Ağustos sonu Eylül başında Türkiye’de kültür-sanat gündemine dair üç başlığı tartışmaya açtık, değerlendirdik:

Belediyelerin kültür sanat bütçeleri, yapılan harcamalara dair itirazlar

Yasaklar, açık alanlarda içki yasağı

Teoman’ın yeni teklisi: Kendi Vatanında Parya

 İlgili haber akışına buradan ulaşabilirsiniz.

BELEDİYELERİN KÜLTÜR SANATA AYIRDIĞI BÜTÇELER, İTİRAZLAR

Seçimi izleyen haftalarda yaşanan gelişmeler, kültür sanat alanında geçtiğimiz dönemden farklı bir durum yaşanmayacağının sinyalini verirken, seçim sonrası artan vergiler, yaşanan ekonomik kriz yeni tartışmalara da yol açtı. Pandemiden bu yana yaşanan ve 2023 ekonomik kriziyle artan yoksulluk, belediyelerin kültür sanata, festivallere ayırdığı bütçelerin, yaptığı harcamaların da mercek altına alınmasına sebep olmaya başladı.

Kültür sanat alanında birçok tartışmanın yaşandığı Twitter’da buraya dair itirazlar gözümüze çarpıyor. “Ne Kültür Bakanlığı’nın ne de belediyelerin kültür sanat etkinlikleri bitiyor. Bunlarda kemer yok mu ki sıkmıyorsunuz?” diye dile getirilen, çok haklı bir itiraz.

Bu tweet’te sözü edilen Kültür Yolu, AKP’nin “kültürel hegemonya” tartışmalarına dair bulduğu bir formül. Bunu ilk olarak Beyoğlu’nda deneyen Kültür Bakanlığı; festivalin iyi gittiğini, katılım olduğunu ve insanlardan olumlu tepki aldığını görünce bu festivali her tarafa yaydı. Anadolu’nun farklı şehirlerine de taşıdı. Burada bahsi geçen, sanatçılara yüksek meblağların ödenmesi probleminin yanında bir diğer mevzu da, sadece “sahneden iktidara dair söz söylemeyeceği garanti olan sanatçılara” yer verilmesi. Bu bahsi geçen yüksek bütçelerden, belli bir müzisyen kesime pay ayrılması.

Gelen eleştiriler tek yönlü değil; CHP Belediyeleri’nin kültür sanat politikalarına, yaptıkları harcamalara dair de eleştiriler var. Diğer belediyelerle karşılaştırıldığında, CHP belediyelerinin kültür sanata daha fazla bütçe ayırdığı söylenebilir. Ama var olan bütçeyi nasıl kullandıkları konusu tartışmalı elbette. Söylendiği gibi, aşırı uçlara kaçan kaşeler orada da söz konusu. Bazı sanatçılara çok çok yüksek miktarları bulan sponsorluklar bulunabiliyor ya da belediye bütçesinden ayrılabiliyorsa neden bundan pek çok sanatçı faydalanmasın? Neden daha çok ve farklı disiplin için farklı içerikte festivaller yapılmasın? Daha önceki yazılarımızda da geçtiği gibi; konser ya da festival organizasyonlarında kültürel çoğulcu paradigma, CHP’li belediyelerin de göz ardı ettiği bir şey.

Tüm bunların yanında, AKP’li belediyeler için de CHP’li belediyeler için de “şeffaf” olunmamasının, sanatçılara ve festivallere ayrılan bütçelerin açıklanmamasının önemli bir sorun olduğu söylenebilir.

Yeri gelmişken, belediyeler ve sunabilecekleri imkanlardan bahsediyorken, özel tiyatroların durumuna da değinmek iyi olacaktır: İBB yeni açtığı mekanlarla tiyatroların üretimlerini ücretsiz bir şekilde halkla buluşturuyor. Ancak, sadece üretimlerini sergilemek değil, üretimlerini yapabilecek altyapı ve mekanlara da sahip olmayan sanatçıların üretim sürecinde de yerel yönetimler tarafından daha iyi desteklenmesi gerekiyor. Mesela oyun kaşelerinin oldukça geç bir tarihte ödenmesi bir sorun. Belediyenin tiyatrolara kaşelerini zamanında ödememesi artan enflasyonla beraber düşünüldüğünde sanatçılar için yeterli bir çözüm olamıyor. Buradan devam ederek üzerinde duracağımız bir başka mesele de; müzisyenler için ödenen kaşelerde en azından 100.000 TL’lerden bahsedilebiliyorken, bu ekonomik krizde (krizle beraber dekor, kostüm, yol vs her tür masraf artmışken) tiyatroculara müzisyenlere oranla neredeyse dörtte bir bütçe ödenmesi, her bir oyun için 20-30 bin TL’lerden bahsedilmesi. Bu, farklı sanat disiplinleri arasındaki eşitsizliğin bir başka hali.

YASAKLAR, AÇIK ALANDA, PARKLARDA İÇKİ YASAĞI

17 Ağustos 2023 sabahı, İstanbul Valiliği tarafından 2005’te yürürlüğe giren bir yasa tekrar gündeme sokuldu, hatırlatıldı. Yeni Akit Gazetesi’nin “Herkes Bu Karara Öyle de Böyle de Uyacak!” başlığıyla verdiği habere göre; “2005 yılında halka açık park, bahçe ve sahillerde uygulanmaya başlanan alkol yasağına İstanbul’daki birçok noktada uyulmaması nedeniyle Valilik bir hatırlatma yazısı yayınladı. Vali Davut Gül’ün ağzından yayınlanan yazıda, söz konusu yasağa uymayanların cezai yaptırımla cezalandırılması için uyarı yapıldı. İlgili yazıda ‘sarhoş’ olarak başkalarının huzur ve sükûnunu bozacak şekilde davranışlarda bulunan kişiye, kolluk kuvvetleri tarafından 617 TL idari para cezası verileceği belirtildi.”

Başta sosyal medya olmak üzere, birçok yerden bu ‘hatırlatma’ya itiraz gelmesi üzerine, İstanbul Valisi Davut Gül, yeni bir açıklama yaptı: Vali Gül, yaptığı ilçe ve muhtar ziyaretlerinde bazı kişi ve grupların yüksek düzeyde alkol alarak çevreye rahatsızlık verdiğinin çokça iletildiğini söyledi. Kadınların da İstanbul’da gece geç saatlerde park ve sahillerde korkmadan, rahatsız edilmeden vakit geçirmeye hakkı olduğunu hatırlattı. Bu genelge ile buna da dikkat çekmek istediklerini belirtti.

Bunun üzerine İstanbul Barosu, genelgenin iptali için dava açtı. İstanbul Barosu’ndan yapılan açıklamada, Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile güvence altına alınmış olan “özel yaşamın gizliliğine müdahale edildiği” kaydedildi. Burada Anayasa’nın 13. maddesine de atıfta bulunuldu: “Bu sınırlamalar, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz”

Hukuki bir zemini olmayan konser-festival yasaklarının yaşandığı, kadınların giyiminden dolayı psikolojik ya da fiziksel şiddete uğradığı, el ele tutuşmanın, sarılmanın bile müdahaleye açık olduğu bir iklimde böyle ‘kadınları koruma’yı sebep gösteren bir yazı kaleme alınması, başta kadınlarınki olmak üzere, her tür temel hak ve özgürlüğün sınırlanması anlamına geliyordu elbet.

2005 Genelgesinin bu dönemde İstanbul Valiliği tarafından tekrar hatırlatılması, içinde yaşadığımız dönemin yasaklarına, özellikle kültür sanat alanındaki yasaklara hukuki bir zemin yaratma çabası gibi de görülebilir. 

Yıldız Tar, 1 Eylül tarihli, Yasakların Sınıfı ve Güvenlik Devleti yazısında, “içki yasakları, sokağı, sokaktaki hayatı bölüp, parçalayıp yönetmenin bahanesi” diyerek çok önemli noktalara değiniyordu: “…Yasaklara rıza üretebilmek için muhakkak bir güvenlik açığından bahsetmek gerekir. İçki yasağında da Valiliğin yarım geri vitesinde ‘kadınları korumaktan’ dem vurması tam da bu güvenlikçi politikalara denk düşüyor… İçki yasaklarını da, konser yasaklarını da 2015’ten beri AKP’nin sokakla bitmeyen kavgasının bir aşaması olarak görmemiz gerek. Sokağı durulan, oturulan, konuşulan bir yer olmaktan çıkartıp hızlı hızlı yürünen, işe gidip dönerken kullanılan bir yer olarak yeniden örgütlemek istiyorlar. Bunda da kısmen başarılı oldular. Çünkü sokak dediğimizde genelde sol jargonda aklımıza sadece eylemler geliyor ancak sokak, eylem yapıldığı için devrimci değil. Sokakta yaşam olduğunda, yaşam aktığında devrimci potansiyeli yeşerdiği için eylem yapabilmek önemli. Her eyleme saldırılardan daha tehlikeli, daha sinsi bir planın bir başka merhalesi bu yasaklar. Sokağı ve sokaktaki hayatı bölüp, parçalayıp yönetmenin bahanesi…”

TEOMAN’IN YENİ ŞARKISI; “KENDİ VATANINDA PARYA”

19 Ağustos’ta, müzisyen Teoman sosyal medya hesaplarından Eylül sonunda yayınlayacağı yeni teklisinin duyurusunu yapıp şiiri yayınladı: “teoman, necip fazıl kısakürek’e adadığı yeni teklisini 29 eylül’de çıkarıyor: ‘kendi vatanında parya’ ”

Necip Fazıl Kısakürek’in Sakarya Türküsü şiirinde geçen; “Vicdan azabına eş / kayna kayna Sakarya / Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!” (parya: ayaktakımı) dizelerinden esinle yazmıştı Teoman şarkı sözünü.

Yaptığı paylaşımdan sonra çok fazla tepkiye, yoruma maruz kalınca; “Bir hiciv şarkısı olacak. Cem Karaca’nın Sahibi Geldi şarkısından esinlenen, gençlere öğüt olarak… Son bölümü okursanız anlarsınız, benim yaşlılardan hiç ümidim yok. Gençler, yaşlıların yaptıkları hataları tekrar etmesin, köhneleşmiş kavgalar onların dünyasında olmasın” diyen Teoman; “Çok uzatmayacağım: Bu ülke kimin? Bu ülke üzerinde yaşayan herkesin. Siyasete değil, toplumsal barışa hizmet etsin bu şarkı”  diyerek gelen tepkilere cevap verdi Teoman.

Teoman “Laik ve İslamcı” diye iki mahalle tanımlayarak; “İslamcı mahallenin argümanlarıyla Laiklere sesleniyorum” diyor. Ve Necip Fazıl’ın şiirinden alıntı yaparak şu soruyu soruyor: “Kendi memleketimizde parya mı olacağız, yoksa toplumsal barışı mı sağlayacağız?” Teoman’ın Necip Fazıl’ın aşırı milliyetçi, aşırı İslamcı şiirinden ilham alarak sorduğu soruyu sahiplenmek mümkün değil.

23 Ağustos tarihli, “Ne yani, Teoman yandaş mı oldu şimdi?” yazısında da Ümit Alan benzer şeylerden dem vuruyor: “Belli ki Türkiye’deki kutuplaşmadan rahatsız… Sanki iki eşit kutuptan söz ediyoruz gibi oluyor. Oysa ‘kutup’ diye söz edilenlerin bir tarafı iktidarda, diğer tarafı özellikle son seçimden sonra iyice sinerek kabuğuna çekilmiş durumda… Eğer bir kavga varsa, top da hakem de saha ve zemin şartları da bir tarafın lehine… Farklılıklarımızı anlayıp kucaklaşmak, toplumsal barışı sağlamak sadece eski defterleri açarak olacak iş değil…” diyor.

Teoman’ın Eylül sonunda şarkı olarak da yayınlayacağı Kendi Vatanında Parya, bir süre daha tartışılacak gibi duruyor. Fakat artık toplumsal barışı tesis edebilmek için aynı ölçüde elzem olan şu soruyu da sormak gerekmez mi?: “Nasıl olacak da gerçekleşecek o çok ihtiyaç duyduğumuz toplumsal adalet?”