Bu değerlendirme 28 Mart-10 Nisan tarihli haber akışı dikkate alınarak hazırlanmıştır.

İç politika

Salgınla mücadele

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Türkiye’deki tırmanıştan endişeliyiz açıklamasını yapmakla beraber, Türkiye’nin süreci şeffaf yönettiğini söyleyen bir açıklama da yaptı. Ancak DSÖ’nün burada tam olarak neyi kastettiği çok anlaşılmıyor. AKP yanlısı medya elbette bu cümlenin üzerine atlayarak, DSÖ’nün Türkiye’yi kutladığını belirten haberler yaptı. Bununla birlikte (Türk Tabipler Birliği) TTB Türkiye’nin DSÖ kodlarına uymadığını dile getirdi ve bu nedenle ölüm oranlarının düşük gösterildiğini vurguladı.

İstanbul vilayeti için ortaya çıkan geçmiş defin verileri TTB’nin haklı olabileceğini gösteriyor, çünkü geçen yılların bu dönemindeki ölüm sayılarıyla bu dönemdeki ölüm sayıları arasında önemli farklar var. Virüs nedeniyle öldükleri açıklananlar çıkarıldığında ortada çok açık ve neden olduğu anlaşılmayan bir fark var. Bu farkın sebebinin, virüs nedeniyle ölmüş olmasına rağmen bu şekilde kaydedilmemiş insanlar olduğu varsayımında bulunan bilim insanları var.

Sağlık Bakanı Koca’da bir söylem değişikliği gözleniyor, sürecin başında daha soğuk kanlı ve tarafsız bir dil kullanmaya çalışırken giderek daha propaganda amaçlı bir dil kullanmaya başladı. Genel anlamda da yandaş medyanın, “Türkiye bu süreci çok iyi yönetiyor, koca devletler batarken biz harikayız hatta onlara yardım gönderiyoruz” söylemini yaymaya başladığını görüyoruz. Dünyadaki sürecin gerçekten çok kötü yönetiliyor olması, ABD ve İngiltere’nin içinde bulunduğu korkunç durum gerçekten de bu söylemin rahatça kullanılabilmesini sağlıyor. “Hazirana kadar biz bu işi hallederiz ve haziranda normal hayata döneriz” düşüncesi olduğu görülse de sürecin çok daha uzun sürebileceği düşünülüyor.

Bilim insanları çok temkinli açıklamalar yapmaya devam ediyorlar, örneğin, Prof. Mehmet Ceyhun bakanın açıklamalarını eleştirerek “kontrol altına alınıyormuş gibi göstermek yanlış” dedi. Bilim kurulunun defalarca sokağa çıkma yasağı önermesine rağmen kabul edilmediğine dair bilgiler kulislerde konuşulmaya devam ediyor. Bu süreçte bakanın verdiği rakamlar ve yaptığı açıklamalara alternatif bilgi sunulmadığı için toplum bu resmî verilere mahkûm oluyor. TTB bu tür alternatif bir odak oluşturamadı. Oysa alternatif bir bilim kurulu oluşturacak insan malzemesi var. Böyle bir bilim kurulu oluşturulsa ve görüşleri halkla şeffaf biçimde paylaşılsa, alternatif veri ağı kurulsa çok etkili bir hareket olabilirdi. TTB böyle bir bilim kurulu oluşturduğunu açıkladı ancak bu kurulun herhangi bir etkinliğine henüz tanık olmadık.

Sokağın durumuna baktığımızda ise “altı sınıf çalışsın, imkânı olan evde otursun” politikası devam ediyor, “evde oturanlar da sepete üç beş kuruş atsın” deniyor. İnsanların maskeye erişimi fiilen engellendi. Belediyelerin ücretsiz maske dağıtımını engelleyen ve sonra da maske satışını yasaklayan Devlet, maskeyi ücretsiz olarak dağıtacak deniyor ama bunun nasıl yapılacağı belli değil. Çalışanların durumu ise daha kötü, üretimi sürdüren işçiler her gün kalkıp işe gitmek zorundalar. Bu kadar tehlikeli bir pandemi döneminde, bu insanlardan canları pahasına çalışmaları isteniyor.

Salgının siyaset halleri

Torba yasa:

MHP’nin bir senedir çıkaramadığı af yasası salgından istifade çıkarılacakmış gibi görünüyor. Ancak bu konuda ciddi tartışmalar da başladı. Kadına şiddet, taciz, tecavüz suçlularının dışarı çıkması söz konusu. Bunun yanında Alaattin Çakıcı başta olmak üzere bir grup ülkücü çete üyesi de dışarı çıkarılacak. Kadına yönelik şiddet ve taciz suçluları çıkarılmayacak dense de, kadına saldırı suçuyla yatıp, yaralama ve benzeri maddelerden ceza alanlar bu yasadan yararlanarak dışarı çıkabilecekler.

Pandemi süreci 15 Temmuz rejiminin daha da güçlenmesine neden olacak gibi görünüyor. 15 Temmuz’dan sonra kurulan baskıcı ortam bu kez de salgın nedeniyle artırılarak sürdürülüyor. Belediyeler ve yerel yönetimler üstündeki baskılar, kayyum uygulamalarının devamı, Erdoğan’ın sosyal medyayı hedef alan açıklamaları baskının artarak devam edeceğine dair işaretler sunuyor.

Bu arada ekonomik yardım ve önlem paketi açıklandı:

Yeni yasa ile işten çıkarma durduruluyor. Kısa Çalışma Ödeneği dışında işverene bir alternatif daha sunuldu. Buna göre işçiler ücretsiz izne çıkarılabilecekler, ücretsiz izne çıkacak işçilere devlet günlük 39 TL ödeyecek. Aslında tamamen işveren düşünülerek yapılmış bir düzenleme. İşveren işten çıkarsa, işçinin tazminatını ödemek zorunda. Kısa çalışma ödeneğine başvurulsa, işçinin alacağı ücret maaşının 2/3’ü kadar ki bu da günde 39 TL’nin üzerinde. Bu yasayla, ücretsiz izne çıkarılacak ve işçi günde 39 lira gibi komik bir rakamla hayatını sürdürmeye çalışacak. Tazminat alamadığı gibi, işsizlik maaşından da yararlanamayacak. İşveren kısa çalışma ödeneğine başvurmak yerine bu yolu tercih edecek, veya kısa çalışma ödeneği başvurusu bu yeni düzenleme (ücretsiz izin) düzenlemesi nedeniyle reddedilebilecek. İşveren kazanacak, devlet kazanacak ancak işçiler kaybedecek. Sonra bir de çıkıp “biz işçilere para verdik” diye övünülecek bir yasa tasarısı hazırlanmış durumda.

Muhalefetin bu süreçte nasıl bir siyaset izlediği ise iki açıdan ele alınabilir; CHP belediyeleri tüm baskı ve engellemelere karşın halk belediyeciliği yaparak süreci yönetmeye çalışıyorlar ki doğru olan da bu. Özellikle Mansur Yavaş’ın bu konuda daha iyi bir performans sergilediği görülüyor. Ancak parti olarak CHP’nin geride durduğu, süreci daha çok belediyeler aracılığıyla yürütmeye çalıştığı söylenebilir. CHP, AKP’nin kutuplaştırma politikalarına karşı daha pasif bir yerde durmayı tercih ediyormuş gibi yapsa da bu süreçte çok daha yaratıcı, bilgilendirici ve toplumcu bir muhalefet yapabilirdi. Tüm süreci belediyelerin çalışmaları üzerinden yürütmek sorunlu bir tavır gibi görünüyor.

Dış Politika

İdlib’de bulunan İslamcı radikal gruplar Türkiye-Rusya arasındaki anlaşmayı tanımadıklarını açıkladılar. Türkiye de bu süreçte anlaşmanın şartlarını yerine getirmekte güçlük çekiyor. Dolayısıyla İdlib yine belirsiz ve her an her şeyin olabileceği bir durumda bulunuyor.

Bu iki haftalık süreçte özellikle Irak’ta durumun karışık olduğu görülüyor. ABD, Kasım Süleymani suikastından sonra da suikastlarını sürdürüyor. İran’ı destekleyen grupların liderleri öldürülüyor. Bunun üzerine bu grupların da ABD üslerine saldırdıkları haberleri geliyor. Dolayısıyla süreç içinde burada bir sorun yaşanacağı açık. ABD Irak’taki İran etkisini kırmaya gayret ederken, İran buradaki kazanımlarını elde tutmak istiyor.

Bu arada SDG salgın nedeniyle ateşkes ilan ettiğini belirtse de Türkiye’nin bölgedeki operasyonları devam ediyor. Türkiye içinde Kürt siyasi hareketini ezmeye çalışan Türkiye, sınır ötesinde de operasyonlarını aralıksız sürdürüyor.

Dünya’da salgın ne durumda?

Brezilya’da Bolsonaro hala herkes işine baksın diyor. Belli eyaletlerde sivil itaatsizlikler başladı. Ancak Brezilya önlem alınma konusunda yavaş davranıyor. Trump kendi hıfzı-sıhhasını baltalıyor. Sürecin en kötü yönetildiği yerlerden biri olan ABD’de vaka ve ölüm sayıları artırıyor. Pandeminin DSÖ tarafından ilan edildiği hafta İngiltere’de de soruna oldukça kayıtsız kalan bir politika yürütme eğilimi vardı fakat bu durum biliminsanları ve halkın tepkisiyle bir ölçüde dengelendi. Bu süreçte salgını Batı dünyasında en başarılı olarak Almanya’nın yönetti görülüyor. Diğer taraftan pandemi çok uzun süreceği için, gelişmeleri ve yeni ortaya çıkan olguları takip etmek gerekiyor.

Ekonomi

2008 kriziyle karşılaştırmalar yapılsa da, başta IMF olmak üzere pek çok ekonomi kuruluşu ve ekonomist, çok daha kötü bir resesyonla karşılaşılacağını söylüyor. Çünkü kriz mali değil, doğrudan üretimin çarklarıyla ilgili. Beklentiler, salgın sürecinin dünya ekonomisini çok kötü etkileyeceği yönünde.

Türkiye hakkında da benzer düşünceler var. Türkiye bu süreçte ciddi bir döviz ve para bulma krizi içinde. Bu nedenle IMF ve Amerikan merkez bankası ile görüşmeler sürüyor. Ancak bu görüşmelerin olumlu sonuçlanıp sonuçlanmayacağını bilmiyoruz. Her halükârda Türkiye’nin para bulması gerekiyor.

31 Mart’ta ABD ile SWAP anlaşması yapılmak istenmiş ancak ABD bunu kabul etmemiş söylentileri var. ABD’nin Türkiye’yi IMF’ye yönlendirdiği belirtiliyor. IMF Türkiye ile anlaşmak ve para vermek konusunda istekli olsa da AKP hükümetinin kabul edemeyeceği bazı denetim şartları var. Ayrıca IMF’den para aldılar dedirtmemek için bu seçenek kullanılmayabilir. Ancak bu durumda paranın kaynağı ne olabilir sorusu ortada duruyor.