Richard Hall, Türkiye’nin Kuzey Suriye’yi işgalinin çoğu kişinin kalıcı hale gelmesinden korktuğu demografik bir değişime neden olduğunu bildiriyor.

Gaddarca cinayetler gizli kapaklı yapılmıyordu, bu amaçlanmıyordu da zaten. Türkiye’nin, Kuzey Suriye’yi işgalinin daha başından beri sınırın öbür tarafına görevlerini yapmak üzere gönderdiği savaşçılar savaş suçlarını gururla belgeledi.

Türkiye’nin desteğindeki Suriye Milli Ordusu (SMO) askerleri tarafından sosyal medyada yayımlanan, yargısız infazları, cesetlerin uzuvlarının koparılmasını, Kürtlere yönelik tehditleri ve yaygın yağmayı gösteren videolar saldırının yapıldığı yerde yaşayan on binlerce insanı dehşet içinde bıraktı.

İşlenen pek çok suçun etnik boyutu, bir zamanlar etnik bir çeşitliliğin olduğu sınır boyundaki bu bölgelerden Kürtlerin ve dinsel azınlıkların kitlesel göçüne yol açtı.

Şimdi Kuzey Suriye’nin pek çok yerinde ve komşu Irak’taki kamplarda çaresizce yaşayan bu insanlar asla evlerine dönemeyeceklerinden korkuyor. Zaten amaçlanan şeyin de tam olarak bu olduğunu düşünüyorlar.

Türkiye liderliğinde gerçekleştirilen operasyonun ilk günlerinde ailesiyle birlikte Rasulayn’dan kaçan 37 yaşındaki Muhammed Amin “artık şimdi kimse geri dönemez” diyor.

Suriye’nin Til Temir kasabası yakınlarındaki bir kampta The Independent’a “videoları seyrettik” diyor, “buldukları yerde Kürtleri vuruyorlar”.

Amin gibi başka sayısız insan tarafından geçen iki ayda kurulan kamplarda ve geçici barınaklarda aynı hikâye anlatılıyor. Bu hikâyeler birlikte düşünüldüğünde çarpıcı bir demografik değişimi resmediyor.

Türkiye, “güvenli bölge” olarak tanımladığı bir bölge tesis etmek için 9 Ekim’de Suriye’ye uzun süredir planladığı bir saldırı başlattı. Söz konusu bölgenin yaklaşık 20 mil derinliğinde ve 300 mil genişliğinde olması öngörülüyordu.

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan operasyonun Kürtlerin başını çektiği Suriye Demokratik Güçleri’ni (SDG) temizlemek amaçlı olduğunu öne sürdü. Türkiye SDG’yi, Türkiye’deki ayrılıkçı Kürtlerle olan bağları nedeniyle terör örgütü olarak sınıflandırıyor.

Belirli bir süreden beri operasyonun yapılacağı dile getiriliyordu, fakat ancak Başkan Donald Trump sınırdaki ABD kuvvetlerini aniden geri çekme kararı aldığında hayata geçirilebildi. Bu ABD birlikleri IŞİD’e karşı savaşta SDG ile birlikte faaliyet yürütüyordu.

Sanki bizi bir kuyudan aşağıya atıp ipi kesmişler gibi” – Aliya El Ahmed, 31 yaşında

Türkiye saldırıyı, hava bombardımanları, insansız hava araçları (İHA’lar) ve topçu ateşiyle destekledi. Sahadaki savaşı, daha önce iki operasyonda Türkiye tarafında yer almış olan düzensiz ve toplama bir milis gücü yürüttü. İsyancıların bazıları yıllarca Başkan Başar Esad’ın yönetimini devirmek için savaşmış, diğerleri ise milis gücüne yeni katılmıştı.

İlk videoların internette dolaşıma sokulması işgalin daha ilk günlerinde gerçekleşti. Bazı videolar kısa süre önce boşaltılmış evlerde SMO savaşçılarının yaptıkları yağmayı gösteriyordu; fakat daha şiddetli savaş suçlarına ilişkin ilk kanıtlar çok geçmeden dolaşıma girdi.

12 Ekim’de sivil otomobili saldırıya uğradığında, Kürt yanlısı Suriye Gelecek Partisi üyesi Hevrin Halef, Ayn İsa ile Haseke arasındaki bir yolda yolculuk ediyordu.

Ertesi gün, SMO savaşçılarının arabanın etrafında toplandığını ve arka koltuktan bir kadın sesinin geldiğini gösteren video internette dolaşmaya başladı. Söz konusu milislerin Ahrar El Şarkiye fraksiyonundan olduğuna inanılıyor. Halef’in bedeni daha sonra kurşunlarla delik deşik edilmiş halde bulundu ve cesette işkence izleri vardı. Yapılan otopside bir bacağının kırık olduğu anlaşıldı ve saçları o kadar sert şekilde çekilmişti ki kafa derisinin bazı kısımları yoktu.

Aynı gün, İngiltere merkezli bir izleme grubu olan Suriye İnsan Hakları Gözlemevi, Tel Abyad’ta yola kurulan bir barikatta dokuz sivilin SMO üyeleri tarafından öldürüldüğünü duyurdu.

Başka bir video ise milisleri, yol kenarındaki ölü bir adamın cesedine ateş ederken gösteriyordu.

Art arta gelen bu zalimce suçların tüyler ürpertici bir etkisi oldu. Daha önce Türkiye’nin hava saldırılarından kaçmamış olanlar etnik kin güden cinayetlerden duydukları korkuyla kaçmaya başladı.

Ailesiyle Rasulayn yakınındaki köyünden kaçan ve şimdi yerinden edilenler için alelacele yapılan bir kampta yaşayan 41 yaşındaki Ezidi kadın Basima Daoud, “Siyasetçi Hevrin Halef’in katledilişini izlediğimizde IŞİD’in yaptığının aynısını yaptıklarını gördük” diyor.

2014’te binlerce Ezidi kadının IŞİD tarafından köle yapılmasına atıfta bulunarak “bizi öldürmelerinden veya seks kölesi yapmalarından korkuyorduk” diye ekliyor.

Operasyonun başlamasından sonraki yaklaşık iki ayda SMO, iki sınır kasabası Tal Abyad ile Rasulayn arasındaki bir kuşağı ele geçirdi. Burada büyük bir Kürt nüfusu ile daha az kalabalık gruplar halinde Süryaniler, Ezidiler ve Türkmenler yaşıyordu.

Aynı bölge, IŞİD sadece birkaç sene önce Kuzey Suriye’de pek çok yeri ele geçirdiğinde de kitlesel bir altüst yaşamıştı. Tel Abyad bir yıldan daha uzun süre terörist grup tarafından ele geçirilmiş, ardından SDG kasabayı kurtarmıştı.

Bu sefer, artık SMO’nun denetiminde olan Tel Abyad, Rasulayn ve çevre bölgelerden 95.000 civarında insan kaçtı. Bu insanların yaklaşık yarısı geri döndü, ancak yerel izleme gruplarına göre geri dönenlerin neredeyse tamamı Araplardan oluşuyor.

Operasyonun başlangıcından bu yana Kürtler ve diğer azınlıklar arasında bölgenin Arap-olmayan sakinlerinin milisler tarafından hedef alınacağına dair yaygın bir algı oluştu.

“Arap komşularımız bize gitmemizi söyledi. ‘Geldiklerinde sizi öldürecekler’ dediler” diye anlatıyor Daoud ve devam ediyor: “Köyümüzde aynı nedenle giden iki Hıristiyan aile vardı.”

Milisler açık tehditlerde bulunarak bu korkuları şiddetlendi. Daha önce The Independent’ın haber yaptığı bir video klipte milisler esir bir Kürdü sokaklarda dolaştırırken “domuzları” ve kâfirleri” öldürme tehditleri savurdular. Çok sayıda benzer video internette paylaşıldı.

Daha sonra olanlar, pek çok Suriyeli Kürdün bu milislerin tehditleri konusunda gayet ciddi olduklarına ikna olmasına yol açtı.

Haftalar geçtikçe yakınlarda SMO tarafından ele geçirilen bölgelerden etnik kin güden katliamlarla ilgili daha fazla haber gelmeye başladı. Yaygın şekilde yürütülen Kürtlerin mülklerinin yağmalanması ve el konulması kampanyası -ki buna ilişkin videolar bizzat failleri tarafından kaydedildi- ve Kürtlerin geri dönüşünün SMO mensuplarınca engellenmesi, bu grupların sistematik olarak Kürtleri bölgeden uzaklaştırmaya çalıştığı izlenimi doğurdu.

Bu hafta yayımlanan bir raporda İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), Kürtlerin evlerine el konulduğu ve mallarının mülklerinin yağmalandığına dair çok sayıda örneği belgelendirdiğini açıkladı. Ayrıca örgüt, Kürt akrabalarının SMO denetimindeki bölgelere dönüşünün engellendiğini söyleyen üç kişiyle görüşme yaptı. İnsan Hakları İzleme Örgütü evlerine geri dönmeye çalışan üç kişinin de öldürüldüğünü bildirdi.

Suriyeli Arap milisler Kürt nüfusu katletmekle tehdit ediyor

The Independent’ın görüştüğü, yerinden edilen bazı bölge sakinleri de evlerinin yağmalandığını ve mallarına el konulduğunu dile getirdi. Çoğu durumda bu kişiler mallarına mülklerine geride kalan Arap komşularının el koyulduğunu öğrendiler.

Daoud bunlardan biriydi. Çiftçi kocasının büyükçe bir toprağı ve tarım aletleri vardı.

Ağlayarak şunları söyledi: “Bazı Arap komşularımız, milislerin evimizi yağmalayıp karargâhları haline getirdiklerini söylemek için bizi aradı. Toprağımıza ve araç gereçlerimize de el koymuşlar. Her şeye el koymuşlar.”

Yerel bir Ezidi lideri The Independent’a, sadece Rasulayn civarındaki yerleşim yerlerinden 45 Ezidi ailenin kaçtığını söyledi. Til Tamer civarında yaşayan onlarca Hıristiyan aile de evlerini terk etti.

32 yaşındaki Fasel Amin, saldırının ilk günlerinde Türk hava bombardımanından kaçan ilk insan dalgasının arasındaydı. Bugün yerinden edilmiş insanların barınması için kullanılan bir okulda yaşıyor.

“Bir evimiz ve dükkanımız vardı. Her şeyi çalmışlar. Bazı aile üyeleri duruma bakmak için kısa bir süreliğine geri dönebildi ve hepsinin içinin boş olduğunu söyledi” diyor.

“Türkiye bütün bölgeyi denetimi altına almak istiyor. Bölgenin bütün demografik yapısını değiştirmek istiyor. Kürtleri göç ettirip Arapları yerleştirmeyi amaçlıyor.”

Şimdi Amin’in ve zorla yerinden edilmiş on binlerce Kürdün kafasını kurcalayan soru, meydana gelen demografik değişimin kalıcı olup olmayacağı.

Çok sayıda Suriyeli Kürt, demografik değişimin kalıcı olacağını gösteren bir dolu sebep olduğunu görüyor. Sadece Afrin’de görünüşte Kürt milisleri hedefleyen Türkiye’nin son operasyonuna işaret etmeleri yeterli. 2018 başlarında Türkiye Afrin’de de bölgenin kontrolünü ele geçirmek için aynı toplama isyancı savaşçıları kullanmıştı.

Bu isyancı milisler o zamandan bu yana terör estirmekle suçlanıyor. Şubat ayında bir Birleşmiş Milletler (BM) araştırma komisyonu, “Afrin’de silahlı grupların rehin alma, zalimce muamele, yağma ve talan yaparak savaş suçları işlediğini” bulguladı.

BM komisyonu şunu ekliyor: “Silahlı gruplar tarafından gerçekleştirilen keyfi tutuklama ve alıkoyma gibi eylemlerin olduğu çok sayıda vakada genellikle Kürt kökenli bireyleri hedefleyen işkence ve kötü muamele iddiaları da dile getiriliyor. Bu bireylerin arasında silahlı grupları açıkça eleştiren ve bu şekilde algılanan aktivistler de yer alıyor.”

Afrin’de zorla yerinden edilen 130.000’den fazla Kürt Kuzey Suriye’de SDG’nin kontrolündeki bölgede kamplarda yaşıyor. Evlerinin çoğu şimdi ülkenin başka taraflarından gelen Suriyeliler tarafından işgal edilmiş durumda.

Aynı süreç pekâlâ Türkiye’nin son olarak kurduğu “güvenli bölge”de de işleyebilir. Daha operasyon başlamadan, Ankara defalarca yeni ele geçirilecek bölgeyi Türkiye’deki yaklaşık bir milyon Suriyeli mültecinin geri dönüşünü kolaylaştırmak için kullanacağını söylemişti.

Türkiye halen dünyadaki başka herhangi bir ülkeden daha fazla, dört milyon Suriyeliye ev sahipliği yapıyor. Türk ekonomisi krize girip Suriyeliler kriz için günah keçisi olarak kullanılınca bu kadar büyük bir mülteci nüfusu Erdoğan açısından politik sorunlara yol açtı.

Fakat Türkiye’deki Suriyeli mültecilerin çoğu Suriye’nin Sunni Arap bölgelerinden. Türkiye’nin güvenli bölgeyi hayata geçirmeyi planladığı, daha önce etnik çeşitlilik içeren bir yere bu kadar büyük bir nüfusu yerleştirmesi demografiyi ciddi şekilde değiştirecektir.

Türk yetkililerin demografik bir dönüşümü hedeflemedikleri yönünde sık sık ısrar etmelerine karşın olan tam da bu. Bu ısrarlı açıklamalar da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın retoriğinin gölgesinde kalıyor.

24 Ekim’de devlet televizyonu TRT’deki bir röportajda, Erdoğan güvenli bölge için belirlenen alanın Kürtler için uygun olmadığını söyledi.

“Bu alan için en uygun olanlar Araplar. Bu bölgeler Kürtlerin yaşam tarzı için uygun değil” dedi.

Ropörtajı yapan tarafından neden o bölgelerin uygun olmadığını açıklaması için sıkıştırılınca Erdoğan şu yanıtı verdi: “Çünkü oraları hep çöl.”

Bu durum, bazı uzmanların aslında Türkiye’nin ele geçirdiği toprakları “Araplaştırmayı” amaçladığı sonucuna varmasına yol açtı ve bir NATO üyesi tarafından etnik temizlik yapılması ihtimalini gündeme getirdi.

Merkezi Tufts Üniversitesi’nde bulunan Dünya Barış Vakfı araştırma direktörü profesör Bridget Conley, “Türkiye’nin Kuzey Suriye’ye saldırısı bariz etnik temizlik emareleri taşıyor” diyor.

Kitle Zalimliklerini Anlamak adlı bir ders veren profesör Conley The Independent’a şu açıklamayı yaptı: “Türk Hükümeti’nin beyanları Kürt nüfusu yerinden etme ve yerlerine Suriyeli Arapları yerleştirme niyetini açığa vurdu ve hükümet bu politikayı baskı ve insan hakları ihlalleriyle yürüttü.”

Aynı değerlendirmeyi Türkiye’nin saldırısı sırasında Kuzey Suriye’de bulunan en üst düzeydeki Amerikan diplomatı da yaptı. Diplomat William V. Roebuck, izlenen politikaya şiddetle karşı çıkan bir iç yazışmada saldırıyı durdurmak için daha fazlasını yapmadığından dolayı Trump yönetimini eleştirdi.

İç yazışmada şunlar belirtiliyor: “Türkiye’nin Kuzey Suriye’de silahlı İslamcı grupların öncülüğündeki askeri operasyonu, Kürtlerin sınır boyundaki anavatanını hedef alan yaygın askeri çatışmaya dayanarak ve söz konusu güçlerin işlediği, yaygın şekilde dolaşıma sokulan korku uyandırıcı zalimliklerden faydalanarak etnik temizliğe dönük kasti bir çabayı temsil ediyor.”

Söz konusu iç yazışma bir aydan biraz daha kısa bir süre önce sızdırıldı. O zamandan bu yana etnik temizlikle ilgili daha da fazla kanıt ortaya çıktı. Buna karşın itirazlar, geçenlerde “kana bulanmış topraklar” olarak olarak tanımladığı dünyanın bu bölgesine ilgisini kaybetmiş görünen Donald Trump’ta pek karşılık bulmadı.

Şimdi Kuzeydoğu Suriye’nin bir çok yerine dağılmış geçici kamplarda ve göç merkezlerine dönüştürülmüş kalabalık okullarda pek çok kişi, uzaktan evlerinin yıkılmasını ve soyulmasını seyrediyor. Eski müttefikleri ABD kafasını başka tarafa çevirirken ortak bir çaresizlik ve ihanete uğramışlık hissi paylaşıyorlar.

“Size nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum, ama tarif etmeye çalışacağım.Sanki bizi bir kuyudan aşağıya atıp ipi kesmişler gibi” diyor Til Temir yakınlarındaki tozlu kampa henüz gelmiş olan 31 yaşındaki Aliya El Ahmed.

“Büyük ülkeler bir çözüm getirmezse, ne olacağını bilmiyorum. Her zaman yoksul insanlar acı çekiyor. Gidecek hiçbir yerimiz yok.”