1 Ocak 2021 gecesi Boğaziçi Üniversitesi’ne Prof. Dr. Melih Bulu rektör olarak atandı. Bu atama okulun birçok kesimi tarafından tepkiyle karşılanırken ülke çapında da ses getirdi. Atanan ismin akademik niteliği ve siyasi konumu bir tartışma unsuru hâline geldi. Doktora tezine yönelik intihal tartışmaları ve AKP bünyesindeki “net” pozisyonu etrafındaki eleştirilerin yanında üzerinde durulması gereken önemli bir nokta var: Demokrasiden uzak ve üniversitelerin özerkliğine yönelik bir saldırı niteliğindeki bu atama korkulanın başa geldiği anı yaşadığımızı gösteriyor.

Rektörlük Seçimleri Neydi Ne Oldu?

Bugünkü atamaya gelmeden önce bizi bugüne getiren sürece, rektörlük seçimlerinin geçmişine bakalım. 1946’da Resmî Gazete’de yayımlanarak getirilen rektörlük seçimleri 1980 darbesinin ardından 1981 yılında YÖK’ün kurulmasıyla kaldırılmıştı. 1992 yılında YÖK kanununda yapılan değişiklikle YÖK’e bildirilen altı adayın içerisinden belirlenen üç ismin Cumhurbaşkanı’na gitmesi ve bu isimler arasından bir kişinin Cumhurbaşkanı tarafından rektör olarak atanması sistemi geldi.[1] Ancak Boğaziçi Üniversitesi rektörlük seçimlerini sistemin çatlağını kullanıp bir teamül oluşturarak sürdürmeye devam etmişti. Yürütülen sisteme göre kazanan aday dışındaki isimler adaylıktan çekiliyor ve Cumhurbaşkanı, seçilen adayı atamak durumunda kalıyordu. Bu sistemdeki ilk çatlak 2016 yılında seçimi kazanamasa da adaylıktan çekilmeyeceğini belirten, son dönemde Bimeks işçilerinin hak davasında[2]  da sıkça duyduğumuz bir isim olan Prof. Dr. Vedat Akgiray[3] oldu. 2016 yılında Akgiray’ın karşısında hâlihazırda rektör olan Prof. Dr. Gülay Barbarosoğlu’nun %86 gibi rekor bir oyla seçilmesinin ardından seçimlere katılmamış bir isim, Prof. Dr. Mehmed Özkan rektör olarak atanmıştı. Bunu mümkün kılan olay ise üniversitelerde 29 Ekim 2016 tarihinde yayımlanan Kanun Hükmünde Kararname ile rektörlük seçimlerinin kaldırılması ve rektör atamalarının doğrudan Cumhurbaşkanı tarafından yapılmaya başlanmasıydı. Mehmed Özkan, Boğaziçi öğrencileri tarafından eleştirilse ve tepki görse de “atanan kişinin okulun içinden olması” gibi sebeplerle süreç içinde ‘hoş görülmüştü’. Sonrasında Melih Bulu’nun atanabilmesini sağlayan düzenleme ise Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin yetkilendirmesi ile birlikte çıkması mümkün kılınan 703 sayılı KHK oldu.

Melih Bulu ile Ne Değişiyor?

Dört yıl sonra bugün, Mehmed Özkan’ın yeniden atanması beklenirken yerine Melih Bulu’nun atanmasıyla birlikte üniversitelerin özerkliğinin ciddi biçimde sorgulanmaya açık olduğu bir kez daha ayan beyan gözler önüne serildi. Melih Bulu ile birlikte eski AKP milletvekili ya da aday adayı olan rektörlerin sayısı 20’ye yükseldi.[4] Partili Cumhurbaşkanı tarafından atanan rektörlerin ne gibi kaygılarla hamle alacakları tahmin edilebilir. İktidar vesayeti altında yönetilen devlet üniversitelerinin akademik aşınmaya uğraması; bilimsel, düşünsel, kültürel ve sanatsal çalışmalara yönelik müdahalelere açık hâle gelmesi bariz bir endişe kaynağı. Melih Bulu, rektörlüğe atanmasının hemen ardından sosyal medya üzerinden yaptığı, sonrasında da öğrencilere, öğretim üyelerine, personellere ve işletmelere “Rektör’den mesaj” başlığı altında e-posta ile ilettiği açıklamasıyla bu endişeleri pekiştirdi.[5] Boğaziçi özlemi vurgusu ile başlayan ancak okulun dinamik dokusundan bihaber yaptığı belli olan açıklamasında, üzerinde çalışılması gerekliliğini belirttiği “Dünyadaki Yerimiz”, “Sektörle İşbirliği”, “Girişimcilik” ve “İnovasyon Ekosistemi” başlıklarında öğrencilerin öğrenim koşullarına, Boğaziçi’ni, Boğaziçi yapan sosyal kulüpler ve topluluk ortamına ya da genel anlamda ticaret ve sermaye odaklarından uzak en ufak bir noktaya değinmemişti. Rekabet üzerine olan çalışmalarından da tahmin edilebileceği gibi özgür düşüncenin teşvik edildiği, yenilikçi, ilerici bir üniversite ortamı yerine gelir getirici ve yarışmacı öğrenciliğin ön planda olduğu bir model önerdiğini anlamış olduk. Kendisi özelinde bu durum, Boğaziçi Üniversitesi’nden önce rektörlük yaptığı Haliç Üniversitesi’ndeki tutumundan da anlaşıldığı üzere şaşırtıcı değil. Haliç Üniversitesi öğrencilerinin pandemi dönemindeki sınavlarda kamera açılması ya da okula gidilmesi ikileminde bırakılmalarına gösterdikleri tepkiye, öğrencileri sosyal medya üzerinden engelleyerek veya okulda para vererek okuyabildikleri için bozuk kamera problemlerini de çözebileceklerini belirterek cevap vermesi bu tutumuna bir örnek oluşturuyor.

Demokrasi ve Özerklik Talebi Üzerine

İktidarın Boğaziçi ya da uzun süredir Prof. Dr. Verşan Kök yönetiminde benzer sorunları yaşayan ODTÜ gibi üniversitelerle çok da gizlemeden vermiş olduğu mücadeledeki şimdiye dek ulaştığı “başarılar” her ne kadar Boğaziçi’ndeki şok etkisi en gözle görünür biçimde şu an yaşanıyor olsa da dün başlamış olaylar değil. Boğaziçi’nin bugün tekrar yaşadığı kayyum atama müdahalesinin üniversitelere de özgü olmadığını; uzaktan duyulan ve kulak ardı edilen, çeşitli belediyelere veya kurumlara atanan kayyum haberlerinin ardından geldiğini unutmamak lazım. Boğaziçi’nden önce 19 üniversite daha AKP eski milletvekili ya da aday adayı rektörler tarafından yönetilmeye başlanmıştı. Boğaziçi’nde rektörün görev süresi dolarken en azından hâlihazırda atanmış kayyumun yeniden atanmasının beklentisiyle bir ses çıkarılmadı ancak ayak sesleri dört yıl önceden duyulmaya başlanan bu atama şaşkınlıkla karşılandı. Burada asıl şaşırtıcı olanın bu dört yıllık sessizlik olduğunu belirtmek gerekiyor. Ancak elbette gecikmiş de olsa bir ses çıkarılması gerekiyordu ve o ses nihayet yükselmeye başladı.

Bu durum, şu an Boğaziçi’nin tüm bileşenleriyle ortaya koymaya çalıştığı mücadeleyi elbette önemsiz kılmıyor. Demokratik süreçlerin işletilmesi talebinin yanında dillendirilen Melih Bulu’nun doktora tezinde intihal yaptığı iddialarına ve AKP aday adayı olan bir ismin rektör olarak atanmış olmasına verilen tepkiler de boşa değil. Ancak akademik olarak yeterli olan ve siyasi geçmişi bariz bir şekilde iktidar yanlısı olmayan bir ismin de böyle tepeden atanmasına bu denli tepki göstermek gerekli. Üniversitedeki işleyişte söz alacak kişi ve yapıların üniversitenin kendi özerk inisiyatifiyle oluşması gerektiğini vurgulamak, burada ön plana çıkarılması gereken asıl nokta oluyor. Üniversitelerin seçilmiş değil tepeden atanmış kişiler tarafından yönetilmesi akademik özerkliğin önünde yükselmekte olan bir duvar olarak duruyor. Özerk bir akademinin iktidar odaklarının değil, özgür ve bilimsel düşüncenin etrafında konumlanması gerekiyor.

İlk İcraatlar

Bu yazının yazıldığı zaman dilimi içerisinde Melih Bulu’nun rektörlüğünün ilk günlerinde üniversite kapılarının polis barikatlarıyla çevrelenmesi ve polisin okul kapısına kelepçe takması hem metaforik hem de gerçek anlamda bir kuşatma girişimine işaret ediyor. Polis devletin baskısı altında bir okulun, özgür, ilerici, bilimsel ve çok sesli bir akademiye ev sahipliği yapmasını beklemek fazlasıyla iyimser ve hayalperest olur. Dünkü eylemin ardından havuz medyasının, okula sokulmayan öğrencilerin abartılan hareketlerini alışıldık “terör” damgasıyla işaretlemesi dikkatleri polisin en baştan neden orada barikat kurduğu sorusundan uzağa çekiyor. Özerk, özgür bir akademi için, üniversitelerin kime ait olduğunun tekrar hatırlanması gereken bir dönemden geçiyoruz.

 

 

[1] Tarihçe için bkz. “Rektörlük Seçimlerini Kaldıran İki Tarih: 1981, 2016”, <https://bianet.org/kurdi/egitim/180407-rektorluk-secimlerini-kaldiran-iki-tarih-1981-2016>

[2] İlgili haber için bkz. “BİMEKS işçileri: Devlet işvereni koruyor”, <https://www.evrensel.net/haber/419731/bimeks-iscileri-devlet-isvereni-koruyor>

[3] İlgili haber için bkz. “Boğaziçi Üniversitesi’nde tartışmaları alevlendiren rektör adayı”, <https://businessht.bloomberght.com/guncel/haber/1262766-bogazici-universitesinde-tartismalari-alevlendiren-rektor-adayi>

[4] İlgili haber için bkz. <https://t24.com.tr/haber/universitelerde-akp-li-rektor-ruzgari-20-eski-akp-li-rektor-yapildi,924443>

[5] Bkz. <https://twitter.com/melihbulu/status/1345681741785276416?s=20>