Boğaziçi Üniversitesi’ndeki Konferansın Ertelenmesinin Düşündürdükleri
Nuri Ersoy
31 Mayıs 2005
25-27 Mayıs 2005 tarihleri arasında Boğaziçi Üniversitesi’nde yapılması planlanmış olan, Bilgi, Boğaziçi ve Sabancı Üniversiteleri’nin ortaklaşa düzenlediği “İmparatorluğun Çöküş Döneminde Osmanlı Ermenileri: Bilimsel Sorumluluk ve Demokrasi Sorunları” başlıklı konferans BU rektörlüğünün kararı ile akibeti belirsiz bir şekilde ertelendi. Hükümet sözcüsü Cemil Çiçek’in konuşmasını hepimiz dehşet içinde izledik. Bakan Çiçek, “Hükümet olarak bir yetkimiz olsaydı gereğini yapardık. Keşke Adalet Bakanı olarak dava açma yetkisini devretmeseydim. Şimdi YÖK ne yapacak merak ediyorum. BÜ ne yapacak onu merak ediyorum. Biz de merak ediyoruz. Milletimiz de merak ediyor. Bu sorumsuzluk, bu ciddiyetsizlik, bu millete küfretme, bu milletin nüfuz cüzdanını taşıyanların bu milletin aleyhine propaganda yapma, hıyanet etme dönemini artık kapatmamız lazım.” diye konuştu.
Olayların perde arkasında ise savcılığın soruşturma açacağı, toplantıya yönelik faşist bir saldırının olacağı, valiliğin güvenliği sağlayamacağı tehditlerinin olduğunu biliyoruz. BÜ yönetimi böylesi bir konferans düzenleme yolunda aldığı kararın arkasında duramamış ve baskılara boyun eğerek konferansın ertelenmesi kararını vermiştir.
Bu olayda, çok açık hak ihlalleri sözkonusudur. Herşeyden önce Bakan’ın akademik bir konferansla ilgili beyanları düşünceyi ifade özgürlüğüne bir saldırı mahiyetindedir. Üstelik henüz ifade edilmemiş düşüncelerin engellenmeye çalışılması, toplantıya yönelik saldırıya net olarak faşizan bir müdahale niteliği kazandırmaktadır. Bu durum Türkiye’de düşünceyi ifade konusunda yapılan reformların keyfi bir şekilde askıya alınabildiğini göstermektedir ve 12 Eylül dönemindeki baskıları protesto etmek için Aydınlar Dilekçesi’ne imza atanların topyekün vatan haini ilan edildiği cunta dönemlerini andırır bir niteliktedir.
Bu olay aynı zamanda akademik özerklik konusunda zaten çok kısıtlı olan alanın daha da daraltılması yolunda atılan bir adımdır. YÖK ile hükümet arasında türban meselesi üzerine oluşan çatlak bu olay vesilesi ile kapatılmış ve devletin kurumlarının birliği sağlanmıştır. YÖK “Böylesi oluşumların üniversite ortamında yer bulması, Türk yükseköğretimi adına talihsizlik olarak değerlendirilmiştir” açıklamasında bulunmuştur.
Toplantının engellenmesi, hükümet ve Meclis’teki muhalefetin Ermeni sorununun bilimsel ortamlarda ve kamuoyunda açıkça tartışılmasını resmi politika olarak sunmaktaki samimiyetsizliğini de açığa çıkarmıştır. Türkiye yakın tarihinde Kürt sorunu çerçevesinde yaşananlar da dahil olmak üzere kendi tarihi ile yüzleşmekten kaçmaya devam edecektir ve bu, mevcut devlet yapısının temel karakteridir.
Henüz gerçekleştirilmemiş bir bilimsel toplantıya atfen kurumları ve kişileri hükümet adına ve Meclis kürsüsünden “hıyanetle” itham etmek kişilik ve vatandaşlık haklarına yönelik ağır bir saldırıdır. Bu, bayrak provakasyonundan sonra türetilen “sözde vatandaş” söyleminin bir uzantısıdır ve devletin canı istediği takdirde hiç bir yasal dayanağı olmadan bireylerin vatandaşlık haklarını askıya alabileceği bir düzenleme yolunda atılan bir adımdır ve bu anlamda 11 Eylül saldırılarından sonra ABD’de terörist faaliyetlere katıldığından kuşkulanılan kişilerin süresiz gözaltına alınmalarını sağlayan yasal düzenlemelere benzer bir düzenlemenin yapılabileceğinin işaretidir.
AB içinde yaşanan son gelişmeler, Türkiye’nin tam üyeliğinin yakın bir gelecek içinde gerçekleşemeyeceği yolunda işaretler vermektedir. Devlet içinde politikalara yön verenlerin, artık göstermelik de olsa demokratikleşme yolundaki reformları askıya alma, devletin baskı güçlerini harekete geçirme, milliyetçi-şöven duyguları kışkırtma yolunda daha az çekince duyacakları bir döneme girdiğimizin işaretleri ardarda geliyor. Newroz sırasında Mersin’deki bayrak provokasyonu, Trabzon’daki linç girişimi, Kürt illerinde tırmanan operasyonlar, yeni TCK tasarısının niteliği, Eğitim-Sen’in anadilde eğitim talebini dile getirdiği için kapatılması ve BÜ’deki konferansın engellenmesi yeni sürecin niteliği hakkında kuşkulara yer bırakmamaktadır.
Yaşanan olay, akademik özerklik ve düşünce özgürlüğün mevcut sınırlarının algılanmasını ve bu sınırların genişletilmesi için mücadele etmenin ne kadar önemli olduğunun bir kez daha ayırdına varılmasını sağlamıştır. Bu iki alan ancak kararlı bir mücadele ile sınırları genişletildiği ve kazanılan mevziler korunduğu sürece somut bir içeriğe kavuşur ve bu yönde gösterilecek çaba ülkenin içine çekilmeye çalışıldığı yeni süreçte daha da önem kazanmaktadır.