“Van’ı Terk Etmiyoruz” kampanyası dahilinde yürütülen gönüllü organizasyonunun ilk ekibi olarak 19 Kasım sabahı düştük Van yollarına. Edindiğimiz bilgiler, Van’da ciddi bir işgücüne ihtiyaç olduğu yönündeydi. Ayrıca afetin yarattığı hasarları görebilmek, bunu çevreye duyurabilmek adına da orada bulunmak önemliydi…

Şehre Varış ve Halkların Kardeşliği Çadırı

Van Havaalanı oldukça hareketliydi; şehre daha varmamış olmamıza karşın burada depremin izlerini sürmek çok da zor değildi; gelip giden koliler, yardım paketleri, valizler, eşyalar, ellerinde kameralarıyla gazeteciler… Bu izdihamı aşıp, şehre gitmek üzere bir taksiye binmemizle deprem günlüğümüz de ilk konuğunu ağırlamış oldu: Taksiyi süren abi –ismini sormayı unuttuk- aynı zamanda bir depremzedeydi. Çok tepkiliydi herkese, her kuruma. “Biz ölmüşüz. Herkes zenginden yana. Zengin de kaçtı gitti zaten. Biz yerimizde sayacaz. Çocuklar olmasa dağda da yaşardık… Herkes ayrımcılık yapıyor. Bir parti görmedim, bir belediye, bir çöpçü… TV’ye çıkıp yalan söylüyorlar yardım ettik diye. Şu yıkıntıların altı insan…”

Etrafa bakıyoruz. Gerçekten de her yer yıkıntı. Bir bina mı sağlam kalmaz? Çatlamayan, sıvası dökülmeyen bir yapı mı olmaz? Yok, akıl sır ermiyor. Doğu’nun belki de en büyük ve merkezî şehri Van bir enkaza dönmüş. Anlatılanlar doğruymuş, gözlerimizle görüyoruz işte.

Şehir merkezine yaklaştığımızda Van’daki gönüllü organizasyonu koordinasyonunda çalışan Mehmet karşılıyor bizleri. Ve Van’da kalacağımız süre boyunca evimiz olacak çadıra –daha doğrusu Halkların Kardeşliği Çadırı’na- buyur ediyor bizleri. Aslı Viranşehir Aşevi Çadırı olan bu çadırın büyüklüğü şaşırtıyor. Gelirken, küçücük çadırlarda kalacağımızı hayal etmiştik. Oysa bu çadır, ortasında sobası, yerlerinde halıları, kenarlarına dizilmiş yastık, döşek, battaniyeleriyle bir ev gibi. Sonraki günlerde, kaldıkça anlayacağımız üzere, kırk elli kişiyi dahi ağırlayacak Halkların Kardeşliği Çadırı’mız. Adına yaraşır bir ev sahipliği yapacak.

Çadıra vardığımızda önce biraz soluklanıyoruz. Mehmet ve yeni tanıştığımız diğer arkadaşlar genel durum hakkında bilgilendiriyorlar bizleri. Tam o esnada deprem sürecinde adını sıkça duyduğumuz Hacıbekir (Xaçort) Mahallesi’nden iki teyze giriyorlar içeri. Dertleri büyük, çadırları yok. Gönüllü arkadaşlardan yardım istiyorlar. Fakirlik ve deprem herkesin elini kolunu bağlamış. Gönüllüler şu an çadır bulunmadığını, var olan çadırları da zaten dağıtmış olduklarını anlatıyorlar. Teyzelerden biri bize dönüyor, derdini biraz da bizimle paylaşacak. Herkes devletten geçmiş Van’da. Valilik fakir mahalleleri, arka sokakları görmezden geliyor. Kimse de bir şey beklemiyor onlardan. Sitem yine kendi partilerine. BDP’li vekillerin evleri ziyaret etmesini istiyorlar. Bu sitemi başka birçok kişiden işiteceğiz. Vekillerin her evi ziyaret etmesi mümkün olur mu bilemiyoruz ama bu yönde bir beklenti olduğu aşikâr. Teyzeleri elleri boş uğurluyoruz maalesef. Van’daki çaresizlikle ikinci karşılaşmamız oluyor bu. Çalışmamız gerek. Depoyu soruyoruz arkadaşlara. Gidelim ve oradaki işin bir ucundan da biz tutalım.

1. GÜN

Depodayız

Depo şehir merkezinin dışında, organize sanayi bölgesinde yer alıyor. İçeride hummalı bir çalışma var. Tabii sonradan anlatılacağı kadarıyla Belediye’de dört, Kızılay’da on bir çadır mevcutmuş. Biz yalnızca bu depoyu görebiliyoruz. Üniversite öğrencisi arkadaşların öncülüğünde yakın yerlerden insanlar gelmiş çalışıyor depoda: Hakkari, Muş, Tatvan, Kars, İstanbul… Çok büyük bir depo bu ve içinde, neredeyse üç metre yüksekliğinde malzeme var. Türkiye’nin birçok yerinden, kişilerden, okullardan, farklı belediyelerden… yardımlar gönderilmiş. Depodaki iş bu yardımların tasniflenmesi, paketlenmesi, kamyonlara yüklenmesi ve dağıtılmasından oluşuyor. Tabii depo bu kadar büyük, yardımlar bu kadar dağınık ve kişi sayısı da depodaki iş ihtiyacını karşılayamayacak kadar az olunca insanın gözü korkuyor. Deponun arka tarafında bir büyük oda daha var. Oradaki işin hafifletilmesi şu koşullarda pek mümkün görünmüyor. Bir grup bu büyük odada çalışıyor. Bir yanda gıda için paketlemeler yapılıyor. Bulgur, makarna, yağ, şeker, çay gibi en temel fakat minimum miktardaki gıdalar tasniflenip paketleniyor. Bir grup, bebek paketleri hazırlıyor. Bu paketler içinde bebek maması -ki Van’daki bebek sayısı düşünüldüğünde buradaki mamaların ve devam sütlerinin oldukça sınırlı miktarda olduğu söylenebilir-, bebek bezi, bebek giysileri – ki yetersizlikten dolayı numune denebilecek kadar az konabiliyor-, ıslak mendil, varsa bir oyuncak, yine varsa battaniye…

Bizler giysi paketleme işine ekleniyoruz. Elimize eldiven, ağzımıza koruyucu bant veriliyor. Giysiler kadın, erkek, çocuk giysileri, ayakkabı, çorap, kadın pedi şeklinde farklı kolilerde tasniflenmeye çalışılıyor. İki arkadaşımız genel çuvallardan çıkan bu giysileri kontrol edip bu kolilere yerleştiriyor. Kontrol etmeleri gerekiyor çünkü bazı giysiler yırtık, lekeli, giyilemeyecek halde olabiliyor. Başta yapılan yardımlarda insanlara bu tür giysilerin verilmesi haklı bir tepkiye neden olmuş. Kendimize layık görmediğimiz, çöpe atılması gereken giysileri neden yardım adı altında gönderiyoruz, bu ayrı bir tartışma konusu. Vicdani ve ahlaki bir mesele… Bu duruma bizler de tepki duyuyoruz. Bir yandan da işimizi anlatıyor arkadaşlar; kolilerdeki bu giysilerden bir çift alıp büyük poşetlere koyacağız, iki kişi paketleri bantlayacak, iki kişi de depo girişine taşıyacak. Depodaki ilk günlerde burada çalışmanın çok daha zor olduğundan bahsediyorlar. Şimdi şimdi bir sistem kurmaya başlamışlar. En azından artık daha kısa sürede paketleme yapılabiliyormuş. Tabii ki bu tür işlerin çok daha organize ve kalabalık bir kadroyla yapılması gerektiğini belirtmek gerekiyor. Depoda yaptıklarımız denizde kum tanesi gibi. Ama yardım bekleyen aileler, çocuklar var. Bu tartışmayla kaybedecek vakit yok maalesef.

De Bila Bêto!

Öğlen ve akşam depoya yemek servisi geliyor. Öğrendiğimiz kadarıyla Diyarbakır Aşevi tarafından gönderiliyor bu yemekler. Tabii bütün şehre gönderilmiyor. Belli merkezlere, gönüllü çadırlarına vs. geliyor. Yemek molası verip çalışmaya devam ediyoruz. Hazırlanan paketler kamyonlara yerleştiriliyor. Bir yandan depoda çalışılırken bir yandan da bir grup arkadaş buradan mahallelere gidecek ve paketleri dağıtacak.

İlk gün akşamı ediyoruz depoda, çadıra dönme vakti geliyor. Çadır kalabalık… Uzun süredir Van’da bulunan, çalışan ve de çoğu aynı zamanda depremzede olan arkadaşlar morale ihtiyaçları olduğunu anlatıyorlar. Hazır ekibinizde müzisyenler de varken, biraz çalıp söylesek diyorlar. Çar Newa müzik grubundan Serhat ve Kardeş Türküler’den Vedat’ın solistliği öncülüğünde biraz keyiflenmeye çalışıyoruz. Yanık şarkılarla dertleniyor, yine deDe Bila Bêto diyoruz: Haydi Gelsin!

2. GÜN

Dağıtımdayız…

Sabahları erken kalkılıyor çadırda. Zaten yangın vb. tehlikelere karşı her gece iki arkadaş nöbet tutuyor. Kalkıldığı gibi ortalık toparlanıyor, soba yakılıyor. Aşevinden gelen çorba kahvaltının menüsü. Hızlıca kahvaltımızı edip işe koyuluyoruz. Bizi depoya götürecek araca biniyoruz. Depoda biraz çalışıp, dağıtıma çıkmak istediğimizi söylüyoruz arkadaşlara. Çevreyi, mahalleleri görmek ve insanlarla konuşmak için de vesile olacak bu.

Paketler kamyona yükleniyor. Tabii tasniflenerek; her aileye aşağı yukarı dört paket bırakacağız: giysi paketi, gıda paketi, battaniye paketi, bebek olması halinde bir de bebek paketi. Toplam iki kamyon var. Van gibi büyük bir şehir için iki kamyon yeterli değil, farkındayız. Bu nedenle kamyonların gün içinde sürekli dağıtıma çıkması için paketleme işinin hızlı yapılması gerekiyor. Kısacası, Van büyük, gönüllülerin omuzlarındaki, ağır yük…

Gideceğimiz mahalle Şemsi Bey Mahallesi… Bizler üç kişi birinci kamyonun ön tarafına biniyoruz. İki arkadaş da arkaya atlıyor. Önce şehrin biraz yukarısındaki bir mahalleye uğrayacağız. Paket bırakılması gereken çadırlar varmış. Bu mahalle oldukça fakir. Zaten bürokratik bir nedenden ötürü muhtarı da yokmuş artık. Biz gıda giyim, yardımı ulaştırmaya çalışıyoruz ama insanlar elektrikli soba soruyor bizlere. Maalesef yok diyoruz, ‘nasıl olmaz?’ diyen yok, dese de açıklaması yok!

Şemsi Bey’e vardığımızda sorumlu arkadaşlar bir organizasyon yapmaya çalışıyorlar. Biz ilk kamyondakiler, mahallenin yukarı tarafında dağıtım yapacağız, diğer kamyon aşağı bölgeye inecek. Mahallenin durumu çok iyi değil, -ki sonradan çok daha kötü durumda olan mahallelerle karşılaşacağız-. Aileler genelde evlerinden ayrılmak istememişler. Bahçelerine, evlerinin yakınlarına kurmuşlar çadırlarını. Tabii çadırı olanlardan bahsediyoruz. Bir de çadırı olmayıp naylonlardan, brandalardan çadır yapmaya çalışan aileler var. Birkaç Kızılay çadırı dışında devletten eser yok bu mahallede. Devlet deprem enkazının altına saklanmış…

Mahalleye kamyon girmesi insanların toplaşmasına neden oluyor. Herkes yardım bekliyor, çoluk çocuk sokaklarda. Dağıtımı nasıl yapacağımızı konuşuyoruz, anlatıyor Nuri. O, elinde bir defterle çadırların yanına gidiyor, aileden kim sorumluysa o kişinin adını, soyadını ve telefon numarasını yazıyor. Böylece kabaca da olsa tesbit yapıyor ve bize o çadıra kaç takım paket vereceğimizi söylüyor, bizler de o paketleri alıp ilgili çadıra götürüyoruz. Bir yandan paket taşırken bir yandan da mahalleliyi dinliyoruz. Dertlerinin dermanı biz değiliz ya, anlatamıyoruz…

Dağıtım iyi kötü bitiyor, daha doğrusu elimizdeki yardım malzemesi bitiyor. Kamyon depoya dönecek. Bizlerse merkezi görmek istiyoruz biraz. Depoda tanıştığımız, İstanbul’dan gelen gönüllülerden Nihal Abla’nın arabasıyla merkeze doğru yola koyuluyoruz. Bir ilkokulun kapısından caddeye taşan çok uzun bir kuyruk dikkatimizi çekiyor. Sonradan öğrendiğimiz kadarıyla devlet 50 TL’lik yardım çekleri dağıtıyormuş. Muhtemelen gelenler saatlerce o kuyrukta bekleyecekler. Hasta olmaları, yaşlı olmaları, havanın soğukluğu önemli değil ki.

Van’da Kriz Var!

Van Belediyesi’ndeki durumu merak ediyoruz. Kriz Masası’nı ziyaret etmek üzere Kültür Parkı’na yöneliyoruz. Zaten kampanyaya başlamadan burayı ziyarete gelen iki arkadaşımız  Kriz Masası ile bağlantı kurmuş ve bizler de burayla koordineli olarak gönüllü ağını oluşturmuştuk. Kriz Masası gerçekten de çok karışık. Maalesef burada çalışan çok fazla insan yok. Kadro sıkıntısı yaşandığı gözlenebiliyor. Civar belediyelerin buraya ne kadar destek olduğunu bilemiyoruz, fakat somut bir destek de göremiyoruz. Van’da afetin yarattığı krizin çok organize şekilde çözülmesi gerektiği ortada. Fakat manzara buradan bakıldığında pek de aydınlık değil. Bir yandan da sınırlı imkânlar, zor koşullar altında, desteği bırakın engellemelere rağmen geç saatlere kadar çalışılıyor burada. Birçok insan Belediye’ye geliyor yardım için. Ellerinde nüfus cüzdanlarıyla çadır sırasına girip adlarını yazdırıyorlar. Oysa çadır yok. Valiliğin depoları hakkında da bilgi sahibi olamıyor Belediye çalışanları. Devletin depoları bilinmiyor. İnsanlar Kriz Masası’ndan da elleri boş ayrılıyorlar.

Yokluk bir yana, acı hikâyeler de moralleri bozuyor. Örneğin bir yaşlı amca geliyor utanarak. Çocuğu gerillaya katılmış ve savaşta hayatını kaybetmiş. Amca utanarak geliyor buraya, çünkü Belediye’nin zor durumda olduğunu ve yardım isteyerek onu daha da zor duruma sokacağını düşünüyor. Ama mecbur kalmış, çadırı yokmuş, çoluk çocuğuyla açıktaymış. Neredeyse çadır istediği için özür dileyecek. Oysa savaşta evladını yitirmiş. Bütün çadırların onun ayaklarına serilmesi gerekirken, onu bu savaş ve yokluğun acısıyla naçar bırakanların baş eğmesi, utanması gerekirken üzülen, sıkılan yine amca olmuş. Peki onun hakkını kim, nasıl ödeyecek?

Kadınlar ve Çocuklar İçin

Bir yanda çadır derdi var, bir yanda depremin ve savaşın izlerini farklı şekillerde taşıyan, bu yokluk ortamında farklı şekillerde zarara uğrayan insanlar. Örneğin; kadınlar ve çocuklar… Kriz Masası’nda Ceyhan’la tanışıyoruz. Kendisi burada kadınlar ve çocukların ihtiyaçlarını karşılamaya dönük çalışmalar organize etmeye uğraşıyor. Çocukların hali ortada. Kamuoyunda, medyada duygusal tonu yüksek haberlerle bolca işlendiler. Bütün Türkiye onlara ağladı. Ne gariptir ki bu çocuklar hâlâ aynı durumda. Demek ki ağlayıp rahatladık, bizler de vicdan taşıyormuşuz, tekrar hatırladık. Şimdi hayatlarımıza kaldığı yerden devam edebiliriz. Ama Van’da hayat öyle devam etmiyor; donuyor, sobadan zehirleniyor, sıcak su ve ekmekle karnını doyurmaya çalışıyor, travmalar yaşıyor, ağlıyor, ölüyor…

Ceyhan neler yapmaya çalıştığından bahsediyor bizlere. Japonya’dan yardıma gelen Mio ile birlikte bazı yerlerde kadınlarla görüşmüş, anketler yapmışlar. Kimlerin ne tür ihtiyaçları var, kadınlar evde kaç kişilik nüfusun yükünü taşıyor, bakıma muhtaç kaç kişiye bakıyor, hamile veya yeni doğum yapmış kadın var mı, evde bebek var mı, tesbit etmeye çalışıyorlar. Örneğin birçok kadın tuvalet ihtiyacını gideremiyor, banyo yapamıyor, regl olduğunda ped bulamıyor, çamaşır yıkayamıyor… Depremden sonra iş olanağı kalmadığı için erkekler çalışmıyor artık. Evlere -daha doğrusu çadırlara- para girmiyor. Güvenlik de ciddi tehlike altında. Örneğin şimdiden bir tecavüz girişimi olmuş. Zaten gece 9′dan sonra silah sesleri geliyor birçok yerden. Çünkü hırsızlık ve saldırı tehlikesine karşı korkutma amaçlı olarak silahlar sıkılıyor havaya. Dağıtım yaptığımız bazı mahallelerde göreceğimiz üzere mahallenin gençleri geceleri uyumuyor ve nöbet tutuyor.

Ceyhan’larla kadınlar için merkezler kurmanın gerekliliğini konuşuyoruz. İhtiyaçlarını giderebilecekleri, problemlerini anlatabilecekleri merkezlere ihtiyaç var. Ayrıca kadınlara belli atölyeler yapılması, kadınların el becerilerini geliştirmeye dönük çalışmalar yürütülmesi de önemli. Belki çadırlarda yapacakları el işi ürünleri büyük şehirlerde satar ve onlara gelir olarak döndürebiliriz. Arkadaşımız Eren’in de bu yönde birkaç girişimi var. Bunları projelendirmek için kadın kurumları ve dernekleriyle iletişim kurmanın iyi olacağını düşünüyoruz. Ceyhan ertesi gün önceden tesbit ettikleri bazı kadınlara yardım götüreceklerinden bahsediyor. Bizler de onunla çalışabileceğimizi söylüyoruz.

Deprem Travması

Akşam tekrar çadırdayız. Bir kenarda gönüllü koordinasyonunu yürüten arkadaşlar toplantı halinde. Önlerinde kocaman bir Van haritası. Van’ı bölgelere ayırmaya çalışıyorlar. Kimler, nerelerde, nasıl sorumluluk alacak, belirlemekle meşguller. Anlattıkları kadarıyla Van altı bölgeye ayrılacak, bu bölgelerde daha lokal kriz masaları kurulacak. Hatta bu yönde çalışmalar başlamış. Ayrıca gönüllüler de bu bölgelere dağılacaklar. Van gibi büyük bir şehri organize etmenin başka da yolu yok zaten. Bu projelerini bizler de destekliyoruz. Fırsat bulabilirsek bu merkezlerden birkaçını ziyaret etmemiz gerektiğini konuşuyoruz.

O sırada sorumlulardan bir arkadaş tüm çadıra toplantı çağrısı yapıyor; psikoloji alanında çalışan bir gönüllü arkadaşın travma belirtileri hakkında bilgilendirme yapacağını söylüyor. Bu bilgilerin daha sonraki çalışmalarda, tesbitlerde önemli olacağı düşünülüyor, özellikle de çocuklar söz konusu olduğunda. Tabii travma belirtileri hepimizi biraz gülümsetiyor, çünkü sayılan belirtiler genelde herkeste mevcut. Böylesi büyük bir deprem ve yıkımın ardından, hele hele her gündüz ve gece sallanmaya devam ederken travma yaşamamış olmak mümkün değil. Travma konusunda kendinden ve çevresinden örnek verenler oluyor. Aklımızda Mesut’un hikâyesi kalıyor. Mesut daha çocuk, deprem onda ağır bir travmaya neden olmuş. Bu nedenle ailesiyle birlikte kaldıkları çadıra hiçbir şekilde girmiyormuş. Ne yemek yemeye, ne uyumaya… Sürekli dışarıda duruyormuş. Anlatan arkadaş Mesut’la konuşmuş, ona sormuş: “Şimdi ne olsun istersin Mesut?” Mesut düşünmüş: “Deprem olmasını istiyorum.” “Neden?” “Çünkü deprem olursa içeridekiler çadırdan çıkıp yanıma gelirler…”

3. GÜN

Kadınlarlayız…

Kadınlar için dağıtım günü bugün. Ceyhan ve Mio’nun tesbit ettiği evlere paket bırakacağız. Önce depoya gidiyoruz; depo sorumlusu arkadaşa yapmak istediklerimizi anlatıyoruz. Ayrı kadın-çocuk paketleri oluşturmak hedefimiz. Ama deponun karmaşasında bunun pek mümkün olmayacağını fark ediyoruz. Bu nedenle halihazırda işletilen dağıtım sistemini uygulamanın daha mantıklı olacağına karar veriyoruz. Hazırlanmış paketlerden ihtiyacımız kadar olanını kamyona yükletiyor ve yola çıkıyoruz. Elimizdeki liste biraz dağınık. Daha doğrusu adı yazılı kadınlar farklı mahallelerde yaşıyor. Önceki dağıtımda olduğu gibi burada da mahallelere kamyonla girişimiz ilgi çekiyor ve insanların çevremize toplanmasına neden oluyor. Fakat yalnızca adı listede yazılı kadınlara paket bırakmamız tepki çekiyor. Biz bu söz konusu kadınların acil ihtiyaçları olduğunu düşünerek dağıtım yapıyoruz ama adını yazdıramayan ve aynı durumda olan birçok kadın mevcut. Dolayısıyla bugünkü dağıtım sistemimiz pek adil olmuyor. Daha yorgun ayrılıyoruz dağıtımdan. Kadın merkezlerinin gerekliliğini daha yakıcı şekilde hissediyoruz.

Donarak Ölüyor Çocuklar

Tekrar Kriz Masası’ndayız. Biz Van’a gelmeden birkaç gün önce bir çadırda donarak ölen bir kız çocuğunun, Fırat Haber Ajansı tarafından duyurulan haberi anaakım medyada daha yeni yer bulmuş. Arkadaşımız Rojin, aileyi kızlarının ölümünden önce ziyaret ettiğini, fakat sonrasında kendileriyle görüşmediğini üzülerek anlatıyor. Naylondan bir çadırda kaldıklarını aktarıyor. Ceyhan da üzgün, böyle haberler gelince bir an tüm yaptıklarımızın anlamını yitirdiğini düşünüyor. Bir umutsuzluk rüzgârı esiyor aramızda. Silkiniyoruz. Kalkıp o ailenin yanına gitmeye, taziye ziyaretinde bulunmaya karar veriyoruz. Yanımıza oralardan bulduğumuz birkaç çocuk giysisini, çocuk bezini ve bir iki kilimi alıyoruz.

Mahalleye vardığımızda ailenin başka bir aileyle yakındaki bir çadıra geçtiğini görüyoruz. Önceki kaldıklarına çadır demek mümkün değil tabii. Aileden birini kurban verdikten sonra yaşam koşulları bir kademe iyileşiyor -normalleşiyor demek de mümkün değil-.

Çadıra girdiğimizde yemek yerken buluyoruz çadır ahalisini. Bizi hemen içeri buyur ediyorlar. Sobanın kenarına ilişiyoruz. Yalnızca sobanın çevresi sıcak. Sobadan bir metre geride durduğunuzda içeride hiçbir şey yanmıyormuş gibi soğuk hava. Başsağlığı dileklerinin ardından çocuklarının hastalık süreci üzerine konuşuyoruz biraz. İçinde bulunduğumuz çadır bile o kadar soğuk ki naylonda yaşamanın nasıl bir şey olacağını biz bu yaşımızda tahayyül edemiyoruz; 6 yaşındaki bir çocuk ise bunu öğrenerek ölüyor.

Bizden kısa bir süre önce -büyük ihtimalle ölüm haberinin gündem olması üzerine- İl Genel Müdürlüğü’nden birilerinin ziyarete geldiğini duyuyoruz. Aile geçici olarak İstanbul’a gönderilecekmiş. Biz tam bunları konuşurken NTV ve CNN muhabirleri dalıyor içeri. Anlaşılan haber çok hızlı yayılmış. Kenara çekiliyoruz hemen ve muhabirler çekim yapmaya başlıyor. Haber bittiğinde dışarı çıkıp yakalıyoruz bu gazetecileri. Van’a gönüllü olarak geldiğimizi, buradaki gözlemlerimizi aktarmak istediğimizi anlatıyoruz. Valiliğin hiçbir şey yapmadığını kamuoyuna biz de duyurmak istiyoruz. Gönüllülerin bunları dile getirmesinin bir nebze de olsa etki sağlayabileceğini düşünüyoruz ve kendilerini ertesi gün için Gönüllüler Çadırı’na davet ediyoruz. Telefonlarımızı alıyorlar, çok umutlu değiliz arayacaklarından ama yine de bekleyeceğiz.

4. GÜN

Bölgeleri Ziyaret

Bugün 1.Bölge’yi ziyaret edeceğiz. Kurulmaya çalışılan lokal merkezlerden ilki 1.Bölge. Van’ın Hacıbekir (Xaçort), Karşıyaka, Selimiye gibi büyük ve fakir mahallelerini kapsıyor. Umudumuz bu lokal kriz merkezlerinde şimdilik. Bu uygulama başarılı olursa mahalle örgütlenmeleri ve dayanışma ağları güçlenebilir. Çünkü merkezlerdeki gönüllülerin mahallelerdeki gençlerle birlikte çalışması hedefleniyor. Böylece daha düzenli, ailelerin ihtiyaçlarını daha fazla gözeten dağıtımlar yapılabilecek. Tesbit işlemleri daha sağlıklı yürütülecek.

Önce Çadırkent

KESK’in de çadırının bulunduğu küçük çadırkenti görelim istiyoruz. Bizim çadıra yürüme mesafesi uzaklıktaki bu çadırkent 30 civarı çadırdan oluşuyor. Bu çadırlar genelde orada kalan gönüllüler ve KESK gibi kurumlar tarafından temin edilmiş. Hatta çadırkentteki iki çadırı da İstanbul’daki sokak müzisyenleri bir araya gelip almışlar, sokakta çalarak, CD satarak. Hiç de küçük katkılar değil bunlar. İki çadır iki ailenin başını sokacağı bir çatı demek.

Buradaki birkaç çadıra konuk oluyoruz. Merak ediyoruz, yaşayanlar memnun mu çadırlardan, yardım etmek isteyenlere bu çadırları almalarını önerebilir miyiz? Gördüğümüz birçok çadıra göre daha iyi durumda olmalarına rağmen yine de soğuk çadırlar. Şu an için olmasa da kara kış geldiğinde çadırda yaşamak çok zorlaşacak. Prefabrik yapılara ihtiyaç olacak. Başbakan Ağustos ayına kadar sabredin buyurmuştu Vanlılara. Ne demişler, fakirin ekmeği umut, ye Memet ye…

Cebimizde somun ekmeğimiz, Belediye’nin Kriz Masası’na uğruyoruz yine. Ne yazık ki bir başka büyük depremin haberi karşılıyor bizleri; fakat bu deprem doğanın yarattıklarından değil, siyasi olanından. Başta İstanbul olmak üzere Türkiye’nin 16 ilinde operasyon yapılmış; Kürt avukatlar tutuklanmış. Böylece hukuk ve adalet kapısı da Kürtlere kapatılmış. Şu afet ortamında daha moral verici bir haber olamazdı diye düşünüyoruz. Somun ekmeğimizden bir lokma daha ısırıyoruz.

1.Bölge Kriz Merkezi

Yine yoldayız şimdi… İstikamet 1. Bölge. Buraya vardığımızda ilk dikkatimizi çeken şey prefabrik sağlık merkezi oluyor. Diyarbakır Belediyesi, Tabipler Odası, SES ve TOSAV’ın ortaklaşa açtığı bu merkezin kapısında kadınların oluşturduğu bir kuyruk var. Herkes ayakta muayene sırasını bekliyor. Çocuklu kadınlar, hamileler, hastalar, yaşlılar var… Oturarak bekleyecekleri bir çadır olması gerekiyor, çalışanlara bu görüşümüzü iletiyoruz.

Sağlık merkezinin yanında bir aşevi çadırı, bir çocuk çadırı, bir gönüllü çadırı bulunuyor. Batman Belediyesi biri ambulans olmak üzere iki araç göndermiş. Ayrıca kadınların ve erkeklerin dönüşümlü olarak kullanabilecekleri banyolar kuruluyor. Biz orayı ziyaret ederken bir yandan da işçiler çalışıyordu, yerleri taşlarla döşüyorlardı. Tahminimizce şimdiye çoktan tamamlanmıştır. Diğer merkezlerin yapım aşamasını bilemiyoruz tabii.

“Van’ı Terk Etmiyoruz” kampanyasını oluştururken kampanyanın ilk aşaması olarak bir gönüllü ağı organize etmeyi ve yardım amacıyla gelir getirici etkinlikler düzenlemeyi hedefledik; ikinci aşama olarak da Van’a belli kültürel/sanatsal etkinlikler taşımayı kararlaştırdık. Özellikle de çocukların ve gençlerin içinde bulunduğu travma halinden ve afet ortamından bu etkinlikler sayesinde bir nebze olsun uzaklaşması bizler için önemli. Gittiğimiz bu merkezde anladık ki çocuklara yönelik etkinliklere başlanabilir. Çünkü mahallelerde çok fazla çocuk var ve hepsi sokaklarda dolaşıyor. Onlara atölyeler yapacak, oyunlar öğretecek eğitmenlere, sanatçılara, gönüllülere ihtiyaç var. Tabii çocuk çadırının biraz daha güzelleştirilmesi iyi olacak, burayı çocukların hoşlarına gidecek şekilde süsleyebiliriz, içine oyuncaklar, kitaplar, enstrümanlar koyabiliriz diye düşündük. Çocuklar bahane tabii, biraz da kendimiz için düşündük…

Çevredeki birkaç çadırı daha ziyaret ediyoruz. Hakkarili bir teyze, 2 metrekarelik küçücük bir çadırda put gibi oturuyor. Gelen geçenler teyzenin fotoğrafını çekiyor, teyze sessizliği koynuna almış, yalnızca izliyor etrafı. Bir oğlu yıllar önce dağa gitmiş. Ev depremde yıkılmış, ocak sönmüş. Ama yine de dimdik oturuyor teyze. Sanki çadırı o ayakta tutuyor. Küçücük, turuncu çadır, çadırlığından utanıyor, daha da kızarıyor gözümüzde. Çadırın önünde kızı, yanında gelinleri, gelinin kucağında Şerzan. Bir bebek bu kadar mı güleç olur? Acil çadır bulmamız gerek. Bu kadar dar bir alana dört kişi sığamaz ki soba sığsın, döşek sığsın, battaniye sığsın? Döndüğümüzde anlatacağız durumu koordinasyondan arkadaşlara. Çadır bu aile için acil!

Buradan çıkıp depoya gideceğiz ama önce Belediye’ye uğruyoruz yine. Yaşlı bir amca çadır soruyor. İki çocuğu sakat, bir çocuğunun kalbi delik, biri de dağda. Sırtında 10-11 kişinin yükünü taşıyor. Belediye’dekiler sağı solu soruşturuyorlar, çadır var mı diye. Sabah gittiğimiz çadırkent aklımıza geliyor, orayı ayarlamaya çalışıyoruz ama amca evinden uzaklaşmak istemiyor. Muhtemelen engelli çocukları da olduğu için kalabalık ortamda rahat edemeyeceklerini düşünüyor. Neyse ki bir yerden bir çadıra ulaşılıyor.

Van’da kalan birçok aile çadırkentlere karşı temkinli. AKP’nin oluşturduğu bazı çadırkentlere tepki duyuluyor, mülteci kampına benzer bir yapılanma olduğu herkesin dilinde. Sonradan, Mevlana evleri olarak adlandırılan bu çadırları ziyaret eden iki arkadaşımız da benzer şekilde aktarıyorlar gözlemlerini. Çadırkente girişte askerlerin nüfus cüzdanlarını aldığı, kente genelde Gülen cemaatine mensup kişilerin alındığı veya cemaat mensubu yapılmaya çalışıldığı, her yere Türk bayrakları asıldığı, yemek dağıtılırken devlete şükredilmesinin zorunlu kılındığı yönünde aktarımlar var. Bazı ailelerin bu konuda çok dertli olduğunu fakat yerlerinden olmak istemedikleri için karşı koyamadıklarını, anlatamadıklarını duyuyoruz. Ayrıca oraya giden arkadaşlarımız askerlerin 12-13 yaşındaki kızlarla samimiyetinden de endişelenmişler. Çok tanıdık bu savaş ortamı hikâyelerini hatırlıyoruz yine…

Bostaniçi

Belediye’den çıkıp depoya doğru gidiyoruz. Akşam çökmüş. Deponun dışında kocaman bir ateş yakmış arkadaşlar. Isınmaya çalışıyorlar, çünkü depo dışarıdan bile soğuk. Burada bir süre paketleme yapıyor ve kamyona eşya yükleme zinciri kuruyoruz. Ağır gıda poşetleri zinciri belimizi büküyor. Aşağı yukarı 140 kadar paket yüklüyoruz kamyona. Bu paketler Van merkezden yarım saat uzaklıktaki Bostaniçi’ne dağıtılacak. Biz de dağıtım kadrosuna dahil oluyoruz.

Bostaniçi’nde yerleşim yerleri, çadırlar çok dağınık. Bir sürü sokağa kamyon giremiyor. Mecburen gitgel yapıyoruz. Yine karmaşa var; evine uğramadığımızı söyleyip tepki duyanlar… Geri döneceğimizi anlatıyoruz, dağıtım rotamızı anlatıyoruz, yine de ikna edemiyoruz. Ama kızmanın, sinirlenmenin faydası yok. Herkes can derdinde. Ne acıdır ki tartışması yapılan şey de biraz bulgur, biraz makarna. Depoda da, ailelerin durumuna bakıldığında da çadırdan sonra en çok ihtiyaç duyulan şeyin kuru gıda olduğunu burada daha iyi anlıyoruz.

Dört saatten fazla sürüyor, gidip gelme ve dağıtım. Çadırımıza döndüğümüzde kendimizi sobanın yanına atıyoruz. Bizim ekibin son gecesi bu gece. Yarın nasıl gideceğiz, düşünmek istemiyoruz.

Van’ı Terk Etmiyoruz!

Van’daki yoksulluk yalnızca depremden kaynaklanmıyor. Savaşın insanların hayatını nasıl fakirleştirdiğini de görüyoruz burada. Deprem bunu daha görünür kılıyor. Türkiye’nin ve hatta dünyanın birçok yerinden gelen maddi yardımlar, destekler, toplanan paralar nerede, bilmiyoruz. Van Belediyesi’ne devlet kanalıyla hiç yardım ulaşmadığını biliyoruz. Van Emniyeti’ne para aktarıldığını biliyoruz. Gelen soğuk havaya dayanıklı çadırlara bile TSK tarafından el konulduğunu duyuyoruz. Maalesef Türkiye’de savaşa yatırım yapılmaya devam ediliyor. Van iyi durumda değil. Birçok aile burayı terk etmek zorunda kalmış, doğru. Ama yine bir o kadar aile Van’da hayata tutunmaya çalışıyor. Yaşamak mücadeleyi kazanmak demek. Giden ailelerin de hepsi iyi koşullarda değil. Ayrıntılarını bilmemekle beraber örneğin Hakkari’ye bin kadar ailenin aktarıldığını, fakat bu ailelerin gittikleri yerlerde sağlıklı yaşam koşullarına kavuşamadıklarını biliyoruz. Şırnak, Cizre, Batman gibi çevre illerin durumu da pek parlak değil.

Dolayısıyla bizlere çok iş düşüyor. Öncelikle Van’ın afet bölgesi ilan edilmesi için devlete baskının artırılması gerekiyor. Devletin depolarında neler bulunduğunun kamuoyuna açıklanması, çadır ihtiyacının giderilmesi, sağlık ve barınma altyapısının yeniden kurulması gerekiyor. Depolarda çalışan gönüllüler canla başla uğraşıyor. Hepsinin sonsuz emeği var, alınteri var o ulaştırılan yardımlarda. Belki de birçok ailenin hayatını o genç arkadaşlar  kurtarıyor, devletin yapmadığını otuz kırk insan yapmaya çalışıyor. Fakat daha büyük organizasyonlara ihtiyaç var.  Ayrıca muhalif kişiler, kurumlar, belediyeler olarak bizler de güçlü ve alternatif dayanışma ağları kuramadığımızı, yeterince hızlı şekilde organize olamadığımızı, örgütlenemediğimizi bir kez daha gördük. Bu konunun, tartışılması ve önlemler alınması gereken temel meselelerimizden biri olduğunu düşünüyoruz.

Kanıyor…

Çadırdaki son gecemiz artık. Gitmeyi düşünmek zor geliyor. Oysa dört gün kaldık sadece, bu kadar çabuk alıştığımıza şaşırıyoruz. Galiba işleri yarım bırakıp buradan ayrılmak gücümüze gidiyor.

“Güllerin bedeninden dikenlerini teker teker koparırsan, dikenleri kopardığın yerler teker teker kanar, dikenleri kopardığın yerleri bir bahar filân sanırsan, Kürdistan’da ve Muş-Tatvan yolunda bir yer kanar.”

İçimizde Uyar’ın bu şiiri geziyor. Dostluklar kurmuşuz burada, yoldaşlık etmişiz birbirimize. Biz yarın gideceğiz, ama buradaki arkadaşlar Van’da kalmaya devam edecek. Geçen dört gün dört ay gibi geliyor şimdi. Hayatımızda belki de çok zor karşılaşacağımız bir yokluğu öğreniyoruz burada…

Van gitgide büyüyor, bizim içimizde çok beklemiş, çok eski bir yer kanıyor.