“Yeni Bir Hayat İçin”, kendi hedefleri açısından oldukça başarılı bir oyun. Bugünün Türkiye’sinde yaşayan hemen hemen herkesin dert edindiği, sıkıntısını çektiği birçok gündelik ve yaşamsal meseleyi, yine bugün bu ülkede yaşayan çoğu insanın özdeşleşebileceği ‘ortalama’ bir tipleme aracılığıyla ele alan, son derece eğlenceli bir gösteri.
Ancak yine de Tiyatro Boğaziçi’nin, bu oyunla beni hayalkırıklığına uğrattığını söylemek zorundayım. Hoşnutsuzluk nedenlerimi anlatmadan önce, söz konusu işin olumlu yanları üzerinde biraz daha durmak istiyorum. Sahne metnini birlikte oluşturduklarını öğrendiğimiz Uluç Esen ve Cüneyt Yalaz, anlaşıldığı kadarıyla Türkiye’de yaşayan, orta yaşlarda, ortalama bir erkeğin gündemini oluşturan konular üzerine çok kafa yormuşlar. Sonuçta ele alıp gösteriye dahil etmeye karar verdikleri konular, başarılı bir seçki oluşturuyor. Ne açıdan başarılı? Mümkün olduğunca çok insanın, özellikle de kendini ‘entellektüel’ olarak tanımlamayan insanların da ilgisini çekebilmek açısından başarılı. Evrensel ve genel geçer temalarla, dönemsel ve bu coğrafyaya özgü temalar çok iyi harmanlanmış.
Bu çağdaş dünya üzerinde yaşayan neredeyse herkesin kendinden bir şeyler bulabileceği bir orta yaş bunalımı, internet üzerinden chat yoluyla cinsel içerikli sanal ilişkiler gibi güncel, ama evrensel konular yanında, deprem paranoyası gibi bu coğrafyaya özgü, cinsiyet ve sınıf ayrımı gözetmeksizin herkesin beyninde ve dilinde geniş ve derin yer bulmuş temalar da işlenmiş. Gülünç durumlar yaratmak amacıyla kullanılmış konular arasında, geçen yıl basınımızın ele alış biçimiyle kendi düzeyini deşifre ettiği 32 Büst adlı kitaba bile göndermeler var.
Söz konusu temalar işlenirken komik olanı ortaya çıkarmak için kullanılan yaklaşım biçimini önemli buluyorum. Bilindiği gibi ülkemizde üçüncü kişileri küçük düşürerek mizah üretmek çok yaygın bir eğilim. İster düşünsel derinliğe ve zeka pırıltılarına dayanarak olsun, ister düzeysiz ve neredeyse ‘hakaret’ sınırında ve hatta belden aşağı aşağılamalarla olsun, çoğu tiyatrocu, hedef aldığı kendi dışındaki kişi, kurum, eğilim veya fikirleri küçük düşürerek üretebiliyor komik olanı. Bu eğilimin dışında kalan, gülünç olanı kendine bakarak, kendiyle dalga geçerek çıkarabilen çok az kişi var. Bu örneklerde ortaya çıkan mizah da, can acıtan, trajik bir niteliğe sahip, çok güçlü ve etkili bir mizah oluyor. Tanımlamaya çalıştığım anlayışı örneklemeye çalışırsam, sanırım Oğuz Atay’ın kendine bakarkenki acımasızlığından daha güçlü bir örnek bulamam.
“Yeni Bir Hayat İçin” işte böyle bir mizah anlayışına sahip. Bu nedenle kaliteli bir güldürü. Göründüğü kadarıyla, oyunu oluşturanlar, kendilerini yüksekten bakılan eleştirel bir noktaya yerleştirip, geri kalan insanlarla dalga geçmemişler. Tam da kendileri gibi olan, kendilerininkine benzer sıkıntılar ve çıkmazlar yaşayan kişileri ele almışlar. ‘Chat’ konusunda yardımcı olan mesai arkadaşı veya sanat kursları veren ‘sanatçı’ tiplemesi gibi bazı kompozisyonlarda aşağılamaya dayalı mizah anlayışı hiç yok değil. Ama yine de esas olarak, özdeşleşilen ana kahraman aracılığıyla kendimize güldüğümüz bir gösteri, “Yeni Bir Hayat İçin”.
Cüneyt Yalaz’ın enerjik oyunculuğuyla çizdiği kompozisyonlar, oyunun bu erdemini ortaya çıkaran en önemli öğe. Bu nokta, zaten oyun üzerine eleştiri yazmış bütün eleştirmenlerin hemfikir olduğu bir konu. Oyundaki oyunculuğun iyiliği hakkında söyleyecek daha fazla bir sözüm yok.
Ancak Tiyatro Boğaziçi’nin bu ve diğer oyunlarındaki estetik özenle ilgili olumsuz düşüncelere sahibim. Tiyatronun dekor, kostüm, ışık gibi diğer öğelerini neredeyse yok sayan bir özensizlik var işlerinde. Bu anlayış bu oyunda iyice belirginleşmiş. Seyretmiş olduğum diğer işlerinde başarısız da olsa en azından bir çaba varken, bu oyunda neredeyse üzerinde hiç düşünülmemiş olduğu izlenimine kapılıyorsunuz. Oyuncu, çıplak oynaması gerekmediği için bir şeyler giyinivermiş. Aksiyonları mümkün kılacak eşyalar sağdan soldan bulup buluşturulmuş. Olayın geçtiği sahne alanları sırası geldikçe ‘aydınlatılmış’. Hatta çoğu zaman, sahne tümüyle aydınlatılmış. Oyun alanının ve seyircinin onu seyrettiği alanın nasıl bir plastik estetiğe, nasıl bir ‘farklılığa’ veya birlikteliğe sahip olacağı hiç sorgulanmamış. Üretim sürecini gözlemlemediğim için haksızlık yapıyor olabilirim; ama görünen o.
Tiyatro Boğaziçi üyelerinin, sanatları üzerine nasıl kafa yorduklarını, ne kadar emek verdiklerini bildiğim için, bu özensizliği çok yadırgıyorum. Popüler tiyatro yapmayı seçmek, estetik açıdan düzeysiz işler üretmek anlamına gelmemeli. Bu ülkedeki genel beğeni düzeyi çok düşük olabilir. Ama böyle bir topluluktan bekleyebeileceğimiz belki de en önemli ilerici etki, popüler tiyatro yaparken, beğeni düzeyini yukarı çkarabilmek ve var olmayan bir estetik beklentiyi var edebilmek.
İkinci önemli hayal kırıklığım ise, işlerinde genellikle geçerli olan derinliksiz eleştirel yaklaşımla ilgili. Daha geniş kitlelere ulaşmaya çalışırken, popüler kültürün genel geçer, tepkisel ve yüzeysel eleştiri alışkanlığıyla yetindiklerini düşünüyorum. Ele aldıkları konuları derinlemesine sorgulamak yerine, üzerinde herkesin kolaylıkla hemfikir olabileceği görece ‘muhalif’ yaklaşımları sergileyerek, zaten varolan kamplaşmaların hangi tarafında yer aldıklarını belirten göstergelerle yetiniyorlar.
Tiyatro Boğaziçi, Boğaziçi Üniversitesi’nin Tiyatro Kulübü olan BÜO (Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları) kökenli bir grup tiyatrocunun, öğrenciliklerinin bitmesiyle birlikte BÜO’dan ayrılarak, yine Boğaziçi Üniversitesi bünyesinde oluşturdukları, kalıcı kadroya sahip bir tiyatro. Geleneğini sürdürdüğü eski BÜO ise, tüm dünya ölçeğinde sosyal düzen, ekonomik sistem, sosyalizm, kapitalizm, devrim gibi temaları teorik bir düzlemde derinlemesine irdeleyen, dünyanın değişebilirliği üzerine çok kafa yoran bir topluluktu. Bu yaklaşımında zaman zaman ‘elitist’ kaldığı, ele aldığı meselelere fazla ‘teorik’ yaklaşarak, Türkiye gerçekleriyle pek ilgilenmediği söylenebilir. Bu nedenle, Tiyatro Boğaziçi’nin Türkiye’deki ortalama insanı hedef kitle olarak saptayan, hatta çoğu zaman konularını bu yaşantılardan alan anlayışını önemli bulmuştum. İlk oyunları olan “Galip Sokaklara Talip”i seyrettiğimde çok heyecenlandığımı hatırlıyorum. Gerek tiyatroya dair, gerekse siyasi konulardaki teorik birikimi küçümsenmeyecek bir topluluk, popüler tiyatro yapmaya soyunduğunda, ortaya çok önemli işlerin çıkacağını düşünmüştüm.
Ancak bu iki yaklaşımı aynı potada eritebilmek gerçekten çok zor. Çoğu zaman birinden vazgeçmek zorunda kalıyorsunuz. Tiyatro Boğaziçi, bir şeyden vazgeçmek noktasına geldiğinde neden vazgeçeceği konusundaki tercihini aslında en başında ortaya koymuştu. Onlar, siyaset teorisi yapan bir fikir kulübü değil, tiyatro yapan bir topluluk olmayı seçtiler. Bu tercihi, temel olarak doğru buluyorum. Ancak eski BÜO’nun güçlü teorik geleneğinden yine de vazgeçmemelerini, her işlerinde bir senteze ulaşmanın yollarını aramalarını dilerdim. Bunu yapsalardı belki “Yeni Bir Hayat İçin” bu kadar ‘başarılı’ bir oyun olamazdı; ama benim kıstaslarıma gore daha özgün, daha değerli bir çaba olurdu.