– Seni tanıyabilir miyiz?

Şirazi Surmuş, Diyarbakır Silvanlıyım. Dicle Üniversitesi Konservatuvarı mezunu, Türk Halk Oyunları Federasyonu Diyarbakır il temsilcisiyim. Yedi yaşımdan beri bu işle ilgileniyorum. Dansçılığın yanı sıra dans hocalığı, şimdi de halk oyunları federasyonu hakemliği yapıyorum. Yine bununla ilgili, halk oyunları, halk bilimiyle ilgili araştırmalarım var.

– Bu bölgede köçek kime denir?

Köçek, toplu oynanan, insanların el ele tutuşurken oynadıkları oyunlardan bağımsız, kişinin tek başına müzik eşliğinde yapmış olduğu bireysel hareketler, performansa dayalı sololardır. Tabii müzikle bütünleşerek, müzikle uyum içinde, tamamen yerinde oynanan oyunun dışında yapılan hareketlerdir.

Köçek ismi eskiden Diyarbakır’da kullanılmıyordu. Orta Anadolu ve Karadeniz’in belli bölgelerinde zil ile karşılıklı oynayanlara köçek denir. 1940-50’lerde Bahçeci Şevket Ağa, Diyarbakır Musiki Derneği‘ni kurduğu zaman, müzisyenleri topluyor, sonra da Milli Halk Oyunları Grubu’nu kuruyor. Bu ekip resmî bayramlarda oynamaya başlıyor. Profesyonel değillermiş, zamanla şalvarlı yelekli, Türk bayrağı amblemli millî bir ekibe dönüştürülmüşler.

Sergovendler/halay başı/solocular da Şükürlü Velo, Küpeli Miho, Botî Reşo gibi eski solo üstatlarını örnek alarak halay sırasında öne çıkıyorlar. Halk da bu hali zamanla kabullenmiş, böylece halkın malı olmuş, gelenekselleşmiş.

Şükürlü Velo
Botî Reşo

– Bu isimlendirme 1950’lerden sonra başladı diyorsun. Maharetli halaycılar eskiden beri köylerinde zaten sergovend’lik/solo performanslar icra ediyorlardı değil mi?

Evet ama sistem haline gelmemişti. Köçek ismi nereden geldi dersen; o zaman televizyon yok bir şey yok. İnsanlar nereden duydular, nasıl duydular, ne şekil geldi belli değil. Şu an akademik dilde solo dans diye geçiyor ama halk dilinde köçek kelimesi kullanılır. Buradaki köçekler Kastamonu’dakiler gibi kadın kılığına girmiyorlar.

– Bu coğrafyada köçeklere hangi bölgelerde rastlanılıyor, kendilerini köçek olarak mı adlandırıyorlar, yoksa isimlendirmeler farklı olabiliyor mu?

Diyarbakır, Bingöl, Batman, Urfa, Malatya ve Adıyaman’da rastladım. Köçek diyorlar ama bu son dönemlerde akademik dil yaygın olduğu için solo diyorlar. Urfa’da gevende olarak adlandırılıyor.

Gevende sözünü köçekler için mi kullanıyorlar, yoksa Çingeneler için mi?

Urfa’da köçeklik daha çok gevende’ler yani “Dom”lar (1) (genel kabul gören teoriye göre, Hindistan’dan yola çıkan Çingene kabileleri üç koldan yayılıyorlar; Trakya’ya gidenlere Romlar, Kafkasya’ya gidenlere Lomlar, Mezopotamya’ya gidenlere Domlar deniliyor) tarafından yapıldığı için bu isim kullanılıyor. Biz Çingene de Dom da diyoruz. Bizim Domlar genellikle müzik icra ederler. Bir tek duyduğum Davulcu Fexo; hem davulcuymuş hem de iyi bir solocu/köçekmiş.

Rebab çalan Domanî müzisyen

Mırtıb kelimesi kullanılıyor mu?

Onların işleri farklı. Bazen karıştırıyorum, Mırtıvlar sepet satıyor, Qereçîler de dişçilik. Domlar ise müzikle ilgileniyorlar.

– Köçek (sergovend) tek başına da ortaya çıkar mı?

Aslında ayıptır. Ayrıca iyi bir oyuncu mutlaka kolunda başka bir iyi oyuncu ister. Kolunda rahat hareket edebileceği, ona uyum sağlayabileceği… Halay başına sergovend deniliyor. Ekip sonuna da boçik (kuyruk) derler. Boçik’ın en önemli kuralı ev sahibine ait olması. Misafirperverlik ön planda olduğu için misafir sonda bırakılmaz. Ev sahibi hemen koşar, diyelim ekip başı ceketini çıkaracak, ev sahibi koşar ceketini alır, ona hürmet eder. Ya da elinde havlu vardır bekler, oyuncu terlerse gider terini siler. Dolayısıyla çok hürmet gören bir işti köçeklik fakat şimdi öyle değil.  Eskiden bir köy düğününe gittiğimiz zaman oynadıktan sonra mutlaka havlumuz ve misinle suyumuz getirilirdi. Düğün sahibi elimizi yüzümüzü terimizi kuruturdu. Halen buna değer veren insanlar var ama çok gereksiz görenler de var.

Sergovend’lerde müziğe teslimiyet çok önemli. Eğer müzik iyiyse kendini müziğe teslim ediyorsun. İyi müzisyen zaruri…

– Ne demek iyi müzisyen?

Zurnacı rehmetli Xalê Mehmud vardı mesela. Kimisi ona ozan kimisi âşık derdi. Çok üretken, doğaçlamacı bir zurnacı idi. Solo dans doğaçlama müziklerle yapılır. Yerinde, ekiple birlikte mendilini, omzunu sallarsın, müzik doğaçlamaları ile havaya girer, köçek karakterine bürünürsün.

– Hangi makamlar doğaçlamalar için daha elverişlidir?

Saba, rast, hicaz fark etmez. Zurnacılık genellikle babadan oğula geçmiştir. Eğer sanatçı ise, öğrendiklerinin üstüne bir şeyler ekler. Davul ve zurnayı genellikle Domlar dışında kimse çalmaz, varsa da sonradan sahnede çalmak, para kazanmak için öğrenmiştir.

– Köçekle müzisyen arasındaki ilişkide “şöyle çal, böyle ritim at” gibi bir durum var mı? Ne tür terimler kullanıyor, nasıl anlaşıyorsunuz?

Mesela benim zurnacım Xalê Mehmud’un oğludur, benim hangi makamı istediğimi bilir. Artık alışmışız birbirimize. Örneğin diyorum bana “Sêva Heciya” çal, yani makamın bir ismi var (2) (Makam burada melodik gezinti kalıpları anlamındadır. Bazen yorumlayan insanların ismiyle de anılıyor). Mesela Ehmedê Mîralî var, oynadığı zaman zurnacı çalamazsa oyunu bırakıp yanına gidiyordu. Kulağına eğilip bana şu makamı çal diyordu. Zurnacı hemen o makama geçiyordu. Bazen dört beş halay grubu oluşurdu eskiden. Düğünlerde her bir grubun başında iyi bir oyuncu vardı. Liderlik özelliği de taşıyordu bunlar. Mesela Xalê Ehmedê Fotêrlî varsa, diğer başta Şükürlü Velo, diğer başta Botî Reşo, diğer başta Ehmedê Îzolî olurdu.

Oyuncularda gruplaşmanın önemi şudur; dediğim gibi iyi bir oyuncu, karşısında iyi bir oyuncu ister. Birbirlerinden feyz alırlar, atışırlar. Herkesin iyi olduğu bir alanı vardır. Yani halayımı oynarım gelirim, ondan sonra davulu karşıya gönderirim. Davulcu karşıya gider, adam benden feyz aldı ya, onun da kendini göstermesi lazım. Tüm köçekçiler birbirlerinden feyz almışlardır. Ben hayatımda üç insanı örnek aldım, biri şu an Avrupa’da olan dayım Nimet, ikincisi iyi bir govend’ci olan rahmetli Cin Ali, üçüncüsü iyi bir köçek olan hocam Mahmut Altınboğa. Benim soloda hayranlıkla baktığım insanlardır bunlar, biraz hayranlıktır bu iş. Röportaj yaptığım hocalara bu işe niye girdiklerini, kimden feyz aldıklarını sorduğumda, işte falan düğünde Mihemed Elî’yi gördüm, benim de hevesim vardı, sonra onun gibi yapmaya başladım, diyorlardı. Mesela biz Kuruçeşme’de yaşıyorduk, bakıyorduk davul sesi geliyor, o yöne doğru gidiyorduk, ta Peyas’a kadar yürüyorduk. Şehir küçük o zamanlar, bir yerde davul çaldığı zaman diğer mahallede duyulurdu. Bizim eskiler o kadar profesyonel olmuşlardı ki davulun sesi geldiği zaman, bu çalan Fexo’dur ya da Nizo’dur, derlerdi. Mesela Kafır Nizo derdik, çubuğu (şivik) öyle bir sektiriyordu ki âdeta keleş sesine benzetiyordu.

Nimet
Cin Ali

– Dayın neden bıraktı, kaç yaşında?

Dayım 50 küsur yaşında ama siyaseti tercih etti.

– Köçeklik sadece düğünlerde mi sergilenir, divanlar da kuruluyor muydu? 

Divan dediğimiz oda oyunları düğün akşamları olur. Yine insanların bir araya geldiği özel ortamlarda da oda oyunlarımız vardı. Mesela hayvanın bir kemiği vardır, zara benzer. Onunla hırsız-polis oynarlardı. Şarkı söyleme de genelde düğün akşamları olurdu.

– Yani divanda solo dans olmuyordu?

Merkezde Welîme geceleri dediğimiz gelenek vardı. Eskiden hamur yoğrulurken komşular bir araya gelir, inceltilen o hamuru birbirlerine atarlardı. Sohbet vardı, şarkı söyleme vardı. Mahallenin bir problemi varsa erkekler tartışırlardı ne yaparız ne ederiz diye. Kadınlar kendi aralarında şarkı söylerlerdi. Yine kız beğenme vardı. Divan dediğimiz olay Kürtlerde çok yoktu. Suriçi’nde vardı, Suriçi çok farklıdır. Sonuçta Diyarbakır Osmanlı’nın büyük bir vilayetiydi, burada Osmanlı’nın memurları var, ileri gelenlerle bir araya gelirlerdi. Cümbüşler çaldığı zaman insanlar kol kola girip oynamışlar. Şarkı da söylemişler, oynamışlar da. Ama dansözlük hiç olmadı, Arap kültürüdür, buraya hiç gelmedi. Oyunları müzikleri geldi buraya, kıyafetleri de geldi ama dansözlük gelmedi.

– Köçekler genelde kaç yaşına kadar devam ederler?

Eroin gibidir, damara girdi mi vazgeçemiyorsun. İyi bir davulcu-zurnacı varsa mesela, bazen o meydanda oynamamak için sen ne kadar naz yapsan da kalkıyorsun oynuyorsun, içindeki stresi atıyorsun. Mesela ben oynadığımda tüm dünyamı kaybediyorum.

– Nasıl bir ruh haline giriyorsun, bu heves çocukluğundan beri var mıydı?

Halk oyunlarına yedi yaşında, ilköğretim okulunun ikinci sınıfında başladım. Dayımız halk oyuncusuydu, ben dayımı kendime idol olarak gördüm. Birilerini örnek alırsın ama kendi tarzını yaratman lazım. İdol olmak için bu önemlidir.

– Kendi tarzını nasıl yaratıyorsun? Mesela diyorsun ya “yılan gibi dans ediyor”. Dans ederken sende de bu haller oluyor mu?

Bende yok ama mesela Xalê Ehmed’de meddahlık yaptığı için olmuş. Cin Ali iyi bir oyuncuydu ama müzik kulağı yoktu. Müzik kulağı olmadığı için işte o tarz şeylere gidebiliyordu. Bazen ritimden çıkıyordu.

– Bu kötü bir şey mi iyi bir şey mi?

Normalde bize göre, akademik baktığımız zaman iyi bir şey değil. Ama oyun ona yakışıyordu, yakıştırıyordu kendine. Belki o da bir tarzdır, bilinenin dışına çıkmak. Bunu bilinçli yapmıyordu, bilinçli yapsa dersin eyvallah fakat bilinçli yapmıyordu. Biliyorduk, uyuşturucu kullanıyordu, içmeden oynamazdı.

– İç ritminiz nedir? Bu soruyu şundan soruyorum: Mesela Delîlo/Giranî oyununda davul 4/4’lük atarken zurnacı üçlemeler yapar, aslında 6/8 ile 4/4’lük bir arada çalınır. Yani siz köçeklerin, çalan müzikten farklı bir iç ritminiz var mı demek istedim. Farz-ı misal, davul ağır bir hava çalarken köçek kontrast bir ritim tutturabiliyor mu?

Oluyor bazen. Bakıyorsun eserden çıkmış tamamen, o da kendini kaybetmiş, uzun hava tarzına geçmiş, tekrar makama devam etmiştir. Şöyle bir şey de var, mesela halay başı halay başındayken bile solo yapıyor. Herkes aynı ayak vuruşunu vururken, halay başı farklı bir ayak vuruşuyla, ritmin dışına çıkmadan aynı dediğimiz şekilde. Mesela 2/4 üzerine 5 de vurabilirim. Biraz da maharetle ilgili bir şeydir.

Ekip başı Şirazi Surmuş

– Flamenko dansçıları gibi ayak sesi kullanılıyor mu?

Davul çalınca ayak sesi çok gelmez ama dediğiniz tarzda yok. Sadece bazı hareketleri göstermek için ayağını sağlam vuruyorsun, özellikle topuk ile.

– Yani müzikler değişiyor sürekli ama ne değişmiyor?

Mesela ozandır yapmış. Rahmetli Xalê Mehmud keklikle atışmış. Keklikle atışıp Giranî halayında dilli kaval ile bir kaide ortaya çıkarmış. Eskiden düğünlerde dilli kaval erbane/def ile birlikte çalınırdı.

– Diyarbakır’da rebab çalınıyor mu?

Ağırlıklı değil, Mardin tarafına gittikçe… Merkezde çok yok.

– Diyarbakır davulu büyük mü olur?

Özünde büyüktür fakat şimdi küçülmüş. Adıyaman’ın çok büyüktür ama insanlar artık Gaziantep’ten, Malatya’dan davul istiyorlar. Malatya’nınki de normalde büyüktür ama son dönemlerde boyut boyut çıkarmışlar. Artık davulcular da rahatlığa alışmışlar. Naylon olan çıkmış ya bu plastik olan. Alman derisi denilen bunların en kalitelisi, deri görünümlü. Orijinalinde tokmak tarafı kuzu, çubuk tarafı keçi derisindendir. Davulcuma çalışmada naylon ama yarışmada derili olanı çalacaksın diyorum ki sesi tok çıksın. Nizo o deriyle de hayvan derisi sesi çıkarabiliyordu. Bu da onun gerçekten iyi bir ritimci olduğunu gösteriyordu. Mesela Diyarbakır’da Mala Ehmo dediğimiz aile bu işin piridir. Domdurlar, ailecek davul-zurnacıdırlar. Bugün elektro bağlamacıların çaldığı Giranî ezgiler (motifler), Govend ezgileri, Heranî ezgileri onlarındır.

– Elektro bağlama demişken, sen nasıl buluyorsun bu yönelimi? Elektro bağlama ile oynayabiliyor musun?

Silvanlı Memocan çok iyi. Belki zurnanın sesini çıkaramıyor ama duyguyu o kadar güzel veriyor ki Giranî’de, Govend’de ya da Heranî’de. Seni teslim alıyor zaten.

– Yani bağlama ile oynamayı seviyorsun.

Evet, ama bağlama ile çift davul olacak. İçine org ya da bateri girerse olmaz.

– Çok acayip bateri çalanlar da var. Davul ile bateriyi birlikte kullanan orkestralar da var.

Govendciler org istemezler. Bize bateri ile davul çalınsın yeter. Varsa çift davul çalınsın. Bağlamaya bunlar eşlik etsin yeter. Sanatçı şarkı söylediği zaman orgdan altyapı ister o ayrı bir şey.

– Çünkü o durumda işin içine metronom giriyor artık, aslında siz ritmi kendinize göre çekip hızlandırıyorsunuz.

Önemli olan ritmin metronomunun makam ve ezgiye uygun olması. Mesela bizde davulcu zurnacıya uymak zorundadır. Eğer davulcu, zurnanın önünde giderse, bir tık üste çıkarsa zurnanın duygusu gider, makamın ağırlığı gider. Mesela bizde el işaretleri oyun geçişleridir. Tek parmak kaldırdığın zaman Keşeo’dur. Mendil elinde iki sefer işaret verdiğin zaman Giranî’dir. Elini aşağı yukarı kaldırdığında Govend’dir. Tek vuruş-yumruk yapmak Heranî’dir. İki parmak Çift Ayak’tır. Bunlar müzisyenlerle yaptığımız beden dilidir.

– Köçekler serbest havalarda da oynarlar mı?

Bizde yok. Helebî dediğimiz tarz, dediğine benzer. Maraş, Antep, Hatay tarafında rastlanılır. Mesela Antep’te zurnacı arada uzun hava dolaşır, başka bir yere gider. Bizde sadece oyun başlamadan önce oyuncular toplanana kadar zurnacı saba ya da bir rast uzun hava dolaşır. Ondan sonra gelir ekip başı (sergovend) hangi oyunu istiyorsa işaret yapar ve oyun başlar. Ekip başı düğünü yönlendirendir. Giranî’sini oynadı doymadı, bir tur attı doydu, canı halay mı oynamak istedi, sondaki halay istemiyor mu çok önemli değil, baştaki istiyorsa halay atılır. Çünkü baştaki insan genelde davetlidir zaten, misafirdir. Misafir olduğu için misafirin istekleri karşılanır. Herkes gittikten sonra düğün sahibi kaldığı zaman ailecek girerler artık halay mı oynarlar, çiftetelli mi oynarlar o onların bileceği şeydir.

– Bu bölgenin bütün oyunlarını biliyor musun?

Evet biliyorum. Bana göre en güzel halay Elazığ Dik Halay’dır. Çünkü bizim Silvan Halayı’na benzer, aynı aralıktadır, yormaz, saatlerce oynanabilir. Çok özgündür, çeke çeke çalarlar, kıvamında gider. Mesela bizde artık öyle bir şey olmuş ki sen ortadasın ve gider (ritim) 2/4’tür. Sen ileriye hamle yaptığın zaman bakıyorsun davul Kadın Halayı’na el atar, bu kadınlara çalınan ya da Tek Ayak dediğimiz oyundur. Son dönemde böyle bir moda oluştu, halk tarafından kabullenildi. Bunun önüne çok geçemeyiz, yeter ki kültürü devam ettirsinler. Halk biliminin alt kolları vardır, arkeoloji, edebiyat, moda gibi. Derpê-kiras’tan bugün dar paça pantolona gelmişsek bu, modanın bize vermiş olduğu bir şeydir. Yirmi otuz yıl sonra İspanyol paça ile sahneye çıkmayacağımız ne malum.

– Erbane/def kullanılıyor mu?

Eskiden vardı. Zilli idi. Çünkü erbaneci iyiyse zili kullanmayı da iyi bilir, sadece çalmakla yetinmez.

– Eskiden dünyevi müziklerle ruhani müzikler birbirinden bu kadar ayrılmamıştı, daha geçişkendi. Birçok oyunun da o ruhani törenlerden çıktığı söylenir. Mesela Hakkari’de bazı iyi dengbêj/stranbêj’ler iyi hafızlık da yaparlar. Diyarbakır’da iyi dengbêj’ler var mı?

Farê köyünden rahmetli Huseynê Farê, Seyîdxanê Boyaxçî, yanılmıyorsam merkezdendi. İyi bir dengbêj’di, halk tarafından seviliyordu, çok da iyi bir şakacıydı. Halk şakacıları sever. Bu halkın bir özelliği var, ne kadar halkın içinde olursan o kadar halkın gözünde büyürsün. Dini, rengi, ırkı fark etmez. Ne kadar çok manavda, kahvede, sokakta halkın içinde olursan o kadar çok sevilirsin. Seyîdxanê Boyaxçî de böyleydi. Gündelik hayatını sanatçılığına uyarlamayı severdi. Onun dışında Diyarbakır’da çok iyi dengbêj’ler yok aslında, dengbêj’ler Serhadlıdırlar. Silvan’da iyi dengbêj’ler var ama keşfedilmediler.

  • Diyarbakır düğünlerinde müzik-dans ilişkisine dair genel bir değerlendirme yapabilir misin?

Biliyorsunuz Amed’de çok çeşitli kültürler yaşamış. Ermeniler, Süryaniler, Araplar, Keldaniler, Kurmanclar, Zazalar, Aleviler, Türkler. Mesela Alevilerin ciddi anlamda müzikte etkisi olmuş. Bismil’in birçok köyü Türkmen, zamanında Dicle nehrini takip ederek gelip Bismil’e yerleşmişler. Şimdi birçok ırk ve kültürün bir arada yaşayıp birlikte yarattıkları kadim bir kültür mevcut. Kıyafetinden, oyunundan, şarkısından, çalgısından, yemeğinden bu etkileşimi görebiliriz. Mesela biz bugün bu anlamda Ermenilere çok şey borçluyuz. Ayakkabıcılık onların mesleği, Diyarbakır’ın ünlü kadayıfı onların mesleği, yine yemek kültürünün önemli bir bölümü, terzilik onların, marangozluk onların.

– Ermeniler Diyarbakır müziğini nasıl etkilediler?

Genellikle onların Suriçi’nde düğünleri olurdu. Çoğunlukla cümbüş ve darbuka kullanırlardı. Sezen Aksu’ya besteler veren meşhur Ara Dinkçiyan’ın babası Onnik Dinkçiyan varmış mesela, şu an Amerika’da. Davul-zurnayı pek kullanmazlardı. Biz Diyarbakır ağzıyla “keyfçi” deriz, keyfi seven insanlardı. Aleviler hakeza…

– Semahlarını Kürtçe mi söylüyorlar?

Şöyle, o kalmadı artık ama tek tük bazen düğünün ortasında semah dönüyorlar ama Türkçe. Düğünlerde de semah döndükleri olmuştur. Bazı Sünni düğünlerine Grup Tillo gibi ilahi grupları gelir, ilahi icra ederler. Devamlı olan bir şey değil, muhafazakâr kesimin düğünlerinde nadiren görülür. Ortaya bir perde çekilir, kadınlarla erkekler otururlar. Bazı köy düğünlerinde -Kürtlerde- bile öyleydi, kadın ayrı erkek ayrı oynardı. Misafirler gittikten sonra kadınlar gelir eşlerinin, kardeşlerinin eline girerler. Bizim kültürde din ister istemez bu işi çok etkilemiş.

– Türk köyleri var mı?

Türk köyleri var ama merkezde değil, genelde Çermik-Ergani taraflarında var. Biz onlara kendi aramızda Gakoş diyoruz. Onlarda en büyük etki yaratan Celal Güzelses’tir. Celal Güzelses 1940-50 yıllarında oluşturulan Diyarbakır Musiki Cemiyeti’nde Kürtçe şarkıları Türkçeye çevirmiş.

– Kendi müzikleri?

Biz duymadık, zaten çoğu Kürtleşti. Aşiretleri olmayan küçük ailelerdir. Kürtler ise daha çok Araplardan etkilenmişler. Mesela Dunik-Arabi oyunu Arap tesirlidir.

– Aşağıdan mı gelmişler?

Evet. Metînan bölgesi dediğimiz yer Karacadağ’ın eteklerinden, Siverek’ten başlar, Viranşehir’e kadar devam eder. Diyarbakır’ın çokkültürlü olmasının bir sebebi de Diyarbakır merkez dışındaki ilçelerin sınır bölgelerle ilişkisidir. Metînan dediğimiz bölge biraz da Urfa gibidir. Silvan Serhedîdir (3) (Kürtlerin Van, Muş, Kars şehirlerini içine alan bölge için kullandıkları isim), Xerzanî’dir (4) (Bitlis, Batman ve çevresi). Bu etkileşimi dans ve müziklerinde hissederiz. Diyarbakır-Bingöl hattına Amed bölgesi deriz, Bingöl ile Diyarbakır merkez birbirinden çok etkilenmiştir. Çünkü Bingöl tüm ticaretini Diyarbakır’dan yapmış. Bugün Diyarbakır’daki Bingöllü sayısı Bingöl nüfusundan daha fazladır. O zaman Bingöl daha yaylaymış, insanlar gelmişler buraya yerleşmişler ve etkileşim kaçınılmaz olmuş. Dediğim gibi, mesela bizde kol kola oynanan oyunlar var. Halaylarda hep aklımıza el ele oynama gelir ama bizde kol kola oyunlar da var.

– Köylerde düğünler halen üç gün mü sürüyor?

Kısmen. Düğün salonlarına geçiş ciddi anlamda kültürü ezdi. Örneğin eskiden damat tıraşı köy meydanında olurdu. Berber, makasının kesmediğini söyleyip bahşiş alırdı. Şimdi ise düğün salonlarında bunun yerini “bıçak yaş pastayı kesmiyor” almış, daha modern bir şeye gelmiş. Bütün kültürel faaliyetleri üç saate sığdırıyoruz. Sayısız oyunumuz varken, iki üç oyunla bütün düğünü bitiriyoruz.

Eskiden sabaş dediğimiz bir olay vardı. Diyelim ki köy meydanındasın, karşıdan bir grup misafir gelir. Davulcu gidip davuluyla karşılar, kendi kaldırıp takla atar, yere savurur. Sonra düğün sahibi başlar havaya sıkmaya, gelen de ona karşılık verir, düğüne geldim diye o da havaya sıkar. O davulcu da yaptığı hareketlerle, şakalarla gelenlerden bahşiş alır. Buna biz sabaş diyoruz. Berbangî vardı mesela, düğün kimde ise zurnacı güneşin doğuşunda düğün evinin damına çıkar, milleti çağırmak için serhewa denilen bir uzun hava çalardı.

– Diyarbakır repertuvarı dışında başka bölgelerin dans ve müziklerini de çalıp oynuyor musunuz? Ben burada rebab eşliğinde Mardin müziklerine de denk geldim.

Dêrik eskiden Diyarbakır’a bağlıydı. Çınar’da da rastlanır ama çoğunlukla Mardinlilerin düğünlerinde görürüz. Bizde davul-zurna merkezdedir. En özlü kültür erbane-bilûr/kaval, sonra davul-zurnadır. Erbane-bilûr kültürü düğünlerde yok oldu, günümüzde herkes düğünlere elektro bağlama götürüyor. Cihaz kuruluyor, elektro bağlama, bateri, davul, varsa org.

-Diyarbakır oyunlarını anlatabilir misin? 

Şimdi Diyarbakır’ın Keşeo dediğimiz çok özel bir oyunu var. Gayrimüslimlerden miras kalan bir oyundur. O zamanlar ağaların, beglerin, hatta keşe (keşiş) ve papazların oynadığı bir oyundur: “…Ax de loy loy Keşeo, Wax de loy loy File (Gayrimüslüm)…” Diyarbakır merkeze has bir oyundur. Yani bunu Ergani oynayamaz.

Ermeniler köylerde de merkezde de yaşamışlar. Merkezdekiler daha bir üst seviyedeydiler birçok konuda. Suriçi’nde yaşamışlar. Mesela nenem Aram Tîgran’ın, amcaoğlu olduğunu söylerdi. Çocukken bir imam yanına almış, iki kardeşlermiş, büyüğü ben kendime bakarım deyip gitmiş. Yani birçoğu öyle, sonradan Müslümanlaşmışlar. Keşeo özel bir oyundur. Genellikle toplumun en büyükleri, en ağırları, en elit kişileri oynardı bu oyunu. Kadınlar oynamazdı.

Giranî ya da Delîlo dediğimiz bir tür vardır. Makamından dolayı Şêrvanî de derler. Celal Güzelses ile “Delilo delilo destanê” şeklinde Türkçeleştirilmiş.

Giranî’nin iki çeşidi var, biri Ağır Giranî’dir, büyükler oynar. Gençler biraz daha hızlısını oynar, buna da Yürük Delîlo denir. Bir de govend’imiz, yani halay var. Govend, cîda (yerinde) oynanan, diz kırmalı oyunumuzdur. Yine erkeklere has olan Heranî var.

Heranî daha çok Urfa tarafına mı özgü?

Yani biraz öyledir, cirit atma-erkek oyunudur. Çubuk-okla oynanır. Hani’de oynanır, Urfa Giranî’sine benzer ama müzikleri ve ritim giderleri farklıdır. Yine yerinde oynanan, sadece erkeğe has bir oyundur. Bir diğeri Çepik Diyarbakır, Bingöl, Muş, Batman, her yerde oynanır.

– Köçekliğe başka nerelerde rastladın?

Köçekliği ortada tek başına/solo oynayan kişi olarak değerlendirirsek bu, Diyarbakır’da, Bingöl’de, Urfa’da mevcut ama Türkiye’nin birçok yerinde var. Örneğin Erzurum Başbar oyununda baştaki, mendilini salladığı zaman, omzunu atıp çöktüğü zaman soloya meyletmiş oluyor. Daha da ilerletirse solocu olabiliyor.

– Her köçeğin/solocunun bir koreografisi vardır diyebilir miyiz? Kendi performans akışını özgünleştirmek önemli midir?

Mesela şöyle; dersin ki ben burada bu hareketle başlayacağım, burada bitireceğim, sonra tekrar buraya geleceğim. Onu sayıya dökersin, müzikle bütünleştirirsin, belirli hareketler eşliğinde yaparsın. Bu folklor kurumlarında yapılır.

Ama geleneksel soloda bu kadar hesap yoktur. Akış var olmakla birlikte aslolan doğaçlamalarla yenilemektir. Rahmetli Cin Ali’nin birinci solosuyla ikinci solosu aynı değildi. Sanki farklı biri oynuyormuş gibiydi. Aynı kişiyi sürekli aynı hareketlerle görürseniz merak kaybolur. Solocu yani köçek merak edilmeli; acaba burada ne yapacak, çökecek mi kalkacak mı, hoplayacak mı yatacak mı diye merak edilmeli. Belki de yeni bir numara ekleyecektir.

– Bu işin pirleri daha çok nereden çıkıyor?

Şimdi onu çok bilemiyoruz ama Bismil’de, Silvan’da iyi oyuncular var. Merkezde, Karacadağ’ın şehre yakın eteğinde iyi oyuncular var. Merkeze yakın köylerde de iyi oyuncular var.

– Bir erkek bu kadar oynak olmamalı mı diyorlar?

Şimdi oyun ağır olmalıdır. Diyarbakırlıların yapı olarak bir ağırlıkları vardır, ağır abi terimi kullanılır Diyarbakırlılar için. Oyunlar kişiliğe göre de şekilleniyor. Mesela kişi çok cıvıksa oyunu da cıvık olur ve insanları sıkar bıktırır. Senin ortada yapacağın solo en fazla üç dakikadır. İyi bir şerbet gibidir, ondan bir bardak içtiğin zaman ikincisini içmek için tekrar o mekâna gider, buranın şerbeti güzel dersin. Sürahiyi kafana dikersen sıkılır atarsın onu.

– Urfalılardan farkınız?

Var, özellikle Giranî’de ve Dizo’da çok iyilerdir. Mehmet Çoban var mesela, ciddi anlamda oyun farkı da var, mesela omuz titretmeler vs…

– Hayvan taklidi gibi, ceylan gibi, sekmeli oynuyorlar… 

Gur û Pez/Kuzu-Kurt ya da Kartal oyunu hayvanlardan etkilenilerek oluşmuş. Mesela Rahmetli Cin Ali kobra yılanı gibi oynardı. Şêrê govendê dediğimiz Xalê Ehmedê Fotêrlî vardı, sert bakışlı, sanki yemini kapacak gibi oynardı. Xalê Ehmed vardı eskilerden, köçekten çok meddahtı. Çünkü yerinden çok ortada oynar, davulcuya karışır, davulun üstüne oturur, davula kafa atardı. Adam kendini kaybederdi. Abimin kınasına gelmiş, ona bir zurna üç davul eşlik etmişti. Zurna tize kalktığı sırada olduğu yerde gözünden yaşlar akmaya başlamıştı. O yüzden diyoruz köçeklik değerlidir ama müzikle bütünleşirse değerlidir.

– Meddahlık herkeste yoktur diyorsun.

Evet herkeste yoktur. Mesela Şükürlü Velo köçekti ama Xalê Ehmed meddahtı. Cin Ali köçekti. Meddahlıkta daha çok şov vardır. Mesela Çerçi Mihemed vardı, Hani’nin Zazalarından. Ortaya çıkar takla atardı, yaşlı taklidi yapar, mimikleriyle insanları güldürürdü. Kısa mâniler söylerdi. Mesela “awa hato awa çû lo, siwar hato peya çû lo, çavê minî çavê reşke, pişo aqil pê ra çû lo” gibi. Bazen de zurnacı ortada “nayiram nayiram welle keçik” diye söz atar, o anda oyuncu iyi ise yakalar, ekibe döner; “welleh keçik e, billeh keçik e, sola wê sor e, panî qumçik e” diyerek cevap verir, oradan da “zirav zirav ziravê, zirava elîparê” şarkısına geçilir.

– Youtube’da kadın köçek görmüştüm…

Kadınlarda yoktur. İzlediğin kadını tanıyorum, para karşılığında yapıyor. Maddi durumdan kaynaklı olduğu için çok da karşı çıkmıyoruz. Ama baktığımız zaman doğru değil. Kadının solosu bellidir, soloyu düğünde ya annesi yapar ya ninesi yapar ya teyzesi yapar ya halası yapar; elinde mendil olur, çepik (alkış) eşliğinde oynar.

– Kadınlı erkekli ortamlarda mı?

Herkesin olduğu ortamda yaparlar. Ayıp değildir, çünkü yaş olarak nene büyüktür. Gelir mendili eline alır, damadın ve babasının başına çepiğini çalar, kadın gibi oynar, erkek gibi değil. Çökmeler, kalkmalar, yere vurmalar, bunların hiçbiri olmaz. Tamamen ayakta nazlı nazlı oynar, omuz ve el ağırlıklıdır, bir de tîlîlî (zılgıt) çeker.

– Kadın ortamlarının kendine özgü müzik ve makamları var mı?

Kadın Delîlo’sunun kendine has müziği var. Erkek Delîlo’su ile kadın Delîlo’su farklıdır. Tavırsal fark var; kadın kalçadan oynar, erkek dizden.

– Omuz peki?

Şırnak’tan Mardin’e kadar omuz var. Yine Batman’dan Gercûşî’lere kadar olan bölge de öyledir. Coğrafi geçiş noktalarında ortak oyunlara rastlanır. Mesela bugün Batman olmuş Diyarbakır. Bildiğin her şey Diyarbakır. Batman’a Siirt’ten, Bitlis’ten, Muş’tan gelen var, Diyarbakır’dan giden var. Bir köy iken petrol geliyor büyüyor, il oluyor. Batmanlı diyor ki; benim Diyarbakır’la aramda Dicle nehri var, bana en yakın Silvan’dır, Bismil’dir. Buranın kültürünü baz alacağım diyor. Şahsi bir kültürüm yok diyor. Çünkü Muş var, Bitlis var, Diyarbakır var, hangi birini ele alacağım diyor. Bunu kabul etmiyorlar. Biz de diyoruz ki, tamam yapıyorsan o zaman Silvan’ı al. Silvan sana yakınsa, Silvan da Xerzan’dır, Diyarbakır’ın ilçesidir. Silvan’ı al Xerzanî oyna, çünkü Silvan Diyarbakır’dan çok farklıdır. Silvan’ın tarihi Diyarbakır’dan da eskidir. Kültürel olarak ciddi anlamda çok iyi müzisyenler, sanatçılar yetiştirmiş Silvan.

– Zazalarda?

Omuz işi ve ayakta çapraz işi Zaza işidir. Kadını erkeği hepsi oyuncudurlar, oynamayı severler.

– Giyim tarzınız?

Şalvar, derpê-kiras’tan esinlenilerek Ermeniler tarafından yaratılmış bir modeldir. İnsanlar bunu kabullendi, halkın geneli uydu buna. Bugün biz yarışmalarımızda Diyarbakır’ı temsilen şalvar-yelek giyiyoruz. Derpê-kiras ve şal û şepik giymiyoruz.

Derpê-kiras ile şal û şepik arasındaki fark nedir?

Şal û şepik Hakkâri-Van bölgesinin giydiği kıyafettir. Geniş pantolon üzerine gömlek dediğimiz olaydır. Derpê-kiras dini bir gelenekmiş. Mesela dedem derpê-kiras giyerdi. Her zaman şalvarın altında derpê-kiras’ı vardı, gecelik gibiydi. Hem gecelikti hem de sabah namazında camiye rahat gitmek için derpê-kiras’ın üzerine yeleğini giyerdi, varsa köstekli saatini ve şaşik dediğimiz külâhını takardı.

-Sağ olasın bize ayırdığın zaman için. Kolay gelsin!

Sırası ile (1) Şükürlü Velo       (2) Botî Reşo        3 (Rebab çalan Domanî müzisyen) 4 (Cin Ali) 5 (Nimet) 6 (Ekip başı Şirazi Surmuş)