İktidarlar, o ülkedeki farklı iktidar odaklarının bir kısmının ittifakı sonucu oluşurlar. Bu ittifaklar zaman içerisinde değişir, bazı odaklar ittifaktan çıkar bazıları ise eklenebilir. Şu an Türkiye’de de böyle bir ittifaktan bahsedebiliriz. Bu ittifakın bir kanadı milliyetçi sağ asker-sivil bürokrasi diğeri ise Erdoğan önderliğindeki İslamcı cemaatlerdir (bu cemaatlerin aynı zamanda çok büyük bir ekonomik gücü de ellerinde bulundurduğunu unutmamak gerekir). Cumhuriyet’in yarattığı burjuvazi ise büyük oranda milliyetçi sağ bürokrasiyle birlikte hareket etmektedir. Milliyetçi sağ bürokrasi ve burjuvazi kendi vesayetleri sürdüğü müddetçe Türk-İslam faşizmine ses çıkarmaz. Zaten 1980 darbesiyle Türk-İslam sentezini Türkiye’nin resmi ideolojisi haline getiren de bu kesimlerdir.

Erdoğan bir dönem Gülen cemaatinin kadrolarını kullanarak milliyetçi sağ bürokrasiyi zayıflatmayı denedi. Hatta Kürt meselesinde barış sürecini başlatarak, bu kesimin iktidarının en temel dayanaklarından birini de ortadan kaldırmaya çalıştı. Ancak işler beklendiği gibi gitmedi. Kadrolarıyla AKP iktidarını tahkim eden cemaat, gözünü yükseklere dikip hareketin liderliğini isteyince ortaklık bozuldu. Erdoğan, 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmalarından sonra cemaatle köprüleri tamamen attı ve Gülen cemaati üçlü ittifak bloğundan çıkarıldı.

Bu durum ittifaktaki milliyetçi sağ bürokrasinin güçlenmesi sonucunu doğurdu. Cemaat’ten boşalan kadrolar yeniden milliyetçi sağ kadrolarla doldurulmaya başlandı. Cemaat son hamlesini 15 Temmuzda yapsa da bu sadece tasfiyelerinin hızlanmasını sağladı.

Beklendiği gibi gitmeyen meselelerden biri de Kürt meselesiydi: Erdoğan ve ekibi Kürt meselesinde yeni bir savaş dönemi başlatarak, zaten güçlenmiş milliyetçi sağ bloğu iyice güçlendirmeyi istememekteydi. Ayrıca İŞİD zaten Suriye Kürdistan’ını ele geçirecek, Kürt siyasi hareketi yüzde 6-7’lik oy oranı civarında kalacak, seçimlerde 400 milletvekili bariyeri zorlanarak çok güçlü bir pozisyon elde edilecekti. Evdeki hesap çarşıya uymadı ve Rojava Kürdistan’ından İŞİD püskürtüldü, bu durum Kürt siyasi hareketini güçlendirdi. 7 Haziran seçimlerinde HDP sadece barajı geçmekle kalmadı yüzde 13’lük oy oranıyla yeni bir Türkiye muhalefetinin de işaretini vermiş oldu. AKP 7 Haziran’da iktidarını kaybetti. İşte bu tarihten itibaren iktidar oyunu baştan aşağıya yeniden kuruldu.

Kürt meselesinde savaşın her zaman pozisyonlarını güçlendirdiğini bilen milliyetçi sağ blok ( Bunun içinde elbette MHP de bulunmakta), Rojava Kürdistanı’nın da Türkiye’nin geleceği için risk teşkil ettiğini söyleyerek savaş dönemini yeniden başlatmak istiyordu. 7 Haziran seçiminde iktidarını kaybeden AKP, iktidarını geri almak şartıyla milliyetçi sağ bloğun Kürtlere karşı yapılmasını istediği genişletilmiş savaş planını onayladı. Ayrıca barış sürecinin AKP’nin işine yaramadığı da açıkça görülmüştü. Bu ittifak 8 Haziran günü itibarıyla Türkiye’de bir darbe gerçekleştirdi.

Yani bu ülkede bir darbe olduysa, bu darbe 7 Haziranı 8 Hazirana bağlayan gece gerçekleşmiştir. O günden itibaren ülkede art arda bombalar patlamış, yüzlerce sivil katledilmiş, Türkiye Kürdistan’ındaki savaş yoğunlaşmış, binlerce asker-polis ve gerilla hayatını kaybetmiş, muhalif kesimler üzerinde büyük bir baskı oluşturulmuş, bu ortamda seçimler yenilenerek iktidar gasp edilmiş, Kürt siyasi hareketinin ve muhalif basının tasfiyesine girişilmiştir. 15 Temmuz’da cemaatin yapmaya çalıştığı karşı kalkışma ise geri püskürtülmüş ve milliyetçi sağ blok–AKP ittifakının Haziran darbesi sonucu ele geçirdiği iktidar, varlığını daha da güçlendirerek ve meşrulaştırarak devam ettirmiştir.

Bu ittifakın devam edebilmesi ancak üzerinde anlaştıkları Kürtlere karşı başlatılan savaşın geliştirilmesiyle mümkündür. Çünkü bu ülkede ancak barış ve demokrasi olduğu sürece yeni “Gezi Direnişleri” ve yeni 7 Haziran seçimleri olur. Milliyetçi sağ blok gücünü yitirir, AKP iktidarını kaybeder ki bu AKP’li yönetici kadroların pek çok suçtan yargılanmalarına yol açar. Bu nedenle önümüzdeki günlerde maalesef yine savaşın ve baskıların arttığı, zindanların insanlarla doldurulduğu, gençlerin bedenlerinin toprağa verildiği bir dönem yaşayacağız.

Elbette ki böyle bir ortamın yönetilmesi ve savaşın yükseltilmesi için bazı şeylerin yerine getirilmesi gerekir. Bunun başında, barıştan ve demokrasiden yana olan kesimlerin susturularak basının kontrol altına alınması gelmektedir. İkinci ve en önemli meseleyse devletin ideolojik donanımının ve sisteminin revize edilmesidir. Bu günlerde bu da gerçekleştirilmektedir. Cumhuriyet’in yeni sürümü piyasaya sürülmüştür.

Türk-İslam faşizmine dayanan bu resmi ideoloji, laikliği tümüyle ortadan kaldırıp yerine şeriat devleti kurmayacaksa da, Türk-İslam faşizminin gereği olarak dinsel alan genişleyecek, seküler kesimlerin alanları giderek daraltılacaktır. Yeni sürümün ilk saldırı alanlarının, seküler kadroların yetiştiği okullar ve Cumhuriyet gazetesi olması bir tesadüf değildir. Bu ittifakın ya da Cumhuriyet’in bu yeni sürümünün ne kadar idare edebileceği ise tam bir muamma olarak önümüzde durmaktadır. Türkiye’nin ekonomik yapısının kırılganlığı, uluslararası sistemdeki yeri ve Ortadoğu’daki gelişmeler bu ittifakın Türkiye’yi ne kadar yönetebileceğini belirleyecek temel etkenlerden olacaktır.