Jason Hickel, küçülme tartışmalarının son beş yılını anlatıyor.

Barselona Otonom Üniversitesi Çevre Bilimi ve Teknolojisi Enstitüsü’nde (ICTA-UAB) profesör olan JASON HICKEL ile New England merkezli ekososyalist yazar ve aktivist ANDREW AHERN arasındaki bu sohbet, Jason’ın Çoğu Zarar Azı Karar[i] adlı kitabının 5. yıldönümünü kutluyor. Sohbet, ekososyalist düşünce ve stratejideki tartışmaların yanı sıra mevcut sınıf ve çevre mücadelesi alanını da kapsıyor. Mayıs 2025 sonlarında Zoom üzerinden gerçekleştirildi.

ANDREW AHERN: Çoğu Zarar Azı Karar kitabının yayınlanmasının üzerinden beş yıl geçti. Bu süre zarfında, büyük ölçüde kitabın sayesinde, küçülmenin iklim ve ekolojik kriz etrafındaki ana akım tartışmalarda yer aldığını gördük. Geçtiğimiz beş yıla dönüp baktığında, küçülme hakkındaki fikirlerin nasıl karşılandığını düşünüyorsun? Çoğu Zarar Azı Karar’ın bu ölçüde uluslararası bir tartışmayı tetikleyeceğini bekliyor muydun?

JASON HICKEL: Evet, çılgın bir yolculuktu. Ve izlemek çok ilginçti. Son birkaç yılda küçülme, çevre biliminde iyice yerleşti. Küçülme çerçevelerini kullanan ve geliştiren bilimsel araştırmalarda şaşırtıcı bir artış oldu. Bu nedenle ampirik kanıtlar şimdi her zamankinden daha güçlü ve kitabı yazdığımdan beri çok genişledi. Küçülme, iklim aktivistleri ve sosyalist sol arasında da önemli bir ilgi görüyor – yani, kavram kamuoyuna yönelik iletişimde kullanılmasa bile, onların analitik çerçevelerinin bir parçası. Fakat mesele sadece Çoğu Zarar Azı Karar değil, küçülme fikirlerinin ana akıma taşınmasına birçok kişi katkıda bulundu ve son birkaç yılda bu konuda çeşitli kitaplar yayımlandı.

Aslında küçülme, kökleri ekososyalist analize sıkıca tutunan anti-kapitalist bir duruştur. Ekososyalizmin özü, üretim üzerindeki kontrolün demokratikleştirilmesi ve böylelikle üretimin insan esenliğini ve ekolojik istikrarı güvence altına alacak şekilde örgütlenebilmesidir. Küçülme, kapitalizmle bilinçli olarak aynı çizgide olanların sinirine dokunuyor çünkü sosyalist fikirlerin ana akıma nüfuz ettiğinin farkındalar. Bu yüzden onu hedef alıyorlar. Bazı durumlarda gerçekten çıngar çıktı. Ve bence teşhis doğru. İklim hareketinin geniş bir kesimini oluşturan insanlar için küçülme argümanı son derece ikna edici. Ve bir kez “israfçı ve yıkıcı üretimi nasıl gerçekten azaltabiliriz ve ekonomiyi herkesin esenliğini sağlamak üzere nasıl örgütleyebiliriz?” diye düşünmeye başladığınızda, sosyalist fikir ve politikaların alanına girmiş oluyorsunuz. Küçülme, 21. yüzyılda sosyalist düşünceye açılan bir kapıdır.

Bu önemli bir nokta. Birçok insan, “ah, bize saldırıyorlar çünkü bu kelime olumsuz duyuluyor, daha iyi bir çerçevelemeye ihtiyacımız var,” vb. düşüncelere kapılıyor. Hayır, saldırıya uğruyor çünkü üretim araçları üzerindeki kapitalist kontrolün aşılmasını talep ediyor.

AA: Bununla birlikte, küçülmenin vaatleri ve eksiklikleri üzerine çok fazla yazı yazıldı, sayısız panel düzenlendi ve çok sayıda tartışma gerçekleştirildi. Küçülme tartışmasının bugüne kadarki en verimli unsurları nelerdi? Daha acil sorunlara odaklanmak için keşke atlayabilseydik dediğiniz noktalar var mı?

JH: Üç yaygın yanlış anlaşılmayı düzelterek hararetin %99’unu alabileceğimizi düşünüyorum.

İlk olarak, küçülme, ekolojik krizin itici gücü olan zengin ekonomileri ve özellikle de bu ekonomilerin yönetici sınıflarını hedef almaktadır. Gelişmekte olan ülkeleri hedef almadığı gibi, kalkınma karşıtı bir tutum da değildir. İkinci olarak, küçülme her türlü üretimi azaltmakla ilgili değildir; özellikle yıkıcı ve gereksiz üretimi azaltmakla ilgilidir. Üçüncü olarak, küçülmenin amacı, üretimi toplumsal ve ekolojik açıdan faydalı faaliyetlere yönlendirerek insan esenliğini artırmak ve toplumsal ilerlemeyi hızlandırmaktır. Tüm bu noktalar, literatürü gelişigüzel okuyarak da kavranabilir, ama küçülmeyi en açık sözlü eleştirenlerin pek çoğu aslında okumuyorlar; sadece ortama uygun tepki veriyorlar. Bu da hiç yardımcı olmuyor.

Fakat bazı tartışma noktaları gerçekten üretken oldu. Sosyalist soldakiler, küçülmenin önceki formülasyonlarının bazı zaaflar barındırdığını söylediler. İşçi sınıfı hareketlerini dönüşümün eyleyicisi olarak yeterince merkeze oturtmuyordu. Küçülmenin herkesin esenliğini artırırken nasıl gerçekleşebileceğine dair ikna edici politikalar geliştirmemişti. Ayrıca dünya ekonomisindeki eşitsiz mübadele ve emperyalist dinamiklerin nasıl üstesinden gelineceğine dair yeterli teori üretmemişti. Ancak bu konular artık giderek daha fazla ele alınıyor ve yapılacak daha çok iş olsa da önemli ilerlemeler kaydedildi.

AA: Bana göre, küçülmenin en iyi eleştirilerinden biri, güç oluşturma konusundaki yetersizliği üzerinde duruyor. Küçülme fikri hangi tür siyasi aktörler tarafından benimsenip uygulamaya konulacak? Küçülme hakkındaki fikirlerin güç oluşturan örgüt ve kurumlar tarafından benimsendiğini gördün mü? Küçülme fikrinin bu vizyonu hayata geçirebilecek aktörleri gerçekten etkileyen, en umut verici işaretleri nelerdir?

JH: Bu konuda söylenecek çok şey var. İlk olarak, küçülme genellikle bir “hareket” olarak anılır, ancak bence bu yanlış. Küçülme, birçok insanı ikna eden ve özellikle akademisyenler, öğrenciler ve aktivistler arasında büyük ilgi gören analitik bir çerçevedir, ancak kendi başına bir hareket değildir ve iktidara gelip politika uygulama kapasitesine sahip değildir. Mevcut iktidarları, talep ettiğimiz politikaları (yıkıcı endüstrileri küçültmek için kredi rehberliği[ii], evrensel hizmetlere kamu yatırımı ve üretimi yeniden yönlendirip herkes için iyi bir yaşam sağlamak için iş garantisi) uygulamaya ikna etmeye çalışabiliriz, ancak hükümetlerimiz kapitalist ve açıkçası bunları yerine getirmeyecekler. O halde, buradaki dönüşüm teorisi tam olarak nedir?

Bunları başarmanın tek yolu demokratik sosyalizm için bir harekettir. Hareket bu olmalıdır. Küçülme, sosyalist bir dönüşüm içinde bir unsur, sosyalist düşüncenin günümüz için yetersiz olan belli üretimci akımlarına karşı bir düzeltme olarak anlaşılmalıdır. Sol üretimciliğin sorunu, emperyalizmi ve ekolojiyi ihmal etmesidir. Yüksek gelir seviyesindeki ülkelerin toplam üretimlerini süresiz olarak artırabileceklerini ve artırmaları gerektiğini varsayar. Ancak bu doğru değil. İlk olarak, yüksek gelirli ekonomilerdeki yüksek üretim ve tüketim seviyelerinin küresel Güney’den muazzam bir net transfere dayandığını biliyoruz. Bu, sosyalizmle temelden uyumsuzdur ve ortadan kaldırılmalıdır. İkinci olarak, yüksek gelir seviyesindeki ülkelerin yeterince hızlı karbonsuzlaşmaları için toplam enerji kullanımını azaltmaları gerektiğini ve bunun da gereksiz üretimlerin azaltılmasını gerektirdiğini biliyoruz. Bu ampirik bir gerçektir.

Küçülme araştırmaları, önemli ölçüde daha az enerji kullanımı, daha az malzeme kullanımı ve daha az toplam çıktı ile toplumsal sonuçları iyileştirebileceğimizi gösteriyor. Bunlar güçlü kavrayışlar ve sosyalist paradigmalara entegre edilmeli. Ancak aynı zamanda, demokratik sosyalist bir dönüşüm sırasında doğal olarak gerçekleşecek olan da budur. İşçiler ve topluluklar üretim üzerinde kontrole sahip olduklarında yapacakları ilk şey, zararlı ve gereksiz şeylerin üretimini azaltmak olacaktır; çünkü neden hiçbir geçerli sebep yokken ekolojiyi gönüllü olarak yok edelim, küresel Güney’deki kardeşlerimizi sömürelim ve emek zamanımızı boşa harcayalım ki? Çoğu durumda insanlar böyle bir yaklaşımı reddedeceklerdir. Ve bu, demokratik karar alma süreçlerine dair çeşitli ampirik çalışmalarda kanıtlanmıştır. Bu yüzden bana öyle geliyor ki küçülme, sosyalist geçişin bir sonucu olacaktır. Başarmaya odaklanmamız gereken şey, sosyalist geçiş olmalıdır. Bu yaklaşımın stratejik faydası, mücadele hatlarını netleştirmesidir. Hedef sosyalizm ise, alanımız sınıf mücadelesidir ve olmamız gereken yer de burasıdır.

AA: Çoğu Zarar Azı Karar yayınlandığından beri, küçülme hareketindeki ve aynı zamanda kendindeki değişimi -senin ve hareketin önceden benimsediği politika ve felsefe veya strateji bakımından- nasıl değerlendiriyorsun?

JH: Çoğu Zarar Azı Karar’da iklim hareketinin gerekli dönüşümleri tek başına gerçekleştiremeyeceğini savundum. İşçi sendikaları ve diğer işçi sınıfı oluşumlarıyla ittifaklar kurması gerekiyor. Bunun için gerçek bir örgütlenmeye ve işçi sınıfının istihdam, ücret, barınma, sağlık vb. endişelerini doğrudan ele alabilecek politikalar geliştirilmesine ihtiyaç olduğunu savundum. Böylelikle insanlar kendi çıkarlarının temsil edildiğini görebilecekler. Bu tür bir ittifak gereklidir çünkü iklim protestocuları yolları ve köprüleri bloke ederek davalarına dikkat çekmeyi başarabilirler, fakat işçi sendikalarının grev gücü de dahil olmak üzere çok daha fazla siyasi gücü vardır.

Ama o zamandan beri, aslında ihtiyaç duyulan şeyin, bütüncül bir alternatif vizyon geliştirebilen, devlet iktidarını ele geçirebilen ve dönüştürücü politikalar uygulayabilen, kitle tabanlı bir siyasi parti gibi bir şey olduğunu fark ettim. Bildiğimiz türden bir burjuva partisinden bahsetmiyorum. Topluluklarla ve işçilerle aktif ve organik bağları olan, siyasi bilinç inşa edebilen ve farklı hareketleri ve mücadeleleri tek bir siyasi mekanizmada birleştirebilen bir partiden bahsediyorum.

Bunu birkaç nedenden dolayı söylüyorum. Birincisi, hepimiz protestolara katıldık -iklim protestoları, Black Lives Matter protestoları, soykırım karşıtı protestolar- ve yürüyüşün sonunda ne yapacağımız belli değil … tüm bu tutku ve öfkeyi etkili bir siyasi güce dönüştürmenin bir yolu yok. Enerji dağılıyor. Tek aracımız bu olduğu ölçüde, egemen sınıflar bundan muazzam bir şekilde faydalanıyor. En akıllı hükümetler, protestocular tükenip sıkılıncaya, medyada haberler sönümlenene kadar onları görmezden geliyor ve sonra işlerine her zamanki gibi devam ediyorlar. İnsanları örgütlü bir siyasi mekanizmaya bağlamanın bir yolunu bulmalıyız.

İkincisi, şu anda çabalarımız yüzlerce farklı harekete bölünmüş durumda. Soykırım karşıtı hareket, feminist hareket, iklim hareketi, işçi hareketi vb. Her birinin ayrı talepleri var ve nadiren birlikte çalışıyorlar. Bu hareketleri birleştirmenin ve gücümüzü çoğaltmanın yollarını bulmalıyız. Kitle tabanlı bir parti bunu başarabilir. Bana sorarsanız, ihtiyacımız olan dönüşümü sağlayacak tek gerçekçi yaklaşım budur.

AA: Sadece son iki yılda, iklim krizinin ekonomik büyüme beklentileri üzerindeki etkilerini gösteren çalışmalara tanık olduk. Buna türlerin kitlesel yok oluşunu, azalan su arzını ve yükselen diğer ekolojik sorunları eklersek, etkiler daha da büyüyor. Ancak bu çalışmalar, ana akım politikacılar, siyasi partiler ve ekonomik kurumlar tarafından büyük ölçüde göz ardı edildi. Durumun ne kadar vahim olduğunu ve olacağını söyleyen bilim ile mevcut siyasi kurum ve hareketlerin yönelimi arasındaki gerilimi nasıl yorumluyorsunuz? Ekoloji biliminden gelen ampirik ve maddi temellere dayanan kavrayışlarla, gezegen sınırları içinde iyi yaşamamızı sağlayacak bir siyasi güç inşa etme ihtiyacını nasıl buluşturabiliriz?

JH: Evet, sorun şu anda her zamankinden daha kötü. Birkaç yıl önce, iklim biliminin kamuoyu bilincine gerçekten nüfuz ettiği kısa bir dönem vardı. Kolektif bir aciliyet ve endişe hissi vardı; öyle ki hükümetler mesela “iklim acil durumu” ilan etmek zorunda kaldılar. Ama sonra bir şey oldu ve bu söylem çöktü … belki sosyal medya algoritmalarında bir değişiklik oldu, belki medya ilgisinde bir kayma oldu, belki de insanlar hükümetlerimizin aslında herhangi bir değişiklik yapma niyetinde olmadığını fark etmeye başladılar ve bir tür umutsuzluk çöktü. Ancak gerçek şu ki, hükümetlerimiz gerekli değişiklikleri yapamazlar çünkü kapitalistler. Tıkanıklık işte bu.

Bunu açıkça söyleyeyim. Kapitalizmde üretim, sermaye tarafından kontrol edilir; büyük finans şirketleri, büyük şirketler ve yatırılabilir varlıkların çoğunluğuna sahip olan %1. Onlar için üretimin amacı insan ihtiyaçlarını karşılamak veya ekolojik hedeflere ulaşmak değil, kârı maksimize etmek ve biriktirmektir; bu, en önemli amaçtır. Dolayısıyla fosil yakıtlar, SUV’ler, endüstriyel sığır eti, hızlı moda ve silahlar gibi şeylerin devasa üretimi sermaye için oldukça kârlı olduğu için gerçekleşirken, yenilenebilir enerji, toplu taşıma ve uygun fiyatlı konut gibi şeyler kronik olarak az üretiliyor, çünkü bunlar sermaye için daha az kârlı veya hiç kârlı değil.

Bu, enerji dönüşümü için çok ciddi bir sorun teşkil ediyor. Yenilenebilir enerji kaynakları fosil yakıtlardan daha ucuz, ancak fosil yakıtlar 3-4 misli daha kârlı. Dolayısıyla sermaye, dünyamız etrafımızda yanarken bile fosil yakıtlara yatırım yapmaya devam ediyor. Bu sorunla başa çıkmanın tek yolu, fosil yakıtlara yapılan yatırımları aktif olarak azaltabilecek ve bunun yerine yenilenebilir enerji kaynaklarına kaydırabilecek bir kredi rehberliği çerçevesini uygulamaya koymaktır. Ancak bu, kapitalizmin çıkarlarına temelden aykırıdır. Toplu taşıma, bina yalıtımı, ekosistem restorasyonu, canlandırıcı tarım[iii] vb. gibi gerekli hedefler de aynı şekilde aykırıdır. Kârlı değillerdir, o halde sermaye bunları yerine getirmeyecektir. Kamu finansmanı ve kamu hizmetlerine ihtiyaç vardır ki bu da sermayenin üretim kapasitelerimiz üzerindeki hakimiyetinin azaltılmasını gerektirir.

Ve tabii ki, yüksek gelirli ülkelerin belirli üretim biçimlerini küçültmeleri gerektiği gerçeği de var. Bu sektörlerin çoğu oldukça kârlı. Sermaye bunu gönüllü olarak yapmayacak! Özetle, hükümetlerimiz ekolojik krizle mücadele etmiyorlar çünkü kapitalistler. Dolayısıyla, aşılması gereken kapitalizmdir. Bu gerçeği ne kadar erken fark edip karşı koyarsak o kadar iyi olur.

AA: Şunun hakkında giderek daha fazla düşünüyorum: Sol’un birçok farklı kesimini ne tür kurumlar bir araya getirebilir ve böylelikle örgütlenip istediğimiz geleceği kazanabiliriz? Çevreciler istedikleri değişimi hayata geçirecek siyasi güce sahip değiller; sendikal hareket fosil yakıtlardan çıkışa genellikle odaklanmıyor; ana akım siyasi partiler iklim krizi konusunda iyi bir söylem geliştirseler de bunu çelişkili biçimlerde yönetiyorlar. Sol siyaseti bir araya getirmenin en umut verici yolları sence hangileri?

JH: Burada söylenecek birkaç şey var. İlk olarak, sendikalar işten çıkarmalardan korktukları için geçişe odaklanmıyorlar. Çevrecilerin yalnızca fosil yakıtları değil, diğer üretim biçimlerini de azaltmak istediklerini duyduklarında, korkuları daha da artıyor. İçgüdüleri genellikle sermayeyle aynı çizgide buluşup daha fazla büyüme çağrısı yapmak, böylece iş ve geçim kaynaklarını güvence altına almak olmuştur. Ancak bu tamamen yetersiz bir yaklaşımdır. Bu hedeflere ulaşmanın çok daha iyi bir yolu var: Kamu istihdam garantisi. İş garantisi, gönülsüz işsizliği kalıcı olarak ortadan kaldırarak, kimsenin zarar görme endişesi duymadan fosil yakıtları ve diğer sektörleri nasıl küçültebileceğimize dair açık bir diyalog kurabilmemizi sağlar. Adil bir geçiş için kritik önemdedir bu.

İş garantisi, ücretleri ve koşulları (örneğin, geçim ücretlerini ve iş yeri demokrasisini) tüm ekonomi genelinde belirlememize de olanak tanır. Çünkü özel sektör işverenlerinin personel kaybını önlemek için iş garantisi programının standartlarına uymaları gerekecektir. Böyle bir program, herkesin zamanımızın en önemli kolektif projelerinde eğitim almasını ve bu projelere katılmasını, anlamlı ve toplumsal açıdan gerekli işler yapmasını da sağlayacaktır. Bu sayede emeği sermaye birikimine hizmet etmekten uzaklaştırıp toplumsal ve ekolojik hedeflerle buluşturabiliriz. En önemlisi, bu öneri son derece popülerdir. Kazanan bir siyasi platformun temelini oluşturabilir.

Yani sendikaların taktik değiştirmesi gerekiyor. Bunu dışarıdan bir eleştirmen olarak değil, kıdemli bir sendika üyesi olarak söylüyorum. Emek hareketinin siyasi ufkunu sektör bazında ücret ve çalışma koşulları mücadelesiyle sınırlayıp daraltmasına nasıl izin verdik; bu eşitsiz ve ekolojik olarak yıkıcı ekonominin genel yapısına nasıl dokunmadık? Diğer sektörlerdeki işçilerin, çalışmayanların veya işsizlerin esenliğini hiç düşünmedik mi? Bu yeterli değil. Emek hareketinin siyasi ufku üretim ve finans üzerinde demokratik kontrol olmalıdır ki böylelikle esenlik ve ekoloji etrafında örgütlenebilsin. İşte bu kadar.

Dolayısıyla, iş garantisi gibi politikaların ön planda ve merkezde olması gerekiyor. Çevreciler ve sendikalar arasında geniş bir mutabakat ancak bu şekilde sağlanabilir. Ve bu açıdan bakıldığında, mevcut Yeşil partilerin çoğunun doğru yolda olmadığını görebilirsiniz. Çevre hakkında konuşuyorlar ama sosyal politikalar hakkında söyleyecek genellikle hiçbir şeyleri yok. Açıkça belirteyim: Haftanın sonunu getirmeye çalışan işçi sınıfı topluluklarıyla asla bağ kuramaz bu anlayış. Küçümseyen ve alakasız bir izlenim yaratıyor. Çevrecilerin, işçi sınıfının eve ekmek götürme derdini ele alan politikaları ön plana çıkarması gerekiyor. Yeşil partiler kendilerini feshetmeli, ekososyalist politika ve söylem etrafında yeniden yapılanmalı ve bir işçi sınıfı tabanı oluşturmayı hedeflemelidir.

Tüm bunlar bambaşka bir yaklaşıma işaret ediyor. İnsanları suçlu bireyler olarak değil, dönüştürücü değişimin eyleyicileri olarak merkeze alıyor. Biz halkız, ulusun kolektif zenginliğini üretenleriz. Şu anda ürettiklerimiz üzerinde kontrolümüz yok, güçsüzleştirilmiş durumdayız, sermayenin rehinesiyiz ve karşı karşıya olduğumuz toplumsal ve ekolojik acil duruma çözüm üretemiyoruz. Sahip olabileceğimiz toplumun sefil bir gölgesinde yaşıyoruz. Bu noktadaki tarihi görevimiz, daha iyi bir medeniyet inşa edebilmek için kendi üretim kapasitemiz üzerinde demokratik kontrolü yeniden sağlamaktır.

AA: Mevcut durum vahim. Donald Trump ABD’de başkan; Gazze’de durmayan bir soykırım var; İngiltere’de İşçi Partisi hükümeti hiç sevilmiyor vb. Size umut, ilham ve daha iyi bir dünyanın mümkün olduğuna dair inanç veren şey nedir? Liderlik ve örgütlenme becerisi için kime güvenebilir ve daha iyi bir dünya inşa etmek için nasıl harekete geçebiliriz?

JH: Bence şu anki durumun öğretici yanı, liberalizmin çöküyor olması. Karşı karşıya olduğumuz toplumsal ve ekolojik krizlere tutarlı bir tepki üretemiyor. Bu, aşırı sağ tarafından doldurulan ideolojik bir boşluk yaratıyor. Ancak elbette aşırı sağ sahte bir siyaset sunuyor; işçi sınıfının belirli bir kesimini, nihayetinde seçkinlerin sınıf çıkarlarını daha da sağlamlaştırmayı amaçlayan bir siyasi projeye dahil etmeye yönelik sinik bir proje bu. Bu durum sosyalist siyaset için de bir fırsat sunuyor: Bu boşluğa adım atabilir, şu anda çok belirgin olan yerleşik düzen karşıtı duyguları harekete geçirebilir ve karşı karşıya olduğumuz krizlere gerçek çözümler sunabilir.

Elbette emperyal çekirdeğin egemen sınıfları, sosyalizm kelimesini şeytanlaştırmak için muazzam bir çaba sarf ettiler. Bunu tam da sosyalizmin ne kadar başarılı olabileceğini bildikleri için yapıyorlar; kitle desteği sağlayabilecek çekici bir alternatif sunabileceğini biliyorlar. Biz de bu gerçeklikle hareket etmeliyiz. Sosyalizm birçok Avrupa ülkesinde etkili, kamuya açık ve harekete geçirici bir slogan olsa da ABD gibi yerlerde kulağa fazlasıyla yabancı ve korkutucu geliyor. Sorun değil. Önemli olan kelime değil. Önemli olan politikalar.

AA: İnsanlar gelecekte sizden neler beklemeli? Şu anda üzerinde çalıştığınız ve sizi heyecanlandıran projeleriniz var mı?

JH: Ekososyalizm, küçülme, eşitsiz mübadele, bağlantının koparılması[iv] ve siyasi dönüşüm üzerine ampirik çalışmaları ilerletmekle görevli yaklaşık 40 araştırmacının yer aldığı, ERC[v] tarafından finanse edilen büyük bir projemiz var. Bu gruptan birçok heyecan verici yayın çıkacak, bu yüzden takipte kalın. Kendi çalışmalarıma gelince, en son araştırmalarımı jasonhickel.org/research adresinde bulabilirsiniz ve daha enformel olarak jasonhickel.substack.com adresinde de yazıyorum. Ayrıca, kapitalizm, emperyalizm ve ekoloji üzerine araştırma ve verilere adanmış Küresel Eşitsizlik Projesi (globalinequality.org) adlı yeni bir web sitesi başlattık. Bir sonraki kitaba gelince, heyecan verici bir şey yolda, bu yüzden takipte kalın!

[i] Metis Yayınları 2021, çeviri Deniz Keskin. Kitabın İngilizce orijinal adı Less is More. -ç.n.

[ii] İng. credit guidance framework: Ticari bankaların sorunlu sektörlere yatırabilecekleri finansman miktarını sınırlayan kurallar koymak. Örneğin, kredi rehberliği, bağlayıcı ve yıllık bir program dahilinde fosil yakıt üretimine yapılan ticari yatırımları azaltmak için kullanılabilir. Ancak aynı zamanda SUV’lar, malikaneler, yolcu gemileri, özel jetler, endüstriyel sığır eti, tehlikeli plastikler, hızlı moda, silahlar, reklamcılık vb. gibi diğer yıkıcı ve gereksiz sektörleri azaltmak için de kullanılabilir. Kaynak: jasonhickel.org. -ç.n.

[iii] İng. regenerative agriculture. Toprak ve ekosistem sağlığını artırmayı hedefleyen tarım. -ç.n.

[iv] İng. delinking. Dünya ekonomik sisteminde çevre ülkelerin küresel ekonomiden bağlarını kopartması. -ç.n.

[v] European Research Council. -ç.n.