Feminist, aktivist, akademisyen, dilbilim uzmanı, yazar, insan hakları savunucusu, bilim kadını gibi pek çok sıfatı 63 yıllık yaşamı içine sığdırmış olan Tanya Reinhart 17 Mart 2007 tarihinde New York’ta geçirdiği bir kalp krizi sonucu yaşamını yitirdi. İnternet üzerinden yayımlanan Kültür ve Siyasette Feminist Yaklaşımlar Dergisi’nin Danışma Kurulu üyesi olan Tanya Reinhart, Feminist YaklaşımlarDergisi ve Boğaziçi Üniversitesi Kadın Araştırmaları Kulübü’nün 17 Mayıs tarihinde Boğaziçi Üniversitesi’nde (BÜ) ortaklaşa düzenledikleri “Tanya Reinhart’ı Anıyoruz: Akademi ve Aktivizmi Bir Arada Düşünmek” adlı etkinlikle anıldı.
İsrail’de Hebrew Üniversitesi’nde felsefe ve İbrani Edebiyatı eğitimi alan Tanya Reinhart akademik çalışmalarını dilbilimin yanı sıra medya analizi, edebiyat gibi çeşitli alanlarda derinleştirdi. İlgisini, akademideki uzmanlaşma alanıyla sınırlı tutmayan Tanya Reinhart, İsrail-Filistin sorunu üzerine yürüttüğü tartışmalar ve yazdığı kitaplarla da tanınıyordu. Tanya Reinhart, İsrail politikalarını eleştiriyor ve İsrail’in işgal altındaki topraklardan çekilmesi gerektiğini savunuyordu.
Ülke ve dünya gündemini kadın bakış açısıyla ele almaya çalışan Feminist Yaklaşımlar Dergisi, işlediği konulara entelektüel bir derinlik katmaya çalışıyor ve bu nedenle bilgi üretim süreçlerinin en önemli öznelerinden biri olan akademi ile yakın bir ilişki kuruyor. Toplumsal alanda özgürlükçü süreçlerin işleyebilmesi için akdemi ve aktivizm arasında güçlü bir ilişki kurulmasının öneminin altını çiziyor. Bu ortak perspektif, Feminist Yaklaşımlar Dergisi ile Tanya Reinhart’ı bir araya getirmişti. Dolayısıyla, bu anma etkinliğinde aynı zamanda akademi ve aktivizm arasındaki ilişkiyi düşünmek ve tartışmaya açmak da amaçlanmaktaydı.
Moderatörlüğünü Feminist Yaklaşımlar Dergisi Yayın Kurulu üyesi Zeynep Kutluata’nın yaptığı anma etkinliğine, BÜ Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden Meltem Kelepir, BÜ Sosyoloji Bölümü’nden ve Feminist Yaklaşımlar Dergisi Danışma Kurulu üyesi Nükhet Sirman ile Yıldız Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü’nden, Feminist Yaklaşımlar Dergisi Yayın Kurulu üyesi Fahriye Dinçer konuşmacı olarak katıldılar. Konuşmalarında Tanya’nın akademik-aktivist çalışmalarının farklı yönlerine vurgu yaptılar.
İlk konuşmacı olan Meltem Kelepir, Tanya’nın dilbilim araştırmalarına yaptığı katkılardan söz etti. Tanya Reinhart, dilin zihinde nasıl temsil edildiğini anlamaya çalışan üretici dilbilim alanında çalışmış ve Noam Chomsky’nin kurduğu ve geliştirdiği bu dilbilim alanına yaratıcı katkılarda bulunmuş dilbilimcilerden biriydi. Üretimsel dilbilim bir cümle içindeki sözcüklerin hiyararşik bir biçimde birbirine bağlı olduğunu ve her bir öğenin bu hiyerarşik ilişki içerisinde anlam kazandığını savunur. Anlam ve bağlam arasındaki bağlantı, sözdizim ve sesin sistemleri arasındaki arayüz Tanya Reinhart’ın dilbilim teorisine yaptığı özgün katkılar arasında sayılabilir. Tanya Reinhart, sözdizimsel analiz sistemleri, dildeki yapısal ilişkiler üzerine geliştirdiği analiz ve kuramları çocuk dil edinimi üzerine çalışmalar yaparak da destekler.
Fahriye Dinçer konuşmasında, Tanya’nın akademik çalışmalarını sürdürdüğü bilgi yapıları içinde geliştirdiği tavra ve bu tavrın güncel politik süreçlerle ilişkisine değindi. Bir İsrail vatandaşı olarak, İsrail devletinin ve toplumunun eylemlerini tartışmak Tanya’nın entelektüel-aktivist faaliyetlerinin merkezinde yer almıştır. İsrail devletinin, Filistin topraklarında sürdürdüğü işgali ve Filistin halkı üzerinde uyguladığı şiddeti karşısına alarak ve her fırsatta bu şiddeti deşifre etmeye çalışarak Filistin halkıyla dayanışma içinde olmuş ve yaptığı çalışmalarla insan hakları mücadelesine, yaşadığı coğrafyada kalıcı barışın inşa edilmesine dair katkı sunmaya çalışmıştır.
Günümüzde, pek çok akademisyen seçtikleri konular ya da bu konuları ele alış biçimleri itibariyle, akademik kariyerini tehdit etmeyecek ya da siyasi iktidarların çok da gözüne batmayacak bir şekilde çalışmalarını yürütür. Oysa Tanya çalışmalarına önce kendi devletini, kendi toplumunu sorgulayarak başlamıştır. Akademi ve aktivizmi iki ayrı alan olarak ele almamış tam tersine birbirini teorik ve pratik düzeyde besleyen iç içe geçmiş bir bütün olarak görmüştür. Tanya, akademinin geleneksel ruhuna göre aydın sorumluluğunun, ahlaki ilkelerin korunmasını gerektirdiğine inanıyordu. Bu nedenle İsrail’in Filistin işgalini protesto etmek amacıyla akademik boykot çağrısının öncüleri arasında yer almış ve akademi içinde işgale karşı duyarlılık yaratmaya çalışmıştır. Bu şekilde, bilim ve siyaseti birbirinden ayrı düşünmeye çalışanlara ve akademinin “tarafsız” kalmasında ısrar edenlere entelektüel sorumluluğunu hatırlatmış ve onurlu bir akademisyen tavrının nasıl olabileceğini göstermiştir.
Nükhet Sirman ise konuşmasında, Tanya’nın açtığı tartışmalar üzerinden BÜ içindeki akademi ve aktivizm ilişkisini ve bunun feminist harekete yansımalarını tartışmaya çalıştı. Hem aktivizm hem akademi içinde olarak iki alana da dışarlıklı olarak bakmak gerektiğini söyledi. Akademi içinde toplumsal cinsiyet üzerine yürütülen çalışmaların belli handikapları içinde barındırdığından bahsetti: Bu alanda çalışma yürüten kadınlar çalıştıkları toplumsal cinsiyet konusunu toplumsal bir olgu hakkında sonuca ulaşmak için araçsallaştırabiliyorlar; bu çalışmaları teorik bir üstünlük sağlamak, akademik kariyerlerini inşa etmek için bir araç olarak kullanabiliyorlar. Diğer bir yandan kendilerini çalışma konusunun dışında tutarak yani yaptığı işin içerisine kendisini katmadan, toplumsal cinsiyet teorilerinin etkisinde kalarak bu teorileri ispat etmeye çalışma kaygısıyla hareket edebiliyorlar. Nükhet Sirman, akademisyen kadınların özellikle bu üç çıkmaza sıklıkla düştüklerini söyledi.
Araştırılan konu bir saha olarak ortaya konduğunda, araştırılan kadınlıkla araştırmayı yapan kişinin kadınlığı arasında bir bağlantı kurulamıyor. Bu çalışmalar yürütülürken kurulan akademinin tarafsızlığı, objektifliği söylemi de güç ve iktidar ilişkilerini görünmez kılıyor ve araştırmayı yürüten kişinin kendi iktidarını sorgulamamasını sağlıyor.
Nükhet Sirman’a göre, benzer açmazların aktivizm içinde de olduğunu söylemek mümkün. Özellikle son dönemde yurt dışından alınan fonlarla finanse edilen proje çalışmalarıyla yeni bir kadın aktivist profili oluşmaya başladı. Buralarda yürütülen kadın çalışmalarda güç ilişkilerinin nasıl kurulduğu ve aktivistlerin bu ilişkiler içindeki yerleri sorgulanamamaktadır.
Nükhet Sirman, konuşmasında aktivist kadınların çoğu kez düşünmeden, ezber cümlelerle, ithal edilmiş kavramlarla siyaset yapabildiklerini bunun da kadınların alehine sonuçlar verebileceğine değindi. Mesela kadın hareketi içinde namus cinayetlerini geçmişten gelen bir geleneğin kalıntısı olarak tanımlama eğilimi oldukça yaygın. Bu cinayetler günümüzde yaşanılan sorunların birer göstergesi olup olmadığı tartışılamıyor. Bu durum, namus cinayetlerine zemin hazırlayan şu anda yaşanan yeni problemlerin göz ardı edilmesine neden oluyor. Sorunun kaynağı geçmişte aranarak bugün yaşanan şiddet ortamın adı konamıyor. Aktivislerin çoğu kez düşünmeden, belli kavramlar üzerine tartışmadan yürüttükleri siyaset bir strateji geliştirmelerine de izin vermiyor.
Nükhet Sirman’ın konuşmasında değindiği diğer bir konu da feminist aktivizm ile akademinin iki alan olarak birbirinden ayrı tutulmasıydı. Akademinden aldıklarıyla çalışma yürüttüğü kadınlardan aldıklarını aynılaştırmadan eşit bir ilişkide nasıl buluşturulacağını yani kadınların farklılıklarıyla nasıl yan yana durulabileceğini tartışmaya açtı. Kadınların birbirleriyle çalışma yürütürken, kadınlar arasındaki farklılıkları gözeterek hareket etmelerini ve bu farklılıklarla birlikte nasıl güç ilişkilerinden arınmış ve eşit bir ilişki kurulabileceği üzerine düşünülmesi gerektiğini vurguladı.
Konuşmacıların sunumları ardından söz izleyicilere bırakıldı. Akademi ve aktivizm ilişkisi uzun süredir BÜ’lü öğrencilerin de gündemindeydi. 2006 baharında Diyarbakır’da yaşanan devlet şiddeti karşısında BÜ içerisinde başlayan eylemlilik süreci 2007 Ocak’ında Hrant Dink’in öldürülmesinin ardından oluşan duyarlılıkla bir araya gelen “Karanlığı Sorguluyoruz” etkinlikleriyle devam ediyordu. Türkiye’de seçim gündeminin yaklaşması, Genel Kurmay Başkanlığı’nın yayınladığı elektronik muhtırayla sürecin demokratik işleyişine sekte vurması, dalga dalga yayılan cumhuriyet mitingleriyle dalga dalga yükseltilen milliyetçilik akademiyi de bu süreçte bir taraf olmaya zorluyordu.
Etkinliğin yapıldığı gün Boğaziçi Üniversitesi’nde yine çok sıcak bir gündem vardı: Boğaziçi Üniversitesi Folklor Kulübü’nün kısa bir süre önce sahnelenen Hepimiz adlı dans-müzik gösterisinde Çingenece, Ermenice, Kürtçe, Rumca, Türkçe olarak seslendirilen şarkılar ve yerel danslarla Türkiye’nin kültürel çoğulluğu yansıtılmaya ve barış içinde bir arada yaşama kültürü vurgulanmaya çalışılmıştı. Bu gösteri, başta Hürriyet Gazetesi olmak üzere ana akım medya kurumları tarafından amacı ve içeriği çarpıtılarak, içermediği temsiller ve anlamlar yüklenmiş bir biçimde haber konusu edilmişti. Gösteride elektrogitar çalan bir kadın öğrenci, başı örtülü olduğu; geleneksel kıyafetler içinde halk dansları yapan diğer bir kadın öğrenci ise peşmerge kıyafeti giydiği gerekçesiyle boy boy resimleri kullanılarak afişe edilmişti.
Üniversitelerin, akademisyenlerin politize olup olmamakla yüzleştiği, her pozisyonun bir taraf olduğunun açığa çıktığı bu dönemde yaşanan bu olay adeta akademi içindekileri sürece müdahil olmaya çağırıyordu. Üniversite içindeki öğrenci muhalefeti, muhalif akademisyenler bu haberleri başta ifade özgürlüğü olmak üzere temel hak ve özgürlüklere ve halkların bir arada barış içinde yaşama arzusuna yapılmış bir saldırı olarak nitelediler.
Bu tartışmalar sonunda bir eylem planı çıkmadı. Ama demokrasi karşıtı güçler tarafından özgürlüklerimizin kısıtlanmaya çalışıldığı şu dönemde bu çokkültürlü coğrafyada farklılıklarımızla bir arada yaşabileceğimiz toplumsal bir barış ortamına ihtiyacımız olduğunu bir kez daha anladık. Başka bir dünyanın yaratılmasında bize yol gösterecek stratejiler belirlerken akademi ve aktivizmin birlikteliğinin kaçınılmaz olduğunu bir kez daha gördük. Tanya Reinhart’ın İsrail’de yükselttiği sese, Türkiye’de barış ve demokrasi isteyenlerin sesi birbirine karıştı.