Salgın; insanın sosyal, kişisel ve cinsiyet farklılıklarını ortadan kaldırdı. Shakespeare insanın benzersiz ve ortadan kaldırılamaz farkını vurgulayarak yanıt verdi. Eserleri anlatısal birer aşıdır.((Oxford Üniversitesi Shakespeare Araştırmaları Profesörü Emma Smith’in, COVID-19 salgını sonrası kaleme aldığı “Salgınla Yaşamak Konusunda Shakespeare’in Bize Öğrettikleri” adlı bu yazı, The New York Times’ın internet sitesinde 28 Mart 2020 tarihinde “What Shakespeare Teaches Us About Living With Pandemics” başlığıyla yayımlanmıştır.))

OXFORD, İngiltere – Twitter yüzümüze vurmaya devam ediyor: William Shakespeare veba sebebiyle karantinadayken Kral Lear’ı yazmıştı.

Tabii onun bir bakıma avantajı vardı: Veba, Shakespeare’in hayatına damgasını vurdu. 1564’te, Stratford-upon-Avon’da bulunan Holy Trinity Kilisesi’nde vaftiz edilmesinden haftalar sonra, kilisenin kayıt defterine “Hic incepit pestis” [Hastalık burada başladı.] kaydı girildi. Kasabadaki ölüm oranları veba başlamadan önceki seneye kıyasla dört katına çıktı. Kasabanın eldivencisinin oğlu olan Shakespeare, bu vebadan ve daha pek çok salgından kurtulmayı başardı. Eserlerinin büyük kısmını, izolasyon halinde değilse bile bilinen bir tedavisi olmayan yüksek seviyede bulaşıcı bir hastalığın gölgesinde yazdı.

1592-1593 senelerinde tiyatrolar salgın sebebiyle kapatıldığında çaylak oyun yazarı en başarılı anlatı şiirleri olan Venüs ile Adonis (Tanrıça Venüs’ün kendisini, ona ilgi duymayan Adonis’in kollarına atmasını konu alan güzel bir erotik temalı eser) ve Lucretia’nın Kaçırılışı (cinsel saldırı konusunda rahatsız edici röntgenci bir şiir) adlı eserlerini yazdı.

Yine 1603-1604 senelerinde veba, yeni Kral I. James’in taç giyme kutlamalarının iptal olmasına ve beş Londralıdan birisinin hastalığa yenik düşmesine sebep olduğunda, Shakespeare muhtemelen, toplumsal çürümüşlüğü konu aldığı Kısasa Kısas adlı oyununu yazıyordu.

1606 yazındaki veba salgınında, belki de Shakespeare Kral Lear adlı oyunu üzerine çalışıyordu. Nitekim bu tragedyanın ilk gösterimi aynı sene “Noel tatilinde Aziz Stefen Günü gecesinde”, Tudor ve Stuart İngiliz kraliyet ailelerinin Londra’daki esas ikametgahı olan Whitehall Sarayı’nda yapılmıştır.

 

Shakespeare’in Kral Lear’ı, kızı Regan’ı “Sen bozulmuş kanımın dışa vuran yarası, / Baş vermiş çıbanısın.”(( Ç.n. William Shakespeare, Kral Lear, çev. Özdemir Nutku, İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları, 2009.)) diyerek azarlar.
Cassel and Company, Limited, 1899/Print Collector, Getty Images

 

Buna rağmen, vebanın oyuna etkisi dolaylıdır. Vebaya dair, zamanla özgüllüğünü kaybetmiş bazı göndermeler bulunur ancak bunlar zamanında mutlaka bir ürpertiye yol açmış olmalıdır. Lear, kızı Regan ve kızının kocası Cornwall’u “intikam, veba, ölüm, kargaşa” ile lanetler ve kızını “Sen bozulmuş kanımın dışa vuran yarası((Ç.n. Kral Lear adlı oyunun İngilizce orijinal metninde bu replikler “a plague-sore or embossed carbuncle / In my corrupted blood.” şeklinde geçmektedir. Bu repliklerde yer alan “plague-sore”, vebadan ötürü oluşan yara anlamına gelmektedir ancak Özdemir Nutku’nun çevirisinde veba vurgusu çıkartılmıştır.)), / Baş vermiş çıbanısın” sözleriyle azarlar.

Bu repliklerde geçen “çıban” sözcüğüyle, vebanın çok korkulan bir belirtisi olan iltihaplı lenf bezlerine atıfta bulunulur ve bu belirti, herhangi bir ebeveynin çocuğunda meydana gelmesini istemeyeceği bir şeydir. Belki de oyunda özel olarak gençliğe yöneltilen şiddet vebanın bir alegorisidir: Veba en çok yirmili ve otuzlu yaşlardaki insanlar arasında yaygındı. 

Öyle görünüyor ki Shakespeare, büyük ölçüde, veba salgınını dolaysız bağlamının dışında bırakabildi. Veba onun eserlerinin her yerinde ve aynı zamanda hiçbir yerindedir. Kral Lear adlı oyununun ve diğer oyunlarının dilinde her yerde bulunur ancak bir yandan da neredeyse hiç yoktur.

Oyunlarındaki erkekler ve kadınlar, elbette pek çok yaratıcı biçimde ölürler. Othello adlı oyunda Desdemona yatağında boğulur. Titus Andronicus adlı oyunda tecavüzcü Chiron ve Demetrius’un boğazları kesilir ve bir hamurun içerisinde fırına verilirler. II. Richard adlı oyunda Gauntlu John, sürgündeki oğlunun yokluğu sebebiyle şiddetlenen yaşlılığından ötürü ölür. Hamlet adlı oyunda Ophelia boğulur.

Ancak Shakespeare oyunlarındaki hiç kimse vebadan ötürü ölmez. Rahibin mektubunun Kuzey İtalya’daki karantina önlemlerine takılıp ellerine ulaşmaması sebebiyle ölen Romeo ve Juliet, vebadan ötürü gerçekleşen ölümlere en fazla yaklaşan karakterlerdir.

Shakespeare, tıpkı döneminin Londra’sında geçen hiçbir oyun yazmadığı gibi toplumundaki ani ölümlerin en belirgin nedenine de doğrudan değinmedi. Belgesel gerçekçiliği Shakespeare’in tarzı değildi.

Vebanın on yedinci yüzyılın toplumunda yarattığı etkileri doğrudan bulabilmek için diğer edebi biçimlere ve yazarlara bakmamız gerekiyor. Özellikle Shakespeare’in çağdaşlarına; ateşli bir yaratıcılıkla yazılmış, vebaya dair alaycı hiciv nesirleri olan hiciv ve oyun yazarı Thomas Dekker’a ya da efendileri başka yere gitmişken karantinada kalan hizmetçilerin evdeki çılgınca enerjisini yakalayan The Alchemist [Simyacı] adlı oyunun yazarı, şair ve oyun yazarı Ben Jonson’a bakılabilir.

Shakespeare farklı bir şey yapar. Fransız eleştirmen René Girard ünlü bir makalesinde “vebanın ayırt edici özelliği, nihayetinde tüm ayırt edici biçimleri yok etmesidir” diye yazmıştır. Vebanın kurbanlarının gömülmesi için kazılan toplu mezarlar, hastalığın; insanın sosyal, cinsiyet ve kişisel farklılıklarını nasıl sildiğinin görünür bir simgesiydi.

Dekker, insanlar toplu mezara girdiğinde “Uşak ile efendi, sahtekâr ile dürüst / Aynı elbise içinde arkadaştırlar” demiştir. Veba toplumun inşa ettiği sınırlara karşı kayıtsızdı ve vebanın yırtıcı bir iştahı vardı. Binlerce karı-koca ve çocuk mezara gömüldü. Dekker bu durumu “sanki aynı yatakta uyumaya gitmişler gibi” benzetmesiyle anımsar.

Geç ortaçağ kültürünün yaygın imgesi ölümün tasviriydi. Danse macabre veya ölüm dansı olarak da bilinen bu imge, iskelet olarak kişileştirilmiş, yaşayanlar arasında muzırca hareket eden ölümü tasvir ediyordu. Ölüm görünmez olup yaşayanlarla birlikteydi; onların yatak odalarında, masalarında, sokaklarında, muhasebe ofislerinde.

Tasvir, kasvetli ve dehşet verici olsa da ölümü evcilleştirir: Ölüm bireysel özelliklerimizin günlük işlerimize giderken bizi sinsice takip etmesine yetecek kadarını önemser. Shakespeare tragedyaları bu yakınlığı paylaşır. Onun eserlerinde vebaya verilen yanıt ölümü reddetmek değil, insanların eşsiz ve silinemez farkını vurgulamaktır.

Tragedyanın paradoksu bireyi kaçınılmaz sona doğru iterken dahi onun önemini ve farklılığını vurgulamasıdır. Ölüme meydan okumaz, onu anlam ve özgüllükle yeniden donatır.

Ayrıntılı planlar, güdüler, etkileşimler ve bilinmezlikler dikkatimizi insanlara odaklar. Shakespeare’in oyunlarındaki hiç kimse hızlı ve sebebi belirsiz biçimde ölüp toplu mezara atılmaz. Aksine son sözler tam olarak işitilir, mezar yazıtları ağırbaşlı bir şekilde teslim edilir, bedenler sahneden saygıyla kaldırılır.

Shakespeare istatistiklerle -onun zamanında ölüm listeleri deniyordu- ilgilenmez. Onun kurguları, hastalığın yok edici yıkımına karşı insanın benzersizliğini koyarak salgının makro anlatısını tragedyanın mikro anlatısı olarak yeniden canlandırır. Çalışmaları hastalığı yalnızca nicel olarak anlamaya karşı kültürel bir koruyucu, anlatısal bir aşıdır.

 

Kral Lear – Üçüncü Perde Dördüncü Sahne – Royal Shakespeare Company [Shakespeare Kraliyet Kumpanyası], 2017

 

Kral Lear da bunu yapar: Bireylere kararlılıkla odaklanmak için sayıları ve ölçeği kasıtlı olarak bir yana bırakır. Lear fundalıktaki fırtınada halkının durumunu görmezden geldiğini fark ettiğinde, söz konusu olan bir İngiliz asilinin soylu davranması gerekliliğinin keşfinden ziyade, ayrım gözetmeyen vebanın paylaşılan insanlığımızı hatırlatması gerektiğinin farkına varmasıdır: 

“Çırılçıplak biçareler, her kimseniz,

Bu acımasız fırtınanın sellerine göğüs gerenler,

Başlarınızı sokacak bir damınız olmadan,

Bir deri bir kemik kalmış bedenlerinizle,

Lime lime olmuş paçavra giysilerinizle,

Nasıl koruyabiliyorsunuz kendinizi böyle havalardan?

Garip, ben bunları hiç düşünmemiştim şimdiye kadar!((Ç.n. William Shakespeare, Kral Lear, çev. Özdemir Nutku, İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları, 2009.))”

Kral’ın kendi sefaleti ilk defa diğer insanların hayatının da bir anlamı olduğunu görmesini sağlar.

Belki şu andaki sefaletimiz, Lear’a olduğu gibi, başkalarının hayatındaki anlamı görmemize yardımcı olacaktır. Belki Shakespeare gibi istatistiklere değil; şu harika, tuhaf, inatçı ve çaresiz bireye odaklanmalıyız.