Bu dönemde değerlendirmeye aldığımız gündemler şunlar oldu: Devlet Tiyatroları ve Devlet Opera-Balesi’nde gerçekleşen işten çıkarmalar, tiyatro salonlarında yaşanan değişim, İstanbul Üniversitesi’nde gerçekleşen eylemlere yönelik sanatçıların desteği ve hak ihlalleri. Değerlendirme için kaynak olarak kullanılan haber akışına buradan ulaşabilirsiniz.

Devlet Tiyatrosu ve Devlet Opera-Balesi’nde İşten Çıkarmalar

DT ve DOB bünyesinde 3 Ocak itibariyle 150 personel işten çıkarıldı. Mayıs 2019’da yayınlanan KHK ile “sözleşmeli” olarak tanımlanan sanatçıların “kadroya” alınacağı belirtilmişti. Ancak güvenlik soruşturması sonucunda bu kişilerin sözleşmeleri yenilenmedi. Sendikalardan ve sanatçılardan destek açıklamaları yapıldı. Daha sonra farklı alanlardan sanatçıların da işten çıkarıldığı ve güvenlik soruşturmasının devam edeceği verisi geldi. DT olayı yalanlayan bir açıklama yaptı ve sanatçıların bazı kriterlere uymadığı için işten çıkarıldıklarını belirtti, ancak bu kriterlerin ne olduğu açıklanmadı. İşten çıkarmalar nedeniyle birçok oyunun oynanamadığı, bazı oyunların da kadro değişimi nedeniyle sanatsal olarak oldukça sorunlu bir performansla oynandığı bilgisi veriliyor. Prova yapmadan oyunlara çıkarılan oyuncular mevcut. Fazıl Say, Selçuk Yöntem gibi bazı sanatçılar ve çeşitli sivil toplum örgütleri durumu kınayan açıklamalar yaptılar. Devlet Tiyatroları Opera ve Balesi Çalışanları Yardımlaşma Vakfı (TOBAV), Devlet Tiyatroları Sanatçıları Derneği (DETİS), Opera Solistleri Derneği (OPSOD), Tiyatro Oyuncuları Meslek Birliği (TOMEB), Kültür Emek Sen ve Opera ve Bale Vakfı (OBAV) tarafından yapılan açıklamanın bir bölümü şöyleydi: “Yekililerin vicdanları rahatlatacak çözümler üreterek sahnelerimizin bu güne kadarki verimliliğini artırarak sürdürmesinin yolunun açılacağına inancımız henüz tazedir”. STK’ların açıklamalarına bakıldığında grev benzeri radikal bir tepki örgütlemekten çok iktidarı yaptığı yanlıştan döndürmeye yönelik bir söylemin öne çıktığı söylenebilir.

Aynı dönemde Paris’te Macron’un emeklilik reformunu protesto etmek amacıyla sanatsal bir eylem örgütlendi. Emeklilik yaşını 62’den 64’e çıkaran düzenlemeye karşı, sarı yelekliler tarafından düzenlenen protestolara Paris Operası sanatçıları da katıldılar. “Garnier Opera” binasının önünde Paris Operası sanatçıları grev pankartı altında “Kuğu Gölü” balesinden bir bölüm sundular. Türkiye’de gerçekleşen işten çıkarmaların büyüklüğü düşünüldüğünde herhangi bir eylem veya istifa çağrısı olmaması dikkat çekici.

DT tarafından yapılan “sanatçıların bazı kriterlere uymaması nedeniyle işten çıkarıldıkları” açıklaması oldukça manidar. Sanatçıların işine, oldukça keyfi bir uygulama ile son verildiği görülüyor. Gezi olaylarına verdikleri destekten dolayı birçok özel tiyatronun devlet ödeneği kesilmiş, bu işlem de kriterlere uygunluk kıstasıyla açıklanmıştı. Devletin sanat kurumlarındaki tasfiyelerde de benzeri bir keyfiyetin işlediği gözleniyor. 

Devletin sanat kurumlarında güvenlik soruşturmaları ile işten çıkarmalar sürerken, iktidar tarafından güçlü bir sanatsal çıkışın ortaya konamadığını da belirtmek gerekiyor. İşten çıkarmalar hem kadro anlamında bir tür “temizlik”e gidildiğini hem de ekonomik krizin kamu kurumları üzerindeki etkisini hafifletme çabasının olduğunu gösteriyor. Mevcut stratiejinin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yakın geçmişte vurguladığı “kültür-sanatta hakimiyeti sağlama” iddiasının altını doldurma anlamında yetersiz kaldığı söylenebilir. 

Bununla beraber, yapılan yeni düzenleme ve işten çıkarmaların ardından kadroların maaşlarında kısmi bir iyileştirme yapıldığını vurgulamak gerek. Bu durum şiddetli bir direniş oluşmasının önündeki engellerden birini teşkil ediyor. Ayrıca bu işten çıkarmalar yoluyla devletin sanatçıları ve sanatı özel kurumlara devrettiğini, seyircinin ekonomik anlamda etkileşime geçemeyeceği bir sanat ortamı oluşturduğunu da belirtelim. 

Eren Aysan’ın yazısında muhalif sanatçılarda yaygın olan “geçmişe özlem” söylemi eleştiriliyor. Aysan’ın yazısında da belirtildiği üzere, üretimin geniş kitlelere nasıl yayılacağını tartışmak hem devlet tiyatrolarının hem de özel tiyatroların gündeminde olmalı.

2) Tiyatro Salonlarında Yaşanan Değişim

Geçtiğimiz yılın ortalarında TUİK tarafından sunulan raporda, tiyatro seyircisi artarken tiyatro salonlarının azaldığına yer veriliyordu. Yakın dönemde de bu durumun devamı niteliğinde bir gelişme yaşandı. DOT, bir açıklama yaparak 1 Şubat 2020 itibariyle sahnesini kapatacağını ilan etti. Açıklama metninde mekânın kapatılma sebebi, “Bu mekan işleyiş modelinin görevini ve zamanını tamamladığını düşünüyoruz.” cümlesi ile açıklanmış.

Yakın dönemde açıklanan programlara bakıldığında, “ünlü” isimlerin yer aldığı oyunların daha çok Zorlu PSM, UNIQ, Trump Sahne gibi büyük şirketler tarafından sponsorluğu üstlenilen salonlarda sahnelendiği görülüyor. İrili ufaklı bir takım sahnelerin de bu süreçte kapandığına tanık oluyoruz. Salih Usta, verdiği bir söyleşide birden fazla ekibin bir araya gelerek Kadıköy Theatron’u ayakta tuttuğunu belirtiyor. Sahnelerin varlığını sürdürebilmesi için bu türden birlikteliklerin öneminin giderek arttığı söylenebilir. Aynı söyleşide Salih Usta, seyirci sayısındaki artışın gerçek ve uzun erimli bir artış mı, yoksa ünlü isimlerin oynadığı büyük prodüksiyonlara yönelik dönemsel bir ilgi mi olduğunun belirsiz olduğunun altını çiziyor.   

Bir zamanlar dizi ve sinema sektöründe isimleri öne çıkmış olan oyuncuların dönemsel olarak tiyatroya yönelmesi de tartışılmaya devam ediyor. Yeşim Özsoy Gülan ile bir söyleşi yapan Nuray Büyükdağ durumu, spekülatif olma ihtimali barındıran bir cümle ile özetlemiş: “Artık dizi sektöründeki birkaç ünlüyü bir araya getirerek afiş hazırlayıp daha sonra oyunlar yapan organizasyon şirketleri ortaya çıktı.” Gülan bu durumu şöyle yorumluyor: “Nedenleri tartışılmakla birlikte ünlü oyuncuların tiyatrolara yönelmesini olumlu buluyorum. Yurtdışında da ünlü isimler tiyatro yapıyorlar ya da kendi tiyatrolarını kuruyorlar. Mesela Willem Dafoe, The Wooster Group’un kurucusudur. Bir garajda tiyatro yapan ve teknolojiyle post modern post dramatik yapıyı bir arada kullanan dünyada adını duyurmuş önemli bir tiyatroyu kurdu. Tiyatroya yöneldiklerinde özgün bir dille işler üreten önemli isimler var dünya örneklerinde. Türkiye’de de böyle olacaktır diye umut ediyorum.” Türkiye’de tiyatroya yönelen tanınmış isimler tarafından son yıllarda deneyselliği de barındıran ve sanatsal anlamda çığır açan çalışmalara pek rastlayamıyoruz. Bu yönelime sahip laboratuvar çalışmalarının varlığına dair bir haber de olmadığı için Gülan’ın açıklaması ancak geleceğe yönelik bir temenni olarak değerlendirilebilir. 

3) İstanbul Üniversitesi Öğrencilerinin Eylemi ve Bazı Sanatçıların Desteği

İstanbul Üniversitesi’ndeki öğrencilerin yemekhane zamlarını protesto ettikleri eylemlere bazı sanatçılardan da destek geldi. Destek veren sanatçılar arasında Genco Erkal ve Beren Saat de yer alıyordu. Bu sanatçıların televizyon-dizi sektöründen uzak olan sanatçılar olduğunun altını çizmek gerekiyor. Genco Erkal Dostlar Tiyatrosu adı altında oynadığı oyunlarla tiyatro faaliyetini sürdürürken, Beren Saat de televizyon dizilerinden uzaklaştıktan sonra dijital bir platformda yayınlanan Atiye dizisiyle yeniden gündeme gelmiş bir sanatçı. Sansür baskısının dijital platformlarda da yaşandığını görüyoruz. Fakat sanatçılar açısından, televizyon dizilerine kıyasla bu platformlarda yer almanın görece bir serbestlik sağladığını da belirtelim. Diğer yandan Beren Saat’in sansür, öğrenci eylemleri ve kadın hakları üzerine yaptığı açıklamaları, dizinin yapım şirketinin halkla ilişkiler stratejisi bağlamında da değerlendirmek mümkün. Bilindiği üzere Atiye dizisi, çekimler sırasında gerçekleşen bir işçi ölümüyle gündeme gelmiş, dizide oynayan Beren Saat ve Mehmet Günsur taziye mesajı vermişlerdi. Sinema TV Sendikası işçinin güvenlik önlemleri alınmadan sigortasız çalıştırılması nedeniyle yapım şirketi OG Medya’yı suçlayan bir açıklama yapmıştı. Oyuncular Sendikası da olayın takipçisi olacağını belirtmişti.

İstanbul Üniversitesi öğrencisi 20 yaşındaki Sibel Ünli’nin yaşadığı ekonomik sıkıntı ve toplumsal baskılar sonucu hayatına son vermesinin ardından üniversite öğrencilerine ücretsiz yemek kampanyası başlatıldı. Dorock XL, her gün 30 üniversite öğrencisine ücretsiz yemek sağlamayacağını açıkladı. Bu kampanyaya başka mekânlar da katıldı. Dorock XL adlı mekânın daha önce kadın müşterilerine yönelik darp olayıyla gündeme gelmiş olduğunu hatırlatalım.

4) Kültür-Sanat Alanında Hak İhlalleri ve Sansür

İbrahim Kaypakkaya’nın “Bütün Yazıları” adlı kitabı hakkında toplatma ve el koyma kararı çıkarıldı ve kitabı yayımladığı için Umut Yayıncılık ve Yön Matbaa yetkililerine hapis cezası verildi.

Gezi olaylarından bu yana yurt dışında bulunan Mehmet Ali Alabora’nın altı yıl sonra ilk kez Türkçe bir oyunla Avrupa sahnelerinde olacağı haberi basına yansıdı.

Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu, üç kitabın daha küçüklerin maneviyatı üzerinde muzır (zararlı) tesir yapacak nitelikte olduğuna karar vererek “muzır” neşriyat ilan etti. Türkiye Yayıncılar Birliği yaptığı açıklamada kurul kararına tepki gösterdi. Eleştiri-sorgulama, insan-doğa sevgisi ve cinsellik eğitimi üzerine olan bu üç kitabın yasaklanması, insan olmanın temel unsurlarının çocuklara öğretilmesini engellemeye dönük bir çaba olduğunu gösteriyor.

İstanbul, Ankara ve İzmir’de yapılan Las Tesis eyleminde polis gösterilere müdahale etmiş, çok sayıda kişi gözaltına alınmıştı. Geçtiğimiz yılın son günlerinde Antalya’da gerçekleştirilmek istenen Las Tesis eylemi yine polis tarafından engellendi

Çamlıhemşin Ayder Kar Festivali’nde müzisyen Selçuk Balcı, festival programından çıkarıldı. Festival organizasyonu, Balcı’nın Vali Çeber tarafından çıkarıldığını söyledi. Balcı ise “Bu olanlar, suyumuza, doğamıza sahip çıkıyoruz diye oluyor.” dedi.

Ahmet Altan’ın 5 yıl 11 aylık hapis cezası onandı. Altan’ın Taraf gazetesinde 4 Kasım 2011’de yayınlanan “CHP” başlıklı yazısı nedeniyle ‘Atatürk’e hakaret’ suçlamasıyla çarptırıldığı mahkumiyet kararı ise beraat yönünde bozuldu.