Yazıda yararlanılan haberlerin akışı için buraya tıklayınız.

Yasaklamalar ve Konser İptalleri
Mayıs ayı, kültür-sanat alanında art arda gelen yasak ve iptallerle geçti. Kürt yazarların Bitlis’teki kitap fuarına katılımı engellendi, Aram Yayınları’nın kitaplarına el konularak dava açıldı. Van’da Kürtçe tiyatro yapan bir grubun salon kiralamasına izin verilmedi.

Benzer bir şekilde, müzik alanında da siyasi gerekçelerle iptaller yaşandı: Rize’de gerçekleşecek olan Madrigal konseri, grup üyelerinden birinin siyasi eleştirisi nedeniyle belediye tarafından iptal edildi.  Yasmin Levy’nin konseri ise sanatçının Yahudi kimliği nedeniyle iptal edildi. Yine Yahudi asıllı bir sanatçı olan Linet ise sahne öncesi protesto edildi. Bu olayların tabii ki Boğaziçi Üniversitesi’nde de yansımaları mevcut. Geçtiğimiz aylarda BUED Kurdi’nin düzenlediği Rewşan konserinin iptali, Taşoda Festivali’nin ise finans zirvesi bahane edilerek öğrencilerin kampüste olmadığı bir döneme ertelenmesi bu tablonun parçalarından.

Toplumsal barışı tartışmaya başlamamız gereken bu süreçte, Kürt kültürüne ve diline dair etkinliklerin engellenmesi, devletin ‘süreç’ olarak tanımladığı çözüm sürecinde çözümden uzaklaşmak dışında birşey ifade etmiyor. Siyasal düzlemde yürütülen barış söylemlerinin toplumsal yaşama yansımadığını; aksine, kültür ve sanat alanında daralan ifade özgürlüğünün sürdüğünü ortaya koyuyor.

Buna ek olarak, İsrail karşıtı duruşların, Yahudi karşıtlığı ile özdeşleştiği söylenebilir. Örneğin hükümetin İsrail ile yaptığı ticaretin durdurulmasına dair talepler geri planda kalırken, sanat alanında iptal talepleri -özellikle müzisyen kadınların protesto edilmesi- en kolay yol gibi görünüyor.

Eurovision
Bu yılki Eurovision’da İsrail’in performansına çeşitli eleştiriler getirildi. Yarışmada İsrail ikinci olurken, kamuoyunda oylamanın politik ilişkiler doğrultusunda şekillendiği yönünde güçlü bir kanaat oluştu. Geçtiğimiz yıl Ukrayna’ya açtığı savaşın ardından Rusya’nın yarışmadan men edilmesinden sonra, İsrail’in Gazze’deki saldırılarına rağmen yarışmaya katılabilmesi ciddi bir çifte standarda işaret ediyor.

Üstelik İsrail’in performansı sırasında protestolar olduğu fakat bu anların videolardan montajla silindiği, protesto seslerinin yerine alkış eklendiği de iddia edildi.  Tüm bu süreçte, İsrail’in Eurovision katılımına izin verilmesinin de ötesinde, ikinci olabilecek kadar oy almış olmaları çarpıcı ve ülkelerin politikalarında bir yere işaret ediyor. Zira Eurovision oylamalarının sanatsal seviyeye göre değil, ülkelerin politik ilişkileri bağlamında yapıldığına dair bir tablo yıllardır gözler önünde.

Cannes Film Festivali
Cannes’da bu yıl kadın sanatçıların kıyafetleri üzerinden yürüyen tartışmalar, topuk boyuna kadar uzandı. ABD başkan adayı Donald Trump’ın yurt dışında üretilen filmlere getirmek istediği vergiler ise sektörde şimdiden tedirginlik yaratıyor; dengesiz söylemleriyle tanınan Trump’ın bu tutumu, küresel kültür üretimini de doğrudan etkileyecek potansiyele sahip. Ayrıca bu yıl Filistinli fotoğrafçı Fatima Hassouna’nın bir hava saldırısında hayatını kaybetmesi üzerine, 350’den fazla sinemacı ve sanatçı, Cannes’da bir açık mektup yayımlayarak Gazze’deki şiddeti kınadı ve sessiz kalınmaması gerektiğini vurguladı.

Cannes, Filistin meselesine Eurovision’a kıyasla daha güçlü bir sesle yaklaştı. Son senelerde Cannes politika dışı sanat alanı olarak değil, ‘politikanın yapıldığı bir alan olarak’ dönüşüme uğradı. Oscar Hollywood mainstream filmlerinin alanı olarak kalırken Cannes festivaline filmler dünyanın dört bir yanından geliyor. Cannes, Hollywood’a alternatif sinema yapan sanatçılar için de bir çekim merkezi. Amerika Trump yönetiminde daha da sınırlarını keskinleştirdikçe, Avrupa’da Cannes’da yer alan isimler ve filmler muhalif tonunu yükseltiyor. Buradan yükselen sesin, tavrın geniş bir dayanışmaya dönüşüp dönüşmeyeceğini zaman gösterecek.

YouTube ve Spotify’da Yasaklamalar

Kısa süre önce, Grup Yorum’un YouTube kanalındaki 454 video ile Spotify’daki şarkı ve albümleri “milli güvenlik” ve “kamu düzeninin bozulması” gerekçesiyle erişime engellendi. Bazı sosyal medya kullanıcıları, Grup Yorum şarkıları paylaştığı için kendi YouTube kanallarına da erişimin engellendiğini belirtti. Bunun üzerine Grup Yorum, erişim engellerine karşı tüm albümlerinin sosyal medya üzerinden indirilebileceği bir link paylaştı. Benzer şekilde, yine resmî yollardan yapılmış politik şikâyetler üzerine Kürt gazeteciler Günay Aslan, Amed Dicle, Erdal Er, Fehim Işık ve Cahit Mervan’ın YouTube kanallarının erişime kapatıldığı bildirildi. Dolayısıyla YouTube ve Spotify gibi dijital platformlar üzerinden şarkıların veya çeşitli içeriklerin kaldırılması ya da yasaklanması, ifade özgürlüğü çerçevesinde tartışmalı bir konu olmaya devam ediyor. Bu durum; ifade özgürlüğü, platform politikaları, telif hakları, kamu düzeni ve siyasi baskılar, halkın alternatif haber alma kaynaklarına müdahale gibi birçok farklı başlık altında yorumlanabilir. Bu tür yasaklamalar yalnızca sanatçıyı değil, aynı zamanda kamuoyunun bilgiye ve sanata erişim hakkını da ihlal etmektedir.

Öte yandan YouTube ve Spotify gibi platformlar özel şirketler ve içerik politikalarını kendi hizmet sözleşmeleri doğrultusunda belirliyor. Her ne kadar sonrasında ücret ödeyenlerin daha ayrıcalıklı hizmetlerden faydalanması durumu söz konusu olsa da bu platformlar çıkışları itibarıyle herkesin içeriklerini yükleyebildiği ve yüklenen içeriklere özgürce ulaşabildiği bir altyapı sundukları için bu kadar popüler oldular. Fakat kullanıcı ve içerik sayılarının yıllar içinde katlanarak artmasıyla birlikte bu platformlar, nefret söylemi, şiddet çağrısı ya da telif hakkı ihlali içeren içeriklere müdahale ederken, kimi zaman da evrensel basın yayın özgürlüğünü bir kenara bırakarak keyfi kararlar ya da siyasal baskılar sonucunda içeriklere müdahale etti ve yasaklamalar yaptı. Türkiye’de de gerçekleşen bu son müdahaleler siyasi ve ideolojik duruşları nedeniyle kültür-sanat üreticilerine yapılan yasaklamaların çeşitlemeleri olarak görülebilir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. Maddesi kapsamında, ifade özgürlüğü yalnızca “zararsız” ya da “genel kabul görmüş” görüşleri değil, aynı zamanda karşıt fikirleri de koruma altına alır. Bu hakka yönelik müdahalelerin yalnızca hukuka uygun, meşru ve demokratik bir toplumun gereklerine uygun şekilde gerçekleştirilmesi mümkündür. Halbuki son dönemki erişim engellemeleri hususunda Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK)’dan bir kamuoyu açıklaması dahi yapılmadı, yasaklamalar tamamen keyfi ve subjektif bir biçimde gerçekleşti. Diğer yandan Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı, Spotify’ın içerik politikalarında “sansasyonel dilin” teşvik edildiğini belirtti. Bu açıklama Türkiye’de halen vergilendirme sistemine dahil olmayan Spotify‘a yönelik içerik denetiminin derinleşeceğini ima ediyor.

Öte yandan yapım şirketlerinin kazanç sağladığı, sanatçının ise edilgen kaldığı bu ekonomik yapı içinde, müzisyenlerin haklarını savunacak bir sendikal yapılanma ihtiyacı belirginleşiyor. Spotify’ın yalnızca işitsel değil, görsel bir platforma evriliyor oluşu, sektörleşememe sorununu daha da karmaşık hale getiriyor. Alanında tekelleşmiş bu yapının alternatif üretimi baskılayıcı etkileri oluyor.