Sasha Waltz and Guests karantina günlerinde bir dans video serisi başlattı. Bu serinin ilk videosunda dansçı Zaratiana Randrianantenaina bir çatıda dengesini bulmaya çalışıyor. Bu performansıyla içinden geçtiğimiz günlerde hayatta/ayakta kalma mücadelesini anımsatıyor. https://www.instagram.com/tv/B-byv3RIRr1/?igshid=gx0hzuk2paw3

 

Bu yazı Artizan Kültür-Sanat Gündemi Çalışma Komisyonu’nun 5 Mart – 17 Nisan 2020 tarihleri arasında kültür-sanat alanındaki gelişmeleri ele aldığı tartışmadan hareketle hazırlanmıştır. İlgili haber akışına buradan ulaşılabilir. 

Koronavirüs henüz Türkiye gündemine damgasını vurmamışken Mart başlarında, İtalya’da yaşayan oyuncu Serra Yılmaz’ın tweeti ekranlarımıza düştü: “Bizim sektör battı”. Yılmaz, dünyada birçok ülkeye yayılan ve İtalya’da da görülen koronavirüs salgınının yarattığı sonuçlara değiniyor, o günün bilgisi ile yapılan iyimser tahmini aktarıyordu: “3 Nisan’a kadar sinema, tiyatro her şey durdu”. Virüsün yarattığı tehditin yanısıra yönetimlerin ihmalleri ile işlerin ne derece sarpa saracağını ancak Mart ayının ortalarına geldiğimizde idrak etmeye başlayacaktık. Bu sıralarda henüz Türkiye gündeminde Suriye’ye yapılan askerî çıkarma ve ardından yaşanan kayıplar vardı, her zamanki gibi sanatsal etkinliklerin iptali yapılacaklar listesinde en ön sıradaydı. Kimileri iptalleri adeta vatani bir görevmişçesine ağdalı mesajlarla anons etmiş, kimileri -bir bakıma zorunlu kılınan- etkinlik iptallerini duyurmakla yetinmiş, kimileri ise yaşanan savaşı yasak gereği- açık açık sorgulayamasa da mahalle baskısına sessiz sedasız direnmiş, temsillerini sürdürmüştü.

Belki de bu arka plan nedeniyle, İtalya’dan gelen bu uyarı o günlerde Türkiye’deki kültür-sanat dünyasının pek de dikkatini çekmedi. Aynı hafta Avrupa’nın genelinin de ciddi bir tehdit altında olduğu, birtakım kültür-sanat etkinliklerinin, festivallerin iptal olacağı; müzelerin, okulların bir süreliğine kapalı kalacağı haberleri gelmeye başladı. Türkiye’de bu gündemin ciddiyetle ele alınmaya başlaması ancak 11 Mart günü ülkedeki ilk “resmî” Kovid-19 vakasının duyurulması ile oldu. Ertesi gün Kültür ve Turizm Bakanlığı, Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü, Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü ve Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü’ne bağlı olarak gerçekleştirilecek tüm sanatsal etkinliklerin Nisan ayı sonuna kadar erteleneceğini duyurdu; İstanbul ve Ankara başta olmak üzere belediyeler de kendi bünyelerinde organize edilen kültür-sanat etkinliklerini, kurs faaliyetlerini  iptal ettiler ve müzeleri ziyarete kapattılar.

Henüz devletin etkinlikler ve toplu mekanlarla ilgili genel  bir karar açıklamadığı ilk günlerde kültür-sanat alanında farklı uygulamalara tanık olduk: bazı salonlar ve topluluklar bu riskin alınamayacağını öngörerek etkinliklerini bir aylığına ya da süresiz iptal ederken, pek çok gösteri mekanı gerekli hijyen önlemlerini aldıklarını açıklayıp seyircileri devam eden temsillere davet ettiler, büyük gösteri merkezlerinde önceden planlanmış konserler, oyunlar sanatçıların aksi bir tavrı olmadığı müddetçe yapılmaya devam etti .

Nihayet 16 Mart gece yarısı itibariyle “umuma açık istirahat ve eğlence yerleri olarak faaliyet yürüten” mekanların kapatıldığına dair bir genelge yayımlandı. Genelge sinemalar, gösteri merkezleri ve tiyatro salonlarını da kapsıyordu. Virüsle mücadele sürecinde, ilk fişi çekilenin kültür-sanat olması bazı tiyatro toplulukları arasında tartışma yarattı: Kadıköy Tiyatrolar Platformu “Sanata Karşı Örgütlü Virüs” başlıklı bir bildiri kaleme aldı; Bağımsız Tiyatrolar Birliği sahnelerini  kapatmayacağını, etkinliklerini sokaklara taşıyacağını duyurdu

Geldiğimiz aşamada ülke genelinde hala tutarlı ve etkin bir sosyal/fiziksel izolasyon sağlanabilmiş değil. Bu yazının hazırlandığı günlerde hükümetin 2 saat kala açıkladığı 2 günlük karantinaya, yarattığı izdihama ve muhtemel enfeksiyon yayılımına tanık olmuştuk. Devletin halkı şeffaf bir şekilde bilgilendirmediği, tedbir kararlarını geç aldığı ve alınan tedbirlerin eksik kaldığı açık. Bu durum kültür-sanat alanı için de geçerli. Güvenilir bilgi kaynaklarından yoksun olunan böylesi bir dönemde, sivil toplum açısından en mantıklı seçenek, durumun -söylenenin aksine- “ulusal” değil “küresel” bir meseleye dönüştüğünü fark edip diğer ülkelerdeki gelişmelerden ders çıkararak tedbirli davranmak olabilirdi. Ancak herhangi bir düzenlemenin yapılmadığı, herkesin bir nevi başıboş bırakıldığı ilk günlerde sivil toplumun da kargaşa içinde savrulduğunu ve bilinçli, soğukkanlı bir tavrın ortaya çıkamadığını eklemek gerekir. Yukarıda bahsettiğimiz temsilleri her ne pahasına olursa olsun sürdürme çabasının bu yaklaşımın bir yansıması olduğunu söylemek mümkün. (Bu arada birçok seyircinin etkinliklere katılma konusunda temkinli bir tavır gösterdiğini belirtelim. Bazı salonların -devletin düzenlemesinden önce- etkinliklerini iptal etmeye başlamalarında bu tepkilerin de etkili olduğu söylenebilir.)

Kültür-sanat alanında görece makul bir süre zarfında sağlanan karantina koşulları, camiler ve maçlar söz konusu olduğunda bir türlü sağlanamadı (Bu, tiyatro camiasından gelen tepki bildirilerinde de vurgulanan bir konuydu). 13 Mart tarihinde Diyanet İşleri Başkanlığı Özel Kalem Müdürü Hasan Güçlü  “Cuma namazının kılınmaması gibi bir durum söz konusu değildir, itibar edilmemesi istirham olunur” açıklamasını yapmış; Gençlik ve Spor Bakanı Mehmet Kasapoğlu ise “maçların seyircisiz oynanması söz konusu değil” demişti. Camilerin ibadete kapanması ancak 16 Mart tarihinde gerçekleşirken futbol maçların oynanması 19 Mart’a kadar devam etti.

Bu durum şüphesiz kültür-sanat etkinliklerinin “eğlencelik” ya da gözden çıkarılabilen bir faaliyet türü olarak algılanması, lüks tüketim muamelesi görmesi, her türlü felaket haberinin hızla konser, oyun iptallerine yol açabilmesiyle bağlantılı olarak değerlendirilebilir. Kültür-sanata biçilen pozisyonu açık eden bu çelişkili uygulama ironik bir şekilde bu alanı koronavirüsten ilk korunan mecra yaptı.

Peki ya işin ekonomik boyutu? Gelinen noktada tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de bütün mekânlar ve festivaller etkinliklerini askıya aldı, performanslar iptal edildi, öte yandan bunların birer erteleme mi yoksa iptal mi olacağı belirsiz kaldı. Yeni albümlerin prodüksiyon süreçleri durduruldu, önceden hazırlananların yayımlanması askıya alındı. Özetle bir araya gelinerek sürdürülen tüm üretim/yaratım biçimleri neredeyse durma noktasına geldi. Örneğin meseleye müzik sektörü açısından bakacak olursak, icracılardan bestecilere, yazarlara, orkestra şeflerine; yapımcılardan editörlere, dağıtımcılara; organizasyon firmalarından menajerlere, mekân sahipleri ve çalışanlarına; stüdyolardan, ses-ışık firmalarından teknisyenlere, tonmaysterlere; fabrikalar ve çalışanlarından müzik mağazaları ve çalışanlarına dek koca bir sektör durma/duraksama dönemine girmiş bulunuyor. Bir başka deyişle “işsiz” kalınmış ve duran üretimle birlikte geçim kaynakları da tükenmiş oldu. Aynı hesabı diğer kültür-sanat alanları için de yaptığımızda meselenin boyutu net bir şekilde ortaya çıkacaktır. Konserlerin, tiyatro oyunlarının, dans gösterilerinin iptali, sinema salonlarının kapanması, temsil gelirlerinin sona ermesinin yanısıra sanata kısıtlı da olsa destek veren devlet kurumlarının, belediyelerin ve özel şirketlerin piyasa üzerindeki desteğini çekmesi anlamına da geliyor. Temelde yaşanan kriz kültür-sanat alanındaki kırılganlığı gözler önüne serdi. İptallerin ardından kültür-sanat gündemi haliyle bu açığın nasıl kapatılacağı, zararların nasıl tazmin edileceği ve temel olarak kültür-sanat alanının nasıl ayakta kalacağı meselesine odaklandı.

KÜLTÜR-SANAT ALANINDAKİ EKONOMİK KRİZ İÇİN ÇÖZÜM ARAYIŞLARI 

Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy 14 Mart günü koronavirüs salgınının tiyatro sektörüne yansımalarını değerlendirmek üzere Tiyatro Kooperatifi ve Oyuncular Sendikası temsilcileri ile bir toplantı gerçekleştirdi. Toplantının ardından yaptığı açıklamada turizm sektöründen sonra en büyük mağdurun kültür ve sanatla ilgilenen oluşumlar olduğunu, bunların başında da özel tiyatroların geldiğini belirtmiş, onlara da bu süreçte bir destek paketiyle yardımcı olacaklarını ifade etmişti. Tiyatro Kooperatifi,  Kültür ve Turizm Bakanı ile yaptıkları görüşmenin detaylarını paylaşmak ve bakanlığa sunulacak önerileri birlikte hazırlamak amacıyla 16 Mart günü tüm özel tiyatroları kapsayan bir toplantı çağrısında bulundu. Video-konferans olarak gerçekleştirilen toplantıya 81 özel tiyatronun temsilcileri katıldı. Bu toplantının ardından 20 Mart günü Tiyatro Kooperatifi, Bakanlıkla tekrar görüştü ve toplantıya sunulan önerileri ve Bakanlığın verdiği birtakım yanıtları web sitesinden paylaştı.  Bu toplantının ardından -10 gün kadar sonra- Oyuncular Sendikası devletin kültür-sanat alanını desteklemek konusundaki sorumluluğunu hatırlatan bir bildiri yayımladı.

Kültür Bakanlığı ile yapılan ilk görüşmede hibenin ihtimal dışı olduğu ancak oluşan borçların ertelenmesi gibi çözümlerin ve kredi imkanlarının mümkün olduğu ifade edilmişti. Yapılan ikinci görüşmenin ardından da bu tablo değişmedi. Önemli bir mesele olan özel tiyatroların statü tanımının değiştirilmesi -ticari yerine kültürel statüye geçiş- meselesinin gündeme alınacağı, çeşitli ödeme ertelemelerinin sağlanacağı ve Bakanlık destek fonuna başvuru konusunda iyileştirmeye gidilebileceği yanıtı alınmıştı. 20 Mart’dan bu yana Bakanlık sadece iki girişimde bulundu: (1) Hangi toplulukların özel tiyatro statüsünde olduğunu belirlemek için bir başvuru açtı (Özel tiyatroları belirlemek için açılan başvurunun bir benzerinin Kültür Bakanlığı tiyatro destek fonu için yapılmadığını ve desteklerin şaibeli ve şeffaflıktan uzak bir şekilde dağıtıldığını tekrar hatırlatalım) (2) kültür ve turizm alanına verilecek destekler konusunda -Nisan ayı başında- bir açıklamada bulundu. Ağırlıklı olarak turizm sektörüne dönük adımların yer aldığı bu açıklamada kültür-sanat alanına dair somut ve kapsamlı çözümler içeren bir düzenleme yoktu.

Açıklamanın ardından Kadıköy Tiyatrolar Platformu’ndan bir grup tiyatrocu 12 maddelik taleplerini kamuoyu ile paylaştılar. Bu paylaşımı, şimdiye dek bakanlıktan gelen yanıtların yeterli olmadığını ifade eden ve konunun özel tiyatroların takibinde olduğunu hatırlatan bir jest olarak yorumlamak mümkün.

Akla gelen başka sorular da var ve bu soruların çoğu halen yanıtsız: Kültür Bakanlığı’nın sağladığı tiyatro desteğinde bu kez şeffaflık sağlanabilecek mi? Bakanlığın son açıklamasında bahsi geçen “kültür girişimi belgesi”nin kapsamı nedir ve tüm sektörü kucaklayan genel bir çözüm oluşturmakta mıdır? Kısa çalışma ödeneği ile ilgili vaadlerden ihtiyaç sahibi ve kriterlere uyan tüm işletmeler yararlanabilecek mi? 

Kültür Bakanı Ersoy tarafından 14 Mart tarihinde “iki hafta içinde” netleşeceği belirtilen destek paketi henüz açıklanmış değil, bekleyiş sürüyor.

Müzik sektöründe ise Kültür Bakanlığı ile herhangi bir görüşme yapılmış değil, çünkü taleplerin ele alınıp gündemleştirilebileceği kapsayıcı bir oluşum bulunmuyor. MESAM, MSG, MÜYORBİR ve MÜYAP gibi yapılar aslen eser üzerindeki (MESAM ve MSG) ve icra üzerindeki hakları (MÜYORBİR) koruma amaçlı kurulmuş meslek birlikleri. Tüm müzik emekçilerini kapsayacak bir oluşum, yapı veya sendikalaşma hareketi yok. Kayıtlı, sigortalı çalışan kesim oldukça az ve ayrıca süreçte işten çıkarmaların yaygın olduğunu tahmin etmek de güç değil. Ağırlıklı olarak serbest (freelance) çalışan müzik emekçilerine dair ise -kişisel çağrılarla gelişen bir araya gelme çabaları dışında- belirginleşmiş bir girişim yok.

Özetle koronavirüs salgının yarattığı kriz Türkiye’de kültür-sanat alanındaki çarpık sistemi, hazırlıksızlığı, destek mekanizmalarından yoksunluğu ortaya çıkarıyor. Hükümetin, salgının açığa çıkardığı ve derinleştirdiği toplumsal eşitsizlik ve yarattığı kriz karşısında -diğer alanlarda olduğu gibi- kültür-sanat alanında da ihtiyaçları dikkate alan bir politikası yok.

DÜNYADAN ÖRNEKLER VE TÜRKİYE…

Peki dünyada kültür-sanat alanının önündeki finansal krizi aşmak ya da hafifletmek için ne gibi önlemler alındı? Basında dikkati çeken ya da Türkiye’de gündeme gelen bir kaç örnek üzerinde duralım. 

İngiltere’de koronavirüsle sürü bağışıklığı yöntemiyle mücadele etmenin denendiği ilk günlerde kültür-sanat camiasının devletten ilk talebi salonların devlet tarafından kapatılması olmuştu. Çünkü aksi durumda hem temsiller boş geçiyor, gelir oluşmuyor hem de sanatçılar tazminat ya da sigorta haklarını talep edemiyorlardı. Devletin sağlayacağı desteğin bir an önce netleşmesi yönündeki genel talebin yanı sıra bu dönemde gündeme gelen konulardan bir diğeri de freelance çalışan sanatçıların destek kapsamına alınmasıydı (2 milyon kişiye istihdam sağlayan bu endüstrinin üçte biri bu statüde çalışmakta). Ardından Arts Council, sanatçılara yönelik 160 milyon paundluk bir yardım paketi oluşturduğunu açıkladı. Paketin 20 milyon paundluk bölümünün yaratıcı emekçilere (creative practitioners) ve freelance çalışan sanatçılara;  90 milyon paundluk bölümünün Arts Council tarafından halihazırda desteklenen sanat kurumlarına; 50 Milyon paundluk bölümünün ise koronavirüs salgını öncesi destek programında yer almayan kurumlara dağıtılacağı bilgisi verildi. Bu çerçevede freelance sanatçılar ve yaratıcı emekçiler yaklaşık 2500 paunda varan destekler alabildiler.

Kültür-sanat alanının desteklenmesi konusunda en hızlı adım atan ülkelerden biri Almanya oldu. Almanya, freelance çalışanlar ve küçük işletmeler için, sanatçıları da kapsayan 50 milyar euroluk bir paket açıkladı. Bu desteğin somut bir örneği olarak, Berlin eyaleti sanatçılara ve freelance çalışanlara 500 milyon euro ayrılacağını ve bu yardımın 4 gün gibi kısa bir sürede gerçekleştirileceğini duyurdu. Sanatçıların e-mail adresi, bir vergi numarası, banka detayları ve çalıştıkları şirketten aldıkları resmi bir evrağı ileterek yaptıkları basit bir başvurunun ardından dört gün ya da daha kısa süre içinde hesaplarına 5000 euroluk yardımlar yatırıldı. 

Fransa’da ise hükümetin açıkladığı 1 milyar euroluk paket kapsamında yazar ve sanatçıların kişi başı 1500 euroluk bir destekten yararlanabilecekleri belirtildi. Ek olarak Fransa’da koronavirüs salgınından önce kısa süreli çalışma (intermittents du spectacle) sisteminin geçerli olduğunu da hatırlatalım. Kısa süreli ve freelance çalışan sanatçıların düzenli gelir elde etmesini mümkün kılan bu sisteme göre, yıl içinde belli sayıda performans gerçekleştirmeleri halinde sanatçılar çalışmadıkları dönemde de devletten belli bir maaş alabiliyorlar.

Amerika’da ise Başkan Donald Trump’ın imzaladığı 2 trilyon dolarlık ekonomik destek paketinden 75 milyon doların sanata ayrıldığı ifade ediliyor. Bazı eyaletler ise kültür-sanat alanını desteklemek üzere kendi finansal destek programlarını başlatıyorlar. Örneğin San Francisco 2.5 milyon dolarlık bir bütçe ile başladıklarını ve bunu bağışlarla artırmayı umduklarını duyurdu. Sanatçıların kişi başı 2.000 dolarlık destekler için başvurabilecekleri; küçük ve orta büyüklükteki işletmelerin ise 5.000 ila 25.000 dolarlık destekler alabileceği söyleniyor.

Dünyadaki örneklerle kıyasladığımızda Türkiye’de kültür-sanat alanı öncelikle düzenlenmemiş, destek altyapıları kurulmamış bir sektör olarak karşımıza çıkıyor. Desteğe ihtiyaç duyup bunu talep edebilecek kişi, topluluk ve işletmeler kayıt altında değil ya da muhatap alınacakları kurulu bir sistem, kapsayıcı mesleki bir örgütlenme yok. Türkiye’nin durumu ile kıyas kabul etmese de dünyadaki pozitif örneklerin de sürdürülebilir olup olmayacağı, başlangıçta tahmin edilen birkaç aylık destek ihtiyacının uzaması durumunda sanatçıların yeterince desteklenip desteklenemeyeceği bir başka soru işareti. Örneğin bu noktada Fransa’da kurulmuş olan kesintili çalışma sistemi benzeri bir düzenlemenin uzun vadede daha güvenilir olabileceği tartışılıyor 

Dikkat çeken bir başka konu ise olağanüstü ya da zor koşullarda sanatın edindiği işlev üzerine. İngiltere’de Kültür Bakanlığı verdikleri desteğin sadece sanatçıları finansal batıştan kurtarmak anlamına gelmediğini, toplumun ihtiyaç duyduğu moral kaynağına bir destek olarak da gördüklerini vurguluyor; Almanya’da Bakanlık, sanatçılar sadece gözden çıkarılmaması gereken varlıklar değil özellikle bu dönemde ihtiyaç duyulan kişilerdir diyor. Türkiye’de ise sanatçıyı üretmeye teşvik eden bu bakış açısı ancak sanatçıların yetkililere hatırlatmasıyla gündeme gelebiliyor. Örneğin geçtiğimiz haftalarda gerçekleşen, CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu ve İzmir, İstanbul ve Ankara Belediye başkanlarını sanatçılarla bir araya getiren online buluşmada, belediyelerin dijital sanat platformları oluşturmaları, devletin ya da yerel yönetimlerin seyircisiz konserler için altyapı desteği vermeleri ya da oyunların satın alınıp halka açılması gibi öneriler yine sanatçılardan geldi. (Yine de bu buluşmanın yayıncılıktan gösteri sanatlarına uzanan yelpazede kültür-sanat sektörüne dair pek çok sorunu masaya yatıran önemli bir buluşma olduğunu belirtelim.)

Kamu kaynaklarının yanı sıra özel sektörün de bu süreçte kültür-sanatı desteklemesi gündeme getirilebilecek bir başka konu. İş Sanat, Zorlu, Akbank Sanat, Yapıkredi Bomontiada, Borusan Sanat gibi kültür-sanat alanında faaliyet gösteren girişimlerin bir kısmı sosyal medya hesapları üzerinden yapılan yayınlarla sanatçıları desteklemeye başladı.  Özel sektörün kültür-sanat için bütçe oluşturması, halihazırda finanse etmeyi planladığı festival ve etkinlikler yerine bu süreçte ayakta kalmakta zorlanacak sanatçıları ve kültür girişmilerini (topluluklar, salonlar vb.) desteklemesi mümkün. Buna benzer bir öneriyi ABD’deki bir grup sanatçı “Etik iptaller için çalışan sanatçıların genel endişe mektubu” adıyla sektöre yönelik bir çağrı olarak yayımlandı. Bağımsız gelir kaynaklarına sahip olan kurumları Kovid-19 iptalleri için etik ve insancıl bir politika geliştirmek amacıyla sanatçılarla ortaklaşa çalışmaya davet eden bu mektupta çeşitli öneriler yer aldı: önceden sözleşmeli taahhütler için sanatçı ücretlerinin belirli bir yüzdesinin ödenmesi, etkinlik iptali yerine ertelemelerin tercih edilmesi, sanatçıların geçici olarak çalışmaya devam edebilmelerini sağlamak için alternatif performans modelleri geliştirilmesi öne çıkan önerilerden.