3-29 Nisan 2025 Kültür-Sanat Gündemi

 

Nisan 2025, Türkiye kültür-sanat alanı için politik baskılarla yaratıcı direnişlerin iç içe geçtiği bir dönem olarak kayda geçti. 19 Mart’ta Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının hukuksuz bir şekilde iptali ve yolsuzluk iddialarıyla kendisinin ve çalışma arkadaşlarının tutuklanması, Türkiye genelinde büyük bir tepkiye yol açmıştı. İktidarın 19 Mart darbesi olarak tanımlanan siyasi müdahalesinin ardından Mart ayında toplumun farklı kesimlerinde başlayan karşı duruş Nisan ayı boyunca da devam etti. Sanatçılar, öğrenciler, izleyiciler ve sendikalar hem sokakta hem sahnede hem de sosyal medyada seslerini duyurmaya çalıştı. Bu yazı ise Nisan 2025 boyunca yaşanan gelişmeleri tematik olarak değerlendiriyor.

 

Sanat Üzerinden Baskılar ve Sansür

Nisan ayında sanatçılara ve kültürel kurumlara yönelik siyasi baskılar artarak devam etti. 2 Nisan’da gerçekleşen tüketim boykotuna destek veren oyuncular hedef alındı. TRT, boykota destek verdikleri gerekçesiyle bazı oyuncuları dizilerden çıkardı. Hatta oyuncu Aybüke Pusat’ın bu gerekçeyle TRT dizisinden çıkarıldıktan sonra, tiyatro oyununun da organizatör tarafından iptal edildiği öne sürüldü. “Chaplin” adlı oyunun iptali kamuoyunda sansürün özel sektöre de yayıldığına dair eleştirilerle karşılandı. Altyazı Fasikül’ün detaylandırdığına göre, boykota katılan oyuncular yalnızca işlerinden edilmekle kalmadı; Cem Yiğit Üzümoğlu gibi bazı sanatçılar hakkında “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçlamasıyla soruşturma başlatıldı. Üzümoğlu, gözaltına alındıktan sonra adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı ancak yurt dışı yasağı nedeniyle Yunanistan’daki tiyatro oyununda sahneye çıkamadığını duyurdu. Bu gelişmelerin ardından DEM Parti milletvekili Sevilay Çelenk, TRT’nin bu uygulamalarını Meclis gündemine taşıyarak sanatçıların ifade özgürlüğüne yapılan müdahaleye dikkat çekti. TRT’nin bu süreçteki rolü, yalnızca uyguladığı sansür üzerinden değil, aynı zamanda kurumsal özerkliğini yitirmesi açısından da değerlendirilmeli. Aposto’da yayımlanan değerlendirmede TRT’nin bir kamu yayıncısı olarak yurttaşa değil iktidara hesap verir hâle geldiği, özerkliğini yitirmiş bir yapının kültürel çoğulculuğu da zayıflattığı ifade ediliyor. Yazıda, bu durumun sanatçılara yönelik cezalandırma mekanizmalarının kurumsal bir yapı aracılığıyla işlediğini ve öğrenilmiş çaresizliği pekiştirdiğini vurgulanıyor. Sanatçıların bu cezalandırma pratiklerine maruz kalmaları eleştirilmeli fakat TRT’nin, özellikle tarihi yada siyasi gelişmeleri konu edinen dizilerinde, iktidarın amaçları ve propagandalarına yönelik yayın yaptığı düşünüldüğünde oyuncuların burada yer alma kararlarını da sanatçının aydın sorumluluğu bağlamında eleştirmek gerekmez mi?

Dizi sektöründe bu gelişmeler olurken tiyatro alanında da bazı oyunlar iptal edildi. İstanbul Şişli Belediyesi’ne kayyum atanmasının ardından kültür-sanat etkinlikleri de hedef alındı. Belediye bünyesinde sahnelerdeki oyunlar iptal edildi. Gestus Tiyatro’nun “Halide ile Nazım’ın Bir Tuhaf Buluşması” adlı oyunu, sahnelemeye saatler kala kayyum yönetimince engellendi.

Bu gelişmeler, kültür-sanat alanının yalnızca estetik değil, aynı zamanda politik, ekonomik ve etik bir mücadele alanı olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Sanatın direniş potansiyelinin artırılması, baskılar karşısında dayanışmanın büyütülmesi ve kamusal kültür politikalarının korunması önümüzdeki dönemin temel mücadele başlıkları olarak öne çıkıyor.​

Ayrıca, Mimesis’te yayımlanan “Boykotun Gölgesinde: Muhalefet ve Linç Kültürü Üzerine” başlıklı yazıda, boykotun sınırlarının net çizilmediğinde, zamanla amacından sapabileceği ve linç kültürüne dönüşebileceği vurgulanıyor. Yazıda, boykotun dayanışmayı güçlendirmek için var olduğu, ancak linç kültürünün umudu ve dayanışmayı kırarak tam da iktidarın arzu ettiği bir duruma yol açabileceği ifade ediliyor. Örneğin Boğaziçi Üniversitesi’ndeki bazı sanat kulüplerinin açıklamaları incelendiğinde muhalefetin bugüne kadar ciddiyetle kurumsal varlık oluşturmuş sanat yapılarını eleştirirken daha yapıcı olması ve çeşitlilik içeren yöntemler geliştirmesi gerektiği ortaya çıkıyor. Aksi takdirde toplumda dönüşüm ve değişim yaratmanın önü de kesiliyor.

Protesto Kültürü ve Sanatın Rolü

19 Mart’ta başlayan ve İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınmasıyla ivme kazanan protestolar, sanatsal üretimlerde de karşılık bulmaya başladı. Geçmiş protesto hareketleriyle kıyaslandığında yeni üretimlerin azlığı eleştirilse de, bazı sanatçılar önemli katkılarda bulundu.

Ezhel, Rota, Kamufle ve Mabel Matiz gibi müzisyenler, yeni protest şarkılar yayımlayarak tepkilerini müzik aracılığıyla gösterdi. Beyoğlu’nda düzenlenen Curcuna etkinliği, tiyatro ve dansın sokak protestosuyla birleştiği yaratıcı bir eylem örneği sundu. MSGSÜ öğrencileri, iptal edilen geleneksel mezuniyet balosunun yerine “Direniş Balosu” düzenledi. “Çapulcu” temasıyla gerçekleşen balo, mizahi ve politik bir ifade aracı oldu. Dans sanatçıları da Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınıp tutuklanmasıyla süren protestolardaki şiddete ve baskılara karşı bir araya gelerek “İçeriye attılar, içimize atmadık” ismiyle bir performansı hayata geçirdiler.

Ancak bu üretimlerin protesto kültürüne katkısı hâlâ tartışmalı. Gezi sürecinde eylemlerin içinden doğan şarkılar, sokak sanatı ve kolektif üretimlere kıyasla, günümüzdeki bu içerikler çoğunlukla bireysel ve dijital platformlara sıkışmış durumda. Kitleleri arkadan sürükleyecek, akılda kalıcı ve eylemlere doğrudan temas eden kültürel üretimlerin eksikliği dikkat çekiyor. Belki de bu durum, bugünkü protestoların -henüz- net bir hareket ve talepler dizisine sahip olmamasından kaynaklanıyor. Bu nedenle sanat üretimlerinin eylemlerden türeyen, sahada karşılığını bulan, daha kolektif ve somut formlara evrilmesi bir ihtiyaç olarak öne çıkıyor.

13 Nisan’da düzenlenen “Kültürel İrade Forumu” ise sanatçılar, akademisyenler ve kültür emekçilerini bir araya getirerek baskılara karşı ortak bir irade oluşturmayı hedefledi. Forumun sosyal medyada paylaşılan görsel belgelerine göre, toplantıda özellikle üç temel tema öne çıktı: sanatın ifade özgürlüğünün teminatı olarak savunulması, kültürel alanların ticari ve siyasi müdahalelerden arındırılması, ve kültür sanat alanında çalışanların güvenceli çalışma koşulları talebi. Katılımcılar ayrıca önümüzdeki dönemde ortak eylem takvimi oluşturulması, sansüre karşı hukuk destek ağı kurulması ve yerel yönetimlerle kültür politikaları konusunda diyalog kanallarının güçlendirilmesi yönünde kararlar aldı.

Sanat Emekçileri ve Güvencesizlik

Dizi setlerinde yaşanan ihmallerin yol açtığı ölümler ve kötü çalışma koşulları kültür sektörünün krizini bir kez daha gündeme taşıdı. NOW TV’nin Büyükada’daki “Şakir Paşa Ailesi” dizi setinde çıkan yangında yapım amiri Taki hayatını kaybetti. Bu olay, sette iş güvenliği önlemlerinin eksikliğini bir kez daha gündeme getirdi. Oyuncular Sendikası ve Sine-Sen, setlerde sistematik olarak ihmal edilen iş sağlığı ve güvenliği önlemlerine dikkat çekti. Yapım şirketlerinin kar hırsı uğruna emekçilerin hayatını tehlikeye attığı vurgulandı.

Tiyatro yapmanın maliyetinin ciddi bir yük haline gelmesi, birçok bağımsız grubun sahnesiz kalmasına neden oldu. Ara Sahne, bu ekipleri dayanışma için bir araya gelmeye çağırdı.

Toplumsal Cinsiyet ve İfşalar

Kadın dansçılar, maruz kaldıkları istismar ve şiddeti #DansEğitimiDeğilİstismar etiketiyle ifşa etti. İddialar Türkiye’nin önde gelen dans okullarından Dans Fabrika’ya yönelikti. Dans toplulukları ve kulüpler ortak bildiri yayımlayarak mağdurların yanında olduklarını duyurdular.