Türkiye müzik piyasasının önde gelen stüdyo müzisyenlerinden Hüsnü Şenlendirici’nin yeni albümü Hüsn-ü Klarnet, bir önceki projesi Laço Tayfa gibi sadece yeni bir proje olmaktan öte müzik piyasasının potansiyelini gözler önüne seren güncel bir durum tespiti de sunuyor. Son zamanlarda birbiri ardından ortaya çıkmaya başlayan enstrümantal solo çalışmalar ve piyasa müzisyenleri arasında biraz da rekabet içeren biçimde oluşan kendi albümünü yapma ‘trend’i -ya da ihtiyacı-, hakim stüdyo müzisyeni ya da solist eşlikçisi kategorilerinin yaşadığı dönüşümü açıkça gösteriyor. Hüsnü Şenlendirici’nin icracılığın yanı sıra düzenlemeci, besteci ve aynı zamanda yapımcı olarak yer aldığı yeni albümü bunun en son örneği.
Klarnetin Türkiye’deki yolculuğu düşünüldüğünde bugün dönemleri için “kilometre taşı” olarak addedilen, enstrümanın icra biçimini bir adım öteye taşıyabilmiş Şükrü Tunar, Mustafa Kandıralı gibi, dönemleri için öncü olmuş isimlerin bugünkü temsilcisi olarak Hüsnü Şenlendirici, değişen piyasa koşullarında tarihsel bir çizginin dönüşümünü ve sürekliliğini örnekleyen önemli bir figür. Gelenekten gelen (müzisyenler arası deyimle ‘düğün çalmış’lığı olan), Okay Temiz’in projelerinde yer alarak world music piyasalarıyla tanışıklık edinmiş ve aynı zamanda bir dönem konservatuar eğitimi almış olan Şenlendirici’nin müzikal çizgisinde bu farklı deneyimlerin etkilerini görmek mümkün. Böyle renkli ve zengin bir müzikal formasyonun müzik piyasasına yansıması, ilk olarak world music yönelimli bir proje olan Laço Tayfa ile olmuştu. Bu yansıma, müzik piyasasındaki klarnet kullanımlarından Roman düğünlerine, daha ufak çaptaki canlı müzik mekanlarına kadar icra biçimleri üzerinde etkisini hissettirmişti.
Şenlendirici’nin neredeyse tamamen farklı bir kadroyla oluştırduğu ve ilk konserini Hüsnü Şenlendirici World Ensemble adıyla veren yeni projesi, bir kesim için örnek teşkil eden bu idol solistin farklı arayışlara girmesi anlamında önemli bir enstrümantal proje. Yerel müziklerin yanı sıra farklı kategorilere de kapı açan Hüsn-ü Klarnet, Şükrü Tunar’ın oyun havasına bugünden deneysel bir yorumla açılıp albüm kapağındaki ifadeyle ‘kökler’ denebilecek ‘Dört Zeybek’le’ kapanıyor. Türler arası bir anlayışla oluşturulmuş repertruar Fikret Kızılok’tan Sezan Aksu’ya, Zülfü Livaneli’den Neşet Ertaş’a, Kemani Sarkis Efendi’ye uzanırken farklı geleneklere eşit mesafede bir duruşa sahip görünüyor. Şenlendirici’ye ait Çığ adlı beste de bu çeşitliliği tamamlayan bugünden bir çalışma olarak albümde yer almış.
Repertuarı kadar enstrümantasyonu, icra ve ezgi biçimleri açısından da döneminin imkanlarını yansıtan albüm, Laço Tayfa kadar ‘çarpıcı’ bir proje olmasa da, yine müzikal icranın ön planda olduğu, genel olarak dingin bir yapıya sahip. Piyasanın önde gelen stüdyo müzisyenlerinin ve Gündem yaylı grubunun varlığı; M.Ceyhun Çelikten, Orhan Şallıel, özellikle de İsmail Tunçbilek gibi isimlerin düzenlemelerdeki imzaları, bu güncelliğin albüme yansımaları olarak görülebilir.
İcralara dair pek söylenebilecek bir şey yoksa da klarnet temelli düzenleme denemelerinin; özellikle yerel formların temel teşkil ettiği “Dört Zeybek” adlı parçada bu formlar üzerinden daha iddialı denemelerin eksikliği hissedilmekte.
Projenin icra kadrosunda önemli ağırlığı Roman müzisyenlerin taşıması, başta bahsettiğim, Romanların piyasadaki ağırlıkları ile doğru orantılı olarak ağırlıklı biçimde yer aldıkları bir sürecin güncel bir örneği. Sayıları gün geçtikçe artacağa benzeyen, ağırlıkla enstrümantal projeler, aslında daha genel anlamda bir enstrümantal müzik ihtiyacına da işaret etmekte. Müzik piyasasında ticari olarak çok önemli bir yer tutmasa da müzisyenler arasında oluşan bu yeni ‘trend’, piyasada farklı bir alanın oluşabileceğine işaret ediyor. Bir anlamda Türkiye müzik piyasasında icra potansiyelinin ortalama olarak belli bir olgunluğa geldiğine de işaret eden bu durum, yenilikçi çıkışlar için elverişli bir ortamın da habercisi olabilir.