer alan “bilimsel düşünceye karşı çıkmakla” suçlandı. Aslında olay bir infialin de ötesine geçip bir bilim kadını ve aydına dönük tam bir linç kampanyasına dönüştü. O günlerde sosyal medyayı, özellikle twitter’ı yakından izleyenler hatırlayacaklardır.

Fakat iş bu noktada kalmadı. Sol’da yer alan bazı kalemler ve kanaat önderleri de linç kampanyasına katıldılar. Fakat bu kesimin tavrı biraz farklıydı. Onlar Nükhet  Sirman’ın “neo-liberalizmden ve siyasal İslam’dan söz etmeden” Palu ailesi ve Türkiye’de aile kurumunun evrimi üzerine konuşamayacağını ileri sürdüler. Hatta Nükhet Sirman’ı “köpeksiz köyde değneksiz gezmekle” suçladılar; artık “buna izin vermeyeceklerini” belirttiler.[2] Aşağıda değineceğim bu yazarlar, Palu ailesi etrafında görünür hale gelen insani ve toplumsal yozlaşmayı modernite, cumhuriyet ve Kemalizmle açıklamaya çalışmanın “bilimsel şarlatanlık ve gericilik” olduğunu öne sürdüler.[3]

Güya Sol’da yer alan bu kalemlerin yaklaşımını, Ulusalcı ve Kemalist kesimlerin linç kampanyasından ayrıca ele almak gerekiyor. Aşağıda ele almaya çalışacağım söz konusu yaklaşımı Türkiye’nin kadim yönetim tarzını hatırlatan bir tür “düşünce komiserliği” olarak nitelemek daha doğru olacak. Yani “neyin hangi çerçevede analiz edileceğinin sınırlarını biz belirleriz, bu çerçevenin dışındaki analizler sadece makbul olmamakla kalmaz, aynı zamanda engellenmelidir”. Kısacası, “sosyal bilim analizi yapılacaksa onu da biz yaparız”; tıpkı “komünizm gelecekse de biz getiririz” gibi. 

* * *

Söyleşiye dönük tepkileri ele almadan önce kısaca söyleşinin kendisine değinelim. Nükhet Sirman, İrfan Aktan’la yaptığı söyleşide Palu ailesinin istisna olmadığını, Cumhuriyet modernizmi ve İslam’ın aile kurumunu kendi projeleri çerçevesinde şekillendirmeye çalıştığını, aile yapılarının bu çabalara direniş gösterdiğini, böylece modernizm veya İslam’ın plan ve projelerine uymayan aile pratiklerinin giderek birer “sırra” dönüştüğünü ileri sürüyor. Söyleşinin bir yerinde şu diyalog geçiyor:  

N. S: Bakın, Cumhuriyet, neden başından itibaren akraba evliliğine şiddetle karşı çıktı?

İ. A: “Akrabayla evlenirsen çocukların sakat doğar” denir.

N. S: Oysa akraba evliliğinin illa sakat çocuğa sebebiyet vermediği açık.

İ. A: O halde neden bu tür evliliklere karşı çıkıldı, çıkılıyor?

N. S: Çünkü Cumhuriyet rejimi, bireyin sadece ve sadece kendisine tâbi olmasını istiyor. Akraba evliliği, aile cemaatinin genişleyip büyümesi sonucunu da getiriyor. Oysa Cumhuriyet, daha kolay kontrol edebileceği çekirdek aile istiyor. Cumhuriyet, bireyle kendisi arasındaki bütün ara mekanizmaları yok etmeye odaklanıyor. Tekke ve zaviyelerin bile din karşıtlığından ziyade, bu nedenle kapatıldığını söyleyebilirim. Çünkü tekke ve zaviyeler, geniş aileler, kabileler, aşiretler, cemaatler cumhuriyetle birey arasında birer bent oluşturuyordu.

Nükhet Sirman’ın her iki kanadın linç kampanyasına maruz kalmasına işte bu ifadeler yol açtı. Çok sayıda ulusalcı ve Kemalist sosyal medya kullanıcısı Nükhet Sirman’ı “akraba evliliğini savunmakla” suçladı. Cumhuriyet rejimi akraba evliliklerini sınırlamaya çalıştığına göre N. Sirman Cumhuriyet düşmanı olmalıydı. Üstelik Nükhet hoca “akraba evliliğinin illa sakat çocuğa sebebiyet vermediğini” iddia ederek Cumhuriyet’in en önemli değerlerinden bilime de kafa tutuyordu.[4]

Adı geçen söyleşi, özellikle yukardaki kısım dikkatle okunduğunda Prof. Nükhet Sirman’ın akraba evliliğini savunmadığı gayet açıktır. Üstelik Sirman, Cumhuriyet rejiminin modernleşme projesine dönük radikal bir eleştiri de getirmemektedir. Daha ziyade Cumhuriyet rejiminin aile kurumu karşısındaki tutumunu analiz etmektedir.

Öyleyse Ulusalcı ve Kemalist kesimde ortaya çıkan bu hezeyanın sebebi nedir?

Benim görebildiğim kadarıyla iki temel sebep söz konusu.

Birincisi, bu kesimin Cumhuriyet’i ve inkılaplarını idealize etmesidir. AKP rejiminin  Türk-İslam sentezi politikalarıyla seküler toplumu ikinci sınıf yurttaşlardan oluşan bir azınlığa dönüştürme çabası karşısında seküler kesimler Kemalizmi ideal bir ideoloji, Cumhuriyet rejimini de ideal bir düzen mertebesine yükselttiler. Cumhuriyet tarihi boyunca yaşanan onca toplumsal sorunun ve devlet şiddetinin, Cumhuriyet’i ve Kemalizmi temsil eden ya da onun himayesini kabul edip devlet aygıtı içinde kök salmaya çalışan ittifakların demokratikleşmeye direnmesinden kaynaklandığını görmek istemediler. Hatta günümüzde kurumsallaşma çabası içindeki yeni rejime giden yolun, Cumhuriyet’in demokratikleştirilmesine karşı gösterilen bu direnç tarafından döşendiğini de görmek istemediler. Böylece başkanlık sistemiyle birlikte gündeme gelen yeni rejimin fanatizminin karşısına başka bir fanatizm kondu. Gittikçe güçlenen bu fanatizm, Türkiye’deki farklı sınıfsal, etnik ve kültürel kesimlere seslenebilecek bir perspektif üretmekten çok uzak görünüyor. Dolayısıyla seküler kesimin bir kanadı kendi içinden yükselen farklı sesleri duymak istemiyor, eleştirel seslere karşı da linç kampanyaları yürütmeye son derece yatkın hale geliyor. Böyle olunca, aynı zamanda bir barış imzacısı olan Nükhet Sirman’a yönelik öfke kusmalar ve rejimin hâkimiyet kurmaya çalıştığı bir üniversitenin -Boğaziçi Üniversitesi- “sosyoloji bölümü kapatılsın” hashtag’iyle başlatılan kampanyalar hiç utanma sıkılma olmadan gerçekleştirilebiliyor.[5]

İkinci sebep ise şu: Yeni rejimin temsilcisi konumundaki Tayyip Erdoğan seküler kesimlerin haklarına, yaşam biçimlerine, sanatçılarına ve aydınlarına karşı sürekli bir baskı politikası izliyor. Öyle ki seküler kesimler içinde moral bozukluğu, kolu kanadı kırılmışlık hissi had safhaya çıkmış durumda. Bu moral bozukluğu ve öfke, rejime karşı üretken bir demokratik muhalefet inşa edememe acizliğiyle birleştiğinde kendisine kolay kurbanlar arayan faşizan ve yıkıcı bir hezeyana dönüşüyor. Gazete Duvar’da yayımlanan bir söyleşideki analizlere katılmak, katılmamak, eleştirmek, tartışmaya açmak vs. yerine düşmanlaştırıcı bir tutumla saldırmayı ancak Kemalist kesimlerin toplumsal-psikolojik durumuyla açıklayabiliriz diye düşünüyorum.

Düşünce Komiserleri

Nükhet Sirman’ın verdiği söyleşiye dönük ikinci tür tepki, benim “düşünce komiserleri” diye adlandırmayı uygun bulduğum bazı köşe yazarları ve aydınlardan geldi. Yukarıda Birgün yazarı Fatih Yaşlı’nın tepkisine değinmiştim. Yaşlı’ya göre Palu ailesi, neoliberalizmin ve siyasal İslam’ın, yani “yeni Türkiye’nin” yarattığı bir “ucubeydi”; Palu ailesini bu perspektif dışında ele almak “düşünsel sahtekârlık” ve  “gericilik” anlamına geliyordu.

Akademisyen ve yazar Kansu Yıldırım da tartışmaya attığı şu tweet dizisiyle katıldı:

“Gazete Duvar, radikal 2’yi de geride bıraktı. Adım adım gericilik ve yobazlığın nerelere varacağının anıtı olan Palu ailesi üzerinden modernizm karşıtı özcülük eşliğinde akraba evliliği olumlamaya vardıran muazzam bir eşik atlamışlar. Cidden Boğaziçi Sosyoloji kapatılsın…” “Palu ailesi vakasının temel yapı taşında Cumhuriyet’in akraba evliliğini yasaklaması değil; siyasal İslam’ın cincilikle hurafelerle en koyu patriyarkal ve gaddar boyutlarıyla bir aileyi nasıl karanlığa gömdüğü söz konusudur. Bundan söz etmeden bilimsel analiz yapılmış olmaz.”[6]

Kansu Yıldırım da Fatih Yaşlı’yla benzer bir bakış açısını benimsiyordu. Önce söyleşiye yer veren, muhalif internet yayıncılığı alanında başarılı bir örnek sayılması gereken Gazete Duvar’ı “liberallikle” suçluyor, Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nü bu tür analizlere yataklık ettiği için zararlı bir kurum olarak görüyor, ardından da siyasal İslam’dan söz etmeden analiz yapmaya kalkışanların “bilimsellik ruhsatı” alamayacağını söylüyordu.

Dış politika yazarı Ceyda Karan da tartışmaya katıldı ve Nükhet Sirman’la yapılan söyleşiyi attığı bir tweetle şöyle nitelendirdi:

“Palu ailesinden çok daha tehlikeli, tüyler ürpertici bir zihniyetin tezühürlerini görmek için ibretlik söyleşi”[7]

Yazının konusu olmamakla birlikte kısaca şu noktaya değinmenin faydalı olacağını düşünüyorum: AKP iktidarının seküler toplum üzerinde kurduğu siyasal İslamcı baskıya ve Cumhuriyet’in sağladığı önemli ilerlemelerin adım adım geri alınmaya çalışılmasına tepki göstermek başka bir şeydir; genel anlamda modernizme veya Türkiye’de yaşanmış haliyle modernizm tecrübesine bu kadar sadakatle sahip çıkmak başkadır. Türkiye’de modernist tecrübenin gerek dinsel ve mezhepsel gerekse etnik ve kültürel alanda nasıl bir tekçilik yarattığı, ülkenin bugün içinde bulunduğu kültürel ve düşünsel çoraklıkta bu “modernist” (merkeziyetçi-tekçi diye de okunabilir) uygulamaların büyük payı olduğu ne çabuk kulak arkası ediliyor! Entelektüel bakış, değişen siyasi konjonktürle birlikte kışkırtılan, önemli ölçüde irrasyonellik ve fanatizm de içeren sözüm ona kamplaşmaların üzerine çıkabilmeyi gerektirir.

Yine de burada karşı karşıya bulunduğumuz fenomen, entelektüel bir tartışma veya kutuplaşma değildir. Muhalif cenahta verimli bir tartışma ortamının şekillenmesinin, dolaysıyla aydınlanmanın ön şartının önüne dikiliveren son derece sağlıksız dinamiklerle karşı karşıya bulunuyoruz. Bu yazının amacı da bir söyleşiden ve onu izleyen linç kampanyasından yola çıkarak bu dinamikleri teşhir etmek, eleştirmekti. Sözünü ettiğim dinamiklerin başlıca özellikleri şunlardır: dürüst bir entelektüel tartışmadan kaçınmak, farklı görüşleri düşmanlaştırmak, kamusal alanda dile getirilen analizlere “bilimsellik” ruhsatı vermek ya da vermemek, olmadı kendini devlet yerine koyarak gözdağı vermek. Bunların, zengin düşünsel temelleri olan gerçek bir muhalefetin şekillenmesinin önündeki engellerden birisi olduğuna dikkat edelim.

[1] Bkz: https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2019/01/12/nukhet-sirman-palu-ailesini-istisna-gibi-gostermek-korkunc/

[2] Bkz. Fatih Yaşlı’nın 14 Ocak 2019 tarihli tweet dizisi. https://twitter.com/fatih_yasli/status/1084854206991908865

[3] Bkz. Fatih Yaşlı’nın aynı tweet dizisi. Ayrıca F. Yaşlı 16 Ocak 2019’da Birgün’de yayımlanan yazısının son paragrafında aynı görüşleri ve suçlamaları yineler. Yaşlı’ya göre, Palu ailesi fenomeni “Yeni Türkiye’nin yarattığı bir ucubedir” ve “bunu görmemek hem düşünsel sahtekârlık hem de düpedüz gericilik anlamına” gelmektedir. Bkz. “Palu Ailesi Yeni Türkiye’dir”,  https://twitter.com/fatih_yasli/status/1084854206991908865

[4] Yaygın kanının aksine akraba evlilikleri sakat çocukların dünyaya gelme olasılığını ancak sınırlı bir oranda arttırıyor. İlkel toplumlarda ensestin tabu sayılması ve bireyin giderek kendi dar grubu dışından eş bulması (dışevlilik), akraba evliliklerinin sakat çocuk sayısını bariz şekilde artırmasından değil, küçük insan topluluklarının, dışevliliklerin sağladığı hısımlık ve ittifak ilişkileri sayesinde genişleme gereksinmesinden kaynaklanır. 

[5] Benzer görüşlerin yer aldığı, benim de faydalandığım bir yazı için bkz: Ohannes Kılıçdağı, “Akraba evliliği bahane, maksat bağcı dövmek”, http://www.agos.com.tr/tr/yazi/21879/akraba-evliligi-bahane-maksat-bagci-dovmek

[6] Bkz: 12 Ocak 2019; https://twitter.com/search?q=from%3AKansuYildirim%20palu&src=typd

[7] Bkz. 12 Ocak 2019; https://twitter.com/ceydak/status/1084024960190947328