Bu yazı Artizan Kültür Sanat Komisyonu’nun 10 Kasım – 8 Aralık 2025 arasındaki kültür-sanat haberleri arasından seçtiği başlıkları değerlendirdiği toplantının notları üzerinden hazırlanmıştır. Haber akışına buradan ulaşabilirsiniz.
Sanatsal Özgürlük mü? Etik Duruş mu? Nuri Bilge Ceylan’ın İran Fecr Film Festivali Jüri Başkanığı’nı üstlenmesi tartışma yarattı
Nuri Bilge Ceylan, 2025 İran Fecr Uluslararası Film Festivali’nin jüri başkanlığını üstlendi. Festivalin sosyal medyasında Nuri Bilge Ceylan’ın onur konuğu olarak katılacağı bilgisinin paylaşılmasının ardından İran Bağımsız Film Yapımcıları Derneği (IFFMA) açık mektup yayınlayarak Ceylan’ı bu festivale katılmamaya davet etti. Bu mektup çok sayıda İranlı sanatçı ve aktivist tarafından da sosyal medya hesapları aracılığıyla paylaşıldı. Çağrıda İran rejiminin sanatçılara ve halka uyguladığı baskılar ve muhaliflere yönelik idamlar gündeme getiriliyor ve rejimin, festivalleri uluslararası kamuoyunda meşruiyet sağlamak üzere kullandığı hatırlatılıyordu.
Ancak Nuri Bilge Ceylan festivale katıldı ve Variety’ye verdiği röportajda festivale katılma gerekçelerini açıkladı. Ceylan, festivale katılmasının İran rejimine verilmiş bir destek olarak değerlendirilmemesi gerektiğini dile getiriyor ve “siyasi nedenlerle katılmayı reddetmek bana sanatı siyasete feda etmek gibi geliyor” diyordu. Daha önce katıldığı bu festivalde Theo Angelopoulos dahil birçok sinemacı ile tanıştığını, İran’daki birçok genç sinemacı ile bir araya gelmenin kendisi için çok değerli olduğunu ifade ediyordu.
Bu konu Türkiye’de sosyal medya üzerinden epey tartışılsa da Ceylan’ın katılımını değerlendiren yazılar azdı. İslami Analiz adlı haber sitesi bu haberi “Türkiye Solu İran’da Festivale Katılan Nuri Bilge Ceylan’ı Linçlemekle Meşgul” başlığıyla verirken, eleştirenleri Amerikan emperyalizminin gözlüğünden bakmakla suçladı. Ekşi Şeyler sitesinde yer alan bir analiz ise konuyu daha ayrıntılı bir şekilde değerlendiriyordu:
sanatın gösterildiği festival, o festivali düzenleyen rejimin politik pratikleri, festivalin uluslararası arenada yaratmayı amaçladığı meşruiyet imajı, daha nice çabası politik bir alanın parçasıdır. bunu anlamamış olması mümkün değil. dolayısıyla sanatçı siyasete karışmayarak aslında siyasal işlevli bir platforma katkıda bulunmuş olur.
….
kim konuşamıyor, kim baskı altında ve siz hangi sahnede yer alıyorsunuz nuri bilge ceylan? eğer o sahne, başkalarının susturulduğu bir rejim tarafından kuruluyorsa, sanatçının estetik tercihi, etik bir ortaklık anlamına gelir. dolayısıyla estetik duruş bir politik duruş hâlini alır, öyle zaman zaman “yaşasın özgür filistin, yaşasın türkiye’de ezilen herkesin direnişi.” derken iran’ı bunun dışında tutarsak bu çelişki bizi çürütmez mi?”
Bu tartışma sanatçının özerkliği mi, etik duruş mu sorusunu gündeme getirirken uluslararası festivallere katılmanın sanatçılara getirdiği imkân ve sorumlulukları da bizlere tekrar hatırlatıyor. Uluslararası festivallere katılım çok sayıda sinemacı ve sinema sever ile buluşmak ve tartışmak için değerli bir fırsat veriyor. Öte yandan katılanlara sorumluluk da yüklüyor. Nuri Bilge Ceylan bu festivale onur konuğu ve jüri başkanı olarak katıldığında festivali ve festival organizasyonunu olumlamış oluyor. Tarihte kendisine verilen ödülleri bu düşünce ile reddeden çok sayıda sanatçıyı hatırlatabiliriz. Öte yandan Ceylan, festivale katılarak, İranlı sanatçı ve aktivistlerin çağrısının altını boşaltıyor; İran rejiminin politikalarına dair eleştiriyi ve İranlı sanatçı ve aktivistlerin taleplerini dünya gündemine taşıma şansını kullanmamış oluyor.
Konuya farklı bir açıdan bakacak olursak, bu tartışmanın yalnızca etik/politik bir tercih ya da sanatsal özerklik meselesiyle sınırlı kalmadığını, daha geniş ve karmaşık bir soruyu da gündeme getirdiğini söylemeliyiz: Sanatçılar yalnızca kendi politik ya da ideolojik görüşlerine uygun gördükleri sahne ve platformlarda mı var olabilirler? Sanatçıların yer aldığı festival veya sahne, baskıcı ya da sorunlu bir sistemin parçası olabilir. Ancak bu durum, o alanın yalnızca sistemin söylemiyle sınırlı kaldığı anlamına gelmez. Sanatçının orada ne söylediği, nasıl bir pozisyon aldığı da en az orada bulunup bulunmaması kadar önemlidir. Kimi zaman, en baskıcı sistemlerin içinde bile, çatlak oluşturacak bir ses çıkarmak tamamen sessiz kalmaktan daha etkili olabilir. Bu noktada, sanatçının pozisyonunun pasif mi, yoksa müdahil ve dönüştürücü mü olduğu sorusu belirleyici hale gelir. Bu bağlamda hatırlanması gereken bir gerçek var: Dünya çapında pek çok sanatçı, katıldıkları uluslararası etkinliklerde savaş, adaletsizlik, sömürgecilik, çevre krizi gibi konularda seslerini yükselttiler; o sahneleri kendi politik sözleri için araçsallaştırdılar. Peki, Nuri Bilge Ceylan bu festivale katılarak ne yaptı? İranlı sanatçı ve aktivistlerin çağrısına kulak verip onların sesi mi oldu? Yoksa o çağrıyı görmezden gelip, sessiz kalarak rejimin meşruiyet arayışına istemeden de olsa katkı mı sundu? Sanatçının rejimlerle kurduğu ilişkiyi yalnızca “katıldı/katılmadı” ikiliğiyle değil, oraya ne taşıdığı, kimden yana pozisyon aldığı, kimin sesi olmayı tercih ettiği gibi daha derin sorularla değerlendirmek, bu tür tartışmaların esas yönünü ortaya koyacaktır.
Kültür ve sanatın amacı aileyi güçlendirmek ve yeni nesillere kültür mirasını aktarmak mıdır?
Aile Bakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı Kültür-Sanat Politikaları Kurulu, 19-20 Kasım 2025’te “Aile ve Kültür-Sanat Sempozyumu” düzenledi. Türk aile yapısının kültürel derinliğini ve çağın dönüşümleri karşısında kültür ile sanatın koruyucu, birleştirici ve güçlendirici rolünü öne çıkarmayı hedefleyen sempozyumun kapanış konuşmasını Recep Tayyip Erdoğan yaptı. Sempozyumda aile kurumunu güçlendirmek ve kültürel değerlerin kültür-sanat yoluyla genç kuşaklara aktarılması hedefi özellikle vurgu aldı.
Erdoğan konuşmasında, 2025 yılının başından beri sık sık vurguladığı şekilde doğurganlık hızının yavaşlamasından şikayet ederek, kültürel emperyalizm ve dijital şiddetin hızını arttırdığı bir düzende “aile”nin üzerine titrediklerini söyledi. Kültür-sanata “bizi biz yapan değerleri yaşatan, kuşaklar arasında bağ kuran bir alan” olarak baktıklarını ifade eden Erdoğan, bir sonraki yıl hem aile hem de manevi değerlerin taşıyıcısı olan sanat alanına desteklerinin artacağının ip ucunu vermiş oldu.
Kültürel emperyalizmin karşısında yerli, milli ve manevi değerlerin güçlendirilmesi vurgusu son yıllarda sık sık dile getirilse de, iktidarın önümüzdeki yıllarda bu alana daha ciddi yatırım yapmaya niyetlendiğini düşündüren emareler var. Kültür ve Sanat Özel İhtisas Komisyonu Raporu, 2024-2028 yılı hedeflerinde bu konu özellikle dile getiriliyor.
Sempozyum bildirileri ve Erdoğan’ın konuşmasına bakarak çocuklara yönelik dijital içeriklerin özellikle destekleneceğini, kültür-sanat fonlarının ise bu alana yatırım yapacağını görebiliyoruz.
Erdoğan’ın konuşmasında geçen “Ecdadımızın kılıç tutan ellerinin şiir de yazdığı” vurgusu ise iktidarın önceki yılların dini bütün nesiller yetiştirme hedefinin yeterli olmadığını ve entelektüel bir kesime de ihtiyaç duyduğunu düşündürüyor. Öte yandan İslam aydınları yaratma hedefi her zaman keskin bir kılıç olma riski taşıyor iktidar için. İşaret edilen kaynaklar, tarihteki İslam aydınları olsa da yetişecek İslami aydınların AKP iktidarının politikaları ile yüzleşme ihtimali her zaman var.
İslam Aydınları Referansları ve Yücel Arzen’in Kim Var? adlı gösterisi…
Yayıncı Nevşin Mengü’nün 14 Kasım 2025 tarihli YouTube yayınında verdiği bilgiye göre, AKP milletvekili ve besteci Yücel Arzen Hacıoğulları’nın yazdığı ve bestelediği “Kim Var?” adlı gösteri, Türkiye’deki tüm Güzel Sanatlar Liselerinde öğrencilerin oyuncu ve müzisyen olarak zorunlu katılımıyla sahneleniyor. YouTube’da yapılan kısa bir araştırma, bu gösterinin şimdiden Türkiye’nin birçok lisesinde sergilendiğini doğruluyor. İktidarın kültür ve sanatı nasıl kullanmak istediğinin bir örneği olarak görebileceğimiz bu gösteri, “Türkiye Yüzyılı vizyonu ve Maarif Modeli doğrultusunda; millî ve manevî değerlerimizi gençlere sanatla” tanıtmanın merkezden planlanmış bir formülü olarak kullanılıyor. “Öğrencilerin sadece teknik beceriler değil, aynı zamanda millî ve manevi değerlerle beslenen derin bir sanatsal bakış açısı kazanmaları ve bu kazanımları profesyonel sahne deneyimleriyle pekiştirmeleri amacıyla hazırlandığı dile getirilen “Kim Var?” gösterisinde bir yandan milliyetçi temalara sahip Yücel Arzen besteleri seslendirilirken, diğer yandan araya giren kısa sahnelerle gençler, Necip Fazıl Kısakürek, Abdurrahim Karakoç, Yahya Kemal Beyatlı, Cahit Zarifoğlu’nun eserlerini okumaya teşvik ediliyor. Gösteri, gençliği şöyle tarif ediyor: “Türkiye Yüzyılı bir hedefse, biz onun istikameti olacağız, çünkü biz kalemle yürüyen, irfanla duran ve imanı yüreğinde taşıyan bir gençliğiz.” Güzel sanatlar liselerinde öğrencilerin sahne almasının zorunlu kılındığı bu gösteri, iktidarın sanat alanını ideolojik bir dayatma aracı olarak kullanma hedefinin en somut göstergelerinden biri olarak yorumlanabilir.
Belediyelerin Kültür Varlıklarının Akıbeti Ne Olacak?
Turizm ve vakıflarla ilgili düzenlemeleri içeren kanun teklifi meclisten geçti. Belediyelere ait kültür varlıklarının belediyelerin elinden alınarak mazbut vakıflara devrinin önünü açan bu yasa, özellikle İBB’nin son iki dönemdir restore edip kültür-sanat etkinlikleri düzenlediği ya da kütüphane olarak halkın kullanımına açtığı çok sayıda yapının vakıflara devredilmesi ihtimali nedeniyle eleştiriliyor. İBB, son 8 yıl içinde çok sayıda metruk binayı restore etti; Feshane, Baruthane, Botter Apartmanı, Gazhane gibi binaları ve kampüsleri kültürel etkinliklere açarak sanatçılar için alan yarattı ve buralardaki etkinlikler yoğun ilgi gördü. Yasa henüz tasarı halindeyken Özgür Sanat Meclisi, bu yasanın geçmesinin kültürel bir soykırım tehlikesi taşıdığını, sanatın susturulacağını ve kültürel hafıza için çok değerli olan bu yapıların vakıflar tarafından kendi amaçları için kullanılmasının hafızayı silmek anlamına geleceğini belirtti. Ayrıca, bu alanların AVM gibi rant merkezli kullanılmasının yolunun açılacağını dile getirdi. İBB, dönem dönem yereldeki bağımsız yapıların görüşünü almadan yaptığı restorasyonlar nedeniyle eleştirilmiş olsa da, bu mekanların kültüre, sanata ve sanatçılara alan sağladığının ve halk tarafından da sahiplenildiğinin altını çizmek gerekiyor. Vakıflar kanunu, bu alanların sanatçıların ve halkın erişimine kapatılıp rant alanına çevrilmesinin önünü açmış oldu.
Öte yandan, tam bu dönemde Ayasofya’nın güçlendirilmesi çalışmaları sırasında tarihi binaya sokulan yüksek tonajlı vinçler, mimarlar, sanat tarihçileri ve sanatçılar tarafından yoğun biçimde eleştirildi. Aynı zamanda, iktidarın kültürel varlıklara özensiz yaklaşımının yeni bir örneği olarak, vakıflara devredilecek bina ve kampüslerin akıbetine dair kaygıları derinleştirdi.
İktidarı eleştirenlere yönelik soruşturmaların yeni örneği: Kaan Tangöze
Duman grubunun solisti Kaan Tangöze, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi’nde verdiği konserde “Baltalar Elimizde” adlı çocuk şarkısını, AKP iktidarının icraatlarını, maden arama gerekçesiyle doğaya verdiği zararları, yolsuzlukları, baskı, yasak ve adaletsizlikleri anlattığı bir uyarlama ile seslendirdi. Konserin ardından Kaan Tangöze hakkında soruşturma başlatılırken, Sütçü İmam Üniversitesi Rektörlüğü de konser salonunun özel bir firma tarafından kiralandığını ve üniversitenin konser organizasyonu ile ilişkisinin olmadığını belirten bir açıklama yayınladı ve konsere ilişkin soruşturma başlattıklarını duyurdu. Türkiye’de iktidara yönelik her türlü eleştirinin hemen soruşturma konusu olduğu örneklere bir yenisi eklenirken, bu olayın ardından üniversite salonlarını konserler için kiralamanın daha da zorlaşacağını söyleyebiliriz.
