Bu yazı Toplumsal Gündem Çalışma Komisyonu’nun 9 Mayıs – 22 Mayıs 2020 tarihleri arasında ülke ve dünya gündemindeki gelişmeleri ele aldığı tartışmadan hareketle hazırlanmıştır. İlgili haber akışına buradan ulaşılabilir.

 

İç Politika

Pandemi Döneminde İşçi Hakları

Mart ayının ortasından itibaren alınan pandemi önlemleri ağırlıklı olarak hafta sonlarıyla resmi ve dini bayramlarda uygulanan sınırlı sokağa çıkma yasaklarını ve bazı iş alanlarının evden çalışmaya yönlendirilmesini kapsıyor. Bu önlemlerin Ramazan Bayramı sonrasında büyük oranda kalkacağı, “normalleşme” sürecine girileceği açıklandı. Ancak sınırlı sokağa çıkma yasaklarını kapsayan bu süreçte evlerinden çalışma koşullarına sahip olmayan kesimler, örneğin fabrika işçileri, inşaat işçileri korona tehdidi altında, hak ihlallerine maruz kalarak çalışmaya devam ettiler. Bu iki hafta içinde basına yansıyan işçi hakları ihlallerine bakıldığında manzaranın ciddiyetiyle karşılaşıyoruz. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi Kovid-19 salgınının ilk iki ayında (11 Mart – 10 Mayıs) en az 128 işçinin salgın nedeniyle yaşamını yitirdiğini açıkladı.

Uşak’taki Gedik Piliç’e ait fabrikada gerekli önlemlerin alınmaması nedeniyle 86 işçinin korona testi pozitif çıktı. Valilik kesimhanelerden birinin kapatıldığını, hastaların temas halinde olduğu hanelerin karantinaya alındığını bildirdi. Fabrika yönetimi de gerekli önlemlerin alındığı açıklamasını yaptı. Ancak fabrikada çalışan işçiler karantina sürecinde alınan önlemlerin yeterli olmadığını, tek kullanımlık bir adet maske dağıtıldığını, maskeleri yıkayarak tekrar kullandıklarını, korona vakalarına rağmen üretimin devam ettiğini söylüyor. İşçilerin yakın temas halinde çalıştıkları paketleme bölümünde vakaların fazla olduğunu, günde 12 saat çalıştıklarını, fazla mesailerinin ödenmediğini, düzenli sağlık kontrollerinin yapılmadığını söylüyorlar.

16-19 Mayıs tarihlerini kapsayan sokağa çıkma yasağı kararına rağmen Kocaeli’nin Gebze ilçesinde kaymakamlık, çalışması zorunlu sektörleri kapsamayan (peyzaj ve fidancılık, kozmetik, gayrimenkul, orman ürünleri, körük, pet şişe geri kazanım, güneş enerjisi sistemleri, elektronik kart, vidanjör, doğalgaz tesisatı, otomobil kliması ve çatı çözümleri) 1264 işyeri ve fabrikayı yasak kapsamı dışında bıraktı. Kaymakamlık çalışması zorunlu sektörlerle yakından uzaktan ilgisi olmayan sektör ve işyerlerine de çalışma izni verdi.

İnşaat sektörü de işçilerin sağlıklarını riske atma pahasına çalışmaya devam ediyor. Örneğin, Levent’te TEM Turkuaz Medya şantiyesinde bir işçide koronavirüs tespit edildi, buna rağmen şantiyede çalışmalar durdurulmadı. İnşaatta çalışan işçilerin anlatılarına bakıldığında, hastalık tespit edilen işçilerin ve onlarla yakın temasta olan işçilerin istifaya zorlandığı, bakım sürecinde şirketin hiçbir sorumluluk üstlenmediği anlaşılıyor. Yine sokağa çıkma yasağı günlerinde de çalışmaya devam ettiklerini aktarıyorlar.

Atatürk Havalimanında yapımı süren sahra hastanesinde çalışan işçiler arasında Kovid-19 pozitif olan işçiler olduğu, Kovid-19 testi pozitif çıkan 30’u aşkın inşaat işçisinin tedavi altına alınmak yerine konteynerlerde tutulduğu haberleri basında yer aldı. Hasta işçilerden birisi koşullarını şu şekilde anlatıyor: “Salgına yakalandım. Kaldığımız yerde herkes toplu bir şekilde banyo yapıyor. Her yer çöp dolu. Yaklaşık 10 tuvalet var. Bunlar da toplu bir şekilde kullanılıyor. Temizlik yok, doktorlar yok, hiçbir şey yok.” İşçiler çalışma ortamlarında gerekli önlemlerin alınmadığını belirtiyorlar.

Son derece uç örneklerden biri de Gaziantep’teki Merinos fabrikasında gerçekleşti. DİSK’e bağlı Tekstil İşçileri Sendikasının Gaziantep Bölge Temsilcisi Mehmet Türkmen sosyal medya hesabından Gaziantep’teki Merinos fabrikasının duyuru panosuna asılan şu ilanı paylaştı: “Tüm personelimiz fabrikamızın kapalı olduğu dönemde koronavirüs (COVİD-19) bulaşmaması için kendisini evde izole edecektir. Bu dönem sonunda virüs bulaşı tespit edilen personelimize cezai işlem uygulanacaktır.”

 

Çevre Gündemi

Korona gündeminde hak ihlallerinin devam ettiği alanlardan biri de çevre. Eskişehir’in Sivrihisar ilçesinde Koza Altın İşletmeleri tarafından yapılması planlanan siyanürlü atık barajı için hazırlanan ÇED raporu onaylandı. Tarihi Hasankeyf dahil, 50 köyün sular altında kalmasına sebep olan Ilısu Barajı’nın açılışı yapıldı. Validebağ Korusu Üsküdar Belediyesi’ne tahsis edildi. Bu tip kararların daha kolay ve hızlı bir şekilde alınmasının sebeplerinden biri, idarenin denetim mekanizmaların biri olan yerindelik denetim mekanizmasının devredışı bırakılması. Yerindelik denetimi mahkemelere idarelerin aldığı kararların kamu yararına olup olmadığına karar vermesine olanak verir. Bu yetki alanının kaldırılmasıyla birlikte daha şekilci denetimlerle çevreye zarar verecek projelerin önü açılmış oldu.

 

Olası Erken Seçim Gündemi

Pandemi sürecini ve süregiden ekonomik krizi yönetmekte zorlanan iktidar, baskı politikalarını artırmaya devam ediyor. Geçtiğimiz iki hafta içinde HDP’li belediyelere kayyum atandı. HDP yöneticileri çeşitli gerekçelerle tutuklandı. CHP’yi kriminalize etmeye dönük politikalar da devam ediyor. Adana’da Vefa Sosyal Destek Grubu ekipleriyle tartışan CHP Gençlik Kolları başkanı Eren Yıldırım tutuklandı. İzmir’de camilerden Çav Bella şarkısının çalınması olayının ardından Erdoğan CHP’yi hedef aldı; camilerde çalınan Çav Bella şarkısını paylaşan CHP üyesi ve eski İzmir İl Başkan Yardımcısı Banu Özdemir tutuklandı. Baroların seçim sisteminin değiştirilmesi hala gündemde, 50 baro seçim sisteminin değiştirilmesine karşı olduğunu açıkladı.

Baskı politikalarının dozunu artırarak devam etmesi ve siyasi parti liderlerinin erken seçimle ilgili açıklamaları ortada bir erken seçim gündemi olup olmadığı sorusunu gündeme getiriyor. AKP Grup Başkanı Naci Bostancı “Halkın tayin ettiği milletvekillerinin temsil ettiği siyasi iradenin çeşitli oyunlarla ahlaka, demokrasiye aykırı şekilde değiştirilmesine, pazara çıkartılmasına imkan vermeyecek bir hukuki çalışmayı MHP ile birlikte yürütmekteyiz” diyerek, olası bir erken seçimde CHP’nin Gelecek ve DEVA partilerine milletvekili desteği vermesinin önüne geçmeye çalıştıklarını söylemiş oldu. Ekonomik kriz daha da derinleşmeden, etkileri daha da hissedilir olmadan Kasım ayında baskın bir erken seçim olabilir. Bu kriz döneminde kazanılan bir seçimle meşruiyetini pekiştirmek iktidar için uygun bir politika gibi görünebilir. Ancak yapılan araştırmalar AKP’nin oy kaybettiğini gösteriyor, erken seçimde bir önceki seçimlerde aldıklarından daha yüksek oy almaları pek olası değil. Dolayısıyla rasyonel düzeyde bakıldığında iktidarın erken seçime gönüllü olması pek mümkün olmasa da, iktidar ortakları arasındaki çatlaklar, yeni parti girişimleri, siyasetteki kaymalar, ekonomik krizin derinleşmesi gibi nedenlerle seçim gündemi bir süre daha varlığını koruyacak gibi görünüyor.

 

Tümamiral Yaycı’nın İstifası

Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanı iken Genelkurmay emrine çekilen Tümamiral Cihat Yaycı istifa etti. Görünen o ki ordu içinde Avrasyacı kesimlerin çok popüler hale gelmesine, güçlenmesine izin verilmiyor. Daha önce de popülaritesi artan generallerin pozisyonları değiştirilmişti. Örneğin, 2017’de Özel Kuvvetler Komutanı Korgeneral Zekai Aksakallı 2. Kolordu Komutanlığı’na atanmıştı ve 2019’da 2. Ordu Komutanı Orgeneral İsmail Metin Temel Genelkurmay Denetleme ve Değerlendirme Başkanlığı’na atanmıştı.

 

Ekonomi

Kovid-19 salgınının dünyayı olduğu gibi Türkiye ekonomisini de çok olumsuz etkilediğini biliyoruz. Ancak krizin gerçek boyutunu görmek için biraz daha zamana ihtiyacımız var. IMF Başkanı Kristalina Georgieva 2020 için global büyüme tahminlerini %3 daralma olarak açıkladı. Bu oran 1930 Büyük Buhran sonrası yaşanan en büyük daralmaya denk düşüyor. Türkiye de benzer şekilde zor bir dönemden geçiyor. Son iki hafta içinde iki adet ekonomik veri açıklandı. Mart ayı sanayi üretimi aylık bazda 7.1 % geriledi. Krizin başlangıç dönemine ait bu veri çok büyük bir daralmaya işaret ediyorsa da beklenenden biraz daha iyi. Şubat ayı işsizlik verileri ise 13.6 % seviyesinde gerçekleşti. Krizin hemen öncesini gösteren bu oran önümüzdeki aylarda ciddi artışlar gösterebilir.

Krizin etkilerini azaltmak için hükümetin uyguladığı politikalara baktığımızda en büyük faturanın milyonlarca emekçiye çıkacağını görebiliyoruz. İŞKUR verilerine göre Mart ve Nisan (işten çıkarılmanın yasaklandığı 17 Nisan tarihine kadar) aylarında 533 bin sigortalı işten çıkarılmış ve bu rakamlara son üç yılda 600 gün çalışma süresi olmayan sigortalı işçiler dahil değil. Bu iki ayda işini kaybeden 1 milyona yakın işçi olduğunu düşünebiliriz. Hükümetin devreye soktuğu Kısa Çalışma Ödeneği programına ise 3,2 milyon işçi dahil olmuş, ancak kriz sebebiyle işini kaybeden kayıtsız işçiler, 15-17 yaş arası çalışanlar ve 65 yaş üstü olanlar programa dahil edilmiyorlar. Nakdi ücret (ücretsiz izin) desteğinden yararlananların sayısı 879 bin; ancak yapılan 1168 TL’lik ödeme çok yetersiz, işsizlik ödeneğinden yararlananların sayısı ise 592 bin. Toplam 4,7 milyon sigortalı İŞKUR’a destek için başvurmuş. BirGün gazetesinden Aziz Çelik’e göre İŞKUR ödenekleri kapsamında 4,5 milyon kişiye 6 milyar TL ödenek verilmiş. Bunun dışında 5,5 milyon aileye 1.000’er lira olmak üzere toplam 5,5 Milyar TL sosyal yardım yapılmış. Toplam nakit desteğinin 11,5 milyar TL olduğu görülüyor. Bu, 100 milyar TL civarında olduğu iddia edilen paketin çok küçük bir kısmı. Türk-İş, Hak-İş ve TİSK açıklama yaparak kısa çalışma ödeneğinden prim şartı aranmaksızın tüm çalışanların yararlandırılması ve ödeneğin 2020 yılı sonuna kadar sürdürülmesi çağrısında bulundu. Hükümet henüz cevap vermedi ama milyonlarca emekçiye daha fazla destek verilmesi gerektiği ortada. Emekçilerin yalnız bırakıldığının bir diğer göstergesi SGK’nın Kovid-19’u ‘iş kazası’ statüsünden çıkarma kararı almış olması. Bu kararla salgın nedeniyle hastalanan çalışanlar iş kazası statüsünden faydalanamayacaklar, vefat durumunda yakınları tazminat veya gelir bağlanma haklarından mahrum kalacaklar. Çalışanları olumsuz etkileyen yanlış bir karar olduğu apaçık.

Son dönemin en çok tartışılan konularından biri de hükümetin aldığı üç dikkat çekici karar sonrasında daha güçlü bir şekilde gündeme gelen “Türkiye kapalı ekonomi yolunda mı ilerliyor?” sorusu. İşte son iki haftada yaşanan ve endişeleri artıran üç önemli gelişme:

1) Hükümet son dönemde arka arkaya ithalata ilave vergiler getirme kararı aldı. Son alınan kararla toplam 4 bin malzeme kalemine ilave ithalat vergileri kondu. Uzun bir süredir döviz kurlarındaki artışı önlemek için Merkez Bankası rezervlerini satarak eriten ekonomi yönetimi yurtdışı piyasalardan swap yoluyla taze kaynak bulmaya çalıştı ancak bugüne kadar ciddi bir sonuç alamadı. Döviz talebini kısacak çeşitli arayışlara giren ekonomi yönetimi ağırlıklı olarak inşaat, demir çelik, otomotiv ürünlerinin Çin ve Hindistan gibi ticaret açığı verdiğimiz ülkelerden yapılan ithalatlarına ek vergi koydu. Burada kafa karıştıran açıklama Bakan Berat Albayrak’ın “Stratejik ve üretim imkânı bulunmayan ürünler hariç, ithalat kolay olmayacak. Birileri bir dönem ülkemizi ithalat cenneti yapmaya çalıştı.” sözleri oldu. 18 yıllık iktidarları süresince Batı’yla kurulan serbest ticaret anlaşmaları sayesinde geniş bir yandaş tüccar kitlesi yaratan ve bu sayede güçlenen AKP iktidarı, kasada döviz kalmadığı için sadece günü kurtarmak amacıyla mı ithalatı baskılama çabasına girişmişti yoksa Türkiye’yi ticaret ve sermaye kontrollü ekonomiye götürme gibi yeni bir hedef mi belirlemişti? Vergi uzmanı Ozan Bingöl “Talebi artan her ürünün ertesi gün de vergisi artıyor gibi” diyor. Ozan Bingöl’e göre bu aslında bir nevi kolay vergicilik çünkü gümrükten geçen mallara ek vergi konulduğunda o ürünlerin KDV’sini de artırmış oluyor ve ülke içine girerken artırılmış KDV’yi çok hızlı tahsil ediyorsunuz.

2) BDDK Türkiye’ye yatırım yapan yabancı yatırımcıların takas işlemlerine aracılık eden üç adet yabancı bankaya, BNP Paribas, UBS ve Citibank’a, ceza ve işlem yasağı getirdi. Bu yasağın perde arkasında ekonomi yönetiminin döviz kurlarındaki artışlara sebep olarak gördükleri yabancı yatırımcılara ders verme, cezalandırma isteği var. Bu ani gelişme üzerine dünyanın en önemli iki takas kurumu müşterilerine bundan sonra Türkiye varlıklarına aracılık yapmayacaklarını duyurdular. Bu çok önemli bir karar olarak algılandı ve Türk Lirası’nın konvertibilitesinin kaybolması anlamına geleceği konuşulmaya başlandı. Bunun üzerine ekonomi yönetimi telaşlandı ve geri adım attı ve üç bankaya konulan kısıtlamalar kaldırıldı ayrıca takas şirketlerine aracılık işlemleri için muafiyet getirildi.

3) Son olarak İstanbul’u dünya finans merkezlerinden biri yapma iddiasında olan hükümet döviz ve altın işlemleri için uzun yıllardır %0 olan Banka Sigorta ve Muamele Vergisi’ni (BSMV) önce binde 2 seviyesine geçen hafta da %1 seviyesine çıkardı.

Bütün bu gelişmeler, yani yabancı sermaye işlemlerine konulmak istenen yasaklar, Türkiye kapalı bir ekonomiye (sermaye kontrolü olan ithal ikameci bir ekonomik modele) mi dönüyor, uluslararası sistemden mi çıkıyor sorularının sıkça sorulmasına yol açtı. Normal koşullarda ciddi bir itirazda bulunması beklenen büyük sermayenin veya işveren kuruluşlarının şu ana kadar bir açıklaması olmadı. Genel bir sessizlik var. Bunun sebebi iktidardan çekinmek de olabilir, “bu döviz nakit akışına yönelik geçici bir adım, bekleyelim görelim” yaklaşımı da olabilir.

Sermaye kontrolü veya ithalat kontrolü gelebilir endişesini taşıyanlar artıyor ve bu kaygıda belli ölçüde haklılık payı da var. Yaşananlar Avrupa Birliği’ne aday, G20 üyesi bir ülkede pek sık rastlanır şeyler değil. Ancak biz hükümetin yerli üretimi teşvik etmek, yerli sanayiyi güçlendirmek gibi bir politikası olmadığını, Türkiye’nin yarı mamul ithalatına bağımlı olduğunu, ihracatının temelinin yarı mamul ithalatına dayandığını, kendi döneminde yarattığı Anadolu sermayesinin ithalat sayesinde büyüdüğünü göz önüne alarak ithalatçı politikaların devam edeceğini, son yaşanan gelişmelerin yaşanan döviz darboğazını aşmak ve vergi gelirini artırmak için günü kurtarmak amacıyla yapıldığını düşünüyoruz. Buradaki tehlike, yaşanan döviz bunalımının kalıcı olması ve ekonomi yönetiminin tercihten ziyade zorunluluktan yarı kapalı bir sisteme (görünüşte açık ama pratikte kapalı bir kur rejimi) geçiş yapmak durumunda kalması olacaktır.

 

Dış Politika

Bu dönem dış politika alanında önemli gelişmeler yaşandı. Türkiye’nin vekil güçleri vasıtasıyla dahil olduğu Libya’daki iç savaşta dengeler değişti. Trablus kuşatmasının kırılması ile birlikte Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne bağlı güçler, karşı saldırıya geçerek Hafter güçlerinin kontrolündeki stratejik öneme sahip Vatiyye Askeri Hava Üssü’nün kontrolünü sağladığını duyurdu. Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin (UMH) başlattığı ve Türkiye’nin de Silahlı İnsansız Hava Araçları (SİHA) ile destek verdiği operasyonlarda Surman, Sabratha, Al Ajaylat gibi bölgeler Hafter güçlerinden alındı. Terhune’ye başlatılan ikinci operasyonun ardından Hafter için kritik öneme sahip olan Vatiyye Askeri Üssü’ne başlatılan operasyonla birlikte Hafter zemin kaybetti. Bu gelişmeler, Türkiye’nin sahadaki askeri varlığının ve vekil güçlere verdiği askeri desteğin Libya’da dengeleri değiştirdiğini gösteriyor. Bu gelişmelerle birlikte, NATO Trablus’taki UMH’ne destek vermeye hazır olduğunu duyurdu. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, Libya’da tüm tarafların saygı duyması gereken bir silah ambargosu olduğunu belirterek, “Bu, Birleşmiş Milletler (BM) tarafından tanınan Serrac hükümeti ile Hafter tarafından idare edilen güçleri aynı kefeye koymaz. Bu nedenle NATO, Trablus hükümetine destek vermeye hazır.” dedi. Ancak NATO içinde Libya konusunda bir çatlak var: NATO üyelerinden Fransa, Mısır, BAE ve Rusya ile birlikte Hafter güçlerine destek vermeye devam ediyor.

Diğer yandan Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki sondaj faaliyetleri AB ülkeleri tarafından ortak bir bildiri ile kınandı. AB’nin dışişleri bakanları ortak bildirisi Türkiye’ye yönelik baskı politikasının süreceğini ortaya koydu. Bildiride Türkiye’nin bölgedeki sondaj hamlelerine tepki gösterilirken Ankara “tansiyonu yükseltmekle” suçlandı. AB, Türkiye’nin adımlarının birlik üyesi Kıbrıs’ın “egemenlik haklarının ihlali olduğu” iddiasını yineledi.

Türkiye’nin gerek Doğu Akdeniz’de gerekse Libya’da petrol paylaşımına dahil olmak istediği ve bunun için diplomasi yerine askeri gücü devreye soktuğu görülüyor.

Suriye’de ise El Nusra ve IŞİD’in tekrar güç topladığı görülüyor. BM, “Dünyanın koronavirüsle meşgul olduğu bir dönemde, IŞİD ve diğer terör örgütleri Suriye’de yeniden yapılanmaya başladı.” şeklinde bir uyarıda bulundu. BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, Türkiye ile Rusya’nın İdlib ve çevresi için kararlaştırdığı ve Mart ayında yürürlüğe giren ateşkese büyük ölçüde uyulduğunu açıkladı. Kuruluş, bütün dünyanın koronavirüs ile mücadeleye odaklandığı son haftalarda ise özellikle belirlenmiş hedeflere yönelik saldırıların arttığını duyurdu. Komiserlik, bunun bölgedeki grupların yeniden yapılanmasıyla bağlantılı olduğu yorumunu yapıyor. Türkiye Rusya ile vardığı mutabakatta M4 karayolunda denetimi sağlamak görevini üstlenmişti, ancak bu denetim sağlanamadığı gibi HTŞ gibi cihatçı örgütlerin İdlib’de güçlerini arttırdığı ve Türkiye’nin denetimindeki bölgelerde saldırılar düzenlediği görülüyor. BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, sadece Nisan ayında örgütlerin kendi yaptığı patlayıcılarla düzenlediği saldırılarda 35 sivilin hayatını kaybettiğini tespit ettiklerini duyurdu. Mart ayında ise bu rakamın yedi olduğu bildirildi. Saldırıların çoğunun, Türk ordusuyla müttefiki grupların ve Suriye Demokratik Güçleri’nin kontrolündeki kuzey ve doğu bölgelerinde düzenlendiği açıklandı. Irak’ın Salahaddin kentine bağlı Tuzhurmatu ilçesinde de IŞİD tarafından düzenlenen bombalı saldırıda bir kişinin öldüğü, 3 kişinin yaralandığı açıklandı.

Bu dönemde yaşanan önemli bir gelişme de Rojava’da 25 Kürt siyasi hareketinin Kürtler arası ulusal birlik amacıyla 18 Mayıs’ta Qamişlo’da yapılan toplantı sonunda bölgedeki ulusal birlik çalışmalarını destek ve takip için “Kürt Ulusal Birliği Partileri” adlı yeni bir yapının kuruluşunu ilan etmesi idi.

Rojava’da ABD ve Fransa’nın girişimleri ile Kürdistan Demokrat Partisi’ne (KDP) yakınlığı ile bilinen Suriye Kürt Ulusal Konseyi (ENKS) ile Suriye Demokratik Güçleri (SDG) arasında birlik görüşmeleri yapıldığı biliniyor. ENKS’nin Türkiye destekli Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Koalisyonu’ndan (SMDK) ayrıldığı ve Türkiye’deki temsilciliğini de kapattığı öne sürülmüştü. ENKS’nin Türkiye’den uzaklaşması ve Rojova’da ENKS dışındaki siyasi parti ve grupların birlik oluşturarak ENKS ile görüşmeye başlamaları Kürtler arasındaki birlik oluşturma çabalarının yoğunlaştığını gösteriyor.