Bu dönemde öne çıkan gündemler barış sürecine dair sanatçıların tavırları, festivaller ve barış, Mubi’ye yönelik sinema sanatçılarının kaleme aldığı mektup, kültür sektöründe çalışanların cinsiyetlere göre nasıl dağıldığı ve yapay zeka – sanat ilişkisine dair gelişmeler oldu. Değerlendirme için kullanılan haber akışına buradan ulaşabilirsiniz.
Barış Süreci ve Sanatçı Tavrı
Türkiye’nin son dönemdeki en önemli gündem maddelerinden birini- farklı kesimler farklı adlar verse de- PKK’nin silah bırakmasıyla simgeleşen Toplumsal Barış Süreci oluşturuyor. Meclis çatısı altında geniş bir temsiliyete sahip bir komisyonun kurulması ve çalışmaya başlaması sürecin ciddi bir biçimde ilerlediği izlenimi uyandırıyor. Kültür-sanat dünyasından bu sürece dair olumlu ya da olumsuz az sayıda ses çıkmasını bir bakıma anlamak mümkün. Zira Türkiye’deki hukuk düzeninin son yıllarda yaşadığı aşınma, sanatçıların ülkenin siyasi gündemine dair yorum yapmaktan imtina etmelerine neden oluyor. Ne de olsa yıllarca önce söylenmiş (hatta söylenmemiş) şeylerden dolayı insanların meslek hayatlarının askıya alındığını, özgürlüklerinin kısıtlandığını, hapse atıldıklarını görüyoruz.
Yine de sürece dair iki çıkış bu dönemde dikkati çekti: Bunlardan biri medyada daha çok yer bulan bir grup akademisyen, sanatçı ve politikacının TKP organizasyonuyla başlattığı imza kampanyasıydı. “Barış ve kardeşlik istiyoruz” diye başlayan bildiri “ülkemizin uçurumdan yuvarlanmasına izin vermeyeceğiz” diye bitiyor ve yaşanan sürece dair güçlü bir güvensizlik ifadesi barındırıyor.
Medyada daha az yer bulan diğer çıkış ise Özgürlük İçin Sanat İnisiyatifi tarafından 23 Haziran’da düzenlenen çevrimiçi “Barış Forumu”nun sonuç bildirgesiydi. Forumdan yaklaşık bir ay sonra yayınlanan bildirgede “Forumdaki tartışmaların sonucunda açığa çıkan önerilerin özgürlükçü, çoğulcu ve kalıcı bir toplumsal barışın inşasına katkı sunmasının amaçlandığı” ifade edildi. Barışın yalnızca çatışmasızlık olmadığı, sahici bir yüzleşme, onarıcı adalet ve eşitlik temelinde kurulacak ortak bir yaşam olduğu dile getirilen bildirgede, bunun gerçekleşmesi için her kesimin kolektif bir sorumluluk üstlenmesi gerektiği kaydedildi. Bildirgede, sürecin, devletin ve sermayenin sansür politikasıyla kuşatılan sanatçılar için de sadece tanıklık etme değil, sorumluluk alma süreci olduğu vurgulandı. Bildirgede ayrıca şu başlıklar öne çıkıyordu:
- Barışın ön koşulu ayrımcı ve baskıcı politikalardan vazgeçilmesidir.
- Barış ancak hakikatle yüzleşme ve ortak hafızanın inşasıyla mümkün olabilir.
- Yaşanan adaletsizlikler, ayrımcılık ve baskılar karşısında sanatçının sorumluluğu; hakikatin üzerini örten sessizlik duvarlarını sanat aracılığıyla yırtmak, görünmeyeni görünür kılmak, söylenemeyeni ifade edebilmektir.
- Sanatın sansürsüz ve özgürce dolaşabildiği kamusal alanların inşası önem taşımaktadır.
- Yaratılan toplumsal kutuplaşmayı kırmak ve tek taraflı dili dönüştürebilmek ancak barışın daha geniş kitlelerle konuşulmasıyla mümkün olabilir. Bunun için yerel forumlar, yürüyüşler, sergiler, film gösterimleri ve dijital mecralar gibi araçların etkin şekilde kullanılması elzemdir.
- Barış yalnızca fiziksel şiddetin son bulmasıyla değil, doğaya yönelik savaş biçimlerinin de sona erdirilmesiyle mümkün olabilir.
- Barış süreci uluslararası bir boyutta da ele alınmalı, diasporadaki sanatçılarla ilişkiler güçlendirilmeli ve önceki dönemlerin birikimi yeniden değerlendirilmelidir.
Türkiye’de toplumsal barış için kritik öneme sahip olan bu sürecin sanatçılar tarafından daha fazla desteklenmesi gerektiği açık. Süreci yüksek siyasetin bir oyun alanı olarak görüp yine yüksek siyasetin dilinden tutum almaktansa gerçekten barış ve kardeşlikten yana olan sanatçıların sanatsal eylemleriyle sürece katkı koymaları elzem görünüyor. Ancak bu şekilde süreci siyasetçilerin hegemonyasından kurtarıp toplumun daha geniş tabanına yaymak ve ülkenin yıllardır süren bir sorununun aşılmasında inisiyatif almak mümkün. Bu konuda PKK’nin silah bırakma törenine katılan oyuncu Jülide Kural’ın çağrısı da değerli bir öneri olarak dikkat çekti.
Festivaller ve Barış
Yaz aylarının gelmesiyle birlikte ülkenin çeşitli şehirlerinde kültür sanat festivalleri düzenlenmeye başladı. Ele aldığımız bu dönemde de Ayvalık Film Festivali, Bodrum Bale Festivali, Şavşat Festivali, Arguvan Festivali gibi birçok festival sanatın farklı dallarından ürünleri sanatseverlerle buluşturuyor. Bunların içinde bu yıl 23.sü yapılan Munzur Festivali iki açıdan dikkat çekti: Hem çağrı metninde hem de etkinliklerde barış sürecine dönük vurgusu dikkat çekiciydi. Hem de Ermenistan’dan gelmesi beklenen Veradardz Folklor ve Müzik Grubu’nun Tunceli Valiliği tarafından yasaklanması festivalin gündeme gelmesine neden oldu.
Festivallerin yukarıda da değindiğimiz “sanatın barış sürecine katkısı” babında önemli bir zemin oluşturabileceğini söyleyebiliriz. Farklı disiplinlerden sanatçıları ve aydınları, yine toplumun farklı (ve bazen karşıt görüşte) kesimleri ile bir araya getiren festivallerin barışın diline sahip olması toplumsal barış süreçlerinin geliştirilmesinde katkı sunabilir. Başta Munzur Festivali olmak üzere bazı festivallerin düzenleme komitelerinin bu yönde hassasiyet gösterip programlarını ve çağrı metinlerini bu doğrultuda hazırlamaları değerli bir çaba olarak dikkat çekiyor.
Öte yandan Munzur Festivali’nde sahne alması planlanan Veradardz Folklor ve Müzik Grubu’nun son anda Valilik baskısıyla programdan çıkarılması, içinde bulunduğumuz sürecin “iki ileri, bir geri” ritmiyle yürüyen çelişkili ve mücadele gerektiren bir süreç olduğunu da gösteriyor.
Mubi’ye Çağrı: Suç Ortaklığına Son Verin
Sanatçıların barışa katkı sunmaları meselesinde önemli bir eylem de yurtdışından geldi. İsrail’in uzun süredir Gazze’ye dönük olarak gerçekleştirdiği saldırı ve soykırıma varan uygulamalara dönük eleştiriler son dönemde Avrupa kamuoyunda da geniş yer buluyor. Savaşın ilk döneminde çekingen bir tutum takınan Avrupa entelijansiyası Gazze’de yaşanan katliam karşısında artık sessiz kalmayı reddediyor. Bu konuda bir eylem de önemli sinema yönetmenlerinden geldi. Aralarında Aki Kaurismäki, Radu Jude, Miguel Gomes ve Joshua Oppenheimer gibi isimlerin de yer aldığı 35’ten fazla sinemacı, dijital film yayıncısı olan MUBİ’nin sponsoru Sequoia Capital’le ilişkisini yeniden değerlendirmesi için bir mektup kaleme aldı. MUBİ’nin Sequoia’dan 100 milyon dolarlık yatırım almasının ardından, yatırım şirketinin Gazze’deki savaşa dair pozisyonu ve İsrail ordusuyla bağları tartışma konusu olmuştu. Film Workers for Palestine’in çağrısına destek veren sinemacılar, mektuplarında “MUBİ’nin finansal büyümesi doğrudan Gazze’deki soykırımla bağlantılı” ifadelerini kullandı.
Kültür Sektöründe Cinsiyet Farkı
Ele aldığımız dönemde yayınlanan bir haber de toplumsal cinsiyet eşitliği alanında önemli bir bulguya işaret ediyordu. Söz konusu haberde kültür-sanat alanında istihdamda kadın erkek eşitliğinin hem AB ülkelerinde hem Türkiye’de neredeyse sağlanmış durumda olduğu belirtiliyordu. Hatta birkaç Avrupa ülkesinde kadın istihdamının erkekleri bir hayli geçtiği bile gözlemleniyor. Bu haber ilk bakışta ve bir yönüyle sevindirici olmakla birlikte işin detayına girildiğinde cinsiyet eşitliği meselesinde hala alınacak yolumuz olduğunu da gösteriyor. Çünkü istihdam miktarında eşitlik sağlanmış gibi görünse de ücretlerle ilgili veriler göz önüne alındığında durum iç açıcı değil. Veriler erkek çalışanların kadın çalışanlara göre daha yüksek ücretler aldığını gösteriyor. Dahası yönetici rollerinde yine erkeklerin köşe başlarını tuttuğunu belirtmek gerekiyor. Türkiye’de istihdamdaki durumda %49-%51 şeklinde erkeklerin küçük bir üstünlüğü söz konusu. Yani neredeyse eşitlenme sağlanmış denilebilir. Ama ücretlerdeki adaletsizlik dikkat çekici: Ücretlerin dağılımına bakıldığında kadınlar toplam ücretin %40’ını alırken erkekler %60’ını alıyor.
Yapay Zeka – Sanat İlişkisine Dair Gelişmeler
Son yıllarda yapay zeka – sanat ilişkisine dair yaşananlar sık sık gündemimize geliyor. Yapay zeka kullanımının sanat alanında yarattığı gelişmeler ve sorunlar sanatçılar için her an bu alanın gündemde tutulmasını gerekli kılıyor. Ele aldığımız dönemde de Open AI’ın GPT’nin 5. Sürümünü piyasaya sürmesi önemli bir gelişmeydi.
Öte yandan dikkat çekici iki tartışmalı konu bu dönemde gündeme geldi: Bunlardan birincisi seslendirme sanatçılarının yaptığı çıkıştı. Netflix’in bazı dublajlarda AI teknolojisini kullandığı biliniyor. Seslendirme sanatçıları buna yönelik protestolar gerçekleştiriyorlar.
Bir diğer tartışma da Aposto’da yer aldı. Giderek yaygınlaşan ve çok yüksek oranlarda izlenilirliğe sahip olan 1 dakikalık bölümlere sahip, yapay zekayla üretilmiş “dizi”ler son dönemde gündemde. Özellikle Çin’den yayılan bu akım dramatik sanata dair önemli değişimlerin habercisi olabilir. Bu diziler dramatik sanatın ölümüne mi işaret ediyor yoksa yeni ifade biçimlerinin ve olanaklarının habercisi mi, bunu zaman gösterecek. Birçok ana akım dizi senaryosunda yapay zeka kullanımının gündemde olduğunu biliyoruz. Bu kullanımın giderek yaygınlaşması beklenebilir bir durum. Ama derinlikli, eleştirel ve yaratıcı senaryoların sadece yapay zeka ile yaratılması henüz pek mümkün görünmüyor.