Cambazlık Yapmayasın, Ayağını Denk Alasın

Gayda İstanbul’un kendi adını taşıyan albümündeki Balkan ve Roman şarkıları gayet oynak ve civelek. Ama dikkatli kulaklara göç ve entegrasyon gibi konularda hüzünlü hikâyeler de anlatıyor

Gayda İstanbul, Kardeş Türküler ekibinin içinden çıkmış bir grup.

Geçen hafta Bajar’la başlattığımız Kardeş Türküler ‘açılımımıza’ Gayda İstanbul’la devam ediyoruz. Çünkü Kardeş Türküler ekibinden vokalist Fehmiye Çelik’in basçı Ayhan Akkaya ile başı çektiği Gayda İstanbul projesinin ilk albümü Gayda İstanbul, yine Kalan Müzik etiketiyle yayınlanmış bulunuyor. Burada ilk söylenmesi gereken, grubun ve albümün isminde vurgulanan gaydaya çok takılmamak gerektiği. Çünkü sözü edilen gayda ilk bakışta hep İskoçya ile özdeşleşmiş ya da Karadeniz’in tulumu ile karşılığını bulmuş çalgı değil. Zaten albümde böyle bir enstrümana ait tek bir soluk dahi duymadığınızda göreceksiniz. Fakat Gayda İstanbul isminin gelişgüzel seçilmediğini de her hâlükârda belirtmek gerek. Çünkü İskoçlar’da savaşı simgeleyen gayda Balkanlar’da çok uzun süre şenlik çalgısı olarak kullanılmış. Bu enstrüman eski önemini yitirmeye başladığı halde, tüm nefesli çalgılar yerel dilde gayda ismiyle yer etmiş. Ayrıca gayda zaman içinde bir formu ifade etmek üzere de müzikal terminolojiye girdiği gibi; şarkı, türkü, nağme, ezgi anlamına gelen ‘kayde’nin farklı bir söyleyişi olarak da kullanılıyor.
Durum böyle olunca Balkan ve Çingene müziklerinin izini süren bir projede sıra isimlendirmeye geldiğinde gaydanın sembolik değeri görmezden gelinemezdi herhalde. Fakat grup ve albüm isminin İstanbul kısmını açıklamak sanki daha kolay. Çünkü Gayda İstanbul müzisyenlerinin bir çoğunun ataları Balkanlar’dan İstanbul’a göçmüş, ekibin bir kısmı zaten İstanbul’da doğmuş ve şu an hepsi köklerinin müziklerine, yaşadıkları İstanbul’dan bakıyorlar. Bu kadarla da bitmiyor. Balkan, Rumeli, Trakya ve Roman müzikleri ile İstanbul’a atfedebilinecek herhangi bir müzik öyle çok ortaklaşmış, kaynaşmış ve birbiri içinden geçmiş ki kesişen yollar dönüp dolaşıp yine İstanbul’da noktalanıyor ve proje doğal olarak Gayda İstanbul adını alıyor.
Vurmalılar, bas ve gitarlar, keman ve klarnetin oluşturduğu çekirdeğe akordeon, bongo, mızıka, lavta, buzuki, saksofon, trompet ve trombon gibi ses yörüngelerinin eklendiği Gayda İstanbul’da Roman, Makedon, Boşnak, Arnavut, Pomak halklarının geçmişten günümüze yankılanan sesleri yükseliyor. Tümü geleneksel formda düzenlenmiş 12 parçanın içinde rock ve caz kaynaklı batılı motifler ile Roman müzisyenlerin doğasından gelen güçlü doğaçlama duygusu ve becerisini buluyorsunuz. Ayrıca Gayda İstanbul’daki üstyapıları tümüyle Roman müzisyenler yüklendiği için albüm genel sadasını yine bu kültürün müzikal tavrından yana koyuyor. Dolayısıyla gelişigüzel bir ilk dinleyişte oynak Roman havalarıyla kaynayan kanlar, albüm kapağındaki “Balkanlardan gelen hep soğuk hava olmaz a!..” ifadesinin de karşılığını tam olarak bulduğunu hissedip memnun mesut akmaya devam edecektir tahminimce.
Özellikle albümün açılışını yapan Fehmiye Çelik-Ayhan Akkaya ortak yapımı ‘Çiçekçi’ isimli parça müziği ve vokali, kısmen de sözleriyle bu tahmini destekleyebilecek kadar cilveli ve işlek. Buna karşın göç, göçmenlik ve toplumsal entegrasyon gibi konulara yönelik algıları açık olanlar ve dikkatli dinleyiciler Gayda İstanbul albümünün topyekün neşe ve muhabbet önermediğini daha en baştan kestirebileceklerdir. Çünkü Romanlar, Türkiye’de olduğu gibi dünyada da ‘en aşağıdakiler’ muamelesi gören halklardan biri. Hatta albüm süresince bununla ilgili yürek burkan detaylara rastlıyorsunuz. Örneğin Türkçe-Romanca söylenen ‘Kağıthane’isimli parçanın “Kağıthane yollarında/Roman olduk, duman olduk/Ne gören var ne bilen var/Unutulduk, yalan olduk” dizelerindeki acıyı sezebilenlerin, sırf haraketli düzenlemelerinden ötürü bu  parçayı duydukları anda şıkır şıkır oynayabileceğine ihtimal veremiyorum.
Hakeza ‘Buçuk’ isimli parça… İnsan denilen şey her ne kadar kesirli sayılarla ifade edilemese de etnik ayrımcı dünya görüşünde halklar noktalara, virgüllere ve kesir çizgilere tâbi tutulabiliyor. Tıpkı 1 tam olmayı ‘hak etmeyen’ “çok fakir, hem kimsesiz hem yetim” Romanlar gibi. İşte bundan ötürü Romanlar, süregelen acılarını hep müzikle, müziğin de en acısızıyla unutmaya çalışıyor… Albümdeki hüzün yönü biraz doğuya kaydığında ise bu kez bir Rumeli türküsünden Türkçeleştirilen ‘Bulgaristan Muhacırları’ isimli parça “Bulgaristan muhacırları/Sular aldı çadırları/Geçiyorlar sınırları/Ağlıyorlar çocukları” dizeleriyle iç yakıyor, ancak dokuz sekizlik ölçüsünde o yakıcılığı hiç belli etmiyor.
Öte yandan Gayda İstanbul sadece mağduriyet öyküleri anlatan bir albüm değil. Nigel Kennedy’nin kaynak gösterildiği, sözleri Sırpça ‘Ajde Jano’dan ‘Karanfil Beyaz’a geçişte kesintisiz bir barış ve dans çağrısıyla buluşuyorsunuz. Balkanlar’da çok yaygın yorumlanan bir düğün parçası olan Oğlan Oğlan’da  aynı coşkuyu sürerken hafif tertip ironiyle keyfiniz daha bir gıcırdayabiliyor. Yine Nigel Kennedy’nin Boban Markovic’le kaynak gösterildiği ‘Dinle’ ise hemen hemen ‘farklılıkları boş ver, bir arada yaşamaya bak’  diyen ana teması üstünden evhamı ve vesveseyi kapı dışarı ediyor.
Gayda İstanbul’un bu çok yönlü repertuar ve çok sesli kadrosunun oluşmasında en büyük paya sahip Sarıköylü Tevfik Çekiç’in albümdeki Romanca sözlere de bilirkişilik ettiğini hatırlatıp veda edelim. Ederken de Kentsel Dönüşüm adı altında İstanbul’daki Romanlar’ın yaklaşık 1000 yıllık yerleşkesi Sulukule’yi bu insanların başlarına yıkan zihniyetin ta orta yerine Esma Redzepova’nın ‘İbrahim’deki sözleriyle bari yağmasak da gürleyelim: “Cambazlık yapmayasın/ayağını denk alasın/Aklını alırım senin…Arkamda gözüm var benim…”