“Aydoooooos!” denince kulağıma ilk Muharrem Ertaş’ın sesi gelir. Bir insandan değil de, yırtıcı bir kuştan çıkabileceğini düşündüğüm o insanüstü ses.. Ya da insanlardan ümidini kesmiş, yüksekte uçan kuşa derdini anlatmaya, avazını duyurmaya çalışan bir garip.. Muharrem Ertaş’ın, bozlaklar için, “gökkubbeye atılan çığlıktır” demesi boşa olmamalı.

Neden “ay dost” değil de “aydos”? Yıllarca buna anlam veremedim. Eminim, “aydos”la başlayan bozlakları her dinleyişinde benim gibi hissedenler olmuştur. Benim merakımı ilk gideren Irene Melikoff oldu. Şöyle diyordu bir yerde;[1] “Latincesi ‘aidos’tur ve bozlaklarda geçen ‘aydos’ nidası buradan gelmektedir; ‘sevgili ozan’ demektir.” Sonra başka yerde;[2] “… ‘aydos’ kelimesinin Türkçe kökenli bir kelimeye benzemediğini, Helen dilinde ‘kartal’ manasına gelen ‘aetos’ kelimesine benzediğini” okudum..

Ulaştığım iki bilgi de müthiş heyecanlandırdı beni! Her şeyden önce, Muharrem Ertaş’ın neden yırtıcı bir kuş gibi, bir kartal gibi avaz avaz haykırdığını, neden Neşet Ertaş’ın “havalandırmak” lâfını bu kadar çok kullandığını kavradım -ya da öyle olduğuna inanmak istedim: Helen dilindeki ‘aetos’ (kartal)la bir ilişkisi olmalıydı tüm bunların. Mesela “aydooooooos!” diyerek, çok yükseklerde uçan kartala sesleniyor olamaz mıydı Muharrem Ertaş? “Ey kartal, çığlığımı duymuyor sevgili, al sen götür sesimi, derdimi sen anlat.” diyordu belki. Ya da “aydooooos”la başlayarak, Dadaloğlu’nun; “Hakkımızda devlet etmiş fermanı / ferman padişahın, dağlar bizimdir.” sözünü, saraylarda, Kaf Dağı’nın tepesinde yaşayan muktedirlere iletmesini istiyordu.

Belki adını Yunanca aetos (kartal)’dan alan yüksek tepelere, dağlara[3]sesleniyordu bozlayan kişi: “Ey yüksek dağlar! Dermanım yok ki sevgiliye ulaşayım.. Alın, tutun sesimi, yankılansın göğsünüzde, yâre ulaşsın..”

Belki de kartallarla, yüksek dağlarla bir alıp veremediği yoktur “aydoooos!” diye bozlayan âşığın: Yunanca ‘aidos’tan yola çıkmış, “sevgili ozan” diyerek bu topraklardan yüzyıllar boyunca gelip geçmiş tüm ozanlara, Homeros’a, Sappho’ya seslenmekte; “Derdimi anlarsan bir tek sen anlarsın.” demektedir belki de. Kimbilir..

Kelimeleri, ne zaman, nasıl söylendiklerini, bu günlere kimler tarafından, nasıl getirildiklerini aramak, bulmak güzel şey. Şarkılar, türküler, masallar bambaşka duyuluyor, bambaşka anlamlara bürünüyor o zaman.

Kardeş Türküler projesi bana hiçbir şey öğretmediyse en azından merak etmeyi öğretti. Nasıl bir coğrafyada büyüdüğümüzü; kimlerden nasıl büyük bir hazine kaldığını; insan, doğa, kültür düşmanları yok etmek için ne kadar uğraşırsa uğraşsın, insan, sokak ve şehir isimlerinin, şiirlerin, şarkıların, türkülerin, masalların nesilden nesile bir su yolu bulup aktığını öğretti. Yaşanmışın, üretilmişin, paylaşılmışın saklanamayacağını, yok edilemeyeceğini, vakti geldiğinde tekrar yeşerivereceğini öğretti.

Bastırılmış, susturulmuş çığlıklar bir kez daha havalansın gökyüzüne: “Aydos!”

[1] http://www.kardesturkuler.com/paylasim/21temmuz2007.htm

[2] Çankırı Küçükyakalı Köyü sitesinden; http://www.kucukyakali.org/IcerikGetir/914.aspx

[3] İlk aklıma gelen, İstanbul’un semtlerinden Kartal.. Kartal’da bulunan Aydos Tepesi, İstanbul’un en yüksek bölgesi. Adını 7. yy’da Romalıların tepeye kurduğu kaleden almış. Benim bildiğim bir Aydos dağı da, memleketim Ereğli ile Mersin ve Niğde arasındadır. Tabii ki çocukken “kartal” manâsına geldiğini bilmezdim (tıpkı Toros’un Latince Taurus’tan geldiğini ve “boğa” demek olduğunu çok sonraları öğrenmem gibi.