BGST (Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu), 2000 yılından bu yana her yaz sürdürdüğü İstanbul Açıkhava gösterilerini, bu yaz 20 Haziran 2010 akşamında, “Kardeş Türküler’le Yolculuk” adı altında Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’nda sergiledi. Pusulası barışı ve kardeşliği gösteren bu yolculukta, Anadolu’dan, Mezopotamya’dan, Karadeniz’den, Balkanlardan yola çıkmış şarkıların ve dansların çağrısıyla binlerce barışsever bir araya geldi.
Bu buluşmanın haftalar öncesinden başlayan hummalı koşuşturmalarını az çok tahayyül edecek olursanız, 20 Haziran gecesi yaşanan heyecan ve gururun derecesini de tahmin edebilirsiniz. Konuk sanatçıların davet edilmesi; gösteri akışının ve repertuvarın tespit edilmesi; çalışma programının oluşturulması; açıkhava gösterilerimizin artık vazgeçilmezi haline gelen şiirlerin derlenmesi ya da yeni şiirler yazılması; sahne üstünde kullanılacak olan kostüm ve aksesuarların hazırlanması; prova mekânlarının hazır edilmesi; ses ve ışık tasarımları… gibi sayısız çalışma başlığında sorumluluk alan onlarca arkadaşımızın ve sanatçının katkısı ile kotarılmış kolektif bir emek-yoğun sürecin ardından yaşanan büyük bir mutluluktu o gece…
Diyarbakır’dan, Amerika’ya kadar pek çok farklı yerden konuklarımız vardı. Sözgelimi Diyarbakır bile İstanbul’a uzak görünür ya gözümüze, Amerika’dan, Makedonya’dan, Litvanya’dan gelen konuk sanatçı dostlarımız, prova aralarında yaptığımız sohbetlerde “Gördük ki, aslında İstanbul bize hiç de uzak değil!” dediklerinde, ölçüye vurulabilir mesafelerin aslında hiçbir hükmü olmadığını anladık.
İşte haftalar boyunca hiç kimsenin yorulmak bilmediği provaların ve provalardan sonra oturulan sıcak sohbetlerin ardından çıkmıştık aynı sahneye. Ve yolculuğumuz, “Savaş çığırtkanlarına inat, barışı ve hayatı savunmaya devam edelim!” çağrısıyla başladı. Ülkede, gelecek güzel günlere dair büyük hayal kırıklıkları yaşanırken ve barış ile ilgili her zamankinden daha büyük bir tedirginlik duyulurken türkülerin kardeşliğine sarılmaya, barışın izlerini takip etmeye yönelik bir çağrıydı bu.
Ardından, gecenin yolcuları, kendi dillerinde yükselen heyecan dolu “hoş geldiniz” çağrılarıyla, bir bir sahneye davet edildi ve seyirciler coşkuyla selamlandı. Makedonya’dan Roman nefesli çalgılar orkestrası “Koçani Orkestar”ın değerli üyelerinden Naat Veliov, Orkan Veliov ve Elsan İsmajilov! Sınırları olmayan bir halkın, Çingenelerin sesini yüklenip gelmişler: “Müştaalan Koçani Orkestar!”… Kökü Diyarbakır’a dayanan Ermeni bir müzisyen ailenin temsilcisi Ara Dinkjian, Amerika’dan geliyor: Pari yegar Ara Dinkjian!… Litvanya’dan katılan dansçı Loreta Juodkaite, dansın kendine özgü diliyle anlatacak özlemlerini: Sveyka atvikus Lora! Barak müziğinin en güçlü yorumcularından biri de o gece sahnede: Dilber Ay. Hoşgeldin Dilber Abla! Binboğalar’ın, Toroslar’ın serin havasını getirdin bizlere… Uzun yıllar Dilber Ay’la birlikte müzik yapmış olan, değerli yönetmen ve senarist Sırrı Süreyya Önder de cümbüşüyle ve doyumsuz sohbetiyle katılıyor yolculuğumuza. Seni de aramızda görmek çok güzel Sırrı Abi, hoş geldin! Kürt müziğinde genç bir erbane ustası, Şerko… ve Dicle Fırat Kültür Sanat Derneği Def Grubu, Amed’in sesini, soluğunu taşıyorlar İstanbul’a: Şev baş hevalan!… Ve Boğaziçi Üniversitesi Folklor Kulübü’nden dansçı ve müzisyenler… Ve okudukları şiirlerle aynı yolculukta yer alan Pelin Batu, Pakrat Estukyan… Ve seyirci koltuklarında tek yürek olmuş binlerce barışsever…
“Kardeş Türküler’le Yolculuk”a hepiniz hoş geldiniz!…
Cüneyt Yalaz’ın sesiyle, “Gün olur, biter bu mülteci keder / Sınırlar biter bir güvercin kanadında / Bir çocuğun ıslığında biter menziller / Gün olur, aydınlık olur / Hemavaz olur yurdundan sürülmüş türküler” şiirinin ardından, yıllardır sürgünde yaşayan önemli Kürt müzisyen Nizamettin Ariç’e ait “Dayê Rojek Te” ile başladı müzik. Şarkı, seneye aynı sahnede Nizamettin Ariç’le birlikte seslendirmek dileğiyle sona ererken, sanki bu ve bunun gibi güzel binlerce dileği ateşle gökyüzüne savurmak için bir Newroz ateşi yakıldı sahnede. BGST Dansçıları, Newroz ateşinin üzerinden her atlayışlarında herkesin dileğini bir bir savurdular gökyüzüne doğru. BGST Dansçıları ile birlikte Litvanyalı dansçı ve koreograf Loreta Juodkaite de, Newroz ateşini çağrıştıran kızıl giysileri içinde yer aldı bu sahnede. Juodkaite, Kardeş Türküler projesinin müzikleriyle çok daha öncesinden tanışmış bir sanatçı ve Kardeş Türküler’in şarkılarıyla hazırladığı “Kumda Dua” adlı gösterisini 2009 Aralık ayında Litvanya’nın Vilnius kentinde sergilemiş. Akabinde İstanbul’a gelen Loreta ile bu gösterisinin kayıtlarını paylaşmak ve sohbet etmek üzere buluşmuştuk ve danslarını da kendisini de çok sevdik, dost olduk. “Kardeş Türküler’le Yolculuk”a Loreta’yı da davet ettiğimizde davetimizi memnuniyetle kabul etti ve kareografilerini kendisinin hazırladığı başka danslarını da paylaştı o gece bizlerle.
“Sabah akşam başıma gelenleri / Sen olsan çeker misin?”
“Djelem Djelem” şarkısıyla Koçani Orkestar sahne aldı ve Çingenelerin göç yollarındaki “her can, buna dayanmaz” dedirten; ama insanı insan eden hikâyelerinden birini anlattı nefesli çalgılarıyla. “Makedonya’dan bir hafta önce geldik. Kardeş Türküler’e şarkılarımızı getirdik, Türkiyelilere ise barış ve kardeşlik dileklerimizi.” diyerek selamladılar herkesi ve yine Çingenece şenlikli bir şarkı olan “İbrahim” seslendirildi. Naat Veliov, konuşmasının bir yerinde Nazar adlı küçük bir Roman kızından söz etti. “Önce Kardeş Türküler’den şarkısını dinledik, sonra Karagümrük’e gittik, kendisiyle tanıştık. Nazar kızın şarkısını da söyleyeceğiz size,” deyiverdi. Nazar, annesi Roman babası Kürt 6 yaşında bir kız çocuğu… Sulukule’de onca yoksulluğun, onca haksızlığın arasında inadına şarkılar söylüyor, inadına oyunlar oynuyor… BGST’liler olarak, İstanbul’da mahallelerde yaptığımız atölye çalışmaları esnasında tanımıştık Nazar’ı ve onun için bir şarkı bestelemiştik. Şarkıyı, Koçani Orkestrası’yla, “Bütün çocuklar mutlu olsun, bütün çocuk özgür olsun” diyerek seslendirdik.
“ İstanbul ağaları suyumuza göz koydu… Barajlara hayır!”
Kuşuyla, böceğiyle, çiçeğiyle ve insanıyla, Karadeniz’de yaşanan doğa tahribatlarına karşı yolculuğa çıkan bir vapur belirdi ufukta! Söylenen Lazca-Türkçe çokdilli şarkılar ve danslar, şu HES (Hidroelektrik Santralleri) hikâyelerini bir de bizden dinleyin, diyordu. Hayatta kalmak için toprakla verilen mücadeleye Karadeniz’in deli deli akan serin ve berrak derelerini koruma mücadelesi de eklenirken “hayat için, tulum için, horon için” alkışlar ve şen nidalar yükseldi. Peki ya doğayı katleden baraj inşaatları için? Elbette kocaman bir “Hayır!”…
“Ağladıkça, dağlarımız yeşerecek / Ağladıkça, güneşi tutacağız…”
1915 “Büyük Felaket”inin akabinde Diyarbakır’dan Halep’e, oradan Beyrut’a, Fransa’ya, ardından da ABD’ye göç eden bir Ermeni ailenin üyesi olarak 1958 yılında New Jersey’de doğan Ara Dinkjian… Dedesinden kalan udu, evdeki taş plaklardan sevdi. En büyük hazinesi saydığı binlerce taş plağının içinde, ilham kaynağım dediği Celal Güzelses’in eserleri özel bir yer tutuyor…
Ara Dinkjian ile dostluğumuz geçen yıl Diyarbakır’da, Dikranagerd’de başladı. Babası Onnik Dinkjian’ın solist olarak katıldığı Diyarbakır konserimizde Ara Dinkjian da uduyla, besteleriyle sahnemize konuk oldu ve o gün, “En büyük hayalim, babamın kendi memleketinde şarkı söylediğini görmekti. İşte o hayalim bugün gerçekleşiyor. Bundan daha güzelini düşünemem.” dediği bir gündü. “Diyarbakır’da, Dikranagerd’de duyduğumuz koku, buradan aldığımız tat, buralarda görüp yaşadıklarımız, atalarımızın duyguları ile tıpatıp aynı. Amerika’daydım ve şimdi Diyarbakır’dayım. Aslında hiç uzak değiliz!” şeklindeki duygularını, sonrasındaki sohbetlerimizde de sık sık dile getirdi.
20 Haziran gecesi, Ara Dinkjian’ın bestesi olan ve sözlerini Gülten Kaya’nın yazdığı “Ağladıkça” adlı şarkı, 2000 yılında kaybettiğimiz Ahmet Kaya’nın anısı önünde seslendirilirken yürekler, yaşanan bütün acıların ortaklığı ile çarpıyordu. “Ağladıkça” şarkısından söz açılmışken burada küçük bir anıyı da paylaşmak istiyorum: 2008 yılının Aralık ayında Kardeş Türküler, Sayat Nova Korosu ve BGST Dansçıları olarak kalabalık bir ekiple, “dansların ve şarkıların yol göstericiliğinde tüm sınırlar kalkar, tüm engeller aşılır” inancıyla Ermenistan’a gitmiştik. Bir gösterimiz Yerevan’da, bir gösterimiz de Vanadzor’da gerçekleşmişti. Gösterilerin ardından son gece, toplu bir akşam yemeği organizasyonu yapılmıştı. Yemekte çok güzel sohbetler edildi, farklı dillerde şarkılar söylendi, hep birlikte halaylar çekildi. Bir ara, Sayat Nova korosundan Ermeni bir ablamız, billur gibi sesiyle Ermenice yanık bir şarkı okumaya başladı. Bir anda bütün sesler kesildi. Şarkının sözleri ne anlatıyordu? Pek çoğumuz Ermenice bilmiyorduk; ama şarkı hepimizi derinden etkiledi. Boğazımıza koca bir düğüm atıldı sanki. Sözler bütün hükmünü yitirdi ve derken birer ikişer hepimiz ağlamaya başladık. Birbirimizden utanmasak hıçkıra hıçkıra, bağıra çağıra ağlayacaktık. Kendimizi zor tutuyorduk; ama gözyaşlarımızın deli gibi akmasına da engel olamıyorduk. Yanımda oturan ve orada tanıştığım Ermeni kadın arkadaşıma döndüm ve gözyaşları içinde “Hay Allah, ne tuhaf oldu bu böyle!” diyebildim. Verdiği cevabı hiç unutamam: “Birlikte ağlamak mı tuhaf? Hayır. Birlikte ağlamak, çok güzeldir. Birlikte ağlayabiliyorsak, kardeşliğimiz için hâlâ umut var demektir.” dedi. Artık ne vakit “Ağladıkça” şarkısını duysam o Ermeni kadının umut dolu sözleri geliyor aklıma ve diyorum ki, Gülten Kaya, Ara Dinkjian’ın müziğine ancak bu kadar isabetli, ancak bu kadar güzel sözler yazabilirmiş!
Ünlü Ermeni şair Tumanyan’ın şiiri, Ermenice sözleri ve Türkçedeki söylenişiyle Pakrat Estukyan ve Pelin Batu tarafından seslendirilirken Dinkjian, Kardeş Türküler’in yeni albümü için hazırladığı “İçimdeki Karanlık”ın ilk nağmelerini dökmeye başlamıştı udun tellerinden: “Ganaç vitkhar ınguzenu dag / İrents hasagi garkov dzalbadag / Miasin pazmadz / Mi şırçan gazmadz / Kef eyin anum / Yev urakhanum / U mez orhnetsin / ‘Abrek yerekhek paytz mez bes çabrek![[dipnot1]] ’” “Vakit geçti, onlar da geçti / Neşeli şarkılarım hüzüne dönüştü / Ve ben o günü anarak ağladım / Sizin çektiğiniz acılar bizi de sardı / Şimdi hem hüzünlü hem keyif anlarımızdı / Siz de bizim çocukları kutsuyoruz / Sizin sözünüzü söylüyoruz: ‘Yaşayın çocuklar ama bizim gibi yaşamayın![[dipnot2]]’. Ve Loreta Juodkaite de, Ara Dinkjian’ın, Kardeş Türküler’in yeni albümüne yönelik olarak hazırladığı “My Dark Place / İçimdeki Karanlık”a özel bir dans hazırladı ve o gece bu şarkı eşliğinde seyirciden büyük beğeni toplayan kareografisini de sergiledi.
“Zemherî Van gecesinde Akhtamar’ı seyrederken…”
Bu topraklarda halkların kardeşliği için en çok çaba harcamış insanlardan biridir Hrant Dink. Barışın, kardeşliğin, farklılıklarımızla bir arada yaşama mücadelesinin ete kemiğe bürünmüş halidir. Tıpkı Kürt halkının özgürlüğünü ve barışı savunan Musa Anter, Ape Musa gibi… Tıpkı başka bir dünya hayalinin peşinde koşarken gözaltında yaşamını yitiren gazeteci Metin Göktepe gibi ki anneciği, hâlâ her Cumartesi oğlunun izini sürüyor. Ve tıpkı sayısız diğer kayıp yakınları gibi… Akhtamar adlı şarkımızı, yazılarıyla, düşünceleriyle, aydın tavrıyla kalbimizin en sıcak yerine koyduğumuz Hrant Ağparik’in, Ape Musa’nın, Metin Göktepe’nin ve güzel bir dünya inancı uğruna yaşamlarını yitiren bütün dostlarımızın anısına söyledik: “Bre aymazlar, duymaz mısınız, halaya durmuş türkü söylüyor Hrant Ağparik, Ape Musa!.. Ve sizleri de çağırıyorlar, kulak verin! Ey, hayallerine gem vurmayanlar…”
“Hoy mîrê min, Kela Memê bêne ban e / Hey mirim, derler ki Mem’in Kalesi yüksektir”
Yukarıda da sözünü ettiğim gibi, dansçı arkadaşımız Loreta Juodkaite ile, gösterimizi önceleyen aylarda tanışmıştık. 2009 yılında Litvanya’da sergilediği “Kumda Dua” adlı gösterisi tümüyle Kardeş Türküler şarkıları üzerine kurulmuştu ve özellikle Kardeş Türküler/Bahar albümündeki “Kela Memê”ye yönelik olarak hazırladığı kareografi, BGST’liler olarak bizim aramızda da büyük beğeni toplamıştı. BGST Dansçıları da, Loreta’nın Kela Memê dansını, hem müzik hem de sözlerle uyum içinde seyreden aksiyon akışı ve ifade dilinde yakaladığı dinamizm nedeniyle önemli bir çalışma olarak değerlendirmişti. Bu sahnenin BGST Dansçıları ve Loreta Juodkaite ile birlikte icra edilmesine karar verildi ki, bu ortaklaşma, farklı bir dans uslûbunu birlikte icra etmek açısından BGST dansçları için de eğitici bir deneyim oldu. Loreta’nın Mart–Nisan ve Haziran aylarında Türkiye’ye gelebilme periyodları tespit edildi ve çalışmalara Mart sonu itibariyle başlandı ve sonuçta, seyirci tarafından coşkuyla alkışlanan etkileyici bir sunum gerçekleştirildi.
Zorunlu bir terk ediş hikâyesi…
Gösterimizin ikinci bölümü, “Tatavla” sahnesi ile başladı ki, bu sahne “Kardeş Türküler’le İstanbul” adlı 2009 yılı Açıkhava gösterimizde de sergilenmişti[[dipnot3]]. Tatavla sahnesi için bestelediğimiz “Apokria Sta Tatavla/Tatavla’da Apokria Karnavalı” adlı şarkımızın Rumca-Türkçe iki dillin içinden seslendirildi ve şarkı, Rumca eski bir geleneksel İstanbul şarkısı olan “Eche Gia Panagia”ya bağlandı. Bu sahnenin danslarında anlatılanlar, Tatavla’nın hikâyesine bir göndermedir ve zorunlu bir terk ediş hikâyesidir. Bu sahne öncesinde Cüneyt Yalaz’ın kaleme alıp okuduğu şiir, koca bir hikâyenin çarpıcı bir özeti niteliğindedir: “Sene 55 Eylül’ün yedisi / Gün ağarırken dumanlı ve talan edilmiş Tatavla sokaklarında / Evini arıyor beyhude bir çabayla meyhaneci Niko’nun kedisi / Dün akşam, sökün edip de gözü dönmüş kalabalık sokağın başından / Anlayınca sıranın bize geleceğini / Hemen seslendim Mari’ye / “Kendine bir çarşaf, pencereye bir bayrak tedarik et” diye / Adım gibi biliyordum, bir kabaktan üç yemek çıkarabilen karımın bu işi becereceğini / Duvardaki haçı saklayıp kapının eşiğine çıktığımda / Nümayişçilerden biri peyda oldu yanımda / Elinde bir gramofon, dudağında ecnebi bir cıgarayla / “Burada gavur varmış birader. Bize öyle dediler.” / Acı bir biber gibi dolanıp dururken dilimde kelimeler/ Komşum şoför İsmail yetişti imdadıma: “Ne gavuru lan, görmüyonuz mu bayrağı? Bu benim dayıoğlum, hadi başka kapıya!” /Mütereddit bir bakış atıp adam bize, karıştı yağmacı kalabalığa /Ve biz üçümüz, Arhavili şoför İsmail, ben ve Niko’nun kedisi / Bir daha Niko’nun meyhanesinde kadeh tokuşturamayacağımızı bilerek / Ve içimiz titreyerek nöbet tuttuk evin kapısında sabaha dek / Sene 55, Eylül’ün yedisi”
Ve deyişler, semahlar, baraklar…
Âşık Mahzuni, Kardeş Türküler’in kültürler arası yolculuğunda, ilk günden beri kılavuzlarımızdan biri olmuştur. Doğup büyüdüğü, beslendiği çokkültürlü coğrafyanın izlerini taşıyan bestelerini bugüne kadar hep severek söyledik. “Çeşm-i Siyahım” da bu bestelerden biri olduğu gibi, “Şah-ı Merdan” adlı deyiş de, yine Âşık Mahzunî’nin yetiştiği coğrafyadan, Maraş’lı Sinemilli dedelerine ait idi.
Yaklaşık sekiz yıl önce, Dicle Fırat Kültür Merkezi’nde def çalışmalarına başlayan Şêrko, Kürtçe müzik alanında yaptığı yenilikçi çalışmalarıyla dikkati çeken bir isim. Şêrko ve Dicle Fırat Kültür Sanat Derneği çatısı altında bir yıl önce Şêrko ile çalışma başlayan Def Grubu, Brader’in “Yallah” şarkısı ile konuk oldular ve gösterdikleri performansla seyircinin takdirini kazandılar. Şarkılarını seslendirmeye geçmeden önce yaptığı konuşmada, “Barış isteyenlerin tutuklanması, insanlığa bir darbedir!” diyen Şêrko, Kandil ve Maxmur’dan gelenlerin tutuklanmalarını kınadığını belirtti.
Maraş’ın Türkmen aşiretlerinden barak havalarının usta yorumcusu Dilber Ay ve senarist-yönetmen Sırrı Süreyya Önder ise gösterinin en şenlikli konuklarıydı kuşkusuz. Sırrı Süreyya’nın yanık cümbüşüne “Ölmeyesen Sırrı!” nidalarıyla yanıt veren büyük usta Dilber Ay, “Atımı Bağladım Delikli Taşa” adlı uzun hava ile barak türünün en güzel örneklerinden biriyle selamladı seyircileri. Sahnede kaldıkları süre boyunca seslendirdikleri türkülerin yöresine ve karakterine has teatral atışmaları ile türkülerine sıcaklık katan Dilber Ay ve Sırrı Süreyya Önder, seyircinin büyük hayranlığını kazandı. Türkü aralarında Sırrı Süreyya Önder’in anlattığı anekdotlar seyircileri kahkahalara boğdu. Önder, “Sözün hükmünü yitirdiği günlerde yaşıyoruz. Yitip giden her can, bütün toplamımızdan bir şeyler eksiltiyor. Yarın böyle olmayacaksa bunun en büyük sebebi türkülerdir” diyerek, geceye katılan herkesi türkülerin kardeşliğine sarılmaya davet etti.
Gösteri boyunca söylenen şarkılar türküler, çekilen halaylar horonlar “Kardeş Türküler’le Yolculuk”u tam bir halkların şenliğine dönüştürdü. Can Yücel’in, “Ne bileyim, bir damlanın böyle deniz olacağını” dizeleri misali büyüyen, çoğalan bir kalabalık vardı sanki o gece. Ertesi gün gazetelerde çıkan yazılar, bu barış ve kardeşlik gösterisini en iyi dileklerle özetlerken, o yazılardan birinde şöyle deniyordu: “…Kurulduğu günden beri bu coğrafyanın türkülerini mümkün olduğunca dengeli sunmaya çalışan topluluk, bir kültürün diğerlerinden daha baskın olmamasına özen gösterdi hep. Fakat kaçınılmaz olarak müziklerinde Kürt müziğinin belli bir baskınlığı hissedildi uzun yıllar. Önceki geceki konser ise, belki de hayal ettikleri “denge”ye ziyadesiyle ulaştıklarının ispatıydı adeta. Her geçen gün adlarına layık olmak için ne büyük bir gayret sarf ettiklerini bir kez daha anladı izleyicileri ve bir kez daha bağırlarına bastılar BGST’yi…”[[dipnot4]]
Biz, bir gün bütün engellerin kalkacağına ve bir gün bu güzel ülkeye barışın ve özgürlüğün hâkim olacağına duyduğumuz inançla yeni yeni gösterilerde buluşmak üzere vedalaştık herkesle: “Bayram gecesi, o mutlu gece / Öylesine eşsiz bir an vardır ki / Göğün altın kapıları açılır / Ve yeryüzünde her şey durulur / Ulvî bir suskunlukla dolarak / Semavî bir saltanat kurulur / Muradına ermeden ölen sevdalıların yıldızları kayar ve birbirini bulur…”