Türk devletinin, ABD desteğiyle besleyip hazırladığı ÖSO’nun (Özgür Suriye Ordusu) TSK eşliğinde Suriye sınırından içeri sokulup Cerablus’a yerleştirilmesinin amacı, operasyonun adından anlaşılabileceği gibi, IŞİD’le aktif bir şekilde savaşmak değil. Asıl dert Rojava yönetiminin askeri hâkimiyetini Fırat’ın batısına taşırmasını ve Afrin’le buluşmasını engellemek. Haberlerden anlaşılan o ki, Cerablus’a dönük askeri çatışma içeren bir ele geçirme operasyonu yapılmamış. Daha önce Cerablus’ta Fırat kalkanı işlevi de gören IŞİD, anlaşmalı bir şekilde geri çekilmiş ve yerine ÖSO ikame edilmiş.

Gerçekte bir tabela değişimi yaşandığını iddia edenler de var. Cihatçı örgütlerin tabanında yer değiştirmeler yaşandığı düşünüldüğünde, yabana atılabilecek bir düşünce değil. Dün IŞİD bayrağı altında savaşanlar, bugün ÖSO bayrağı altında savaşabilir. Bu daha çok cihatçı piyasada hangi örgütün öne çıktığına ya da çıkarıldığına bağlı. Suriye’de cihatçılık aynı zamanda bir geçim kaynağı. İşçileri ve işverenleri var. Suriye iç savaşa sürüklendikten sonra yaşanan yerel cihatçı patlamasının, özellikle gençlik içinde yaşanan yaygın işsizlikle doğrudan bağlantılı olduğu biliniyor.

IŞİD’in, Cerablus’taki nöbet değişimine niçin itiraz edemediğini anlamak zor değil. Rojava yönetimine bağlı YPG’nin ana gövdesini oluşturduğu bilinen Suriye Demokratik Güçleri (SDG), Türk devletinin uyarılarına rağmen Fırat’ın batısına geçerek Cerablus’un güneyindeki Minbiç’i IŞİD’den, ABD desteğiyle ve tabii ki çatışarak almıştı. Minbiç’i kaybeden IŞİD’in artık Cerablus üzerinde askeri denetim kurma iddiası kalmamıştı. SDG kolaylıkla ele geçirebileceği Cerablus’a yönelemedi, çünkü hem ABD’nin siyasi ve askeri desteğini kaybedebilir hem de Türk devletine Rojava’ya kapsamlı bir askeri saldırı düzenleme fırsatı vermiş olurdu.

Sonuç olarak Türk devleti SDG’nin kolaylıkla ele geçirilmeye müsait hale getirdiği Cerablus’a birkaç saat içinde zahmetsizce el koydu. Yani bir bakıma SDG Cerablus’u Türk devletine hediye etmiş oldu. Kürt-Türk ilişkilerinin tarihi göz önüne alındığında şaşırtıcı bir sonuç değil, ama bu sonucu resmileştirmek Türk devletinin elinde değil.

Türk devletinin Fırat Kalkanı operasyonunu ABD ve Rusya’ya rağmen yapmasının imkânsız olduğu biliniyor. Rojava konusunda Türk devleti ile ABD arasında yaşanan sorun, SDG şemsiyesi altında YPG’nin Fırat’ın batısında faal hale gelmesiydi. Buna karşılık ABD, Türk devletinin IŞİD karşıtı cepheye göstermelik değil, etkin bir şekilde eklemlenmesini talep ediyor, aksi takdirde YPG ile işbirliğinin Fırat’ın batısını içerecek şekilde devam edeceğini ima ediyordu. Dolayısıyla Türk devleti bir yandan Fırat’ın batısını YPG’ye yasak bölge ilan edip, diğer yandan IŞİD’le şüpheli bir şekilde kaçak güreşmeyi sürdüremezdi. Rusya ise, Türk devletinin sadece IŞİD’le iyi tutmaya çalıştığı komşuluk ilişkisinden değil, Esat hükümetini devirmeye çalışan “ılımlı” cihatçıları desteklemesinden ve organize etmesinden de rahatsızdı. Ayrıca, dönemsel olarak Rojava yönetimi ile Suriye merkezi hükümeti arasında bir çatışmanın yaşanmasından da yana değildi. Sonuç olarak Türk devletinin ÖSO’yu Cerablus’a yerleştirmesi, hem ABD hem Rusya’nın bazı taleplerini karşılamasından geçiyordu.

Bu taleplerin ayrıntısı bilinmiyor, fakat Fırat’ın doğusunda ABD destekli bir Rojava’ya, batısında ise Suriye merkezi hükümetinin askeri hâkimiyet alanını genişletmesine itiraz edemeyeceği açık. Bu da Türk devletinin “ılımlı” cihatçılara vaat edilmiş bazı topraklar kazandırma ve bu yolla inşa edilecek Suriye Sünnistanı’nı müstemleke haline getirme projesinden vazgeçmesini gerektiriyor. Nitekim Suriye’ye dönük Türk resmi dış politikası baştan aşağı yenileniyor: Artık önemli olan Suriye merkezi hükümeti ile ilişkilerin tamir edilmesi ve Suriye’nin toprak bütünlüğünün sağlanması.

Kürt hareketinin bu tabloya bakıp moral bozucu bazı sonuçlar çıkarması mümkün. Oysa daha geniş bir zaman dilimi ve geleceğe dönük belirsizlikler göz önüne alındığında, durum bu değil. Rojava adına yaşanan, ilerleme sırasında meydana gelen ve öngörülebilir bir duraklama anı. Türk devleti adına yaşanan ise gerileme sırasında meydana gelen ve yine öngörülebilir bir duraklama anı.

Gerileme konusunu açacak olursak:

Birincisi, aylara yayılan silahlı Kürt direnişinin ardından, 2015 Ocak ayında, ABD’nin başını çektiği koalisyon güçlerinin desteğinde Kobane’deki IŞİD saldırıları geri püskürtülmüştü. Böylece, Türk devletinin Rojava’da “ılımlı” cihatçıların kontrolünde ve kendisine bağımlı bir tampon bölge inşa etme, oraya Suriyeli mültecileri yığarak geleneksel Arap kemeri siyasetini bitirici bir şekilde canlandırma projesi iflas etmişti.

Bir parantez açarak bu projenin daha kapsamlı bir planın parçası olduğunu belirtmekte fayda var. Türk devleti IŞİD aracılığıyla yalnızca Suriye’de değil, aynı zamanda Irak’ta Kürdistan’ı vuracak bir Sünni Arap kuşatmasına yatırım yapmıştı. Kelimenin gerçek anlamında Irak Şam İslam Devleti, Kürdistan’ın yıkıntıları üzerinde kurulacaktı. Fakat bu plan, Irak Kürdistanı Bölgesel Yönetimi’nin Şengal’i ve Ezidi Kürtlerini IŞİD’in insafına terk etme skandalı bir kenara bırakılacak olursa, sert bir Kürt direnişine çarptı. Ardından İran ve Batılı güçlerin müdahalesiyle Türk devletinin neo İttihatçı yayılma planı tamamen boşa çıkarıldı. Türk devletinin bir yerden sonra ve uluslararası baskıyla “terörist” ilan etmek zorunda kaldığı IŞİD karşısında kıvranıp durmasının tarihsel arka planı özetle budur.

İkincisi, aradan altı ay geçtikten sonra, Türk devleti Rojava’yı Kobane’yi içine alacak şekilde (ama Afrin’i dışarda bırakacak şekilde) fiilen tanımak zorunda kalmıştı. Öncesinde, sadece Irak Kürdistanı Bölgesel Yönetimi’nin denetimine girecek Rojava’nın doğu ucuyla sınırlı kısmi bir kopuşu onaylayabileceğini ilan etmişti. Asıl hedef, Rojava’yı sonsuza kadar mezara gömmek ve Türk devletine bağımlı bir Arap-İslam koridoru inşa etmekti. Oysa yapıp yapabildiği, 2015 Şubat ayında Eşme’de ya da bugün Cerablus’ta yaptığı gibi, Suriye sınırından burnunu uzatmak ve bunu yaparken de resmen işgalci bir pozisyona sürüklenmek oldu.

Türk devletinin Cerablus üzerinden Rojava’ya askeri müdahalesinin sahadaki sonucunun PYD lideri Salih Müslim’in iddia ettiği gibi bataklığa saplanmak şeklinde mi olacağını zaman gösterecek. Ortada henüz ABD ve Rusya’ya rağmen gerçekleştirilmiş ve sınırları zorlayan bir operasyon yok. Şimdilik Türk devleti içine girmeye cesaret edemediği bataklığın kıyısında atıp tutmak ve içeride Kürt düşmanlığı üzerinden milli mutabakatını sağlamlaştırmaya çalışmakla meşgul.