Şubat 2021 ortalarına geldiğimizde kovid-19 nedeniyle hayatını kaybeden Amerikalıların sayısı, ülkenin II. Dünya Savaşı’nda yaşadığı can kaybını (405.400 kişi) geçebilir. Mayıs ortalarında ise 655.000 kişinin öldüğü İç Savaş’tan ve tahminen 675.000 kişinin öldüğü İspanyol gribi salgınından daha fazla Amerikalı ölmüş olabilir.

Yine de büyük ölçüde ABD’nin kendi kendine bir felakete dönüştürdüğü kovid-19 salgını, ülkenin son birkaç haftada ışık hızıyla ilerleyen politik çözülüşünün gölgesinde kalabilir. Zira bir zamanlar büyük şöhrete sahip olan ABD’de iktidarın seçimle el değiştirmesi, başlarında başkanlık seçimlerinin sonuçlarını kabullenmeyi reddeden liderleri olmak üzere kaz adımlarıyla yürüyüşe geçen geniş bir seçmen kitlesinden çok sert bir darbe yedi.

Joe Biden bu aralar başkanlık koltuğuna oturabilir. Fakat Donald Trump’ın efsunladığı 74 milyon Amerikalının gözünde gayrimeşru bir başkan olarak kalabilir. ABD, Almanya’nın talihsiz Weimar Cumhuriyeti’nin[i] yolundan gittikçe gelecekteki seçimlerin kaderine ciddi anlamda sokak savaşlarıyla karar verilebilir. Kongre binasının Trump yanlısı bir güruh tarafından şiddet yoluyla basılması,  gelmekte olan kriz hakkında fikir verdi.

ABD’de krizin oluşumu on yıllar öncesine dayanıyor; kovid-19 sadece bu krizin dramatik sonucuna doğru gidişini hızlandırmış oldu. Söz konusu krizin açıklanması açısından beyaz-üstünlükçülüğün evrimi merkezi bir öneme sahiptir. Beyaz-üstünlükçülüğü, Cumhuriyetçi Parti’nin “Güney Stratejisi”[ii] ve “köpek düdüğü politikası”[iii] dolayımıyla 60’ların sonlarından bu yana başarıyla kullandığı bir durumdur. Amaçlanan, Cumhuriyetçi Parti’yi, Beyaz-olmayan Amerikalıların demografik ve kültürel olarak genişlemesiyle bilinçaltında kendini tehdit altında hisseden ırksal bir çoğunluğun temsilcisi haline getirmekti.

Cumhuriyetçilerin Beyaz tabanını konsolide etmesine ilave bir katkı da Demokrat Parti’nin, Clinton’dan Obama’ya “Üçüncü Yol Demokratlarının[iv]” neoliberal politikaları meşrulaştırıp teşvik etmesi sonucunda Beyaz işçi sınıfı tabanını terk etmesinden geldi. Franklin Delano Roosevelt’in bir araya getirdiği, bir zamanaların güçlü Yeni Düzen Koalisyonu’nun taşıyıcı sütunuydu Beyaz işçi sınıfı.

Pozisyon Değiştiren Amerika

Neoliberalizm, ABD’nin eşzamanlı ve görünüşe bakılırsa geri çevrilemez ekonomik krizinin merkezindedir. Sermayenin en düşük maliyetli işgücünü serbestçe aramaya girişmesi halinde, ABD ve başka herkesin olası dünyaların en iyisinde yaşayacağımızı vaaz eden neoliberal ideoloji, imalat kapasitesi ve işlerin Çin’e ve Küresel Güney’de başka yerlere nakledilmesini haklılaştırdı. Böylece ABD’de hızlı bir sanayisizleşme gerçekleşti; 1979’da imalat sektöründe çalışanların sayısı 18 milyonken 2009’da 12 milyona düştü.

2008’deki Wall Street krizinden çok önce, kapitalist küresel üretim sisteminin devleri olan tüketici elektroniği, ev eşyası, makine araçları, otomobil parçaları, telekominikasyon donanımı ve başka ürünler üreten kilit Amerikan sanayileri Çin’e nakledilmişti.

Yüksek ücretli imalat işçilerinin ve beyaz yakalıların işleri başka yere nakledilince ABD dünyanın en eşitsiz ülkelerinden birine dönüştü. İktisatçı Thomas Piketty’yi şunları söylemeye sevk eden bu durumdur: “Şunu vurgulamak istiyorum ki ‘çöküş’ sözcüğü … bir abartma değil. 1960’tan 1980’e kadar gelir dağılımında altta yer alan yüzde 50, ulusal gelirin yaklaşık yüzde 20’sine sahipti. Fakat 2010-2015’te bu pay neredeyse yarı yarıya azalarak yüzde 12’ye düştü. En üstteki yüzde 1’lik kesimin payı ise karşıt yönde hareket ederek yüzde 11’e yakın bir orandan yüzde 20’nin üzerine çıktı.”

Trump, Wall Street’e bağlı hareket eden Demokrat Parti liderliğinin görmezden geldiği bu konuda bir fırsat kokusu aldı ve küreselleşme karşıtlığını 2016 seçim platformunun merkezi teması haline getirdi. Küreseleşme karşıtlığını, göçmen karşıtı retorik ve Siyah karşıtı “köpek düdüğü” çağrılarıyla birleştirerek Beyaz işçi sınıfı içinde bir taban edindi. Beyaz işçi sınıfı, daha 1980’lerdeki Reagan döneminde ırksal bir temelde bu politik çizgiye kayma işaretleri veriyordu.

İşin ironik tarafı şu ki neoliberalizmin ideolojik inancı ile şirketler Amerikası’nın fahiş kâr açlığının bir araya gelmesi, Çin’in devlet yönetimindeki ekonomisini “dünyanın imalathanesi” durumuna getirdi. Böylelikle, Çin’i ABD ve Avrupa’nın yerini alarak küresel sermaye birikiminin yeni merkezine dönüştüren, sadece 25 yılda yoğun bir sanayi üssünün yaratılmasına katkıda bulundu. Sürekli yükselen yaşam standartları vizyonu ile Çin’in 1850’lerin ortalarından 1950’lerin ortalarına dek süren “utanç yüzyılını” sonsuza dek geride bıraktığı yönündeki ulusal gururu birleştiren bir ideolojiyle milyonlarca Çinliye güven aşılayan Xi Jin Ping yeni Çin’in nabzını elinde tutuyor.

Amerika’nın İdeolojik Dermasızlığı

İdeolojik olarak motive olmuş Çin nüfusu, kovid-19’u kontrol altına alma becerisinin Çin’in otoriter yönetim yöntemlerinin üstünlüğünü kanıtladığına inanarak koronovirüs krizinden çıkarken, ABD toplumunun mevcut ruhunu belki en iyi William Butler Yeats’in şu ölümsüz dizeleri yakalıyor: “Yoğun bir tutkuya kapılmış kötüler / Ama inançtan büsbütün yoksun iyiler.”[v] Amerikan ideolojisi -ve gerçekten Amerikan ideolojisi diye bir şey var- Amerikalıların kendi arasında da derin bir inandırıcılık kaybı yaşıyor.

İki ilksel inanç bu ideolojinin zeminini oluşturur ve her ikisi de geri döndürülemez şekilde erozyona uğradı: Birisi “Amerikan Rüyası”, diğeri de “Amerikan İstisnacılığı”[vi]

Amerikan Rüyası, belki göçmenler nezdinde olmasa da uzun süredir parıltısını kaybetmiş durumda. Soldakiler açısından bakıldığında, Amerikan Rüyası’ndan şimdilerde sinik bir duyguyla, neoliberal, işçi karşıtı politikaların yok ettiği, sınıfsal yükselmenin nispeten mümkün olduğu kayıp bir Altın Çağ olarak bahsediliyor. Aşırı sağda yer alanlara gelince, onların gözünde Amerikan Rüyası, her türlü pozitif ayrımcılık programıyla[vii] liberaller tarafından Beyazlardan alınıp ırksal ve etnik azınlıklara verilmiştir. Trumpçı karşı-devrimin alt-metni gerçekte, Amerikan Rüyası’nın, sınıfsal yükselmeyi sağlayan parlak imkânların onu hak eden sahiplerine, yani Beyaz Amerikalılara ve yalnızca onlara iade edilmesiydi.

Amerikan İstisnacılığının, yani ABD’nin Tanrı’nın anavatanı olduğu  fikrinin iki versiyonu oldu. Her ikisi de çok sayıda Amerikalı nezdinde uzun süredir itibar kaybetti.

Bu düşüncenin, eski Dışişleri Bakanı Madeline Albright’ın deyişiyle  Amerika’nın “vazgeçilmez ülke” olarak tanımlandığı liberal versiyonu vardır. Buna göre, ABD dünyanın geri kalanı için bir model işlevi görür. Bu işlevin Amerika’nın “yumuşak gücü” olduğu varsayılır. Frances Fitzgerald bu konuda şunları söyler: “ABD’nin misyonunun dünyada demokrasiyi kurmak olduğu düşüncesi, 1950’lerde Amerikan siyasetinde üzerinde uzlaşılmış bir ilke haline geldi”, öyle ki “demokrasinin, yani özel mülkiyet ve sivil özgürlüklerle birleşmiş seçimlere dayalı demokrasinin, ABD’nin Üçüncü Dünya’ya sunması gereken model olduğu farz edildi. Demokrasi sadece komünizme karşı olmanın temelini sağlamakla kalmayıp bu karşıtlığın başarılı olmasını garanti etmek için pratik bir yöntem de sağladı.”

Soğuk Savaş liberalleri, gerekirse silah zoruyla demokrasiyi yaymanın ABD’nin sorumluluğu olduğuna inandılar. Vietnam Savaşı’nın başlamasıyla ABD’de Yeni Sol’un tarihsel doğuşuna yol açan, bu ihtiraslı projenin korkunç sayıda insanın canına ve ulusların egemenliğinin ihlaline mal olmasıydı. ABD’nin Irak’ı işgalini haklılaştırmak amacıyla bu misyoner demokrasiyi diriltme çabaları, gerek yurtiçinde gerekse küresel düzeyde yaygın bir tepkiyle karşılandı.

Amerikan İstisnacılığının muhafazakâr versiyonu ilk defa, 1980’lerin başında Ronald Reagan’ın Birleşmiş Milletler’deki (BM) büyükelçisi Jeane Kirkpatrick tarafından dile getirildi. Kirkpatrick, ABD’nin benzersiz ve istisnai olduğunu ve diğer ülkeler onu besleyecek kültürel koşullardan yoksun oldukları için Amerikan demokrasisinin ihraç edilecek bir şey olmadığını söyledi. Böylelikle, ABD’nin, Filipinler’in Ferdinand Marcos’u ve Şili’nin Augusto Pinochet’si gibi diktatörlere olan desteğine haklı bir gerekçe sundu.

Donald Trump sağın ideolojik mirasını kendine mal ettiğinde, sadece ABD’ye özgü olduğu düşünülen unsurların arasından demokrasi çekip alınmıştı. Ağustos 2020’deki Cumhuriyetçi Parti toplantısında yaptığı fanatizm derecesindeki göçmen karşıtı ve polis yanlısı konuşmada “demokrasi” sözcüğü bir kere bile geçmedi. Trump’a göre, Amerika’ya mahsus olan toprağın ve Batı’nın Beyaz “çiftlik işçileri ve madenciler, kovboylar ve şerifler, çiftçiler ve göçmenler” tarafından fethedilme ruhuydu. “Wyatt Earp, Annie Oakley, Davy Crockett ve Buffalo Bill” gibilerin mümkün kıldığı beyaz bir dünyaydı bu. Belli ki Trump’ın çocukken sevdiği bu TV kahramanları ne Beyaz olmayanlara ne de dünyanın geri kalanına pek hitap etmedi.

Başka Bir Kutsal Kurum Tehdit Altında

Kongre binasının basılmasıyla gayet canlı şekilde gözler önüne serilen Trump’ın demokrasiye direnişi ve Cumhuriyetçi tabanın onun çağrısına uyarak yürüyüşe geçmesi, önümüzdeki dört yılın kontrolsüz bir politik çatışma dönemi olacağını gösteriyor. Sivil politikacılar politik kilitlenmeyi açmak konusunda gittikçe başarısız oldukça kutsallaştırılan bir başka Amerikan kurumu da pekâlâ son bulabilir: ülkenin askeri liderliğinin sivil otoritelere tabi olması.

“Siyasi istikrar” adına askeri müdahaleyi düşünülemez bulanların, süregiden geniş bir taban desteğiyle son birkaç ayda Trump’ın Amerikan politik geleneklerine ne kadar çok “düşünülemez” şey yaptığına bakması yeterli olacaktır. Ülkenin gurur duyduğu askeriyenin siyasete müdahale etmeme geleneğinin 1973’de bir askeri darbeyle son bulduğu Şili’ye bakmaları yeterli olacaktır. Şili’de yasal yollarla seçilen Salvador Allende’ye karşı sağcı kanadın direnişi demokratik süreci çıkmaza sürüklemiş, Patria y Libertad (Vatan ve Özgürlük) gibi paramiliter çetelerin başlattığı sert sokak çatışmalarının ardından askeri darbe gerçekleşmişti. Şili’nin o zamanki Patria y Libertad gibi paramiliter grupları, bugünün ABD’sinde Gururlu Çocuklar’a (Proud Boys)[viii], Amerikalı Nazilere ve Ku Klux Klan’a benziyor.

Son günlerde pek çok Amerikalı ve yabancı yorumcu, modern lojistiği icat eden bir ülke olan ABD’nin, 2020 sonunda 20 milyon kişiye kovid-19 aşısı yapılması planlanmışken sadece 4 milyon kişinin aşılanmış olması karşısında şok yaşadı. Oysa bir ülke derin  bir politik ve ekonomik krize battıkça muhtemelen daha önce “düşünülemez” sayılan daha da fazla şey gerçekleşecek ve ABD dünyanın geri kalanına daha fazla benzerken Amerikalılar da bizim gibi geriye kalan sıradan ölümlülere daha fazla benzeyecek.

Walden Bello: Foreign Policy in Focus’ta (FPIF) köşe yazarı olan Walden Bello, Bangkok merkezli Focus on the Global South adlı kuruluşta kıdemli analisttir. Aynı zamanda Binghamton’daki  State University of New York’ta uluslararası misafir profesördür. 25 kitabın yazarı olan Bello 2009-2015 arasında Filipinler Temsilciler Meclisi’nin üyesi olmuştur. 

 

[i]“Weimar Cumhuriyeti” adlandırması, 1918-1933 arasında kurulan Alman Federal Cumhuriyeti için kullanılır. 1924 ila 1929 yıları arasında Cumhuriyet nisbi bir refah dönemi yaşar. 1929 dünya ekonomik buhranı, Almanya’da hiperenflasyona ve çok yüksek işsizliğe yo açar. Aşırı sağcılar, Versailles Antlaşması’nın onur kırıcı koşullarına dönük ulusal tepkiyi kışkırtır. Bu kriz dönemi, Ocak 1933’de Adolf Hitler’in şansölye olarak atanmasıyla son bulur. Alman Parlamentosu (Reichstag) yangının ardından Hitler’e olağanüstü yetkiler tanınır. Sivil özgürlükler ve anayasal hükümetin işleyişi askıya alınır. Ardından Naziler iktidarı ele geçirir ve Weimar Cumhuriyeti son bulur. (Kaynak: Wikipedia İngilizce). -ç.n.

[ii] ABD siyasetinde “Güney Stratejisi”, Cumhuriyetçi Parti’nin Siyahlara karşı ırkçılığı öne çıkararak Beyaz seçmenler arasında desteğini artırmak için kullandığı seçim stratejisidir. Medeni Haklar Hareketi’nin ve Jim Crow yasalarının kaldırılmasının 1950 ve 60’larda güney eyaletlerindeki mevcut ırk gerilimini artırması üzerine, Cumhuriyetçi siyasetçiler, geleneksel olarak Demokrat Parti’ye oy veren Güney’deki çok sayıda Beyaz muhafazakâr seçmeni kendi partilerine kazandıran stratejiler geliştirdi. “Güney Stratejisi”, aynı zamanda Cumhuriyetçi Parti’nin çok daha sağa kaymasına yol açtı. (Kaynak: Wikipedia İngilizce). -ç.n.

[iii] İng. dog-whistle politics. Doğrudan Türkçe karşılığı olmayan bu kavram, ancak belli bir kesime hitap ederken dillendirilen ve onlar tarafından “şifresi çözülebilen” ince politik mesajları nitelemek için kullanılır. Örneğin, bir Avrupa ülkesinde bir politikacının açık ve makul bir tartışmaya girmeksizin “göç”, “göç” deyip durması gibi. Böylece kendi tabanında yabancı düşmanlığını körükler. Köpek düdüklerinin çıkardığı ses insanlar tarafından duyulmadığı için bu ifade kullanılıyor. (Kaynak. ekşi sözlük). -ç.n.

[iv] Üçüncü Yol, merkez sağ ve merkezci ekonomik programların bazı merkez sol sosyal politikalarla sentezlenmesini savunan politik yaklaşım. Üçüncü Yol, 1970’lerin sonunda neoliberalizm ve Yeni Şağ’ın yükselişiyle çelişen Keynesçi sosyal devlet politikalarının merkez sol ve ilerici hareketlerde tartışılmaya açılmasıyla doğdu. ABD’de Üçüncü Yol’un önde gelen savunucusu Bill Clinton oldu. (Kaynak: Wikipedia İngilizce). -ç.n.

[v] Çev. Aytek Sever, şiirin tamamı için bkz: http://www.isaretatesi.com/pano/yeats-siirleri/

[vi] İng. American exceptionalism.

[vii] İng. Affirmative action programs. Pozitif ayrımcılık programları, ABD’de ırk ayrımcılığının olumsuz etkilerini telafi etmek üzere istihdamda, yüksek öğretimde ve kamu ihalelerinde sınırlı şekilde azınlık gruplarının tercih edilmesini öngören uygulamalardır. Pozitif ayrımcılık programları, medeni haklar hareketinin kazanımlarından biri olarak Başkan Lyndon Johnson (1963–69) tarafından başlatıldı. Sonraki yıllarda kadınları, Kızılderilileri, latinoları ve diğer azınlıkları kapsayacak şekilde genişletidi. Buna karşın, 1970’lerin sonlarından itibaren günümüzde daha da hızlanan bir karşı-hareket yaşandı ve sık sık mahkemelere başvurularak çeşitli alanlarda azınlıklara ayrılan kotaların iptal edilmesi için davalar açıldı. Yüksek Mahkeme, bazı alanlarda uygulanmakta olan kota ve benzeri uygulamaları iptal etme yoluna gitti. (Kaynak: Britannica). -ç.n.

[viii] “Gururlu Çocuklar” (Proud Boys), ABD ve Kanada’da politik şiddet olaylarına girişen, sadece erkeklerden kurulu, aşırı sağcı, neo-faşist politik bir örgütlenmedir. Gruba göre, erkekler ve Batı kültürü kuşatma altındadır. Beyaz nüfusun bilinçli olarak azaltıldığı yönündeki “Beyaz soykırımı” komplo teorisinden bazı unsurlar içerir. Grup son yıllarda başta Oregon, Washington ve New York’ta olmak üzere birçok şehirde şiddet içeren sokak mitinglerinde Antifa (anti-faşist hareket) ve diğer sol gruplarla çatıştı. Bu grupların üyelerine şiddet uyguladı. (Kaynak: Wikipedia İngilizce). -ç.n.