Kürt meselesinin çözüm sürecinde, PKK’nin silah bırakmasında kritik bir haftaya girerken CHP belediyelerine yönelik operasyonlar İstanbul’la sınırlı kalmayarak İzmir, Adana, Adıyaman, Antalya belediyelerini kapsayacak şekilde genişletildi. CHP’ye yönelik çok boyutlu operasyonlar, hem CHP’nin Türkiye siyasetinde demokratik dönüşüm talebinin hem de Kürt meselesinin çözümüne sunacağı katkının önünde engel oluşturuyor.

CHP belediyelerine yönelik operasyonlar yolsuzlukla mücadele çerçevesinde yürütülse de toplumun geniş bir kesimi asıl meselenin yolsuzlukla mücadele olmadığı, bunların siyasi operasyonlar olduğu konusunda hemfikir. Rant ve yolsuzluk ilişkilerinin yerel yönetimlerin işleyişlerinde siyasi parti ayırt etmeksizin yaşandığı, hatta belediyecilik sisteminin bir parçası olduğu yıllardır konuşuluyor. Kürt siyasetinin kayyumlardan aldıkları belediyelerdeki durumlar, CHP’nin 2023 yerel seçimlerinde kazandığı belediyelerde geçmiş dönemlerde AKP’ye ait dosyalar herhangi bir hukuki sürecin parçası yapılmazken, iktidarın CHP’yi etkisiz hale getirmek için yargıyı araç olarak kullandığı konusunda toplumda güçlü bir mutabakat var. Eğer gerçekten yerel yönetimlerdeki yolsuzluklarla mücadele edilmek isteniyorsa herhangi bir parti ayırt etmeksizin tüm yerel yönetimlerin incelemeye tabi tutulması mümkün. CHP belediyelerinde diğer belediyelerden farklı olarak olağanüstü yolsuzluklar varsa tutuklama furyalarına başvurmak yerine tutuksuz yargılamalarla süreci yürütmek de mümkün. Bunların tercih edilmemesi toplumda baştan meselenin yolsuzlukla mücadele olmadığı düşüncesini oluşturuyor. Bu operasyonların yasal ve anayasal sınırlar aşılarak, seçme seçilme hakkı, savunma hakkı ihlal edilerek, insanlara eziyet çektirilerek ve medya manipülasyonu kullanılarak yürütüldüğü görülüyor. Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptali, Özgür Özel’i CHP’den tasfiye etmek ya da iktidarın istediği muhalefet çizgisine çekmek için kurultay davasının ve yeni soruşturmaların devreye sokulması, meselenin yolsuzluk olmadığını gösteren diğer boyutlar. CHP’nin İstanbul’da ve diğer şehirlerde yaptığı eylemlere halk katılımının güçlü olması da toplumun bu operasyonlara ikna olmadığını, Ekrem İmamoğlu’na sahip çıktığını açıkça ortaya koyuyor. Ayrıca destekledikleri halde bu eylemlere henüz katılmayan geniş kesimlerin olduğunu da not etmek gerekir.

Bu çok boyutlu operasyonların hedefinin Ekrem İmamoğlu ve Özgür Özel liderliğindeki CHP’nin, hem toplumla kurduğu ilişki hem de Kürt meselesinin çözümünde aldıkları ve alacakları tutum olduğunu iddia etmek yanlış olmayacaktır.

Devlet Bahçeli’nin çağrısıyla başlayan yeni dönemde Türkiye, Kürt meselesinin çözümünde tarihi bir fırsat yakaladı. Sürecin nereye evrileceği ise oldukça belirsiz. Hatta sürecin adı da ortak bir şekilde konabilmiş değil. Bu süreci devlet “Terörsüz Türkiye” olarak adlandırdı. Gelinen aşamada devletin önceliğini silahsızlanmaya verdiği ve demokratik alanda şu ana kadar herhangi bir adım atmadığı görülüyor. Ayrıca devlet içinde sürecin nasıl ilerleyeceğine dair hemfikir olunmadığı, AKP ve MHP arasında, hükümet ve devlet arasında yaklaşım farklılıkları olduğu yorumları sık sık yapılıyor. Bahçeli’nin çıkışının ardından İstanbul Esenyurt, Batman, Mardin, Halfeti, Ovacık’a, ardından Siirt, Van, Kağızman, Şişli’ye atanan kayyumlar, Bahçeli’nin yaptığı çağrıya hükümetin verdiği yanıt olarak yorumlanıyor. Devletin pratikte adım atmaması ve süreci silahsızlanmaya odaklaması Kürt toplumunda devletin demokratik çözüme hazır olmadığı düşüncesini oluşturarak sürece dair güvensizlik yaratıyor.

Bahçeli’nin başlattığı bu yeni süreci Abdullah Öcalan, Barış ve Demokratik Toplum süreci olarak adlandırdı. İmralı’ya giden heyet üzerinden siyasi partilerle, demokratik kitle örgütleriyle, PKK ile, Barzani ve Talabani ile yeni sürece dair yaklaşımlarını paylaştı; onların görüş ve değerlendirmelerini aldı. 27 Şubat’ta okunan Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nın ardından PKK kongresini toplayarak kendini fesh ettiğini açıkladı. Öcalan, Kürt toplumu içinde yeni dönemin perspektifini tartışmaya açtı ve toplumun bu perspektifle kendini örgütlemesi gerektiğinin altını çizdi. Türkiye toplumuna güven vermek açısından sürecin meclis tarafından güvence altına alınması gerektiğini vurguladı. 2013-2015 arası yürütülen süreçte de aynı çerçeveyi ortaya koyan Öcalan, toplum güvenceyi mecliste göreceği için sürecin mecliste kurulacak çeşitli komisyonlar ve çıkarılacak yeni yasalarla yasal bir zemine oturtulmasının hayati önemine dikkat çekiyor.

Ekrem İmamoğlu ile Özgür Özel yönetimindeki CHP en başından beri sürece destek verdi. CHP, Terörsüz ve Demokratik Türkiye olarak adlandırdığı bu dönemde, Öcalan’la benzer şekilde çözümün adresinin meclis olduğunu vurguladı; terörün bitmesinin yeterli olmadığını, bu sürecin demokrasi ile taçlandırılması gerektiğini söyledi. Esenyurt’a kayyum atanmasının ardından DEM Parti ile ortak miting organize eden Ekrem İmamoğlu, geçmiş yıllardaki CHP çizgisinin aksine Kürt siyasetiyle birlikte görüntü vermekten çekinmedi. Kendisini çözüm döneminde, toplumu eşitlik temelinde bir araya getirecek cumhurbaşkanı adayı olarak ortaya koydu. Tutuklanmasından üç gün önce 16 Mart günü Diyarbakır’da yaptığı konuşmada Kürtlerin ve tüm toplum kesimlerinin kendilerini bu ülkenin sahibi, eşit ve onurlu yurttaşı, eşit hissedarı olarak hissetmesini sağlamanın devletin ve herkesin görevi olduğunu söyledi. Kürtlere eşit kardeşlik sözü veren İmamoğlu, 19 Mart darbesiyle tutuklanmasının ardından cezaevinde de çözüm sürecine dair yaklaşımını ve iddiasını korudu. DEM Parti’nin kendisini ziyareti sonrasında yayınladığı Barışın Yolu Türkiye Cumhuriyeti’nin Yoludur başlıklı açıklamasında Kürt meselesinin eşitlik ve demokratik cumhuriyet prensipleri etrafında çözülmesi için  Meclis’in ve Meclis’te kurulacak komisyonların önemine dikkat çekerek Kürtlerle birlikte tüm vatandaşların kendilerini devletin eşit hissedarı hissetmekten alıkoyan hususların düzenlenmesi gerektiğini belirtti.

Türkiye’nin içinden geçtiği bu tarihi dönemde Ekrem İmamoğlu’na, CHP belediyelerine ve CHP yönetimine 19 Mart’tan itibaren kapsamı genişletilerek yapılan operasyonlar partinin önceliğini çözüm sürecinden uzaklaştırıyor. Daha da önemlisi CHP’nin seslendiği geniş ve karmaşık toplum tabanının Kürt meselesinin çözümüyle ilişki kurmasını imkânsız hâle getiriyor. Ardı ardına gelen operasyonlarla uğraşmak durumunda kalan CHP yönetimi, çözüm sürecindeki yaklaşımını kendi tabanına anlatamıyor. Bu durum, CHP içinde ve tabanında çözüm sürecine karşı olan kesimlerin elinin güçlenmesi riskini barındırıyor. Çözüm sürecine olumlu bakanlarda ise kaygı ve güvensizliklere neden oluyor; hatta zaman zaman Kürt siyaseti ile bağ kurabilen demokrat, aydınlanmacı Türki kesimlerin ilgisini çözüm sürecinden uzaklaştırıyor ve tepkiselliklere neden oluyor.

Hatırlanacağı gibi yerel seçimlerde Kürtlerle uzlaşı içinde olan bir CHP’nin demokratik siyasete katkısı görülmüş ve hakim siyasi anlayış karşısında bir alternatif oluşmaya başlamıştı. CHP içinde Kürtlerle yapılan ittifaktan rahatsız olan kesimler de vardı. Bugün CHP’ye yapılan operasyonlar parti içindeki Kürt karşıtı, çözüm süreci karşıtı olanların etki alanını daha da genişletebilir. Oysa bu dönemde CHP’nin çözüm sürecine aktif dahiliyeti karmaşık yapıdaki tabanıyla kuracağı ilişki açısından hayati bir yerde duruyor. Barışın ve demokratik çözüm sürecinin CHP tabanıyla tartışılabilmesi ve buradaki soru işaretleri ve tepkilerin giderilmesi için CHP üzerindeki operasyon baskısının kalkmasına ihtiyaç var. CHP tabanının sürecine dahil edilmesinin önüne set çeken bu operasyonlarla CHP’nin süreçte devre dışı kalması Türkiye toplumuna barış ve demokrasi vaat etmeyecektir. Bu nedenle özellikle çözümü destekleyen ve barış mücadelesi veren kesimlerin CHP’ye yönelik operasyonlara karşı çıkması, CHP’nin demokrasi mücadelesini desteklemesi çözüm sürecine de büyük katkı sağlayacaktır.

Bahçeli’nin çıkışıyla başlayan bu sürece dahiliyetin sadece siyasi partilerle sınırlı kalmaması, barıştan yana tüm kesimlerinin sorumluluk olması barışın toplumsallaşması açısından belirleyici olacaktır. Çözüm sürecinin meclis çatısında hukuki güvenceye alınmasının daha geniş kesimlerin dahiliyetini teşvik edeceği söylenebilir. Farklı kesimlerin konuyla ilgili görüşlerini, eleştiri ve önerilerini dile getirebilmesi; insanların yargılanma, tutuklanma korkusu olmadan kendilerini özgürce ifade edeceği demokratik bir zeminde gerçekleşebilir. İfade özgürlüğü önündeki her türlü engelin ortadan kaldırılması bu zeminin kurulabilmesi ve barış sürecinde geniş kesimlerin sorumluluk alabilmesi için elzemdir.