Daha önce belirli bölümleri Aram Yayıncılık tarafından Türkçeye kazandırılan Noam Chomsky’nin başyapıt niteliğindeki kitabı “İktidarı Anlamak”, BGST Yayınları tarafından tam metin olarak basıldı. Kitap, Chomsky’nin 1989-1999 yılları arasında çeşitli tartışmalar ve halka açık toplantılarda kendisine yöneltilen soruları ve bunlara verdiği yanıtları bir araya getiriyor. Bütün kitap, çeşitli başlıklar altında toplanmış olan sorular-cevaplar şeklinde ilerliyor ve sonuçta ortaya okunması rahat, söyleşi formatında bir metin çıkıyor.

Peki böyle söyleşi formatındaki bir kitabı niçin bir “başyapıt” olarak nitelendiriyorum? Birincisi İktidarı Anlamak, içinde yaşadığı toplumdaki iktidar mekanizmalarının işleyişini anlamak isteyen herkese, ayrıntılı ve kolayca anlaşılabilecek çözümlemeler sunuyor. ABD’nin dış politikası, Ortadoğu ihtilafı, küreselleşme, “piyasa” ekonomisi, askeri-sanayi kompleks, medyanın, aydınların ve üniversitenin işlevi, sosyal bilimler üzerindeki “ince” ve “kaba” ideolojik denetim yöntemleri gibi konularda, Noam Chomsky şaşırtıcı ölçüde zengin bir bilgi birikimini okurla paylaşıyor ve belirli bakış açıları sunuyor. Bu bakış açılarını benimseyip benimsememek sonuçta okuyucunun karar vereceği bir şey. Ama kitapta bu konularla ilgili tartışmalar –genellikle olduğu gibi– soyut tezler ve retorik kokan bir söylem etrafında değil tarihsel ve güncel olgulara dayanarak yürütüldüğünden, okuyucuyu da olgusal temelde bir tartışmaya davet ediliyor. Örneğin modern medyanın, Chomsky’nin öne sürdüğü gibi, bir “propaganda aygıtı” olarak işlediğine fikrine katılmayabiliriz. Ama İktidarı Anlamak, kendi görüşümüzü temellendirmek için bizi düzenli medya taraması yapmaya ve kafamızdaki çerçeveyi sürekli test etmeye çağırıyor. İşte muhalifleri daha fazla çalışmaya, araştırmaya ve modern iktidar mekanizmalarını hafife almayıp çözümlemeler yapmaya çağıran bu yapısıyla, İktidarı Anlamak başyapıt nitelemesini hak ediyor.

Bu noktanın biraz üzerinde durmak istiyorum. Çağımızda birçok entelektüel, “demokratik” dediğimiz ülkelerdeki iktidar mekanizmalarına özel bir önem verdi. Eski Sovyetler Birliği gibi baskıcı ülkelerde muhalefet etmenin bedeli ağır olduğundan, sistem işliyordu. Peki ifade ve örgütlenme özgürlüğünün çok daha geniş olduğu Batılı ülkelerde sistem nasıl olup da tıkır tıkır işleyebiliyordu? Sanıyorum, Noam Chomsky ve Michel Foucault gibi çağımızın seçkin entelektüellerinin kafasını meşgul eden esas sorun buydu. Açıktan bir sansür olmadığına göre, sistemin bireylerin düşünme biçimini denetleyebilmesi gerekiyordu. Bu açıdan, Chomsky “liberal” toplumları Orwell’ın 1984’te resmettiği topluma benzetir ve “düşünülebilir ve tartışılabilir olan”ın sınırlarının sistem tarafından belirlendiğini öne sürer. Sistem bunu, modern siyasi partiler sistemi, eğitim sistemi, medya ve benzeri kurumlar sayesinde başarmaktadır.

Michel Foucault’nun da benzer kaygılardan hareket ettiği rahatlıkla söylenebilir. Foucault, kapitalizmin başka sistemlerle karşılaştırıldığında, insan zihni ve bedeni üzerinde korkunç bir denetim kurduğu kanısındadır. Öyle ki söylemsel ve söylemsel olmayan pratikler (kurumlar) aracılığıyla işleyen iktidar şebekelerinin bizi kuşattığını, hatta sistemik öncülleri içselleştirmiş özneler olarak “kurduğunu” ileri sürer. Foucault da ilgisini, hayatımızın her alanında iktidar etkileri üreten modern bilgi yapılarına yöneltir.

Fakat mesele “nasıl bir mücadele yürütmeliyiz?” sorusuna gelip dayandığında, bu iki önemli entelektüel arasında ciddi farklar olduğunu düşünüyorum ve böylece İktidarı Anlamak’ı bir başyapıt olarak nitelendirirken dayandığım ikinci gerekçeye geliyorum. Bu noktada Foucault’nun daha karamsar olduğunu düşünüyorum. İnsanlığın kitle mücadeleleri sayesinde iktidar mekanizmalarını alt ettiği örnekleri pek sık vurgulamadığı görülüyor. Belki bunların da yeni iktidar biçimleri yarattığı görüşündedir.

Diğer yandan, Chomsky bu konuda açıktan anarşist bir tutum benimser. İktidar mekanizmaları hakkında yaptığı çözümlemeler, insanların bir araya gelip örgütlenmesine yardımcı olmak içindir. Dikkatini bilgi yapılarını ayakta tutan aydın sınıfına değil, halka yöneltir. Halkın, “tahsillilere” göre daha sağduyulu olduğunu, karşılaştığı sorunlara ilişkin daha berrak bir bakışa sahip olduğunu düşünür. İnsanlığın özyönetime dayalı eşiklikçi bir toplum kurabileceğine inanır ve bu inancını insanlığın geçmişteki kazanımlarına dayandırır. Sonuçta kölelik kaldırılmış, 68 hareketleri sayesinde toplum ezilen halkların başına gelenlere, ırk ve cinsiyet ayrımcılığına, azınlık haklarına vs. daha duyarlı hale gelmiştir. Öte yandan Foucault gibi Chomsky de Marksist-Leninist aydın sınıfını sert biçimde eleştirir. Gerek kapitalist gerekse Marksist-Leninist aydın sınıfını, toplum müdendisliği projelerinin aktörleri olarak görür.

İktidarı Anlamak, işte bu yüzden de çok temel bir işlev görüyor: Bize, Noam Chomsky’nin siyasi düşüncesini daha yakından tanıma, Marksizm, anarşizm ve genel anlamda toplumsal mücadelelere ilişkin görüşleriyle eleştirel bir diyalog kurma imkanı tanıyor.