Türkiye’de 2000’li yıllarda; Avrupa Birliğine katılım süreci, ABD’nin Irak’a müdahalesi Türkiye’nin iç siyasetinde etkili olmuştur. AKP seçimleri kazanarak iktidar olmuş, Kürt sorunu şiddet/barış sarmalından bir çözüme ulaşamamış durumdadır. Bu önemli gelişmeler, Birinci Dünya Savaşının hemen bitiminde, kendi ulus devletini yaratmış olan, ordu ve dolayısıyla Kemalist kesimlerde etkisini bulmuştur. Bu iki önemli gelişmenin iç siyasette ve toplumda etkisine yakından bakabiliriz. Türkiye’de ordu ile bürokrasinin çoğunluklu kesimiyle, CHP’den MHP’ye uzanan eski-yeni solcu kesimleri de içine alan Ulusalcı Sağ ile Ulusalcı Sol olarak kendini tanımlayan kesimler, ortak –ulus devletin korunması– adı altında bir paydada bir araya gelmişlerdir.

Ulusal Sağ ve Sol kesimlerin, Türkiye siyasetinde etkin olma çabaları, 2000’li yıllarda birçok değişkene bağlı olarak kendini göstermiştir. Bunlar arasında, Avrupa Birliği’nin Kürtlere kültürel ve bireysel haklar verme eğilimi; ABD’nin Irak’a Kürt Devleti’nin kurulması yönündeki “çabalarının” Türkiye’yi böleceği düşünceleri; AKP’nin hükümet olması ile İslamcı kesimlerin devlet bürokrasisini ele geçireceği ve Cumhuriyet’in temel niteliklerinin değiştirip, din devleti kuracağı düşünceleri, Kızıl Elmacı olarak nitelendirilen – Ulusal Sağ ve Sol – kesimlerinin, Türkiye iç siyasetinde daha etkin olma çabaları olarak belirtilebilir.

Kendini Türkiye Cumhuriyeti”nin sahibi olarak gören, diğer tüm toplumsal kesimleri dışlayarak, bu gelişmeler karşısında kendi iktidarını –ekonomik ve siyasal– korumanın siyasetini güden bu kesimler güncel siyasetten, kültürel, -Kürtlerin kültürel hakları tartışmalarında– tarihsel, –Ermeni soykırımı tartışmalarında olduğu gibi– konularda aktif olma çabalarını sürdürmüşlerdir. ABD’nin Irak’a müdahalesi öncesinde yaşanan tezkere tartışması ile Mersin’de 2005 yılında Newroz kutlamaları sonrasında, bayrak provokasyonu ile yapılan “sözde vatandaş” açıklamaları bu kesimlerin etkin olma çabalarının göstergesi olarak görülebilir.

Kızıl Elmacılık ideolojisini yalnızca yukarıda ifade ettiğimiz örneklerle açıklayamayız. Temel referansını milliyetçilikten alan sağ ve sol kesimlerin ulus devleti korumayı esas alan ve diğer tüm toplumsal kesimleri dışlayan, düşman gören ya da ‘ötekileştiren’ ulus devlet ve onun ideolojisi olan milliyetçiliğin, 21. yüzyılda sürdürülmesindeki ısrarını göstermektedir. Bu kesimler her türlü olanakları da kullanarak üniversitelerde, medyada, sivil toplum örgütlerindeki çabalarını artırmaya başladılar. Bu yazının esas çerçevesi, Kızıl Elmacı ideolojinin 2000’ler sonrası bir çok alanda olduğu gibi kitap yayıncılığı alanında da kendini güncel, geçmiş ve yakın tarihsel konulardaki yoğun kitap üretimini incelemektir.

Tüm ulus devletler ve onun ideolojisi olarak milliyetçilik, şiddete yapısal olarak yatkınlığı ile tüm geçmiş ve gelecekte ulus adına olanları / olacakları yeniden kurgulayarak anlatma ihtiyacı duyar. İnsanın tercihlerinden, davranışlarından, iradeden kopuk olarak doğuştan gelen bir kader gibi –insanın hiç değişmeyecek kaderi- anlatır.

Bu hususlardan hareket ederek; 2000’li yıllarla beraber kitap yayıncılığı alanında Çanakkale ve Gelibolu savaşı ile ilgili yoğun bir kitap üretimi yapılmıştır. 100 adetin üzerinde kitap yayınlanmıştır. Yayınlanan kitaplar içinde, bu dönem ile ilgili araştırma kitapları yanında, önemli oranda roman-belge kitapları yayınlanmıştır. Bu kitapları yakından incelediğimizde, kitap yayıncılığı alanının, Kızıl Elmacı ideolojinin yaygınlaştırılmasında, geliştirilmesinde televizyon ve gazete yayıncılığı dışında, kitap yayıncılığının nasıl bir propaganda mekanizması olarak işlev görmeye başladığını göstermektedir.

Bu çerçeveden hareketle, Yakomoz Yayınları tarafından yayınlanan 4. baskısı yapılan Kaderin Yazıldığı Yer Çanakkale Kitabı (Yazar: Mehmet Işık, Murat Turna) ile Ötüken Yayınevi tarafından 38. baskısı yapılan Çanakkale Mahşeri (Yazar: Mehmed Niyazi) adlı kitapları inceleyerek yukarıda öne sürdüğümüz görüşleri örneklendirmeye çalışacağız.

Tarihte Yaşananların Yeniden Kurgulanması

Osmanlı İmparatorluğunun Birinci Dünya Savaşı başlarında, 1914 yılında Sarıkamış harekatını başlatması, Rusya’yı endişeye düşürmüştür. Osmanlı ordusunun Doğu cephesinde ilerlemesi halinde bu durum Rusya İngiltere ve Fransızlar için olumsuz sonuçlar ortaya çıkarabilirdi. Savaşa Alman imparatorluğu ile ittifak yaparak giren Osmanlı imparatorluğunda iktidarı elinde tutan İttihatçılar Turan devletinin kurulması politikasının gereği olarak Sarıkamış cephesini açmışlardı. Osmanlıların doğu cephesine karşılık Rusya, İngiltere, Fransa İstanbul’un alınması için Çanakkale’den bir cephe açılmasına karar verdiler. Birinci saldırının Çanakkale boğazının geçilmesinin hedeflenmesiyle başlayan savaş başarılı olamayınca Gelibolu’ya karadan çıkarma yaparak ikinci cephesini açmıştır. Ve savaş yoğunluklu olarak –insan kaybı olarak– Gelibolu’da yaşanmıştır. İki savaş arasıda yani birincisi –Çanakkale– denizde yapılan bir savaş ikincisi –Gelibolu – ise karaya yapılan çıkarma ile karada yürütülen bir savaş olmuştur Tarihe Çanakkale ile Gelibolu savaşı olarak geçen savaşın arka planına ilişkin kısaca bunları söyleyebiliriz.

İncelediğimiz her iki kitapta da, birbirinin devamı olan ama, gerek komuta kademesi gerekse de insan kaybı savaş tarzı ve coğrafya olarak birbirinden farklı olan iki savaş tek bir savaş gibi anlatılmaktadır. Çanakkale boğazından savaş gemileriyle İstanbul’u ele geçirmeye çalışmak, savaşın her iki tarafındaki askeri yetkililer tarafından çok zor bir karar olarak ifade edilmiştir. Çanakkale boğazının her iki tarafına çok sınırlı yerleştirilecek bataryaların bile boğazdan gemi geçişlerini ciddi olarak zorlayacağı bilinmektedir.- Bir haritadan Çanakkale Boğazı incelenirse, boğazın dar geçitlerinin savaş gemilerinin geçişleri için ne kadar problem olacağını göstermektedir. Bu konuda Yalçın Küçük’ün Türkiye Üzerine Tezler kitabında bu bilgiler aktarılmaktadır.

İkinci olarak her iki kitabın da ortak noktası, bu savaşın, Türklüğün kurtarılması ile ilgili bir savaş olduğu, imparatorluk içindeki diğer tüm azınlıklar hedef gösterilerek, İngilizler ve Fransızlar tarafından kışkırtıldığını iddia etmesidir; 

“Anadolu’da erkeksiz ev zordu. Köylerde Ermeniler de vardı. Onların ne yapacakları belli olmazdı. Yıllardan beri süren savaşlar memlekette düzen bırakmamıştı. Çanakkale Mahşeri Kitabından

İstanbul’a girmeden, orada (İstanbul) isyan patlayacaktır. Osmanlı’nın başşehrinden yaşayan sayıları hiçte azımsanmayacak kadar çok olan Hıristiyanlar ve Levantenler, kurdukları komitelerle yapılacak şenliklerin şu anda programını hazırlamaktadırlar.”Çanakkale Mahşeri kitabından

Milliyetçilik ideolojisi, Osmanlı İmparatorluğu”nun egemenliğindeki tüm halkları etkilemiş, tüm ‘Ulus’lar kendi bağımsız devletlerini kurmanın arayışları içine girmişlerdir. Tabi bu durum İngiltere, Rusya ve Fransa tarafından emperyalist çıkarları amacıyla Osmanlı İmparatorluğu’na karşı kullanılmıştır. İncelediğimiz romanlarda, Osmanlı’nın geleneksel yapısı –çok etnikli yapısı– büyük oranda görmezden gelinmiştir. İmparatorluk denetimindeki halkların bağımsızlık/ulus devlet talebi, sadece İngiliz/Fransız kışkırtması olarak verilmiştir. Yukarıda verdiğimiz örneklerde ve kitapta hemen hemen her bölümde bu örnekleri görmek mümkündür. Kitaplar hiçbir zaman milliyetçi ideolojiyi eleştirmemiş, bunun yanı sıra, kitabın tamamında kendi milliyetçi kurgusunu meşru görmüştür.

Çanakkale’de kendi kanında, kendisini yeniden bulan Türkler, kendilerine olan güvenlerini arttırdıkları gibi; dünyaya bir kez daha kahramanlıklarıyla cesaretleriyle, dürüstlük ve insanlıklarıyla dünyaya ders verdiler. Çanakkale cephesi, Türk tarihinde bir devrin bittiği (battığı) yerdi. Ancak Türk milleti, bittiği yerde kanında yeniden doğdu. Çanakkale Mahşeri kitabından.

“Kahraman Mehmetçiklerimiz o kadar isabetli atış yapıyorlardı ki, bazen bir mermi ile birbirine yakın birden fazla düşman erinin aynı zamanda yere düştüğü görülüyordu.” Kaderin Yazıldığı Yer: Çanakkale kitabından

“Osmanlı ordusunda parola, erinden en üstteki subayına kadar “ölmek var, dönmek yok” olmuştu. Gökten yağan binlerce çelik yığınına  karşı, etten duvar ören kahraman Türk askeri, itilaf donanmasının ilerleyişini durdurmuştu.”Kaderin Yazıldığı Yer: Çanakkale kitabından

Çanakkale ve Gelibolu’da Kimler Savaştı.

Her iki romanda da üzerinde ısrarla durulan en önemli husus, bu savaşlara Anadolu’nun her yerinden Türklerin savaşmaya geldiği olmuştur. Oysa çok iyi bilinmektedir ki, her iki savaşta da Osmanlı’nın çok çeşitli etnik yapılarından bir çok insan bu savaşa katılmış ve yaşamını yitirmiştir. Her iki romanda da bir çok bölümde sadece Türklerin bu savaşa katıldığı belirtilmiştir.

“Savaşta Karadeniz, Çanakkale ve Orta Anadolu’dan insanların varlığının olduğu tespit edilmiştir. Çanakkale Mahşeri kitabından

İşte burada, geçmişte ve halen yaşamakta olduğumuz güncel gelişmelere de uyumlu halde milliyetçilik politikasına paralel olarak diğer tüm etnik kesimler ya hain ilan ediliyor  ya da her an hain olabilirler, düşüncesiyle göz önünde tutuluyor. Ya da hiçbir zaman romanın içeriğinde potansiyel hain dışına çıkamıyor. Tıpkı, günümüzdeki Ermeni soykırımı ve ‘ülkeyi bölecek olan’ Kürtler ile ilgili tartışmalarda olduğu gibi.

Her iki romanda da, bu iki savaşta da adı bilinmeyen kahramanlar yanında, bu savaşların kimin hanesine kahramanlık payesi yazılarak anlatılacağı yarışı içindedir. Savaşta Mustafa Kemal’e askeri olarak üstün meziyetler biçildiği hatta düşmanın bile bu konuda takdiri topladığı bir çok bölümde anlatılmaktadır.

“Niçin geriye çekildiğimizi soruyorsunuz, bütün gerçeği tüm açıklığı ile size bildirmek isterim: Çok cesur muharebe eden, en iyi şekilde sevk ve idare edilen asil Türk ordusunun ve Albay Mustafa Kemal gibi dahi bir komutanın karşısında bulunuyoruz. Bunu hiçbir zaman unutmayalım.” Kaderin Yazıldığı Yer Çanakkale Kitabından

“Saniyelik aralıklarla üç kurşun üsteğmen Nazif Çakmak’ın sağ omzundan girdi; kürek kemiği parçalandı, kılıcı yere düştü. O hiçbir şey olmamışçasına kılıcını diğer elini aldı.” Çanakkale Mahşeri Kitabından

Savaşın acımasız yönlerini anlatırken bile, buradan bir kahramanlık yaratmak ulusun –tabi sadece Türk ulusu olarak belirtiliyor– nasıl bir kahramanlık geçmişi olduğu ve günümüzde de bunun sürdürülmesi gerektiğinin propagandasını yapıyor.

Çanakkale Mahşeri kitabında, dinsel argümanlarla da yoğun işlenmiştir Ancak dini öğelerin bile ulusun korunması ve kutsallaştırılan bu savaşın nasıl kazanıldığını bazı bölümlerde anlatmaktadır.

“Bombalar patladıkça, çocukların çığlıkları ayyuka çıkıyor, halkın yüreği hopluyordu. Savaş, her şeylerini alıp götürmüştü. Elde kalan da yanarlarsa, ne yaparlardı. Yalnız ak sakallı Hacı Mahmud hiç aldırmıyor, mum ışığında Kur’an okuyordu.”Çanakkale Mahşeri Kitabından

Bu zafer, sıradan bir zafer olmayacaktı. Bin yıldan beri birbiriyle mücadelesi süren Haç’ın Hilal’e kesin üstünlüğü olacaktı” Çanakkale Mahşeri Kitabından.

Bu savaşların kazanılmasında dinsel öğelerin işlenmesinde iki kitap arasında farklılıklar vardır. Çanakkale Mahşeri kitabı İslami bir dil ile yoğun olarak milliyetçiliği işlemiştir. Sadece Müslüman halkın bu iki savaşta yer aldığını cami, kuran, vb imgeleri yoğun olarak kullanmıştır. Diğer alıntıdan da anlaşılacağı gibi, kitabın tüm içeriğine yayılarak, hem içte-gayrimüslimler– ve hem dışta –Avrupa– var olan düşmana karşı kutsal bir mücadelenin sürdürüldüğü iddia ediliyor.

Çanakkale ve Gelibolu savaşları yakın dönemde yayıncılık alanında yoğun işlenen bir konu olmuştur. Yayınlanan kitapların 2000’ler sonrası Türkiye gündemi ile yakından bağlantısı kurulursa, bu kitaplar daha iyi anlaşılabilir. Her an vatanı satabilecek olan ‘Hain Kürtler ve Ermeniler’ ile toplum geçmiş ile gelecek arasında bu kurgularla yeniden “bilgilendiriliyor” ve güncel duruma karşı ona göre tavır alınması isteniyor. Sözde vatandaş tanımlamasıyla başlayan bayrak yürüyüşleri ile “kitleselleşen” bu tavır bütün toplumsal, ekonomik, kültürel alanlara da sirayet ediyor. Çanakkale ve Gelibolu savaşı üzerinden, gerçekler tersyüz edilerek, bugün ülkenin yeniden kurtarılması gerektiğinin propagandası yapılıyor.

Bu gelişmelerin kitap yayıncılığı sektörünü nasıl etkilediğine baktığımızda; kitap yayıncılığı sektörü kitap satışlarında 2000’li yıllarda yaşanan ‘patlama’ ile medya alanında ekonomik hacmi büyüyen bir sektör olmuştur. Çanakkale ve Gelibolu savaşları konularında olduğu gibi geçmiş dönemde yapılan savaşlar, etnik çatışmalar, kültürel konular vb. bir çok konuda yayıncılık yaparak günümüzde önemli bir propaganda işlevi görmeye başlamıştır. Geçmiş yıllara oranla yayıncılık sektörünün de bu düzeye gelmesi Türkiye’de bir çok çevrenin yayıncılık sektörüne yatırım yapmasına yol açmıştır.(Bu konuda daha ayrıntılı bilgi için bkz. bkz.www.bgst.org,Yayıncılık Alanında Dönüşümler) Yukarıda da ele aldığımız kitaplardan da anlaşılacağı gibi kitap yayıncılığı sektörünü yakından gözlemleyerek yayıncılık politikalarının yakından izlenmesi gerekir.