Tiyatro Boğaziçi’nin yeni oyunu Pilavdan Dönenin Kaşığı Kırılsın, uzun süredir iyi oyun seyretme fırsatı bulamadığımız İstanbul sahnelerinde, bu sezonun medar-ı iftiharı olmaya aday görünüyor. Üç arkadaşın 1980’lerde başlayan hikâyesini anlatan ve bu hikâye aracılığıyla bize son 20 yılın nasıl geçtiğini hatırlatan oyun, aynı zamanda seyirciyi kendi kendisiyle hesaplaşmaya da davet ediyor.
Üç arkadaş, 80’lerin başlarında büyük bir şevkle politize olmaya çalışırken, 12 Eylül’le gelen darbe ve sonrasında içlerinden birinin mahkûm olması sonucu en azından biçimsel olarak hayatlarına yeni bir yön verirler. Hapisteki için yapılabilecek hiçbir şey yokken, dışarıdaki ikisi evlenip çocuk sahibi olurlar. Dışarıdakiler fiili olmasa da ideal olarak politik fikirlerine sadık kalmaya çalışmakta ve aksi davrananları eleştirmektedirler. Daha sonra diğer arkadaşlarının da, mahkûmiyetini bitirip onlara katılmasıyla yollarına devam ederler, ama kaldıkları yerden değil.
Oyun da bütünüyle bu değişim sürecini anlatıyor zaten: İdeallerine rağmen dışarıda değişen, yozlaşan düzenin bir parçası olmamayı başaramayan ama ideallerinden de uzaklaşmamak için düzeni kendine uydurmaya çalışıp daha da yozlaştıran, kendi değerlerinin içini boşaltan ve böylece ne kendine ne de topluma faydalı olabilen bir kuşağı. Uzun süre sonra hapisten çıkıp, hem dışardaki dünyanın hem de arkadaşlarının değişimine anlam ve onay veremeyen Edip bile, önceleri bir umut gibi görünürken çok kısa bir zamanda adaptasyonunu tamamlayıp oyundaki yerini alıyor.
Oyun bir belgesel niteliğinde kurgulanmış. Bu kurgu, üç arkadaşın hayata karşı tavırlarındaki değişimleri, dönüm noktalarını en belirgin şekilde yansıtmayı sağlarken oyunun ritmini de belirliyor. Bu belgesel kurgusu sayesinde, hikâye geri dönüşlerle anlatılırken, gereksiz ayrıntıların oyuna sızmasının da önüne geçilmiş oluyor. Bu yapı aynı zamanda arkadaşları tanıyan ya da olaylara tanık olan kişilerin devreye girip deneyimlerini anlatmasına böylece olanlara farklı açılardan bakılmasına da olanak sağlıyor. Ve bütün bu unsurlar içerik açısından oyunun bütün tadını tuzunu oluştururken bir yandan da oyunun ritmini belirleyerek izleyiciyi de onun bir parçası haline getiriyor.
Oyunun metni göz önünde bulundurulduğunda ilk göze çarpan, uzun ve ciddi bir çalışma yapılmış olduğu. Son 20 yılın özetini en çarpıcı anlarıyla ortaya koyup, oyun kahramanlarının hayata karşı verdikleri tepkileri bu özetle örtüştürmek gerçekten önemli bir başarı. Ama daha önemlisi, tarihsel bir çalışma yapılıp bunun aktarılması değil (ki bunu pek çok kişi yapabilir), bunu yaparken gündelik hayatın ve insanların çok iyi gözlemlenmiş olması, her gün karşılaştığımız ama üzerinde durmadığımız ayrıntıların dengeli biçimde yani bir bombardıman haline getirilmeden sahneye taşınması ki, oyunun eğlenceli ve verimli tarafını da bu oluşturuyor. Bu başarılı uygulama, oyun kahramanlarının performansını yukarılara taşırken, çok kısa sürelerle sahnede kalan, kendi hikâyelerini ve kahramanlarımızı anlatan kişileri de, birer tip değil karakter kılıyor.
Bunların yanı sıra çok sade bir sahne düzenlemesi kullanılmış olması seyirciyi gereksiz ayrıntılarla uğraşmaktan kurtarıp oyuncular ve anlatılanlarla baş başa bırakıyor. Bir grup çalışmasıyla ürettikleri kendi metinlerini abartısız oyunculukları, sahnedeki rahat tavırlarıyla birleştiren ve oldukça başarılı bir performansla sergileyen Cüneyt Yalaz, Uluç Esen ve Sevilay Saral’ın seyrine doyum olmuyor. Gösterdikleri performans, yeteneklerinin yanı sıra, oyunculuklar üzerine uzun soluklu ve titiz bir çalışma yapmış olduklarının da ispatı. Gerek metni, gerek sahne üstü performanslarıyla “Pilavdan Dönenin Kaşığı Kırılsın”, üzerinde düşünülmüş ve tesadüfi başarı olasılıklarından arındırılmış bir oyun.