Bu değerlendirme, 13-26 Nisan 2022 tarihli haber akışı dikkate alınarak hazırlanmıştır.

İÇ POLİTİKA

Gezi davası kararı

Bu dönemin en önemli gelişmesi kuşkusuz Gezi Davası kararıydı.

Mahkeme 4,5 yıldır tutuklu olan Osman Kavala’ya “hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs”ten ağırlaştırılmış müebbet, Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Mine Özerden, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Yiğit Ali Ekmekçi’ye ise bu suça yardımdan 18 yıl hapis cezası verdi. Mahkemenin kararı sonrasında Mücella Yapıcı ve Can Atalay duruşma salonunda tutuklanmak istendi. Atalay “yakınlarımızla vedalaşmak itiyoruz” diyerek tepki gösterdi.

Kararın tamamen siyasi ve AB yaptırımlarına karşı da bir manevra niteliğinde olduğu apaçık görülüyor. Gazeteci Eren Çaylan’ın dava ile ilgili yakın dönemdeki gelişmeleri hatırlatan notuna bakınca gelinen noktanın absürtlüğünü daha net görebiliyoruz:

Osman Kavala, 4,5 yıl önce Gezi davasından tutuklanmıştı. 2020’de bu davadan beraat ederek tahliye edildi, fakat aynı gün casusluktan tutuklandı. Tutuklu olduğu casusluk davasından beraat etti ve tahliye edildi. Böylece tutukluluğun hak ihlali olması nedeniyle yaptırım uygulama kararı alan AB’ye “bakın işte bu suçtan beraat ettirdik” denilmiş oldu. Daha önce beraat ettiği ve bozulan davadan ise ağırlaştırılmış müebbet cezası aldı. Mücella Yapıcı, Tayfun Kahraman, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Mine Özerden, Can Atalay, Yiğit Ali Emekçi daha önce iki kez Gezi’den beraat ettikleri aynı davadan 18’er yıl hapis aldılar ve tutuklandılar. Beraat verilen son dava “Çarşı ve Casusluk dosyaları, Gezi ile birlikte ele alınmalıydı” gerekçesiyle bozulmuş ve dosyalar birleştirilmişti. Sonra Çarşı davası yeniden ayrılmıştı. Elde kalan dava bir önceki Gezi dosyasının aynısıydı, yani daha önce beraat verilen dosyanın aynısından şimdi ağırlaştırılmış müebbet ve 18’er yıl hapis çıkarılmış oldu.

Gazeteci Eren Çaylan’ın altını çizdiği bu davadaki absürtlüğü pekiştiren olgulardan biri de hakimlerden Murat Bircan’ın eski AKP Samsun milletvekili adayı olduğunun ve avukat olarak görev yaparken yaş sınırına bir sene kala, 2019’da hakim olarak atandığının ortaya çıkmasıydı.

Davadaki başka bir dikkat çeken nokta kararın 3 kişilik mahkeme heyetinden 2 üyenin oyu ile alınmış olmasıydı. Karara karşı çıkan hakim Kürşad Bektaş’ın karşı oy yazısında dosyada dinleme kayıtlarından başka delil olmadığı, dinleme kayıtlarının ise hukuka aykırı olarak alındığı belirtildi. Dinleme kayıtlarının hukuki kabul edilmesi halinde dahi bu kayıtları destekleyen hiçbir somut delil bulunmadığına dikkat çeken hakim Bektaş, “Sanıkların üzerlerine atılı suçlardan cezalandırılmalarına yeter her türlü kuşkudan uzak, somut, kesin ve inandırıcı başkaca delil de bulunmadığından beraati, tutuklu sanık Osman Kavala’nın tahliyesi ile diğer sanıkların tutuklanmaması gerektiği görüşündeyim” ifadelerini kullandı.

Bu kadar çelişkilerle dolu, bu kadar absürt (ve ileride hukuki açıdan farklı bir yöne evrilmesi çok muhtemel) ağır bir kararın verilmesine neden ihtiyaç duyuldu? Bunun en önemli sebeplerinden birinin ekonomik krizden dolayı epey zayıflayan iktidarın bu davayı her türlü hak arayışına karşı bir göz dağı olarak kullanmak istemesi olduğu söylenebilir. Yaklaşan 2023 seçimleri öncesi baskı ve şiddet koşullarının ağırlaştırıldığı zaten gözleniyordu. Bu kararla toplumsal muhalefete sert bir mesaj verilmiş oldu. Yine bu tür hamlelerin halkta umutsuzluğu ve bu iktidarın gitmeyeceği yönündeki inancı körükleme işlevi gördüğü de biliniyor.

Öte yandan toplumsal muhalefetin davayı yeterince takip etmediği, toplumsal aktivizmin zayıf kaldığı görüldü. Karar duruşması gününde de yeterince büyük bir kalabalığın toplanmadığı gözlendi. Karar sonrasında birçok kurum ve çevreden protesto açıklamaları yapıldı. Duruşmayı takip eden sivil toplum kuruluşları ve siyasetçiler karara tepki gösterdiler. Taksim Dayanışması ise sosyal medyada Çağlayan Adliyesi önünde nöbet çağrısı yaptı. Karar önümüzdeki dönemde toplumsal hareketlenmeye neden olabilir mi?

Gezi davası konusu yüksek siyasette de tepkilere yol açtı. Kılıçdaroğlu, Akşener, Abdullah Gül, dava ilk açıldığında davacı konumunda olan Babacan ile Davutoğlu muhtelif açıklamalar yaptılar. Ancak bu tepkiler çeşitli demeçlerden ibaretti ve muhalefetin alışışmış “seçimde nasıl olsa gidecekler, az kaldı sabredin” çizgisini aşan bir nitelikte değildi.

“Gezi’nin meşru talepleri bugün 2013’e kıyasla çok daha geçerli. İktidarın Gezi korkusu, toplumdaki Gezi ruhu varlığını korurken alınan bu kararlar sekiz sanık nezdinde tüm topluma karşı okunmuş bir tehdit ve suskunluk çağrısı niteliğindedir. Ne var ki bu çağrıyı yapanlar zannedildiği kadar güçlü, değişim ise düşünüldüğü kadar uzak olmayabilir; umudun kaynağı daima ekonomik, siyasal ve medeni hakları için mücadele edenlerdir.”

Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) kapatılması davası

Gezi davası gibi kararın siyasi koşul ve amaçlara göre verileceğini öngörebileceğimiz başka bir dava da HDP’nin kapatılması davası. Kararın seçimlerden önce verilmesi kuvvetle muhtemel görünüyor.

HDP’nin kapatılması istemiyle 7 Haziran 2021 tarihinde Yargıtay Başsavcılığınca hazırlanan iddianame, Anayasa Mahkemesi (AYM) tarafından 21 Haziran 2021’de kabul edilmişti. İddianamede HDP’nin kapatılması isteminin yanı sıra 451 parti yöneticisi veya üyesi hakkında siyasi yasak isteniyor. HDP Hukuk Komisyonu, kapatma davasına karşı hazırladığı esas hakkındaki savunmayı 19 Nisan’da AYM’ye teslim etti. HDP savunmasında, iddianamede yer alan suçlamaları tek tek yanıtladı. Anayasa’nın 69’uncu maddesinde bir siyasi parti hakkında kapatma kararı verilebilmesi için Anayasanın 68. maddesinin dördüncü fıkrasına aykırı fiillerin merkez organları tarafından “yoğun bir şekilde” ve “kararlılık içinde” gerçekleştirilmiş olması gerektiği belirtiliyor. Savunmada, “Oysaki iddianamede HDP merkez organlarının hiçbirinin Anayasa’nın 68. maddesinin 4’üncü fıkrasına aykırı bir fiil gerçekleştirdiklerine dair iddia bulunmamaktadır. HDP açısından 69. maddenin altıncı fıkrasında belirtilen ‘odak olma’ halinin ne şekilde gerçekleştiği izah edil(e)memiştir” deniliyor.

Seçim gündemi ve yüksek siyaset

Gezi davası kararıyla ve yaşanan diğer gelişmelerle seçime nasıl bir ortamda gidileceğinin görüldüğünü söyleyebiliriz. İktidarın korku, şiddet ve baskı ortamı yaratma yoluyla toplumsal gerginliği yükseltmeye ve kitleleri sindirmeye dönük hamlelerle ilerleyeceği görülüyor. İktidarın son hamlelerinden biri, olası Cumhurbaşkanı adaylarından Ekrem İmamoğlu’nu hedef almak oldu. YSK üyelerine hakaret ettiği iddiasıyla hakkında dava açılan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’yla ilgili savcılık dört yıl bir ay hapis cezası istedi. Eski İstanbul Barosu Başkanı hukukçu Turgut Kazan bu konuya şöyle bir yaklaşım getirdi: “Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı için Millet İttifakı içinde en şanslı isimlerden birinin İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu olduğunu görüyor. Aday gösterilme olasılığı ortak masada duruyor. Onu, bertaraf etmek istiyor”.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun altılı masaya sunmak üzere “tek adaylı ve sekiz seçenekli taslak” hazırladığı haberleriyle birlikte altılı masada üçüncü ittifak tartışmaları baş gösterdi. Babacan’ın bu oluşumun içinde olmadıklarını belirtmesinin ardından DEVA Partisi’nin genel seçime tek başına gireceği, cumhurbaşkanlığı seçiminde de ortak adaya destek vereceği açıklaması geldi. Bu tavrın dışında DEVA Partisi’nin gösterdiği birkaç farklı tutumla altılı bloktan ayrıştığını söyleyebiliriz. Ana dilde eğitime parti programında yer vermiş olan DEVA partisinin Kürt seçmene yönelik mesajları devam ediyor. 21 Nisan’da Diyarbakır’da konuşan Babacan “eşit vatandaşlığa” vurgu yaptı. Babacan 24 Nisan mesajında da “Geçmişte yaşanan acıların faili biz değiliz” dedi.

Henüz Cumhurbaşkanı adayını belirlemeyen muhalefet bloğunda kafa karışıklığı ve belirsizlik gözlenirken, pasif muhalefet eğilimi varlığını koruyor. Elektrik faturası ödememe eylemi nedeniyle elektriği kesilen Kılıçdaroğlu’nun gaz lambası ışığındaki basın toplantısı dikkat çekiciydi. Zira başından beri Kılıçdaroğlu elektrik faturası ödememe eyleminde insanları bir tür sivil itaatsizlik eylemine davet etmek yerine “dikkat çekmeyi” tercih etmişti.

Irak operasyonunun iç politikadaki yansımaları

CHP, son Suriye tezkeresine hayır oyu vererek herkesi şaşırtmıştı. CHP ve muhalefetin, iktidarın “Pençe Kilit” adını verdiği Kürt güçlerine karşı Irak topraklarında KDP ile işbirliği halinde gerçekleştirilen operasyon konusunda ise bilindik devletçi refleksini sürdürdüğü görüldü. Kılıçdaroğlu’nun, operasyonla ilgili “Allah bu mübarek ayda, Mehmetçiğimizin ayağına taş değdirmesin” mesajına ise HDP’den tepki geldi: “Sizin Kürt sorununa çözümünüz bu mu?” Türkiye’deki farklı Kürt çevrelerinden operasyona karşı tepkiler dile getirildi. Ahmet Türk, Saldırılara karşı Kürtlerin sessiz kalmaması gerektiğini vurguladı.

Ermeni soykırımı meselesi ve Garo Paylan’a tepkiler

22 Nisan’da HDP’li Garo Paylan, Ermeni Soykırımı’nın tanınması için kanun teklifi verdi. Paylan açıklamasında “Ermeni Soykırımı bu topraklarda gerçekleşti ve adaleti ancak bu topraklarda, Türkiye’de sağlanabilir” dedi. Garo Paylan’ın daha önceki yıllarda da yaptığı bu sembolik eyleminin toplumsal karşılığının olup olmadığı başka bir tartışma konusu olmakla birlikte bu kanun teklifine ilk tepki Millet İttifakı içinden geldi.  İYİ Parti lideri Akşener’in, HDP’li Garo Paylan’ın “Ermeni Soykırımı tanınsın” teklifini ‘hadsizlik’ olarak nitelendirmesi sonrasında Paylan yoğun tepkiler aldı. AKP’li Çelik’ten Paylan hakkında gereken hukuki takibatı yapacağız açıklaması geldi. Paylan yedi yıldır aynı teklifi verdiğini belirterek “hiçbir zaman bu şekilde bir linçle karşılaşmadığını” vurguladı. Öte yandan, Ermeni Soykırımı’na dair paylaşım yapan CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu hakkında “Türkiye Cumhuriyeti devletinin manevi şahsiyetini aşağıladığı” gerekçesiyle soruşturma başlatıldı.

Toplumsal cinsiyet gündemi

Ülkede kadın cinayetleri ve kadın haklarına yönelik saldırılar gündem olmaya devam etti:

  • İzmit’te, evinin yatak odasında ölü bulunan Beyzanur Fidan’ın (22) intihar ettiğini iddia eden 3 aylık eşi Ömer Fidan’ın (27) “eşini kasten öldürmek” suçundan yargılandığı davada aile Fidan’ın intihar etmediğini, öldürüldüğünü iddia etti.
  • Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’na kapatma davası açıldı.
  • İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi, “2021 Yılı Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi İnsan Hakları İhlalleri Raporu”nu açıkladı. Rapora göre bölgede geçen yıl 101 kadın, şiddet sonucu ya da şüpheli şekilde hayatını kaybetti.
  • Tecavüze uğradığı için eşi tarafından katledilen Fatma Altınmakas’ın davası görüldü. Davada Fatma’nın öldürüleceği bilgisini yengesiyle paylaştığı ortaya çıkarken dava 7 Temmuz’a ertelendi.
  • Akdeniz Üniversitesi’nde basın açıklaması ve Feminist Gece Yürüyüşü’ne katılan 12 öğrencinin bursu, KYK mevzuatı gerekçe gösterilerek kesildi.

Kadına yönelik şiddetin arttığı bir siyasi ortamda Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi skandal bir gelişmeydi. 28 Nisan günü Ankara’da Danıştay 10. Dairesi’nde sözleşmenin iptali ve yürütmenin durdurulması talebiyle açılan on davanın duruşması görülecek. Eşitlik İçin Kadın Platformu’nun tüm kadın ve LGBTİ+ örgütlerine ve sivil toplum örgütlerine katılım çağrısı yaptığı bu davanın takip edilmesi gerekiyor.

Hak ihlalleri / mücadeleleri

Geçtiğimiz dönemde başta Kürtler olmak üzere toplumsal kesimlere yönelik hak ihlallerinin çok önemli boyutlara vardığı görülüyor:

  • Batman Adliyesi’nde bir tutukluya yönelik polis şiddetine karşı çıkan Avukat Orhan Alphan polis şiddetine maruz kaldı.
  • Kürtçe tiyatro oyunu gösteriminin yasaklanmasına karşı açılan davada mahkeme, “ret” kararı verdi. Mahkeme gerekçesinde, “devletin devamlılığı” vurgusunda bulundu.
  • Kobanê soruşturması kapsamında hakkında gözaltı kararı verilen 91 kişinin mal varlığına tedbir konuldu.
  • Dedeoğulları ailesinin maruz kaldığı 12 Mayıs 2021’de Konya’daki ırkçı saldırı hakkında görülen davada, iki dosyanın birleştirilmesi ve faillerin tutuklanmaları yönündeki talepler reddedildi. Davada, Ankara kriminalde olduğu söylenen iki dakikalık görüntü silinmiş; Fail Mehmet Altun’un Almanya bağlantısı ortaya çıkmış; katliam anında evin önünden geçen araç hurdaya çıkarılmış; ve polislerin Dedeoğlulları’nın faillerinin tarlasında çalıştıkları ortaya çıkarılmış.
  • Şenyaşar ailesinin Suruç’ta katledilmesi dosyasında ise şu gelişmeler yaşandı: AKP’li Yıldız’ın abisi ve 4 kişi tutuklandı; AKP’li İbrahim Halil Yıldız’ın ağabeyi Celal Yıldız, mahkeme ifadesinde yöneltilen suçlamaları kabul etmeyerek, “suçsuz” olduğunu ileri sürdü. Olayın yaşandığı esnada hastanede olmadığını ileri süren Yıldız, hastanede dönemin Suruç İlçe Emniyet Müdürü ile birlikte hareket ettiğini söyledi. Daha sonra Urfa Valisi Abdullah Erin ile birlikte kaldığını belirten Yıldız, valiyi “suçsuz olduğuna” dair tanık olarak gösterdi.

Şenyaşar ailesinin “Adalet Sofrası”na misafir olan Rosa Kadın Derneği ve HDP Antep İl Örgütü ailenin taleplerinin bir an önce karşılanması için çağrı yaptı.

  • AİHM’in verdiği ihlal kararı nedeniyle HDP’li Meral Danış Beştaş hakkında süren davanın düşürülmesi talebi reddedildi.
  • AİHM’in dokunulmazlığın kaldırılmasında verdiği ihlal kararına rağmen HDP Milletvekili Feleknas Uca hakkında açılan davanın düşürülmesi talebi reddedildi.
  • KHK ile ihraç edilen şehir plancısı Veysi Altıntaş’ın iş akdi İBB tarafından feshedildi. Altıntaş uygulamanın hukuksuz olduğunu söylerken çok sayıda akademisyen Altıntaş’a destek oldu.
  • İşkenceyle gündeme gelen ve 3 kişinin tutuklandığı Timoq Köyü’nde 25 gün sonra köye giriş ve çıkış yasağı kaldırıldı.
  • Timoq’da Ormanlık alanda saatlerce işkence, ev hapsi ve doğa talanı yapıldığı ortaya çıktı.
  • Demans teşhisi konulan mahpus siyasetçi Aysel Tuğluk’un derhal serbest bırakılması çağrısı yapan 54 ülkeden on binlerce kadın, “Hapishane koşulları hastalığın hızını arttırıyor” diye

Yüksek yargı kararları

Yüksek yargı mahkemeleri bu dönemde bazı önemli kararları açıkladı. Kararların bazılarının hukuk normları çerçevesinde yer aldığı gözlemleniyor. Örneğin, İstanbul Havalimanı’nın yapımı sırasında iş cinayetlerinde ölen işçiler için afiş asan sendikanın genel başkanına verilen para cezası AYM tarafından bozuldu. Eski BDP ve HDP milletvekili Hasip Kaplan’ın 2011’de, dönemin başbakanı olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “CHP, MHP, BDP ruh üçüzüdür” sözlerine verdiği yanıt ile ilgili davada AYM oy çokluğu ile Kaplan’ın ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine ve 20 bin lira tazminat ödenmesine hükmetti. Ankara Bölge Mahkemesi, Selahattin Demirtaş’a, dönemin Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Yüksel Kocaman’ı hedef gösterdiği gerekçesiyle verilen 2 yıl 6 ay hapis cezası kararını bozdu.

Bu süreçte iki önemli karar da uzun süredir hakkında iktidar yanlısı kararlar verdiği şeklinde bir kanaat oluşan Danıştay’dan geldi. Danıştay 8. Daire, zeytinlik alanlarda maden faaliyeti yürütülebilmesine olanak sağlayan Maden Yönetmeliği hükmünün yürütmesini durdurdu. Yazım aşamasında olan karar, düzenlemenin Zeytincilik Kanunu olarak bilinen, 3573 sayılı kanuna aykırı hükümler içerdiği gerekçesiyle alındı. Danıştay, Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile ihraç edilen ardından da öğrenciliği sonlandırılan Barış Akademisyeni Özer Yersüren’ı haklı buldu. Danıştay, eğitim hakkının dokunulmazlığına işaret ederek hakkında kesinleşmiş mahkeme kararı olmadan kimsenin öğrencilik haklarından yoksun bırakılamayacağını belirtti.

Öte yandan AYM’nin iki önemli konuda ise hukuki normlardan ziyade “devlet refleksiyle” kararlar vermesi dikkat çekti. Kürtlerin çocuklarına “w” harfi bulunan bir isim koymasının yasaklanmasında bir ihlal bulmadı. Abdullah Yılmaz’ın çocuğuna ‘Ciwan’ ismi verilmesine nüfus müdürlüğünün izin vermemesi üzerine yaptığı başvuruyu değerlendiren AYM, “Kürt olduğu için ayrımcılık yok” iddiasında bulundu.

Öte yandan, AYM Başkanı Zühtü Arslan, Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) 60’ıncı kuruluş yıldönümü töreni açılış konuşmasında önemli vurgularda bulundu. Aslan, mahkemelerin temel görevinin adaleti korumak olduğunu söyledi. Kuvvetler ayrılığının olmadığı yerde anayasadan bahsetmenin mümkün olmadığını kaydeden Arslan, bireysel başvurunun Türkiye anayasa yargısında dönüm noktası olduğunu belirtti.

Pandemi bitti mi?

Kapalı mekanlarda maske zorunluğunun toplu taşıma ve hastaneler haricinde kaldırılmasıyla pandeminin bittiği fiilen ilan edildi. Türk Tabipleri Birliği Pandemi Çalışma Grubu’nun imzasıyla yapılan açıklamada ise “Sağlık Bakanlığı’na ve Bilim Kurulu’na salgının bitmediğini ve devam ettiğini tekrar hatırlatıyoruz” denildi. TTB, “Maske, temizlik ve mesafe gibi kişisel koruyucu önlemler devam etmeli. Havalandırma ve kapalı ortamlarda fazla kalınmaması gibi birçok tedbiri günlük yaşamımızdan bir süre daha çıkarmamamız gerekiyor” değerlendirmesini yaptı. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), dünyada vaka sayısındaki bir aylık düşüşünün ardından 7-13 Mart arasında haftalık vaka sayısının küresel çapta yüzde 8 arttığını açıkladı. Türk Toraks Derneği de “testler, aşılar ve maskeye devam edilmeli” açıklamasında bulundu.

Ekonomi

150 milyar TL’lik kredi paketi

“Erken seçim mi geliyor?” tartışmaları sürerken iktidar 100 milyar lirası ihracatçılara, 50 milyar lirası ise turizmcilere tahsis edilmek üzere 150 milyar TL’lik bir kredi paketi açıkladı. Basına yansıyan haberlere göre krediler öncelikle “ithal ikamesine dönük yatırım yapacak ve döviz gelir taahhüdü bulunan yatırımlara aktarılacak. Yerli makine yatırımları önceliklendirilecek”. Yeni kredi paketinde üzerinde durulması gereken nokta nasıl fonlanacağı. Resmi açıklamada 150 milyarlık kredinin Merkez Bankası (MB) tarafından fonlanacağı bildirildi; yani kredi açıktan para basılarak, bir başka deyişle enflasyon yaratılarak fonlanacak.

Merkez Bankası politika faizini değiştirmedi

Merkez Bankası Para Politikası Kurulu, faizi yüzde 14 seviyesinde sabit tuttu. Bir süredir Para Politikası Kurulu (PPK) toplantılarında MB politika faizinin değiştirilmediğine tanık oluyoruz. Oysa yönetimin amacı döviz kurlarında hızlı bir yükselişi göze alma pahasına kredi faizlerini düşürerek ekonomiyi canlandırmak, bunun için de MB politika faizini giderek aşağı çekmekti. MB politika faizinin daha fazla düşürülememesi, büyük olasılıkla özellikle Amerikan Merkez Bankası FED’in faiz artırımına başladığı ve enflasyonun üç haneye yaklaştığı bir konjonktürde döviz kurlarını bu seviyede tutma kaygısından kaynaklanıyor.

Turizmcilerin döviz gelirinin yüzde 40’ı MB’ye gidecek

Merkez Bankası’nın hizmet ihracatı gelirleri için aldığı yeni karara göre, turizm başta olmak üzere hizmet ihracatından sağlanan gelirin bankalara döviz olarak satılması durumunda dövizin yüzde 40’ı Merkez Bankası’na gidecek. Söz konusu kararın, MB’nin eriyen, hatta eksiye düşen  döviz rezervlerini yeniden oluşturma amacı taşıdığı söylenebilir.

Döviz sözleşmelerinde ödemeler TL ile yapılacak

Hazine ve Maliye Bakanlığı, Türkiye’de yerleşik vatandaşların kendi aralarında yaptıkları döviz sözleşmelerinde ödemelerin TL ile yapılmasını zorunlu kılan bir mevzuat değişikliği yaptı. Değişikliğin dövize olan talebi, dolayısıyla dolarizasyonu azaltma amacı taşıdığı tahmin ediliyor. Piyasalarda mevzuat değişikliğinin olumsuz sonuçlar doğuracağı konuşuluyor. Türkiye’de birçok sektörde kullanılan girdilerin ithal edildiği düşünülürse, alış satış işlemlerinin TL üzerinden yapılması kur riski oluşturabilir.

Ziraat Bankası’nın Almanya’daki iştirakine temsilci atandı

Almanya Bankacılık Denetleme Kurumu (Bafin), “kara parayla mücadele kanununun ihlal edilmemesi” için Ziraat Bankası’nın yurt dışı iştiraki Ziraat Bank International AG’ye temsilci atadı. İlgili kurumun daha önce Ziraat Bank International AG’ye kara parayla mücadele çerçevesinde talimat verdiği, bu talimata uyulmaması üzerine bu kararı aldığı bildirildi.

DIŞ POLİTİKA

Ukrayna savaşı giderek “vekalet” savaşına dönüşürken

Ukrayna savaşı her ne kadar Rusya ile Ukrayna ordusu arasında Ukrayna topraklarında gerçekleşen bir savaş olsa da bir süredir bu savaşın bir “vekalet” savaşına dönüşmekte olduğu vurgulanıyordu. Bu dönemde ABD-NATO’nun Ukrayna’ya ağır silah sevkiyatı konusundaki kararlılığı ve geleceğe dönük planlamaları, savaşın bu niteliğini belirgin şekilde açığa çıkardı. Birleşik Devletler-NATO hedeflerinin savaşı uzun vadeye yaymak ve Rusya’yı askeri-ekonomik olarak zayıf bir duruma geriletmekle sınırlı olmadığını, Ukrayna’nın savaşı kazanması için bütün imkanlarını seferber edeceklerini ortaya koydular.

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken ve Savunma Bakanı Lloyd Austin’in Kiev’e doğru yola çıktıkları gün Dışişleri sözcüsü Ned Price Kiev’in savaşı kazanma olasılığının arttığını belirtti. Price, bunun şaşırtıcı olmadığını, “ABD ve dünyanın dört bir yanından 30 ülkenin muazzam bir güvenlik yardımı sağladığını” söyledi. “Rusya stratejik bir yenilgi alacak, ne zaman olursa olsun, bundan eminiz” dedi.

Bir diğer kritik gelişme, ABD öncülüğünde Almanya’daki Ramstein Hava Üssü’nde 40 ülkenin savunma bakanlarının katıldığı, Ukrayna’ya ağır silah tedarikinin masaya yatırıldığı toplantıydı. Toplantıda Almanya Savunma Bakanı Christine Lambrecht, Alman Hükümeti’nin Gepard uçaksavar tanklarının Ukrayna’ya teslimatı için onay verdiğini duyurdu. Ayrıca Almanya’nın topraklarında Ukrayna askerlerine topçu sistemler konusunda eğitim vermek için ABD ile birlikte çalıştığını açıkladı.

ABD ise Ukrayna’ya yönelik askeri ve ekonomik yardımını artırıyor. Başkan Joe Biden, Ukrayna’ya 800 milyon doları savunma, 500 milyon doları ekonomi alanında olmak üzere 1,3 milyar dolarlık ek yardım sağlayacaklarını duyurdu. Bu yardım paketinin içinde ağır silahlar, obüsler ve 144 bin cephane paketi ve insansız hava araçları (İHA) yer alıyor.

Rusya’dan nükleer savaş ve meşru hedef açıklaması

NATO ülkelerinin Ukrayna’ya silah sevkiyatı devam ederken Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Sergey Ryabkov bir açıklama yaparak Ukrayna topraklarında silah taşıyan ABD ve NATO araçlarını “meşru askeri hedefler” olarak gördüklerini söyledi.

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ise Ukrayna hükümetine açık silah desteği veren Batı ülkelerini Ukrayna’da artan nükleer çatışma riski konusunda uyardı, bu tehlikenin “hafife alınmaması” gerektiğini belirtti. Lavrov ayrıca NATO’nun Ukrayna’ya silah tedarik ederek aslında Rusya’ya karşı vekalet savaşı yürüttüğünü savundu. Müzakereler konusunda da konuşan Lavrov, Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy’i “kameralara oynamak”la suçladı.

AGİT Rusya’yı insan hakları ihlalleriyle suçladı

Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) Ukrayna’da yaşananlarla ilgili bir soruşturma yaptı. Soruşturma raporunda Rus güçlerinin hak ihlallerine dair kanıtlar olduğu belirtildi. Bu ihlaller arasında yaşam hakkı ihlali, cinsel şiddet, yargısız infazlar, zorla göçler, sivilleri canlı kalkan olarak kullanma, gazetecilerin ve insan hakları savunucularının kaybolması gibi suçlar yer alıyor.

Türkiye Kuzey Irak’ta “Pençe Kilit” operasyonu başlattı

17 Nisan’da Milli Savunma Bakanı Akar, TSK’nin Metina, Zap ve Avaşin-Basyan bölgelerinde PKK’ye yönelik “Pençe Kilit” isimli askeri harekat başlattığını duyurdu. Ayrıca Akar operasyonla ilgili olarak “Faaliyetlerimiz dost ve kardeş Irak’ın toprak bütünlüğüne saygılı bir şekilde icra edilmektedir” deme gereği duydu.

İç politikada erken seçim tahminlerinin ağırlık kazandığı bir dönemde yeni Kuzey Irak operasyonuyla iktidarın “terörle mücadele”de büyük bir başarı kazanarak konumunu pekiştirmeyi amaçladığı söylenebilir. Nitekim operasyon sürerken Erdoğan “yakında Kandil diye bir yer kalmayacak!” açıklamasında bulundu. Diğer yandan yeni operasyonun PKK’ye ağır bir darbe vurmanın yanı sıra, yeni-Osmanlıcılık politikasını hayata geçirme, Irak ve Suriye’de nüfuzunu güçlendirme hedefinin de bir parçası olduğu öne sürülüyor. Örneğin YPG Sözcüsü Nuri Mehmûd, “Türkiye ve KDP’nin saldırılarının sadece Federe Kürdistan Bölgesi’ne yönelik olmadığını, Musul, Kerkük, Hewlêr, Rojava için de tehdit” oluşturduğunu ile sürdü.

Operasyon bölgesine yakın gazeteciler operasyonun istihbarat, özel kuvvetler ve diğer imkanlarını sunan Kürdistan Demokrat Partisi’nin (KDP) desteğiyle yapıldığını aktarıyor. KDP’nin Türkiye ile ittifakının nedenlerinden birinin, KDP’nin Irak Kürdistanı’nda YNK (Kürdistan Yurtseverler Birliği) ve diğer siyasi güçleri etkisizleştirerek tek güç haline gelmek istemesi olduğu öne sürülüyor. KDP’nin Türkiye ile açıktan, güçlü bir ittifak kurmasının bir başka nedeninin de Ukrayna savaşıyla birlikte değişen enerji jeopolitiğinde Türkiye ve Avrupa’nın enerji ihtiyacının bir bölümünü karşılayarak konumunu iyice güçlendirmesi olduğu tezi işleniyor. Irak Kürdistan bölgesi doğal gaz rezervleri açısından dünyada 6. sırada yer alıyor. Avrupa’ya olası bir doğal gaz tedariki Türkiye üzerinden yapılacak.

Bölgeden haber geçen gazeteciler Türkiye’nin “Pençe Kilit” operasyonunu askeri açından başarılı olamadığını bildiriyor. İktidar medyasının operasyonda yaşamını yitiren TSK mensupları etrafında yoğun bir milliyetçi propagandaya girişmemiş olması bu askeri başarısızlığa bağlanabilir.

“Pençe Kilit” operasyonuna tepkiler

Türkiye’nin yeni Kuzey Irak operasyonuna Irak’ta ve uluslararası alanda tepkiler geldi. Operasyon Irak Kürdistanı ve Irak’ta Süleymaniye, Bağdat, Kerkük ve Maxmur’da protesto edildi. Irak politikasında önemli bir etkisi olan Sadr Hareketi lideri Mukteda Es Sadr, Türkiye’nin sınır ötesine yönelik operasyonunun “egemenlik ihlali” olduğunu belirtti, saldırılara sessiz kalmayacaklarını söyledi. Irak merkezi hükümeti Irak’ın egemenliğini ihlal ettiği gerekçesiyle Kuzey Irak’a askeri operasyon düzenleyen Türkiye’ye sert bir nota verdi. Arap Birliği ise “Irak‘ın egemenliğinin ihlali olduğu gibi uluslararası egemenliğinin de ihlalidir” diyerek “Pençe Kilit” operasyonunu protesto etti.

Irak ordusu Şengal Merkezine girdi

Türkiye’nin “Pençe Kilit” operasyonuyla eşzamanlı olarak Irak ordusu da Şengal’e operasyon başlattı. Irak ordusunun Ezidilerin özsavunma gücü YBŞ ve YJŞ’nin kontrol ettiği bazı noktalara saldırdığı bildirildi. Irak ordusunun Şengal’e yönelik büyük bir operasyon hazırlığında olduğu öne sürülüyor. Son olarak Irak ordusunu tank ve obüslerle Şengal’in merkezine girdiği haberleri yayımlandı.

Şengal Demokratik Özerk Meclisi (MXDŞ), Irak ordusunun saldırılarına rağmen büyük bir savaş yaşanmamasının kendilerinin itidalli tutumundan kaynaklandığını öne sürdü. Şengal Özerk Meclisi, Irak Hükümeti’yle diyaloğa hazır olduklarını, sorunu Irak anayasası çerçevesinde çözmek istediklerini açıkladı. Irak ordusunun son saldırısının “Ninova’yı Türkiye Cumhuriyeti’nin bir ili yapmak isteyen Yeni Osmanlıların planı”yla paralellik gösterdiğini savundu.

Şengal, Irak ile Rojava arasında bir geçiş noktası olarak kritik bir konumda bulunuyor. Türkiye’nin PKK’nin nüfuz ettiği bir bölge olan Şengal ile Rojava’daki güçler arasındaki bağlantıyı kesmeyi amaçladığı öteden beri ileri sürülüyor.

Türkiye Rojava’ya saldırılarını artırıyor

Türkiye “Pençe Kilit” operasyonuyla birlikte Rojava’ya yönelik saldırılarını da artırdı. ANHA haber ajansına göre Türkiye Kobanê’ye hava saldırıları düzenlerken Kobanê’ye yakın bir yerde konuşlanan Suriye ordusuna bağlı askerleri de hedef aldı. Türkiye’ye ait bir SİHA Kobanê’nin güneyinde bulunan Êdiq-Textik karayolunda bir araca hava saldırısı düzenledi. Ayrıca yine Türkiye’nin ve desteklediği grupların Til Temir’in Asuri köyü Til Tewil ve Til Demşic’i yoğun biçimde bombaladığı bildirildi.

Türkiye’nin gerek Kuzey Irak operasyonunu gerekse Rojava’ya saldırılarını artırmasını, Ukrayna savaşıyla birlikte uluslararası planda, özellikle Batı’nın gözünde yeniden önemli bir aktör konumuna yükselmesine bağlamak gerçekçi görünüyor. Türkiye’nin Ukrayna’ya askeri donanım göndermesi, Karadeniz’de önemli bir askeri güç olması ve Ukrayna-Rusya arasında arabuluculuk için uygun bir konumda bulunması iktidar açısından bir fırsat yaratmış görünüyor. İktidar da bu fırsatı kullanıyor. Rojava Halk Savunma Birlikleri (YPG) Sözcüsü Nûrî Mehmûd Ukrayna savaşının “Kürt halk devrimini yok etmek ve Kuzey ve Doğu Suriye’de demokrasiyi ilerletme hedeflerini yok etmek için fırsat yarattığını” dile getiriyor.

Fransa seçimleri

Fransa’da cumhurbaşkanlığı seçimlerinin 2. turu yapıldı. 1. turda Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron yüzde 27,85; aşarı sağcı Marine Le Pen ise yüzde 23,15 oy almışlardı. İkinci turda Macron yüzde 58,80 oy oranıyla yeniden cumhurbaşkanı seçilirken Le Pen yüzde 41,20 oranında oy aldı.

Seçimle ilgili bazı olgulara değinecek olursak, 2. turda seçime katılmayanların oranı yüzde 28,2 oldu. Bu, 1969’da seçimlerin 2. turundaki yüzde 31.15’lik orandan sonraki en yüksek seçime katılmama oranı. İkinci önemli olgu, Marine le Pen’in 2017’deki seçimlerde yüzde 33,9 olan oyunu 8 puana yakın artırmış olması. Böylece Fransa’da aşırı sağ en yüksek oy oranına ulaşmış oldu. Fransa’da aşırı sağın yükselişinin durdurulamamasının Macron’un neoliberal politikalarına karşı oluşan toplumsal tepkiden ve ekonomik yoksullaşma içinde göçmen sorununun aşırı sağ tarafından ustaca kullanılmasından kaynaklandığı söylenebilir.

Seçimlerle ilgili üçüncü önemli olgu ise ilk turda yaklaşık yüzde 22 oy alan solcu aday Mélenchon’un seçmenlerinin 2. turdaki tutumu oldu.  Mélenchon 2. turda Macron’u destekleme çağrısı yapmamıştı. Yapılan bir araştırmaya göre, bu seçmenlerin yüzde 38’i ikinci turda Emmanuel Macron’a oy verdi; yüzde 44’ü çekimser kaldı, boş veya geçersiz oy kullandı. Mélenchon’un Le Pen karşıtı tutumuna karşın, seçmenlerinin yüzde 17’sinin ise oylarını Le Pen’e verdiği söyleniyor.