2018 yılı geride bırakılırken Trump bir kez daha ABD’nin Suriye’den çekileceğini ilan etmiş ve medyada bu çıkışı “ani” ya da “sürpriz” olarak değerlendiren başlıklara yer verilmişti. Daha sonra durumun pek böyle olmadığı, aylar önce Trump’ın benzer bir açıklama yaptığı, ama Suriye’den çıkış zamanına ilişkin net bir tarihin verilemediği, bu konuda ABD hükümetinde bir anlaşmazlık yaşandığı hatırlandı. Mevcut duruma bakıldığında, hâlâ anlaşmazlığın devam ettiği, Trump’ın bir kez daha ve “ani” bir şekilde ortaya çıkıp etrafını sıkıştırıp durduğu söylenebilir.

ABD yönetiminde Trump’ın yol açtığı kargaşayı kestirmeden ABD’nin Kürtlere attığı ve atılacağı zaten belli bir tarihsel kazık olarak düşünmek yanlış olur. Şu aşamada sadece “Bu işin sonu oraya varabilir mi?” sorusu sorulabilir. 2018 Kasım ayında PKK lider kadrosunun kriminalize edilmesi için ABD tarafından atılan ek bazı adımlar da gelişmelerin bu yönde seyrettiğini gösteriyordu. Suriye’de Kürtlerin özerk bir statü kazanmasını bekasına tehdit olarak gören Türk devleti ile ilişkileri kısmen de olsa onarmak isteyen Trump yönetimi için Türk devleti ile savaş halindeki PKK bir engel. ABD’nin Suriye’de işbirliği yaptığı PYD’nin PKK’den ayrıştırılması mümkün olmadığına göre, ABD destekli bir PYD’nin Suriye’de güçlü siyasi aktör olarak varlığını sürdürmesi zora girmiş durumda.

Bununla birlikte, Trump’ın ABD hükümetinde kargaşaya neden olan mesajlarına dayanarak kestirmeden bazı sonuçlara ulaşmanın bir bedeli var. Nitekim Trump önce Irak’ta küçük bir gövde gösterisi yapıp ABD’nin bölgede ağırlığını sürdüreceğini, ardından bir de ABD’nin Suriye’den çekilmesinin oradaki Kürtleri kaderine terk etmek anlamına gelmediğini açıkladığında, “Bu defa ne demek istedi?” şaşkınlığı yaşandı. Belli ki ABD Suriye’den çekilme kararına rağmen “Kürtleri sattı” pozisyonuna düşmekten kaçınıyor.

Bilimsel meşruiyeti keyfi bir şekilde kullanan, yeri geldiğinde kale almayan yorumculuk yerine bilimsel meşruiyeti ciddiye alan bir yorum oluşturma çabası farklı bir yol izleyecektir. Günübirlik gelişmelere bakıp kestirmeden sonuçlara ulaşmak yerine ABD’nin Kürt politikasındaki tarihsel değişimleri göz önüne alacaktır. Bu yapıldığında, Soğuk Savaş sonrasında ABD’nin Kürtlere Kürt kartı olmanın (yeri geldiğinde Kürtleri kullanma yeri geldiğinde harcamanın) ötesinde roller atfettiğini, tarih sahnesinden silinmediğini gösteren Kürdistan’ın çeşitli biçimlerde anayasal özerkliğe kavuşturulması ve himaye edilmesi kararı verdiğini de göz önüne alacaktır.

“Acaba Trump’ın açıklamaları yeniden Kürt kartı siyasetine dönüşün mü habercisi?” sorusunu sormak için nedenler var. Fakat bunun ABD’nin 30 yıla yayılan Soğuk Savaş sonrası Kürt siyasetinde önemli bir değişimin meydana gelip gelmediğini tartışmak anlamına geldiğini kabul etmek gerekir. Bilimsel meşruiyeti ciddiye almayan yorumculuğun bu tip tartışmalardan hoşlanmayacağı tahmin edilebilir. İdeoloji güdümlü ve gerçekliği ideolojik beklentilere uyarlamaya çalışan bu tip yorumculuk kendisini esas olarak anti-emperyalizm savunusu üzerinden haklı çıkarmaya çalışıyor. Bu noktada belirtmek gerekir ki, genel olarak emperyalizme karşı olmakla ABD emperyalizmine karşı olmak farklıdır. Emperyalizm tanım gereği her ulus-devletin bir karakteristiğidir. Bir ulus-devletin pratikte emperyalist olma becerisi gösteremiyor olması ulus-devletlerin emperyalist karakteristiğe sahip olduğu gerçeğini değiştirmez.

Ulus-devlet kurma aşamasına geçmiş bir milliyetçi hareket, tanım gereği ulusal çıkarların geriye kalan insanlığa üstünlüğü ilkesiyle hareket eder. Milliyetçilik bir iktidar ideolojisi haline geldiğinde masumiyetini kaybeder. Mazlum milliyetçiliğinin eşitlikçi talepleri yerini ayrıcalıklı ve üstün olma iddiasına bırakır. ABD’nin hali hazırda küresel düzeyde önde gelen emperyal bir devlet olması, diğer ulus devletleri emperyalizmden azade kılmıyor. Buna karşılık Kürtlere anti-emperyalizm (aslında ABD karşıtlığı) dersi verenler, Suriye’de Rusya ve İran destekli ABD karşıtı direnişin emperyalizmden azade olmadığını gizleme, en azından önemsizleştirme gereği duyuyorlar.

Kürt meselesinin ABD’nin Ortadoğu’daki askeri varlığına ahlaki bir gerekçe kazandırdığından kuşku duymamak lazım. Bu gerekçeye zemin hazırlayan en başta aralarında Kürdistan’ı pay eden devletlerin emperyalist politikalarından başka bir şey değil. Sorun sistemiktir, kapitalist dünya sisteminin evrimi içinde inşa edilen ulus-devletlerin emperyalizme ve emperyalist rekabete mahkûm olmalarıyla ilgilidir. Bir Kürt ulus-devleti kurulabilmiş olsa, mecburen o Kürt devleti de “Kim daha emperyalist?” yarışına katılmak zorunda kalırdı.

Ulus-devletlerin ortadan kalkması, geniş çaplı ve eşitlikçi eğilime sahip bölgesel birliklerin kurulması ve nihayetinde bir dünya yönetiminin inşa edilebilmesiyle mümkündür. Bu ideali eşitsizlik lehine çarpıtan küreselci neoliberalizme karşı küreselci sosyalizmin değil de milliyetçi-sosyalist söylemlerin yükselişe geçmesi, ulus-devletler arasındaki “Kim daha emperyalist?” yarışının kolayca ortadan kalkmayacağını göstermektedir. Dolayısıyla, Suriye’nin başına üşüşmüş emperyalist güçlere karşı gayet haklı bir direniş sergileyen, Rusya ve İran’ın desteğiyle ayakta kalmayı başaran Esat hükümetinin dahi Kürtlere emperyal bir seviyeden bakmayı sürdürmesi şaşırtıcı değildir. Çünkü hali hazırda, belki Rusya’nın dayatmasıyla bir ölçüde esnetmeyi kabul edebileceği ulus-devlet programına sadıktır ve mevcut güçler dengesinin buna izin verdiğini düşünmektedir.

Eğer mesele devletsiz Kürtlerin emperyalizmlerden emperyalizm beğenmesi ve Trump yönetimi ABD’nin Kürtleri himaye politikasına son vermiş ise, Kürtlerin IŞİD’e karşı savaş sonrası evrede içine sürüklendiği alacakaranlıktan daha beter bir karanlığa sürükleneceğine kesin gözüyle bakılabilir. ABD karşısında konumunu güçlendirmek isteyen Rusya’nın bölge devletlerinin taleplerine (aynı zamanda bölge devletlerinin emperyalist Kürt siyasetine) daha fazla taviz verebileceği görüldü. Öyle ki, Batılı güçlerin yaşadığı hegemonya krizini derinleştirmek için Türk devletine verdiği destekle ABD’nin “Türk devleti mi, Kürtler mi” ikilemi yaşamasını sağladı. Giderek daha fazla kendisini hissettiren bir gerçek, dönemsel olarak ABD liderliğinde Batılı güçlerin Kürtlere dönük anayasal özerklik vaat eden himayeciliğinin aşınmakta olduğudur. Fakat ABD’nin Kürtlere özerklik siyasetinden “Kürt kartı” siyasetine döndüğüne ilişkin net bir sonuca ulaşmanın imkânı yok.

“ABD Kürtleri sattı, satıyor, zaten satacaktı” şeklinde emperyalizmler arasında rekabetin ürünü propaganda, Kürtler açısından hayati olan bölge devletlerinin emperyalizmlerini önemsizleştiren ideoloji güdümlü bir duadır. Ayrıntıya girildiğinde, ABD’nin Irak Kürdistanı Bölgesel Hükümeti’nin varlığı için güvence oluşturmaya devam ettiği, buna karşılık federal bir Kuzeydoğu Suriye projesini hayata geçirmek için PYD (dolayısıyla ve mecburen PKK) ile geliştirdiği işbirliğini sürdüremediği söylenebilir. Bu gelişmenin yaşanmasında belirleyici faktör,  Rusya-Türkiye yakınlaşmasının Kürt siyaseti ve toplumu üzerinde oluşturduğu yıkıcı baskıdır.

Kürt siyasetinin ana bileşenleri düşmanlığa da varabilen bir rekabet yaşadıktan ve bunun bedelini etkili oldukları alanlarda ağır bir şekilde ödedikten sonra, yeniden inisiyatif kazanmaya çalışıyorlar. Eşzamanlı olarak Türk devleti, İran devleti ve Irak merkezi hükümetinin delik deşik ettiği ama Batı destekli olmayı sürdüren Irak Kürdistanı Bölgesel Hükümeti’nin anayasal özerkliği ölümcül bir tehlike altında değil. Fakat PKK, 2015’te “Erdoğan’a Karşı Birleşik Cephe” siyasetine angaje olduğu ve akabinde Türk devletinin teklif ettiği savaşı kabul eden taraf haline geldiği noktadan itibaren, sonu gelmeyecek gibi görünen bir siyasi inisiyatif kaybına sürüklenmiş durumda. İmralı’nın devreye girmesi (yani barış görüşmelerinin yeniden başlaması) ancak Türk devleti Kürt meselesinin ağırlığını taşıyamayacak konuma sürüklendiğinde gerçekleşebilecek bir olasılık. Buna karşılık hali hazırda Türk devletinin gündemi farklı: Afrin’den sonra Doğu Rojava’ya da harekât düzenleme ve bitirici bir şekilde Suriye Kürdistanı’nı tarih sahnesinden silme iştahı, Kürt toplumunun bağımsız Kürdistan’dan yerel özerkliğe çeşitlenen özgürleşme arayışlarını tamamen ve geri dönülmez bir şekilde boşa çıkarmayı hedefliyor.

Böylesi bir harekâtın düzenlenmesi “ABD’nin Kürtleri satmasına” değil, ABD dâhil küresel ve bölgesel tüm emperyal devletlerin bir şekilde anlaşmaya varmasına bağlı. Şu anda Türk devletinin Suriye Kürdistanı’na dönük kesin ve hızlı ölüm teklifine karşı zamana yayılacak bir ölüm (Rusya aracılığıyla Esat hükümeti ile PYD arasında bir anlaşmaya varılması ve ABD’nin de bunu desteklemesi) teklifi var. Kürt siyasetinin büyük ölçüde altında kaldığı ve bu nedenle sahadaki emperyal aktörlerin rekabetine daha bağımlı hale gelen Rojava devriminin sonuna yaklaşılıyor. Yaşanacak olan tabii ki Suriye Kürdistanı’ndan başlayarak Kürdistan’ın gerçek ölümü olmayacak, IŞİD’e karşı savaş sonrası evrede Kürt meselesi biçim değiştirerek varlığını sürdürecek.