Rusya, IŞİD’in Suriye ve Irak’ta elinde tuttuğu petrol havzalarından çıkardığı petrolü Türkiye üzerinden uluslararası piyasalara sattığına dair delilleri bir basın toplantısı ile sundu. Türkiye IŞİD petrolünü alıp satıyorsa, bunu ABD’nin bilgisi olmadan yapmasının imkânsız olduğu ortada. Dolayıyla ABD öncülüğündeki IŞİD karşıtı koalisyonun bu ticarete göz yumduğunu, IŞİD hedeflerini bombalıyor gibi yaparken başını öte tarafa çevirdiğini söyleyebiliriz.

Amerikan basınında ABD uçaklarının Suriye ve Irak’ta IŞİD tarafından ele geçirilen petrol kuyularını ve rafinerilerini, hatta petrol nakliyatı yapan tankerleri bombalamadığı yolunda haberler çıkıyor. [[dipnot1]] ABD kaynakları, IŞİD’in petrol gelirlerinin günlük 2 milyon dolar olduğu iddia ediyor. [[dipnot2]] ABD hava saldırılarının IŞİD’in elinde bulunan petrol altyapısını vurmamasının nedenleri ise evlere şenlik. Güya, ABD Irak savaşından ders çıkartıyor ve petrol kuyularını ve rafinerileri bombalamanın çok büyük bir çevre kirliliğine yol açtığını, yerel ekonomiyi çökerttiğini,  bu nedenle insanların ABD karşıtı bir tutum almalarına neden olduğunu gördüğü için aynı hataya Suriye’de düşmek istemiyormuş. Ayrıca petrol kuyuları kısa bir sürede el değiştirip müttefiklerinin eline geçebilirmiş. Ayrıca Esad’a ve IŞİD’e karşı savaşan güçler de büyük ölçüde bu petrole bağımlı olduklarından IŞİD’in petrol ticaretini engellemek, tüm diğer muhalif grupları da zora sokabilirmiş.

Bu gerekçelerin hiç birisinin inandırıcı olmadığı söyleyebiliriz. ABD ve müttefiklerinin Türkiye’nin IŞİD petrolünü alıp Ceyhan üzerinden dünya pazarlarına sattığı oldukça inandırıcı delillerle ortaya kondu. Bu iddia, yalnızca Rusya kaynaklı istihbarat görüntüleri ile değil, aynı zamanda Ceyhan üzerinden yapılan petrol sevkiyatının seyri ile ilgili raporlarla da desteklendi. Greenwich Üniversitesinin yaptığı bir araştırma, IŞİD’in Suriye’deki büyük petrol sahalarını ele geçirdiği Haziran 2014’den Şubat 2015’e kadar Ceyhan üzerinden yapılan petrol sevkiyatında önemli artışlar görüldüğünü ortaya koyuyor. [[dipnot3]]

ABD savaş uçaklarının, IŞİD’in bir kanadını oluşturan ve cihatçı kanatla fikir ayrılığına düşen Irak’taki eski BAAS rejimi artığı bazı Panarabist unsurları bombalayarak, IŞİD içinde var olduğu söylenen bir yarılmayı da ortadan kaldığı öne sürüldü. [[dipnot4]]

Rusya’nın askeri ağırlığını ortaya koyarak Suriye savaş sahnesinde devreye girmesi ABD’yi paniğe sevk eden bir durum ortaya çıkardı. Rusya’nın Suriye’de ayrım gözetmeden tüm Selefi grupları bombalaması Türkiye ve ABD için alarm zillerinin çalmasına yol açtı. Bu süreçte Türkiye’nin “uçuşa yasak bölge” ya da “IŞİD’den arındırılmış bölge” tezleri de suya düştü.

Tüm bu gelişmeler, aslında ABD ve müttefiklerinin IŞİD’in tamamen yok olmasını istemedikleri, ancak çok güçlenmesini de istemedikleri anlamına geliyor. IŞİD’in aşırı güçlenmesi Ortadoğu’da dengeleri altüst edecek ve ABD ile müttefiki gerici Arap devletlerini tehdit edecek bir gelişme olurdu. Çok zayıflaması ise yine ABD ile müttefiki gerici Arap devletleri açısından istenmeyen bir gelişme, çünkü bu durumda İran-Irak-Suriye-Hizbullah’tan oluşan Şii ekseni çok güçlenecektir. ABD için en ideal durum bölgede sürdürülebilir ve kontrol altında tutulabilir bir kaosun devam etmesi ve bu sayede ABD’nin bölgedeki askeri gücünün ve denetim kabiliyetinin kalıcı olmasıdır.

Rusya’nın Suriye’de devreye girmesi, aslında ABD’nin Ortadoğu’daki askeri varlığına açık bir tehdittir. Ukrayna’da Rusya’nın hamleleri karşısında geri atmak zorunda kalan NATO, Suriye’de de bir kez daha aynı türden bir yenilgiyi yaşamak istemiyor. Türkiye’nin Rus uçağını düşürmesini de bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor. ABD ve NATO, Türkiye’yi Rusya’ya karşı öne sürüyor. Türkiye, ABD ve NATO açısından çok akıllıca bir hamle yaparak, müttefiki Kürdistan Bölgesel Yönetimi himayesinde Kuzey Irak’taki askeri varlığını arttırıyor.

Bu iki hamle, çok açık olarak Türkiye’nin Suriye’deki rolünün, bu ülkedeki vekâlet savaşında Selefi gruplara lojistik üssü olmaktan, bizzat savaşın içine NATO ve ABD piyonu olmaya terfi ettiğini gösteriyor. Türkiye, bu yeni görevi üslenmeye can atan bir iktidarın verdiği emirleri harfiyen yerine getirmekte tereddüt etmeyen bir ordunun icraatıyla Suriye sahasında sürmekte olan güç mücadelesinde bahisleri yükseltiyor.

ABD’nin bu süreçte elde edebileceği azami başarı ne olabilir? En fazla IŞİD’in biraz törpülenip Suriye ve Irak’ın Sünnilerin yaşadığı bölgelerinde “ılımlı” Selefi bir Sünni-stan devleti kurulması, bu devletin de en azından müttefikleri Türkiye ve KYB’nin başına bela olmaması, bölgede etkisini arttırmaya çalışan Şii eksenine karşı Ortadoğu’da düşük yoğunluklu bir savaş ve sürdürülebilir bir kaos ile denetim altında tutulması. Esad’ı devirmek artık çok güçleşti, bu hedef ister istemez bir kenara konmak zorunda. AB’nin elde edebileceği azami başarı ise Suriyeli mültecilerin başa bela olmayıp Türkiye’nin gardiyanlığında toplama kamplarında tutulması ve Selefilerin Avrupa içlerine kadar gelip de buralarda katliamlar falan düzenleme kabiliyetlerinin azalması.

1991 Körfez krizinde dönemin Cumhurbaşkanı Özal aktif bir politika izlemiş, Çekiç Güç için Keşif Gücü’nün Türkiye’de barınmasına izin verilmiş, Irak’a yönelik ambargoyu desteklemiş, Irak Kürtleri ile ilişkileri geliştirmiş ve bu politikayı “1 koyup 3 alacağız” söylemi ile özetlemişti. Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesinde cesur bir dış politikanın uzun vadede Türkiye’ye kazandıracağını düşünüyordu. Nitekim Türkiye’nin Kürtlerle yakınlaşması meyvelerini 2000’li yıllarda verdi ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi Türkiye’nin en büyük ticaret ortaklarından birisi haline geldi.

Türkiye’nin Suriye’deki macerasında “1 koyup 3 almak” yerine “3 koyup 1 almak” ile yetinmek zorunda kalacak gibi görünüyor. Türkiye’nin alacağı 1’in ne olduğunu yazının sonuna bırakarak şimdiden 3 koyduğunu söyleyebiliriz: En önemli ticari ortaklarından birisi olan Rusya’nın ekonomik yaptırımlarının 9 milyar dolarlık yıllık maliyeti cari açık açısından çok kırılgan bir ekonomiye sahip olan Türkiye’nin riski daha da yükseldi. En büyük ihtiraslarından birisi olan nükleer güç olma hevesi de büyük bir darbe aldığı gibi enerji açısından büyük ölçüde Rusya ve İran’a bağlı olduğu için enerji güvenliği büyük bir tehdit altına girmiştir. Irak topraklarında merkezi hükümetin rızası olmadan asker bulundurması Türkiye’yi işgalci bir güç konumuna itiyor ve Irak ile ekonomik ilişkilerin de bozulmasını beraberinde getireceğine kuşku yok.

Türkiye’nin verdiği bunca şey karşısında alacağı ne? Alabileceği azami şey, Suriye’de Kürtlerin kazanımlarını genişletmelerine engel olmaktır. Suriye-Irak sahasında Kürtlerden daha iyi bir müttefik olabileceğini ABD ve NATO’ya kanıtlamak derdine düşen Türkiye, sahada kendisini ortaya atmıştır.  Rojova’daki gelişmeler karşısında tarihi boyunca sahip olduğu geleneksel reflekslerinden kopamamış, kırmızı çizgilerini aşamamış, politika tercihlerini bu yönde kullanmıştır. Aldığı akıl almaz risklerin ardında bu güdü yatmaktadır.

Tabii Türkiye’nin bir beklentisi de, büyük ağabeyi ABD izin verirse, Suriye ve Irak’ın bir bölümünü içine alarak kurulacak olan Sunnistan’da en zengin petrol yataklarının bulunduğu Rakka ve Musul’dan çıkartılacak petrolden bir miktar pay alabilmek ve bu payı saklamadan gizlemeden, ortaya çıktığında utanmadan, tankerleri bombalanmadan, sevkiyat sekteye uğramadan alıp satabilmek. Yağmadan pay alabilmek için savaşa katkı sunmak istiyor. Ancak bu iş hiç de sanıldığı kadar kolay olmayabilir, çünkü Rusya, İran ve Irak’ın buna kolay kolay izin vermeyeceği son gelişmelerle iyice görülüyor ve ABD ve müttefiklerini uzun ve zorlu bir mücadele bekliyor.

Çözüm sürecinin sona erdirilip savaşın ve baskının tırmandırılmasının ardında da bu hesaplar yatmaktadır. Bu nedenle bugün Türkiye’de barışı savunmak hem her zamankinden daha gerekli hem de daha zordur.