Kürt Sorunu ve Üniversiteler
Ergun Aydınoğlu
17.10.2009
Geçen haftaların gazetelerinde, Özgür Sevgi Göral’ın Yıldız Teknik Üniversitesi’ndeki atamasının siyasal gerekçelerle geri çevrilmesi üzerine haberler yer aldı. Aynı üniversitede öğretim üyesi olan Ergun Aydınoğlu’nun yazısı Taraf gazetesinin eki herTaraf’ta 17.10.2009’da yayınlanmıştır.
Geçen haftaların gazetelerinde, Yıldız Teknik Üniversitesi’nde yaşanan ilginç bir akademik atama (ya da atanmama) hikâyesi yer aldı. Haberler, bu üniversitenin İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü’ne öğretim görevlisi olmak üzere başvuran Özgür Sevgi Göral’ın atamasının, siyasal gerekçelerle reddedilişi üzerineydi. Söz konusu siyasal gerekçeler ise, Göral’ın bir televizyon programında açıkladığı Kürt sorununa ilişkin görüşleriyle bağlantılıydı.
Gazetelerde bunları okuduktan sonra, sorunu daha iyi anlayabilmek için Göral’ın söz konusu televizyon programında tam olarak neler söylediği ve bu konuda Danıştay’da açılan davaya YTÜ Hukuk Müşavirliği’nin gönderdiği savunma hakkında daha fazla bilgi edinmek istedim. Kısa bir araştırmayla, yakınlarda internete konmuş bir videoda Göral’ın konuşmasını izleme imkânını buldum. (Bkz:http://www.facebook.com/video/video.php?v=149852467478&ref=nf) O programda söylediklerini canlı bir şekilde dinledikten sonra gördüm ki, Göral’ın orada söyledikleri, benim yıllardır YTÜ Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’ndeki derslerimde öğrencilerime aktardığım değerlendirmelerden hiç de farklı değildi. Bu noktada belirtmem gerekir ki “Kürt sorunu”, “Türk Siyasal Hayatında Güncel Konular” başlıklı dersimin temel konularından birisidir ve dersin okuma metinleri arasında, Hamit Bozarslan, Handan Çağlayan, Mesut Yeğen ve başka akademisyenlerin Kürt sorunuyla ilgili yazıları bulunmaktadır. Gerek bu yazılarda gerekse kendi ders sunumlarımda, Göral’ın “problem yaratan” değerlendirmeleri, muhtemelen çok daha ayrıntılı ve net bir şekilde ortaya konmaktadır.
Bir öğretim üyesi olarak bugüne kadar ben, üniversitede ders verme yetkinliğinin, akademik yeterlilikle açıklandığına ve ölçüldüğüne inanıyorum (ya da inanmak istiyorum.) Totaliter bir rejim altında yaşadığımı düşünmediğim için de, derslerimde Göral’ın televizyonda söylediklerine benzer görüşleri dile getirmekten çekinmedim. Görüşlerimi açıklarken tüm kaygım, onları yeterli bilgi ve kendimce tutarlı argümanlarla sunabilmek ve –kendi görüşlerim de dahil olmak üzere tüm bu konularda- öğrencilerin sorgulayıcılığını geliştirebilmekti.
Görüldüğü gibi Göral’ın hak ettiği kadroya atanmamasında absürt bir durum vardır. Bir üniversite öğretim üyesinin (belki de aynı üniversitede çalışan pek çok başka hocanın) öğrencilerine hiç çekinmeden ilettikleri görüşler, bir başka akademisyenin göreve atanmasında engel teşkil etmekte. Bu absürtlüğü gidermenin iki yolu var gibi gözüküyor: Göral’ın hak ettiği kadroya atanması, ya da derslerde benzer görüşleri beyan eden benim gibi öğretim üyelerinin görevlerine son verilmesi.
Yükseköğretimin “amacı”
YTÜ Hukuk Müşavirliği’nin Danıştay’a ilettiği savunma, bu sorunun anlaşılması için neredeyse her şeyi sunmakta. Üniversite Hukuk Müşavirliği, yürütmeyi durdurma talebine itirazını, “2547 Sayılı Yüksek Öğretim Kanunu’nun 4. maddesi ve 5. maddesinin a ve b bentleri”ne dayandırmaya çalışmış. Bu maddelerde “Yükseköğretimin amacı”, diğer şeyler yanında “ATATÜRK inkılâpları ve ilkeleri doğrultusunda ATATÜRK milliyetçiliğine bağlı (…) vatandaşlar yetiştirmek” olarak belirlenmekte. Bu belirlemeden hareketle YTÜ Hukuk Müşavirliği gerekçesini şöyle formüle ediyor: “Söz konusu maddeler üstelik davacının görevi açısından da oldukça bağımlı bir niteliktedir. Davacı, söz konusu kadroya atandığı takdirde üniversitemizde hepimizin bildiği ‘Atatürk Devrimi ve İnkılâp Tarihi’ dersini anlatacaktır. Oysaki davacının söz konusu programdaki beyanları, davacının belirtilen kanun çerçevesinde bu dersi anlatamayacağını açıkça gözler önüne sermektedir. Bir an için davacının bu dersi kanunun öngördüğü şekilde anlatabileceğini varsaysak bile davacının bu anlatımında dürüst ve samimi olamayacağı çok açıktır.”
Akademisyenin özgürlüğü
Bu satırlar, ülkemiz üniversite ortamında “üniversite”den ve “akademik özgürlük”ten ne anlaşıldığını açık bir şekilde ortaya koymakta. YTÜ Hukuk Müşavirliği’ne göre, üniversitede verilen derslerin “şekli”, “2547 Sayılı Yüksek Öğretim Kanunu’nun 4. ve 5. maddesinin a ve b bentleri” tarafından belirlenmektedir.
O nedenle de üniversite yönetiminin, kimi hocaların “dürüst ve samimi” olmayan bir yaklaşımla kendilerini bu “şekle” uydurmaya kalkışmaları konusunda uyanık olma hakkı vardır. Dolayısıyla eğer “dürüstlük ve samimilik” konusunda bir kuşku doğarsa, söz konusu hocaların atamaları engellenebilir.
Bu gerekçeyi kaleme alan Hukuk Müşavirliği, belli ki üniversite atamalarında temel ölçünün akademik yeterlilik olduğunu bilmemekte; dahası, bu konuda “dürüstlük ve samimiyet” gibi muğlâk bir kriterin ancak totaliter rejimlerde mümkün olabileceğinden de habersiz görünmekte. Ama işte bu habersizliğe rağmen, temel argümanını böylesi bir “sübjektif kriter” üzerine temellendirmekten çekinmemiş. Peki, bu “dürüstlük ve samimiyet” nasıl ölçülebilir ya da belirlenebilir? Hukuk Müşavirliği’nin yazısında bu konuda hiçbir açıklama yok. Söylenenlerin de kriter ölçümü ile bir ilgisi yok. Çünkü sözü edilen televizyon konuşmasında ileri sürülen görüşler, Türkiye Cumhuriyeti yasalarına göre suç teşkil etmemekte. En az bunun kadar önemli olan bir diğer şey de, yukarıda açık bir şekilde belirttiğim üzere, benzer görüşler aynı üniversitenin başka hocaları tarafından da beyan edilmektedir. Bu durumda “dürüstlük ve samimiyet” kriterinin nasıl belirlenebileceği sorusu cevap beklemekte. Aklı başında herkes kabul eder ki bu sorunun kırk değişik cevabı yoktur. 12 Eylül rejiminde, dünün Nazi Almanya’sı ya da Stalin Rusya’sında veya günümüz Çin’inde, ya da İran’ında, üniversite hocalarının “dürüstlük ve samimiyet”lerini tespitin tek bir yolu vardı ve vardır: Polis raporlarının dikkate alınması.
İlginç bir şekilde “polis raporları”, Göral’la ilgili haberlerde de geçmekte.
Sonuç olarak Göral’ın başına gelenlerde sadece absürtlük ve adaletsizliği değil, aynı zamanda üniversitelerimizdeki boğucu antidemokratik ortamı da görmek gerek. Öte yandan bu dava vesilesiyle hazırlanan bir hukuki metinde kullanılan argümanlar ise, üniversite ve hukuk ortamımızdaki demokratik kültürün içler acısı halini de ortaya seriyor.
Notlar:
* Yrd. Doç, Yıldız Teknik Üniversitesi / ergunaydinoglu@gmail.com