Silahtarın Bahçeleri[1]: Özel ve Kamusal Alanda Farklı Kadın Kimliklerinin Kuruluşu
Ronay Bakan
Zeynep Nisan Günç
Silahtarın Bahçeleri Zabel Yesayan’ın 1935’te Erivan’da yayımlanan ve Mehmet Fatih Uslu’nun tanımlamasına[2] göre kurmaca-belgesel türünde olan bir eseridir. Zabel Yesayan bu kitabında çocukluk anılarını anlatarak hem kendi hayatına hem de 1880’ler Osmanlı İstanbul’una, dönemin siyasi atmosferine, mahalle hayatına, ekonomik ilişkilerineve toplumsal cinsiyet ilişkilerine ışık tutmaktadır. Doğduğu evi, mahallesini, akrabalarını, komşularını, hayatına giren önemli insanları ve yaşadığı önemli olayları detaylıca anlatarak aynı zamanda kitabın arka kapağında da belirtildiği gibi “geri gelmemek üzere kaybolan bir dünya”yı yeniden canlandırmaktadır. Siyasi ya da ideolojik bir amaç olmaksızın yaşadıklarını açık bir dille anlatan Zabel Yesayan[3], kitabında kronolojik bir sıra izlese de yaşadığı her şeyi anlatmak yerine daha çok onu etkileyen olaylar üzerinde durmuştur. Yazarın 1915 Ermeni soykırımı sırasında sürgün edilecek aydınlar arasında bulunması bir daha geri dönmemek üzere İstanbul’dan kaçmasına sebep olmuştur. Bu nedenle Mehmet Fatih Uslu’ya göre Silahtarın Bahçeleri,geçmişine dair mekansal işaretlerin hepsini yitirmiş Zabel Yesayan’ın hatırlamaya mahkum olduğu bir kaybı anlatmaktadır.[4]
Belge Yayınları’ndan çıkan Silahtarın Bahçeleriadlı kitabı okuduktan sonra metnin orijinalindeyer alan bazı bölümlerin kitabın Türkçe çevirisinde olmadığını öğrendik ve Ermenice aslından İngilizceye çevrilmiş halini de okuduk.[5]Kitaptaki anlatılarda erkeklerin çoğunlukla evin dışına çıkıp kamusal alanadahil olurken kadınların sadece ev içinde ve özel alanda var olması dikkatimizi çekti. Ev içi hayattan çıkıp Fransa’ya eğitim görmeye gitmiş, çeşitli kadın derneklerine ve salon ortamlarına dahil olup kamusal alana çıkmış bir kadın olan Zabel Yesayan’ın bu eserini toplumsal cinsiyet perspektifiyle kamusal ve özel alan tartışması bağlamında değerlendirmek istedik.
Kitaptaki karakterlerin deneyimleri üzerinden kamusal ve özel alan ayrımını tartışmadan önce bu ayrımının anlamına ve feminist literatürdeki önemine değinmek istedik. Nancy Fraser, “Kamusal Alanı Yeniden Düşünmek: Var Olan Demokrasi Kritiklerine Bir Katkı”[6]adlı makalesindeburjuva kamusal alanını vatandaşların eşit bir düzlemde kendi ortak çıkarlarını sözlü bir etkileşimle tartışabildikleri alan olarak tanımlar.Ancakbu tanımı farklı noktalardan feminist bir perspektifle sorunsallaştırır. Bu yazıda Nancy Fraser’ınsorunsallaştırdığıbelli noktalar üzerinde durduk. Nancy Fraserilk olarak burjuva kamusal alanında kurulan eşitlik söyleminin çoğu zaman farklı yollarla saf dışı bırakıldığını söyler. Kamusal alandakibazı resmi olmayan pratiklerinbu burjuva eşitlik söylemini gerçekleştirmekten uzak olduğunu belirtir. Kamusal alanda kullanılan cinsiyetçi dil bunun bir örneğidir.Nancy Fraser’ın altını çizdiği bir başka noktaysa var olan kamusal alanların erkek egemen tekil bir kamusal alan oluşturmasıdır. Bu kamusal alandan kopuşun oluşturulacak karşı kamularla mümkün olduğunu belirtir. Bunun yanı sıra yıllarcakadınların mekanı olagelmiş ev her zaman özel alan olarak görülmüş ve oraya ait problemler kamusal alan içinde yer bulamamıştır. Nancy Fraser bu noktada mutlak erkek egemen bir ortak çıkardan ziyade özel alana dair meselelerin tartışılarak kamusallaştırılması gerekliliğinden bahseder. Buna en iyi örnek feministlerin geliştirdiği “Özel olan politiktir!” iddiasıdır. Mahremin, özelin veya bireysel olanın politik olduğu iddiası hayatın bütün alanlarını kamusal alanda ortak bir mesele haline getirmektir. Gülnur Savran“Özel/ Kamusal, Yerel/ Evrensel İkilikleri Aşan Bir Feminizme Doğru”[7]adlı makalesinde bu durumu şöyle anlatır: “Özel alana bu şekilde bakmak, salt “kişisel”, “duygusal” ve “psikolojik”, giderek “doğal” gibi görünen şeylerin yeniden adlandırılması ve erkek egemenliği ve erkek baskısıyla bir arada yeniden kavramlaştırılarak doğallıktan arındırılması anlamına geliyordu.”[8]
Gülnur Savran’ın da altını çizdiği gibi bu kamusal ve özel alan ikiliği tartışmasını bir adım öteye taşımak faydalı olacaktır. Gülnur Savran’a göre kamusal alan ve özel alan ayrımını koyarken kamusal alanın kadınlar için tamamen özgürleştirici bir alan olarak çizilmesi ve özel alanda kalan kadınların pasif özneler olarak gösterilmesi feminist ideoloji açısından bir boşluk oluşturmaktadır. Bu durum özel alanda yaratılan dayanışma ve hayatta kalma ağlarını görmediği gibi kamusal alana dahil olan ücretli iş gücü piyasasının ve siyasetinin cinsiyetçi yapısını da görmez.
Yazının geri kalanında Zabel Yesayan’ın Silahtarın Bahçeleri adlı kitabındaki kamusal alan ve özel alan ikiliğini bu arkaplan tartışması üzerinden değerlendirmeye çalışacağız. Zabel Yesayan’ın ev içinde beraber yaşadığı kadınların hangi yöntemler ve gerekçelerle özel alana sıkıştırılmaya çalışıldığını göstereceğiz.Diğer yandan daZabel Yesayan’ın kendi çizdiği kadın karakterleri bu özel alan içinde pasif özneler olmaktan çıkardığını vekitap boyunca bu kadın karakterlerin özel alan içerisinde direniş stratejilerini nasıl geliştirdikleriyle göstermeye çalışacağız. Aynı perspektiften, Zabel Yesayan’ın dış dünyayaçıkmak için duyduğu özlemden ve dış dünyaya ve kamusal alana çıktıktan sonra yaşadığı cinsiyetçi karşılaşmalardan bahsedeceğiz.
Zabel Yesayan, kitabına doğduğu evi ve içinde yaşayanları anlatarak başlamaktadır. Anlattıkları içinde büyükannesi Dudu’nun hikayesi ZabelYesayan’dan önceki jenerasyonun kamusal ve özel alanda yaşadıklarını gözler önüne sermektedir. İlk başta büyükannesini “Hiç gülmeyen, içine kapanık haliyle büyükannem, her şeyi ve kendi kızları da dahil olmak üzere herkesi hakir gören bir tavır içindeymiş gibi gelirdi bana.”[9]sözleriyle tasvir etse de böyle bir ruh hali içinde olmasının toplumsal bir nedeni olduğunu belirtir.Zabel Yesayan’ın anneannesi Dudu, o dönemde var olan yeniçeri terörü nedeniyle ailesi tarafından on dört yaşına gelinceye kadar evde yani özel alanda kilit altında tutulmuştur. Ergenliğe girdikten sonra geleneklere göre kiliseye gitmesi gerektiğinde yani özel alandan dışarı ilk çıkışında yeniçeriler tarafından tacize uğramıştır. Tacize uğraması sanki onun suçuymuşçasına (şerefinin lekelendiği gerekçesiyle) ailesi tarafından evlendirilmek istenmiştir. Ancak şerefi lekelenen bir kızla kimse evlenmek istemediği için bir çöpçatan bulunmuştur. Çöpçatan kadınlar, kadın olarak kamusal alanda var olabilmeleriyle diğer kadınlara göre daha ayrıcalıklıdırlar. Ancak, bunu başka kadınları istenmeyen evliliklere sürükleyerek gerçekleştirmeleri kadınlar üzerindeki ataerkil baskıyı yeniden üretmektedir. Ailesinin çöpçatanlara “elinden kadın alınması güç bir genç adam” bulmaları konusundaki korumacı tembihlerinden sonra Dudu daha on dört yaşındayken alkol bağımlısı Hagop ile evlendirilmiştir. Yani denilebilir ki dış dünyanın kadınlar için güvenli olmadığı söylenerek ergenliğine kadar özel alana hapsedilen Dudu, uğradığı tacizden sonra yine aynı sebepten dolayı evlendirilmiş ve tekrar özel alana kapatılmıştır. Her ne kadar eşi Hagop da Dudu gibi rızasız evlendirilmiş olsa da kendine bir özgürlük alanı yaratabilmiştir. Yetenekli bir halk ozanı olan Hagop, aklına estiğinde İstanbul’u terk ederek Anadolu’yu dolaşmış ve ün salmıştır. Dudu’nun aksine canı istediğinde alıp başını gitme özgürlüğüne sahiptir ve onun bu gezip dolaşmaları sırasında Dudu yalnız başına evde on üç çocuk büyütmüştür. Hagop ozanlık kabiliyeti sayesinde kamusal alanda itibar gören biriyken özel alanda karısına ve çocuklarına karşı oldukça ilgisiz ve bencilce davranmaktadır. Zabel Yeseyan’ın anlatımı bu ikiliği gözler önüne serer.
Kitabın aynı bölümünde kilisenin o günlerdeki gücünden de bahsedilmiştir. Kadınların evde ibadet ederken erkeklerin kiliseye gitme zorunluluklarının olması kamusal ve özel alan ayrımında dinin de ataerkil bir biçimde yorumlandığınıgöstermektedir. Ayrıca perhiz günlerinde et yiyen ailelerin erkeklerinin cezalandırılması ve karşı gelenlerin zindana ya da tımarhaneye kapatılması dinin özel alana bir müdahalesi olarak değerlendirilebilir. Kilisenin ev içini bu şekilde denetlemeye çalışması hali hazırda kamusal alana çıkmakta zorluk yaşayan gayrimüslimlerin durumunu daha da zorlaştırmaktadır.
Dudu ve Hagop’un gençlik yıllarından Zabel Yesayan’ın çocuklukyıllarına gelindiğinde kadına ve erkeğe atfedilen roller açısından benzer bir tabloyla karşılaşılmaktadır. Zabel Yesayan’ın yazmacılıkla uğraşan babası ve dayıları para kazanmak için kamusal alana çıkarken aynı işle uğraşan teyzeleri evde yazma boyayarak aile bütçesine katkıda bulunmaktadır. Zabel Yesayan, teyzelerinin yazma boyadığı ortamın küçük bir çocuk olarak onu meraklandırdığından ve kendisinietkilediğinden bahsetmektedir. Teyzelerinin iş başındayken birbirleriyle sohbet etmesi bir yandan aile ekonomisine katkı sağlarken bir yandan da sosyalleştiklerini göstermektedir. Ancak kadınların bu ekonomik faaliyetleri özel alanda sürdürmesinin onlar açısından olumsuz yanları vardır. Örneğin işle ilgili bir sorun yaşadıklarında erkekler gibi bir loncaya kayıt olmaları söz konusu değildir. Nitekimpatronları olan Kel Boğos’un cimri ve sömürücü tavırlarından zaman zaman şikayet etseler de bunu sadece kendi aralarında konuşup kamusal alanda sorun etmezler.
Zabel Yesayan’ın teyzelerinden biri olan Yeranik, ev dışında kurduğu ilişkilerle evdeki kadınlardan ayrılmaktadır. Diğer kadınlar dışarı çıktıklarında sadece belirli sokaklarda dolaşıp aşağı mahallede oturanları bayağı, kaba ve mevsimlik işçiler olarak tanımlarken Yeranik Teyze ZabelYesayan’ı da yanına alıp sık sıkyoksul mahalleleri ziyaret etmektedir. Büyükanne ve diğer teyzeler bunu tasvip etmese de Yeranik o mahallelere gidip insanların sıkıntılarını paylaşmaktadır. Yani Yeranik Teyze dış dünyaya çıktığında alt sınıftan olan diğer kadınlarla konuşarak onların kendi özel alanları içerisinde yeni bir sosyalleşme ve dayanışma ortamı oluşturmaktadır. Böylelikle ev geçindirme ve diğer maddi sıkıntılar gibi özel alana dair sorunlar üzerindenkadınlarla bir dayanışma ağı kurup bireysel olanı ortaklaştıran bir pozisyonda olduğunu düşünüyoruz.Ayrıca küçükken toplamaya başladığı objeleri sakladığı bavulunun içinde,dışarıya çıktığı zamanlardan kalan hatıralarıbiriktirmesimanidardır. Kendi kimliğini dış dünya üzerinden inşa eden Yeranik Teyze, bu kimliği evdeki diğer insanlarla paylaşmamaktadır: “Ailesinin geri kalanıyla ilişkisini kesmek, kimliğini koruyacağı, sahip olduklarını denetim altında tutacağı kişisel sığınağına sahip olmak ister gibiydi.”[10]
Kitaptaki önemli kadın karakterlerden Santukt Hanım’ın hikayesi de cinsiyete dayalı kamusal ve özel alan ayrımının benzer bir örneğidir. Dışarıdan bakıldığında kocası Aleksan Ağa ile çok mutlu bir evliliği varmış gibi gözükür ancak Zabel Yesayan onlarla yaşadığı kısa süre boyunca durumun hiç de öyle olmadığını fark etmiştir. Kocası işe gittikten sonra evde yalnız kalan Santukt Hanım kendine başka bir dünya yaratıp oyuncak bebeklere sanki varlıklarmış gibi davranmaktadır.Bu durumu çocuk sahibi olamadığı için toplumda ‘‘ayıplanan’’ ve insanlar tarafından yargılanabileceği ortamlarda rol yapan Santukt Hanım’ın yalnızlığını dış dünyadan saklayıp bunun yerine özel alanda kendine yeni bir dünya yaratması olarak okuyabiliriz.
Zabel Yesayan’ın annesiAğavni,Santukt Hanım gibi evliliğinde benzer mutsuzluklar yaşayan bir kadındır. O da geçirdiği psikolojik rahatsızlıktan sonra Santukt gibi mahallelilerin dedikodularına maruz kalmaktadır.Santukt Hanım’ın kocasıyla ilişkisi nasıl mahallelinin diline pelesenk olduysa, Zabel Yesayan’ın annesinin rahatsızlığı da acımasız birtakım yorumlara neden olmuştur. Ancak bu iki kadın annelik üzerinden değerlendirildiğindeiki uç örnek oluşturmaktadırlar. Santukt Hanım’ın aşırı şefkatli tavrına karşın Zabel Yesayan’ın annesi çocuklarına karşı oldukça ilgisizdir. Zabel Yesayan, neredeyse bütün kadın karakterlerin olumsuz ruh hallerini arkalarında yatan toplumsal nedenlerle birlikte verirken annesinin bu aksi tavrının gerçek nedenini açıklamamaktadır. Teyzelerinin konuşmalarında kimi zaman Ağavni’ninbu durumunu babaları Hagop’unalkolikliğiyle bağdaştırdıkları görülse de kitapta net bir açıklama yoktur. Annesinin yaşadıklarının nedenini açıkça ortaya koy(a)mamasının nedeni belki de budeneyimlere birebir tanık olup bu yaşananlardan kendisinin de etkilenmesidir. Eserin tamamı incelendiğinde de annesinin babasına nazaran daha silik çizildiği görülmektedir. Zabel Yesayan’ın babası eğitim almış, gazeteleri takip eden, başka insanlarla ilişkileri olan ve Ermeni halkının sorunlarına dair kendi fikirleri olan biriyken kitapta yazanlara göre annesinin evin diğer kadınları gibi özel alanın dışında başka bir hayatı yoktur. Annesi maddi durumlarının kötüleştiği günlerde kendisinin de çalışmak istediğinden bahsetmiş ama kocası kabul etmemiştir. Benzer bir şekilde kocasına yarattığı ekonomik yük yüzündenAlemdağı’na pikniğe gitmeleri konusunda sitemde bulunmuş ama dikkate alınmamıştır. Annenin evdeki ve kendi içindekihapsolmuşluk durumunun onun aksi ve depresif ruh halini açıkladığını düşünüyoruz.
Yazının bu bölümüne kadar Zabel Yesayan’ın gözünden onun yaşadığı çevreyi kamusal ve özel alan ikiliği üzerinden anlatmaya çalıştık. Yazının bundan sonraki kısmında ise Zabel Yesayan’ın küçüklüğünden itibaren kendini bu iki alan üzerinden nasıl konumlandırdığını inceleyip daha sonra kamusal alandaki deneyimlerinden bahsetmeye çalışacağız. Zabel Yesayan, küçüklüğünden itibaren çizdiği tabloda kadınları ev içine hapsolmuş, kendi aralarında belli dayanışma ağları geliştirmiş karakterler olarak çizer. Fakat konu kendisi olunca onun gözü hep evin dışındadır. Yaptığı çevre tasviri de bunu gösterir. ZabelYesayan’a göre dışarısı, bahçe ve komşu koruların hepsi neşe ve kahkahayla doluyken evin içi soğuk ve kasvetlidir. Zabel Yesayan’ın dış dünyaya olan ilgisini gösteren bir başka örnek ise anneannesi Dudu, komşu evlerde yaşayanların hayatlarının bütün detaylarını bildiğini söylediğinde onu o eski evlerle ilgili en çok etkileyen şeyin evlerin kocaman bahçeleri olmasıdır. Bahçe kapısını dış dünyaya açılan bir kapı olarak gören Zabel Yesayan,kış gelip bahçenin kapıları kapandığı zaman genç ruhunun ümitsizliğe kapıldığını belirtir.Bu betimlemelerin hepsi Zabel Yesayan’ın küçüklükten beri kamusal alanda var olma fikrinin oluşmasından önce de özel alanın dışına çıkma isteğiningöstergesidir.
Bunun yanı sıra teyzelerini yazmaları boyarken izleyen Zabel Yesayan, kendisi anlamasa da teyzelerininişleriyle meşgul oldukları sıradapatronlarına dair şikayetlerinden ve ev ekonomisinden bahsettikleri sohbetlerinin dış dünyaya olan merakını körükleyen konuşmalar olduğunu söyler. Zabel Yesayan’ın evin dışındaki dünyaya duyduğu merak babasıyla olan ilişkisini de şekillendiren bir faktördür diyebiliriz. Zabel Yesayan’ın okuyucuya çizdiği baba figürü evin dışında çalışan aynı zamanda evdeyken de kamusal alandaki tartışmaları okuduğu gazete aracılığıyla eve taşıyan bir figür olarak görülür. Zabel Yesayan’ın babası Mıgırdiç, mangalın başına geçip çayını demledikten sonra o zamanın Osmanlı Devleti’nde sıkça okunan Ermenice gazete Arevelk’iokumaya başlar. Böyle zamanlarda evdeki diğer kadınların babasını rahatsız etmemesini söylemesine rağmen Zabel Yesayanmeraklı bir şekilde babasının yanına geçtiğini söyler. Babasının da destekçi tavırları Zabel Yesayan’ın kısa zamanda okumaya başlamasına neden olacaktır. Evdeki diğer kadınların babayı gazetesini okurken yalnız bırakması ama Zabel Yesayan’ın ısrarla o alanda kendini konumlandırışı yine çocukluğundan itibaren kendini özel alandan sıyırıp kamusal alanla ilgilendiği şeklinde okunabilir.
Zabel Yesayanokula başladığı zamanı,“My First Glimpse of theOutside World” [Dış Dünyaya İlk Göz Kırpışım][11] adlı bölümde, aileden kimsenin koruması altında olmadığı yabancı, saldırgan ve alışık olmadığı bir ortama giriş diye anlatır. Kitabın ilerleyen bölümlerinde de bu kamusal alanda karşılaştığı adil olmayan tutumları gözler önüne serer. Zabel Yesayanokul yaşamının tasvirine başlarken okula gelen kız çocuklarının farklı toplumsal sınıflara ait olduğunu söyler. Bunların arasında çok fakir ailelerin kızları olduğu gibi tüccar veya zanaatkarların kızları da bulunur. Zabel Yesayanokulu yalanların, çirkin pazarlıkların ve ikiyüzlülüğün olduğu yetişkin ortamının bir minyatürü olarak çizer. Okul yönetiminin zengin ve fakir öğrenciler arasında yaptığı ayrımınsa adalet ve eşitlik duygusunu zedelediğini belirtir. Bunu en çok hissettiği zamanlarsa öğle yemekleridir. Yoksul kızların küçük bir sepette birkaç zeytin ve bayat ekmeklerini yediklerini bazense hiçbir şey yiyemediklerini anlatan Zabel Yesayan, zengin kız çocuklarınınsa büyük bir sepette birkaç çeşit yemek getirdiklerini anlatır. Bir gün Zabel Yesayanbu duruma o kadar sinirlenir ki zengin kızlardan biri olan Melinée, ağzı sulanarak onu izleyen fakir bir kız çocuğunun karşısında vişnelerini yerken Melinée’nin elindeki vişneleri alıp yere fırlatır. Melinée ne olduğunu anlamadan yoksul kız ağlamaya başlar ve Zabel Yesayanneden kızın ağlamaya başladığını hiçbir zaman anlayamaz. Bu örnekte Nancy Fraser’ın ilk başta kamusal alanla ilgili sorunsallaştırdığı nokta tekrardan önümüze çıkar. Aslında bütün kız çocuklarının erişimine açık bir kamusal alan olması gereken okulda sınıfsal farklılıklar ön plana çıkar. Zabel Yesayan’ın olayları bu bakış açısıyla değerlendirmesi küçüklüğünden beri bir parçası olmak istediği kamusal alanın kendi içinde toplumsal eşitsizlikler ürettiği gerçekliğinden kopmadığını ve dışarıdaki dünyaya dair çok da romantik bir bakışı olmadığını gösterir.
Zabel Yesayan dış dünyaya dönük bir başka karşılaşmasını da Fayize’yle yaşar. Maltepe’de geçirdikleri yazlardan birinde Fayize adında bir Türk kızıyla tanışır ve onunla sıkı bir arkadaşlık kurmaya başlar. Köyün etrafında sıkça yürüyüşe çıkıp sohbet eden Zabel Yesayan ve Fayize bir gün köyden epeyce uzaklaşır. Bunu fark ettikleri anı Zabel Yesayan ilk kez gerçek bir korkuya tutulduğunu söyleyerek anlatır. Fayize ve Zabel Yesayano an bir adamın yavaşça onlara doğru geldiklerini görürler. Fayize’ninkendilerine tecavüz edeceğini düşündüğü adamadaha fazla yaklaşmamasını söylemesi üzerine oradan koşarak uzaklaşan iki genç kız daha sonra bir daha o kadar uzaklara yürümemeye karar verirler. Burada önemli olan nokta iki genç kızın bir daha oraya kadar yürümemeye karar vermelerinden ziyade bu olayı ailelerine anlatmamak üzeresözleşmeleridir. Dış dünyaya çıkış kadınlar açısından cinselliklerine karşı tehditler barındırsa da iki genç kızın da bir daha onların dışarı çıkmasına izin vermeyecek olan özel alanın korumacı çemberine girmek istemediği ortadadır.
Bu yazıda üzerinde durmak istediğimiz son nokta Zabel Yesayan’ın, arkadaşı Arşakuhi’yle birlikte Ermeni feminist yazar Madam Dussape’la[12]tanışmalarıdır. Zabel Yesayan’ın arkadaşlarıyla birlikte Madam Dussape’ın kitaplarını okuyarak yüzleştiği sorunlara çözümler aradığını belirttiği kısım dikkat çekicidir. Çeşitli siyasi ve entelektüel sohbetlerin gerçekleştiği salon ortamlarındaErmeni halkının kaderi üzerine konuşan birçok burjuva aydının yaptığı gibi bu genç Ermeni kadınları Madam Dussape’ın kitapları üzerinden özel alan sınırları içerisine çekilmeye çalışılan hayatlarını ortaya seriyor ve sorunlarını beraber tartıştıkları bir kamusal alan yaratıyordu. Yaratılan bu kamusal alanı Nancy Fraser’ın bakış açısıyla erkeklerin baskın olduğu kamusal alanlardan bir kopuş ve karşı kamu yaratma hareketi olarak görebiliriz. Zabel Yesayan bu ortamda babasının aydın bir adam olmasından ötürü diğer arkadaşlarından farklı bir pozisyonu olduğunu söylese de geri kalmış olduğunu düşündüğü burjuva Ermeni toplumunun kadınların yaşantısında yarattığı cinsiyetçi engelleri babasının tek başına ortadan kaldıramayacağını belirtir. Kadın arkadaşlarıyla kurduğu böyle bir karşı kamusal alan içinden çıkan Zabel Yesayanve Arşakuhi,Dussape’ı bir gün evinde ziyaret ederler. Büyük bir sıcaklıkla onları karşılayan Dussape’ın Zabel Yesayan’ın yazar olmak istediğini duyduktan sonra verdiği tepki önemlidir. DussapeZabelYesayan’a toplumun kendi içinde bir kadına yer açma konusunda hala isteksiz olduğunu ve eğer gerçekten iyi bir yazar olmak istiyorsa bir kadın olarak ortalama olmaşansının olmadığını söyler. Bu önemli karşılaşma, aslında girmek istediği erkek egemen kamusal alanda Zabel Yesayan’ın zorlu yolunun en başından resmedilişidir. Aydın erkeklerin baskın olduğu kamusal alan birçok anlamda kadınlara kapalıdır ve kadınlar ancak çok iyi olabildikleri takdirde bu alanda var olmaimkanı yakalarlar.
Neyse ki Zabel Yesayan 1902’de Paris’ten döndüğünde zamanın Ermeni edebiyatında isminden en çok söz ettiren yazar olmuş ve çocukluğundan beri özlemini duyduğu dış dünyada bir kadın olarak kendine yer yapabilmiştir. Ancak yazının en başında da altını çizdiğimiz şekildesalt özgürleştirici bir kamusal alan veya salt baskıcı bir özel alan tanımı olmadığı gibi Zabel Yesayan’ın isim yaptığı kamusal alanlarda cinsiyetçi pratiklerden azade değildir.
Sonuç olarak, dönemin toplumsal cinsiyet normlarıyla şekillenen kamusal ve özel alan ayrımının Zabel Yesayan’ın ve diğer karakterlerin kendilerini konumlandırmalarında ve kimlik oluşturmalarında önemli bir yere sahip olduğunu düşünüyoruz. Ancakbu ayrımıyaparken Zabel Yesayan’ınözel alanı korumacı, kamusal alanıysa özgürleştirici gören salt bir karşıtlığın dışına çıktığı görülür. Özel alan her ne kadar kadınlar için korunaklı ve bu korumacı ortamın yer yer baskıya dönüştüğü bir alan olsa da aynı zamanda ekonomik hayata katılıp ev ekonomisine katkıda bulundukları ve sorunlarını diğer kadınlarla paylaşıp dayanışma ağları oluşturdukları bir yerdir. Öte yandankamusal alan okuyucuya, özel alanın korumacı atmosferinden sıyrılan kadınların yükselmelerini sağlayacakgüvenli bir ortamı tam olarak sunamayan,sınıfsal veya toplumsal cinsiyete dayalı belli başlı eşitsizliklerin yeniden üretildiği alan olarak betimlenmektedir. Bu çerçeveden bakıldığında korunaklı, eril bir alan olan özel alandan kamusal alana çıkan Zabel Yesayan’ın ataerkiyekarşı da sürekli bir mücadele içinde yaşamını sürdürmüş olduğunu iddia etmek yanlış olmayacaktır.
[1]Zabel Yesayan, SilahtarınBahçeleri, İstanbul: BelgeYayınları, 2013.
[2]Mehmet Fatih Uslu, “Silahtar’ı Hatırlamak”, 1 Eylül 2009, 15 Ocak 2015 tarihinde erişilmiştir. http://mefuslu.blogspot.com.tr/2008/06/silahtar-hatrlamak.html.
[3]A.g.e.
[4]A.g.e.
[5]Zabel Yessayan, TheGardens of Silihdar, Boston: AIWA Press, 2014.
[6]Nancy Fraser, “Rethinking the Public Sphere: A ContributiontotheCritique of ActuallyExistingDemocracy”,SocialText No. 25/26, Duke UniversityPress, 1990, s. 56-80.
[7]GülnurAcarSavran, “Özel/ Kamusal, Yerel/ Evrensel: İkilikleriAşanBirFeminizmeDoğru”, Praksis(8), 2002, s. 255-306.
[8]GülnurAcarSavran, “Özel/ Kamusal, Yerel/ Evrensel: İkilikleriAşanBirFeminizmeDoğru”, Praksis(8), 2002, s. 255.
[9] Zabel Yesayan, Silahtar’ınBahçeleri, İstanbul: BelgeYayınları, 2013, s.94.
[10]Zabel Yesayan, Silahtar’ınBahçeleri, İstanbul: BelgeYayınları, 2013, s.115.
[11] Zabel Yessayan, The Gardens of Silihdar, Boston: AIWA Press, 2014, s.99.
[12]Madam Dussap, 1840 yılında İstanbul’da doğan Ermeni feminist bir yazardır. Zabel Yesayan’ın üst kuşağı olan Madam Dussap’ın Mayda(1883) ve Siranuş (Siranush) (1884) kitapları önemli eserlerindendir.