Başsavcı William Barr, Özel Kalem Müdürü Mark Meadows ve Beyaz Saray Basın Sekreteri Kayleigh McEnany ile birlikte Lafayette Park’ın karşısındaki John’s Episcopal Kilisesi’nin dışında fotoğraf çektirirken Trump’ın el hareketleri. Bu fotoğraf, söz konusu alan göz yaşartıcı gazla protestoculardan temizlendikten sonra çekildi. Washington, DC, 1 Haziran 2020. – BRENDAN SMIALOWSKI / AFP VIA GETTY IMAGES

Yazar ve Truthout sitesinin izni ile çevrilmiştir.

Copyright, Truthout.org. Reprinted with permission

Irkçı polis şiddetine karşı yapılan protestoların ülkeyi salladığı bugünlerde, Trump’ın Beyaz Saray’ında faşizm yükseliyor ve COVID-19 salgını bir yandan devam ediyor. Ülke oldukça önemli bir dönemden geçiyor. Birçok önemli gelişmenin art arda yaşandığı bu tarihsel dönem hakkında modern dilbilimin kurucusu olarak bilinen, dünyanın en önemli kamusal entelektüellerinden biri olan Noam Chomsky ile konuştum. Chomsky, aralarında Hegemonya mı, İnsanlığın Bekası mı?, Başarısız Devletler, Umutsuzluğa Karşı İyimserlik, Hayaller ve Umutlar, İnsanlığın Efendileri ve Dünyayı Kim Yönetiyor? adlı eserlerin de içinde bulunduğu yüzden fazla kitabın yazarı.

Chomsky bu söyleşide, içinde bulunduğumuz dönemde en iyi nasıl mücadele verebileceğimiz ve son derece önemli meselelerin ortaya çıkacağı geleceğe nasıl hazırlanabileceğimiz konusunda düşündüklerini dile getiriyor.

George Yancy: COVID-19 hakkındaki sorularıma gelmeden önce, korkunç George Floyd cinayeti hakkındaki düşüncelerinizi ve ABD ile birlikte dünyanın dört bir yanında meydana gelen protestoları nasıl yorumladığınızı sorarak başlamak istiyorum. Özellikle, Trump’ın sözde ayaklanmayı bastırmak için orduyu harekete geçireceğini söylemesine karşı verdiğiniz tepkiyi merak ediyorum.

Noam Chomsky: “Korkunç cinayet” doğru bir kullanım oldu. Fakat tam da şimdilerde gerçekleşen, Siyah Amerikalılara dönük cinayetler hakkında açık olalım. Minneapolis’teki birkaç ırkçı polisin vahşeti, suçun sadece küçük bir bölümünü oluşturuyor.

Pandemi yüzünden gerçekleşen ölüm oranlarının Siyahlar arasında çok daha yüksek olduğu birçok defa belirtildi. Son dönemlerde yapılan bir çalışma, ortalamanın üzerinde siyah nüfusa sahip bölgelerde yaşayan Amerikalıların koronavirüs yüzünden ölme olasılıklarının, ortalamanın üzerinde beyazın yaşadığı bölgelerdeki Amerikalılarınkinden üç kat fazla olduğunu söylüyor. Siyahlara yönelik bu katliam, krizle başa çıkmaya çalışırken kaynakların nasıl tahsis edildiğinin yarattığı sonuçlardan biri. Kaynaklar çoğunlukla “daha beyaz ve daha varlıklı olan bölgelere” tahsis ediliyor. Fakat siyahlara dönük bu muamele, kötücül ırkçılığın 400 yıllık   iğrenç tarihinde daha da derinlere dayanıyor. Bu veba, insanlık tarihindeki en korkunç kölelik sisteminin kurulmasından bu yana farklı biçimler alıyor; ülkenin endüstrisinin, finansının, ticaretinin ve genel refahının aslî temelini oluşturuyor. Söz konusu veba çoğu zaman en iyi ihtimalle yatıştırılsa da hiçbir zaman tedavinin yanına bile yaklaşılmadı.

Amerikan köleliğinin, sadece kendine has alçaklığından değil; aynı zamanda ten rengiyle bağlantılı olmasından dolayı da eşi benzeri yoktur. Bu sistem içinde doğan her Siyahın suratına “Kölelik senin yaradılışından.” etiketi yapıştırıldı.

Diğer toplumsal kesimler de kötü muamelelere maruz kaldı. Yahudiler ve İtalyanlardan öylesine korkuluyor ve bu kesimler öylesine aşağılanıyordu ki bir yüzyıl önce, 1924 ırkçı göçmenlik yasası onların ülkeye girişini yasaklayacak şekilde tasarlandı. Böylelikle pek çok Yahudi toplama kamplarında ölüme gönderilmiş oldu. O günkü ırkçılar, kendimizi büyük suç örgütlerini yöneten Yahudi ve İtalyanlardan -örneğin Meyer Lansky, Al Capone ve Bugsy Siegel gibi yaratıklardan- korumamız gerektiğini savunarak bu yasayı desteklediler. Ama en sonunda Yahudi ve İtalyanlar asimile oldular. Aynı durum İrlandalılar için de geçerli.

Ancak Siyahların yaşadıklarına gelirsek, durum farklıdır. Irkçılık ve beyaz üstünlüğünün lanetlediği bir toplumda daima “asimile edilemezler” olarak görüldüler. Bu durumun mağdurlar üzerindeki etkisi, lanetin yarattığı kalıcı sosyoekonomik uçurumlarla katlandı ve devasa servet sahiplerine büyük bir lütuf, daha kırılgan olanlar için ise bir felaket anlamına gelen son 40 yılın neoliberal saldırısı ile şiddetlendirildi.

Siyah Amerikalıların katledilmesi dikkat çekmeksizin ilerliyor. Kötülüğü sınır tanımayan başkan, öncelikli seçmen kitlesine yani büyük servet sahiplerine ve şirketlerin hâkimiyetine yönelik hizmetlerini sürdürebilmek için bütün dikkatlerin pandemi üzerinde toplanmasını sömürdü. İzlenebilecek yöntemlerden biri, halkı koruyan ancak kârlara zarar veren düzenlemeleri ortadan kaldırmaktı. Trump, daha önce benzeri görülmemiş solunumla ilgili bir pandeminin ortasında COVID-19’u çok daha ölümcül hâle getiren hava kirliliğini artırmak üzere harekete geçti. İş dünyası yayın organlarının bildirdiğine göre bu hamle, on binlerce Amerikalının ölmesi ile sonuçlanabilir. Her zamanki gibi ölümler rastgele dağıtılmıyor: “En büyük darbeyi, düşük gelirli topluluklar ve renkli insanlar”, yani en tehlikeli bölgelerde yaşamak zorunda kalanlar yiyecek.

Bu şekilde devam edip sorunları anlatabiliriz. Protestocular bütün bunları çok iyi biliyor. Araştırma yapmalarına gerek yok. Birçoğu bunların hepsini deneyimleyerek yaşadı. Protestolar sadece Siyahlara yönelik polis vahşetine son vermek için bir çağrıda bulunmuyor, aynı zamanda sosyal ve ekonomik kurumların çok daha temel bir şekilde yeniden yapılandırılması için de çağrıda bulunuyor.

Sadece ülkenin dört bir yanından şahit olduğumuz eylemlerden değil kamuoyu araştırmalarından da gördüğümüz gibi, protestocular olağanüstü bir destek görüyor. Haziran başında yapılan bir anket, “Amerikalı yetişkinlerin yüzde 64’ünün ‘şu an dışarıda protestolara katılan insanlara sempati duyduğunu’, yüzde 27’sinin ise sempati duymadığını, yüzde 9’unun da emin olmadığını” söylüyor.

Bu tepkiyi benzer protestolarda ortaya çıkan başka bir durumla karşılaştırabiliriz: 1992 yılında Rodney King’i neredeyse öldürene dek döven Los Angeles polis memurlarının beraati sonrasındaki atmosferle. Bir hafta süren, 60’ın üzerinde insanın öldüğü ayaklanmalar en sonunda Başkan Bush’un gönderdiği federal birliklerin desteğindeki Ulusal Muhafızlar tarafından bastırılmıştı. Protestolar çoğunlukla Los Angeles ile sınırlı kalmıştı ve bugün şahit olduğumuz duruma hiç benzemiyordu.

Trump’ın her şeyden ağır basan tek bir endişesi var, kendi durumu: Bu trajediyi, oy tabanımın en ırkçı ve şiddet içeren bileşenlerini ateşleyerek seçilme ihtimalimi artırmak için nasıl kullanabilirim? Onun doğal içgüdüsü şiddete çağrıda bulunuyor: “Şimdiye kadar gördüğüm en korkunç köpekler ve en lanetli silahlar.” Ve bu “serseri sürülerine” asla unutamayacakları bir ders vermek için orduyu harekete geçirmeyi düşünüyor.

Trump’ın yoldan çıkmış topluma şiddet kullanarak “egemen olma” planı öfkenin yayılmasına sebep oldu. Bunun yanında, protestoculara sempati duyduklarını ifade eden eski ABD Genelkurmay Başkanlarından sert kınamalar geldi. Eski Genelkurmay Başkanı Amiral Mike Mullen şöyle yazdı: “Beyaz bir erkek olarak, Afrikalı Amerikalıların bugün hissettikleri korku ve öfkeyi mükemmel bir şekilde kavradığımı iddia edemiyorum… Ama bir süredir bu konularla uğraşan biri olarak, bu duyguların gerçek olduğunu ve hepsinin çok acı verici bir temelden kaynaklandığını anlamak için yeterince şey biliyorum ve yeterince şey gördüm.”

Son yirmi yıldaki değişiklikler belki de nüfusun büyük bölümünün, toplumumuz hakkında uzun yıllardır gizlenmiş gerçeklerin farkına varmakta olduğunun bir işaretidir.

Bize sık sık Amerika Birleşik Devletleri’nin dünyanın en güçlü ülkesi olduğu söyleniyor. Bize sürekli “Amerika’nın müstesnalığı”ndan bahsediliyor. Ancak, dünya genelinde COVID-19 nedeniyle en fazla ölüm oranına sahip ülkeyiz. Pandemiye sistematik bir hazırlıksızlık içinde yakalandık. Bu tutarsızlığı nasıl açıklıyorsunuz? Sizce Trump tüm bunlarla ilgili nasıl bir rol oynuyor?

Hazırlığın bu kadar eksik olmasının üç temel nedeni var: Kapitalist mantık, neoliberal öğreti ve siyasi liderliğin karakteri. Şimdi sırasıyla kısaca bunların üzerinden geçelim.

2003 yılındaki SARS salgını kontrol altına alındıktan sonra bilim insanları gelecekte bir pandeminin muhtemel olduğunun ve başka bir koronavirüsün buna neden olabileceğinin farkındaydılar. Ayrıca bu pandemiye hazırlanmak için nasıl tedbirler alınacağını da biliyorlardı. Ama sadece bilmek yeterli değildi. Birilerinin bu bilgiyi kullanması gerekiyordu. Bu bilgiyi kullanmak için başlıca aday, yanlış şekilde “serbest ticaret” anlaşmaları denilen anlaşmalarla kendilerine tanınan fahiş patent hakları sayesinde gerekli tüm kaynaklara ve olağanüstü kazançlara sahip olan ilaç şirketleridir. Fakat onlar da kapitalist mantık tarafından engellendiler. Gelecekteki olası bir felakete hazırlanmanın getireceği bir kazanç yoktur ve ekonomist Milton Friedman’ın 40 yıl önce neoliberal çağın başlangıcında açık şekilde dile getirdiği gibi, şirketlerin tek sorumluluğu hissedar değerini -ve yönetimin zenginliğini- en üst düzeye çıkarmaktır. Daha 2017’de büyük ilaç şirketleri, Avrupa Birliği’nin koronavirüs de dahil olmak üzere patojenler hakkında hızlandırılmış araştırmalar yapma önerisini reddetti.

Diğer bir aday ise yine gerekli kaynaklara sahip olan ve çoğu aşı ve ilacın geliştirilmesinde önemli bir rol oynayan devlettir. Ancak bu yola da, asıl problemin hükümet olduğu bilgisini sunan Reagan’dan beri hüküm süren neoliberal öğreti tarafından taş koyuldu. Yani karar alıcılar, bir dereceye kadar vatandaşların etkileyebildiği hükümet değil neoliberal zaferin birincil aktörleri -ve lehtarları- olan ve hesap verebilirliliği olmayan özel tiranlar olmalıdır. Böylece devlet de parmaklıkların ardına hapsolmuş oldu.

Üçüncü faktör de tek tek hükümetlerdir. Kendimizi ABD’yle sınırlandırırsak, Başkan George H. W. Bush, Başkan’ı önemli bilimsel konulardan haberdar etmek için -Başkan’a bağlı- Bilim ve Teknoloji Danışmanlar Konseyi’ni (PCAST) kurmuştu. Başkan Obama’nın 2009 yılında göreve başlamasıyla birlikte yaptığı ilk hamlelerden biri, bir pandemi ile nasıl başa çıkılacağı konusunda PCAST’den araştırma yapmasını istemek oldu. Çalışma birkaç hafta sonra Beyaz Saray’a teslim edildi. Bilimi dikkate alan Obama yönetimi, bulaşıcı hastalık tehditlerine karşı erken tepki vermeyi planlayan bir pandemi altyapısını uygulamaya koydu. Bu uygulama, Başkan Trump’ın göreve geldiği 20 Ocak 2017 tarihine kadar devam etti. Trump görevdeki ilk birkaç gününde pandemi hazırlıkları da dahil olmak üzere yürütme organının bütün bilimsel altyapısını ortadan kaldırmaya başladı. Gerçekten de yüksek teknoloji ekonomisini geliştirmek için kritik öneme sahip olan, II. Dünya Savaşı’ndan bu yana süregiden partiler üstü girişimleri tersine çevirerek bilimin izlenecek politikaları şekillendirici rolünden vazgeçti.

Tabuta son çivileri çakarcasına Trump, bilim insanlarının koronavirüsleri araştırmak için Çinli meslektaşlarıyla birlikte çalıştıkları programları sonlandırdı. Her yıl, Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri’ne (CDC) ayrılan fonu azalttı. Bunu, pandeminin şiddetlendiği dönemde -bir yandan fosil yakıt endüstrilerine sübvansiyonlar artırılırken- CDC’nin bütçesinde daha fazla kesinti yapma çağrısında bulunduğu Şubat 2020 bütçe teklifi takip etti. Halk üzerindeki etkisi ne olursa olsun, bilim insanlarının yerini sistematik olarak özel kârın en üst düzeye çıkarılmasını garanti altına alacak endüstri yetkilileri aldı.

Trump’ın kararları, Başkanlık Özgürlük Madalyası’nı takdim ettiği en sevdiği üstat olan Rush Limbaugh’un yargılarıyla uyumlu. Kendisi bilimin, “hepsi aldatma yoluyla var olan” akademi, medya ve hükümet ile birlikte “aldatmanın dört köşesinden” biri olduğunu söylüyor. Bu yönetimin kılavuz ilkesi 1936 yılında Franco’nun önde gelen generali tarafından daha güçlü ve etkileyici bir şekilde dile getirilmişti: “Kahrolsun akıl! Viva Death! [Yaşasın Ölüm!]”

Bütün bunların sonucu olarak, pandemi kapıya dayandığında ABD “sistematik olarak hazırlıksız” hâldeydi.

Şubat ayında Trump, COVID-19’un, “bir gün, bir mucize gibi ortadan kaybolacağını”, öylece yok olacağını söyledi. Çok yanılmıştı ve daha sonrasında bir de hastalığı “ırksallaştırarak” Çin’i suçladı. Bir kesim, COVID-19 sürecini berbat derecede kötü yönetmesi nedeniyle Trump’ın eline kan bulaştığını iddia edecektir. Bu konu hakkındaki düşünceleriniz neler?

Trump’ın esas seçmen kitlesine -aşırı zenginler ve şirketlerin hâkimiyetine- sağladığı hizmetler sebebiyle on binlerce Amerikalı hayatını kaybetti.  Kötü niyeti, salgın yayıldıktan sonra da devam etti. Geçen aralık ayında, ilk belirtilerin keşfedilmesinden birkaç hafta sonra Çinli bilim insanları virüsü belirlediler, genomun dizilimini çözdüler ve dünyaya ve Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) bilgileri sağladılar. İlk olarak Asya ve Okyanusya’daki ülkeler reaksiyon gösterdi ve durum büyük ölçüde kontrol altına alındı. Diğer ülkelerdeki durum değişkenlik gösterdi. Trump ise sınıfta kaldı. İki kritik ay boyunca ABD istihbarat ve sağlık yetkilileri Beyaz Saray’ın dikkatini çekmeye çalıştı, ancak çabalar sonuçsuz kaldı. Sonunda muhtemelen borsanın çöktüğünün bildirilmesiyle Trump durumun farkına vardı. O zamandan beri de kaos yaşanıyor.

Şaşırtıcı olmayan bir şekilde Trump ve emrindekiler -daha kaç insanı katlettiklerinden habersiz hâlde- Amerikalılara karşı işledikleri suçlardan dolayı suçlanacak bir günah keçisi bulmak için umutsuzca ortada dolaşıyorlardı. ABD’nin Dünya Sağlık Örgütü’ne ayırdığı fonu kesmesi ve bu kurumdan çekilmesi, koronavirüs salgınından önce DSÖ’nün tıbbi yardımları ile yaygın hastalıklardan korunan Afrikalılar, Yemenliler ve diğer birçok yoksul ve çaresiz topluma karşı sadistçe bir darbe oldu. Şimdi de bu halklar yeni felaketlerle karşı karşıyalar. Eğer Trump’ın seçim umutlarını artırmaya yardımcı oluyorlarsa pekâlâ harcanabilirler.

Trump’ın DSÖ’ye karşı tartışması bile çok gülünç olan suçlaması, DSÖ’nün Çin tarafından kontrol ediliyor olduğuydu. DSÖ’den ayrılarak Çin’in etkisini artırmış oldu. Ancak onu aptallık ettiği için eleştirmek haksızlık olur. Sonuç ilk aşamada bunu hiç umursamadığı gerçeğinin altını çizmekten öteye gitmez.

Sorumluluklardan ve kana bulanmış ellerden bahsetmişken, bireysel hakların belirli bir yorumu -maske takmanın açık şekilde reddedilmesi de dahil olmak üzere- DSÖ ve CDC’nin tavsiyelerine uymayan ABD vatandaşı birçok kişi için kolektif sosyal sorumluluğu geçersiz kılıyor gibi görünüyor. Bu öfkeyi ve başkalarının sağlığına ve güvenliğine karşı duyulan sorumsuzluğu körükleyen şeyin ne olduğunu düşünüyorsunuz?

Cumhuriyetçiler -eylemleri onlara ne kadar zarar verirse versin- büyük çoğunlukla başkana inanıyorlar. Yaltaklanan sahtekârlar dışındaki herkesten kurtulmak için uyguladığı başarılı kampanya sayesinde Trump’ın tanrısal imajı etrafındakiler tarafından güçlendiriliyor; tıpkı, Tanrı’nın Trump’ı, İsrail’i İran’dan kurtarmak için dünyaya göndermiş olabileceğini düşünen iki numaralı isim Dışişleri Bakanı Mike Pompeo gibi. Trump taraftarlarının en büyük tabanı olan Pompeo’nun muhafazakâr protestan (evanjelist) yoldaşları da muhtemelen aynı fikirde. Dürüstlüğün zerresinin neredeyse hiç kalmadığı, ne yaparsa yapsın ona alçakça ibadet eden Cumhuriyetçi Parti’den de genel olarak aynı şeyleri duyuyorlar. Aynı şey, bir yankı vadisine dönüşmüş durumdaki medyası için de geçerli. Araştırmalar, Cumhuriyetçiler için birincil bilgi kaynağının Fox News, Limbaugh ve Breitbart olduğunu gösteriyor. Doğrusu, ilginç bir ikili ortaya çıktı: Trump rastgele bir açıklama yayınlar, Sean Hannity tarafından çığır açan bir keşif olarak duyurulur ve ertesi sabah Trump ne düşüneceğini bulmak için Fox News’a döner.

Kamuoyu araştırmaları, sonuçları ortaya koyuyor. Pew Araştırma Merkezi’nin, Trump’ın büyüyen felaket karşısındaki sorumluluğunun her türlü ciddi tartışmanın ötesine geçtiği nisan ayında yaptığı bir anket, Cumhuriyetçilerin ve Cumhuriyetçi eğilimlilerin yüzde 83’ünün Trump’ın salgına verdiği yanıtı mükemmel ya da iyi olarak değerlendirdiğini tespit etti; bunu, Demokratlar ve Demokrat eğilimlilerin yüzde 18’i ile karşılaştırabiliriz. Cumhuriyetçiler, virüsü “normal grip” ile karşılaştıran ve nisan ortasında destekçilerine “VIRGINIA’YI ÖZGÜRLEŞTİRİN, Anayasanızın mükemmel ikinci değişikliğini kurtarın. Kuşatma altında!” şeklinde tweet’ler atarak yönlendirmeler yapan bir başkanı dinliyorlar. İkinci değişikliğin bu konuyla en ufak bir ilgisi yok, ancak Trump hangi düğmeye basacağını biliyor. 50.000 kayıtlı ölümün olduğu bir dönemde, Demokrat valilerin görevde olduğu -Virginia gibi- eyaletlerdeki silahlı protestocuları kuralları ihlal etmeye teşvik etme denemelerinin bir parçası olarak seçmenlerini açıkça silahlanmaya çağırıyordu.

Seçilme olasılığımı artıracaksa, sadece Yemenlileri ve Afrikalıları değil daha fazla Amerikalıyı da öldürelim. “Kahrolsun akıl! Viva Death! [Yaşasın Ölüm!]”

Suni kamuoyu oluşturma operasyonlarını ve seçmeninin coşkulu sadakatini bir kenara koyduğumuzda, “bireysel haklara” yapılan çağrıdan geriye anlamlı denebilecek pek bir şey kalmıyor.

Protestocuların sosyal sorumluluğu dikkate almadıkları da pek açık değil. Belli ki olayı bu şekilde görmüyorlar. Karşılaştırma aslında uygun olsa da yaptıkları şeyin sokaklarda koşup tüfeklerle rastgele ateş açan insanlara benzediği fikri karşısında dehşete kapılırlardı. Kimseyi tehlikeye attıklarını düşünmüyorlar. Aksine radikal solun -belki de Çin’den gelen talimatlarla- temel haklarını yok etme ve hatta silahlarını ellerinden alma çabalarına karşı saygın liderlerini takip ediyorlar.

Diğer tüm işaretler ülkenin -ve ABD’nin gücünü düşündüğümüzde dünyanın- derin bir sorun içerisinde olduğunu gösteriyor.

Trump’ın yetersizliğinden bağımsız olarak, başka bir salgını önleyebilmek için küresel olarak ne yapılması gerekiyor ve gelecekte daha iyi hazırlanabilmek için ne yapmalıyız?

“Yetersizlik” kelimesinin tam olarak doğru kelime olduğunu düşünmüyorum. Trump birincil hedeflerine ulaşma konusunda oldukça yetkin: Çok zenginleri daha da zenginleştirmek, şirketlerin gücünü ve kârını artırmak, seçmen tabanını sırtından bıçaklamasına rağmen hizada tutmak, iktidarı kendi elinde merkezileştirerek yürütmeyi devre dışı bırakmak ve Kongre’deki Cumhuriyetçilerin gözünü korkutarak neredeyse her şeyi ürkekçe kabul etmek zorunda bırakmak. Trump, aşı geliştirmekten sorumlu bilim insanını, kendisinin desteklediği sahte tedavi yöntemlerini sorgulamaya cesaret ettiği için kovduğunda Cumhuriyetçilerden ses çıktığını duymadım. Washington’da yarattığı bataklığı denetlemeye kalkışan genel müfettişlerin tasfiyesini gerçekleştirirken ve uzun kariyerini bu sistemi kurmaya adayan en saygın Cumhuriyetçi senatörlerden birine,  86 yaşındaki Chuck Grassley’e hakaret ederken bu saflarda bir ölüm sessizliği vardı.

Bu, etkileyici bir başarı.

Küresel olarak yapılması gereken, bilim insanlarının verdiği tavsiyelere uymaktır. Yeni bir pandemi muhtemel ve küresel ısınma nedeniyle büyük olasılıkla bundan daha kötü olacak, ki küresel ısınma Trump vebasının dört yıl daha uzamasıyla bir iklim kavrulması hâline gelebilir. Muhtemel pandemiye hazırlık yapmak için 2003 yılında tavsiye edilen ve Trump mahvedene kadar küçük bir kısmı takip edilen adımlara benzer adımlar atılmalı. Koronavirüs ve diğer potansiyel tehlikeleri araştırmak, belirtileri hafifleten aşıları ve ilaçları hızla geliştirmek için gerekli bilimsel bilgiyi geliştirmek ve bir pandeminin tekrar gerçekleşme ihtimaline karşı uygulanacak acil durum planlarını uygulamak için uluslararası işbirliği sağlanmalı.

Özellikle ABD açısından bu, toplumu sağlık alanında -ve diğer birçok alanda- acı sonuçlara maruz bırakan neoliberal dogmadan kurtarmak anlamına gelir. Yedek yatak veya atık kapasitesi olmayan hastaneleriyle sağlık alanında ticari işletme modelini uygulamak, felakete davetiye çıkarmaktır. Daha genel olarak son derece verimsiz özel sağlık sistemi, diğer gelişmiş ülkelere kıyasla en kötü sonuçlara ve iki kat daha fazla maliyete sahip olmasıyla toplum üzerinde korkunç bir yüktür. Lancet Dergisi’nin yakın tarihli bir araştırmasında, özel sağlık sisteminin yıllık maliyetinin yaklaşık 500 milyar dolar olduğu ve buna rağmen, tedavilerin fazladan 68.000 ölümle sonuçlandığı tahmin ediliyor. ABD’nin diğer toplumların seviyesine yükselememesi ve bunun yerine en acımasız ve maliyetli evrensel sağlık hizmeti sistemine, yani acil servislere güvenmesi rezalettir. Sağlık hizmeti alabileceğiniz bir yere kapağı atabilirseniz hemen arkasından “sağlıklı” bir faturayla da karşılaşabilirsiniz.

Aynı neoliberal dogma, Ulusal Sağlık Enstitüleri’nin ilaçlar için gerekli araştırma ve geliştirmenin ötesine geçip test ve dağıtım aşamalarını da gerçekleştirmesini, böylece özel şirketleri bypass ederek sürekli görmezden gelinen ABD yasa hükümlerinin uygulanmasını da engelliyor. Bu hükümler, devlet yardımı ile üretilen ilaçların -yani aslında tümünün- makul maliyetle halka ulaştırılmasını gerektiriyor. Bu konularda benim bildiğim en özenli çalışmalar, bu tür önlemler uygulandığı takdirde inovasyon kaybı olmadan çok büyük tasarruflar sağlanacağı tahmininde bulunan Dean Baker tarafından yapılmıştır. (Dean Baker’in Rigged adlı kitabına ücretsiz olarak buradan ulaşabilirsiniz.)

Bu sadece bir başlangıç. Ele alınması gereken derin sosyal, kültürel ve kurumsal sorunlar var.

Kasım seçimlerinin yakın olduğunu düşünürsek, Trump’ın iktidarda kalmak için seçimde hile yapacağını öngörüyor musunuz? Eğer böyle bir şey yaşanırsa, bunun siyasal sonuçları hakkında ne diyebilirsiniz?

Trump ve ortakları bu sahtekârlık için zaten yoğun bir çaba içerisinde ve bu ilk kez olmuyor. Bir azınlık partisine başkanlık ettiklerini ve siyasal iktidarı sürdürmek için hile ve sahtekârlığa başvurmaları gerektiğini biliyorlar ve onlar için tehlikede olan çok şey var. İktidarlarını dört yıl daha uzatabilirlerse -halkın istediği ne olursa olsun- aşırı sağ politikalarının bir nesil için geçerli olmasını garanti etmiş olacaklar. McConnell’in yargıyı yukarıdan aşağıya, kamu yararına programları engelleyebilecek genç ve aşırı sağcı hukukçuların eline teslim etme stratejisinin amacı buydu. Mevcut fırsatın kaybedilmesi projelerini mahvedebilir. Kişisel olarak Trump açısından, psikolojik olarak normal bir insan gibi yenilgiyi kabullenebilecek olsa bile kaybetmenin sonuçları ağır olabilir. Dokunulmazlığı kaybederse ciddi yasal suçlamalara karşı savunmasız olabilir. Kuzey Kore tarzındaki otoritesine teslim olmuş bir Cumhuriyetçi Parti varken Trump’ın karşısında pek az engel var. Gerisini hayal gücüne bırakabiliriz.

Bunun distopyaya benzeyeceğini biliyorum, ancak Trump bu denli güç arzusuyla yanıp tutuşurken iktidarını koruyabilmek için milisleri harekete geçirmeyeceğini kim söyleyebilir? Bu konuda bir düşünceniz var mı?

Bu ihtimal göz ardı edilemez. Büyük ölçüde kabul gördüğü gibi, ülke uzun vadeli bir anayasal krizle karşı karşıya. Senato temelde demokratik olmayan bir kurum, Seçmen Kurulu da aynı seviyede olmamakla birlikte antidemokratik. Demografik ve yapısal nedenlerden ötürü beyaz, Hıristiyan, kırsalda yaşayan, gelenekçi, çoğu zaman beyaz üstünlükçü seçmenlerden oluşan küçük bir azınlık sonucu tayin edecek gücü büyük ölçüde elinde bulunduruyor. Öyle ki bu güç, Nixon’ın “Güney Stratejisi” onları Cumhuriyetçilerin tarafına geçirmeden önce ırkçı, güneyli Demokratların sahip olduğu güçten daha fazla ve bu durumu anayasa değişikliği ile değiştirmek pek mümkün değil. Eli kulağındaki krizin Trump’ın marifetiyle pek yakında ortaya çıkması göz ardı edilecek bir olasılık değil.

Noam, kendiniz hakkında fazla konuşmamayı tercih ettiğinizi biliyorum, 91 yaşında biri olarak COVID-19 koşulları altında içinde bulunduğumuz bu gerçeküstü tarihsel anla nasıl başa çıkıyorsunuz?

Dar ve kişisel anlamda söyleyecek olursam, eşim ve ben ciddi bir zorluk çekmiyoruz. Pek çokları içinse tamamen farklı bir hikâye söz konusu. İçinde bulunduğumuz an hakikaten gerçeküstü. Gelecek, krizden nasıl çıkacağımızla şekillenecek. Salgından ve salgını keskin şekilde şiddetlendiren halka yönelik neoliberal saldırıdan sorumlu olan kuvvetler sessizce oturup beklemiyorlar. Ortaya çıkacak olan düzenin, hâlihazırda kendi çıkarları doğrultusunda yarattıklarının daha sert ve otoriter bir versiyonu olmasını sağlamak için durmaksızın çalışıyorlar. Yakın geçmişin felaketlerini tersine çevirmek, çok daha insancıl ve yaşanılası bir dünyaya doğru ilerlemek ve en önemlisi, yaklaşmakta olan çok daha ciddi krizlere karşı koymak için mevcut fırsatları yakalamaya çalışan halk güçleri var.

Salgından korkunç bir maliyetle kurtulacağız. Mevcut rotamızda devam edersek, kutup buz tabakalarının süregiden erimesinden ve yeryüzünün kavrulmasının çok geçmeden insan yerleşim alanlarının birçoğunu yaşanmaz kılacak diğer sonuçlarından kurtulamayacağız. Trump’ın, belli bir koruma sunan nükleer silahların denetimini ortadan kaldırarak ve azalan güvenliğimizi iyice zayıflatacak yeni ve daha tehlikeli imha araçları geliştirmek için yarışarak tırmandırdığı nihai nükleer savaş tehdidinden kurtulsak bile, Trump kötülüğünün dört yıl daha uzaması yaklaşan felaketle başa çıkmanın zorluklarını keskin şekilde artıracaktır.