Yazıda yararlanılan haber akışı için buraya tıklayınız.
Sırrı Süreyya Önder: Siyasetin Kalbinde, Sanatla İç İçe
Sırrı Süreyya Önder’in vefatı, Türkiye’nin sanat ve barış mücadelesi açısından büyük bir kayıp oldu. Onu yalnızca bir yönetmen, oyuncu ve siyasetçi olarak değil, aynı zamanda bir vicdan, bir uzlaşı arayıcısı olarak hatırlayacağız. Her zaman altını çizmeye çalıştığı ‘‘bir arada yaşama umudu”, geride bıraktığı en kıymetli miraslardan biri.
Sırrı Süreyya Önder, hikâyesini sadece anlatmakla yetinmeyip o hikâyenin içinde yaşamayı seçenlerdendi. Anadolu’yu sinemanın hafızasına nakşetmiş bir anlatıcıydı o. En önemli eserlerinden Beynelmilel ile yalnızca bir dönemi değil, o dönemin içimize sinmiş yankılarını da görünür kılmıştı. Mizahı acıyla, direnişi ezgiyle buluşturan bu film, onun sanatsal sezgisinin ve siyasal bilincinin erken bir habercisi gibiydi.
Beynelmilel dışında daha çok sayıda projesi vardı. Ama zaman, herkese tek bir yol sunmuyor her zaman. 2011’de milletvekili olarak meclise adım attığında, belki de bildiği en hakiki hikâyeyi başka bir mecra üzerinden anlatma çabasıydı bu. Meclis kürsüsünde söyledikleriyle, sokaktaki sese tercüman oldu. Barışın dili, onun kelimelerinde bir çocuğun masumiyetiyle yankılandı. Gülerek anlattı en acı gerçekleri. Mecliste ve toplumsal hareketlerde üstlendiği rol, özellikle çözüm yollarında barış dilini kuran önemli bir köprüye dönüştü. O, siyaseti kuru bir iktidar mücadelesi olarak değil, halkın derdine, diline temas eden bir alan olarak gördü. Mizahı, ironisi, halkçılığı ve keskin zekâsıyla Türkiye’de siyasal iletişimi bambaşka bir yöne çekti.
Şu da bir gerçek ki, 2011 yılında siyasete atılması ve kendini çok yoğun siyasi gündemlerin tam merkezinde bulması, ne yazık ki sanat yolculuğunu sekteye uğrattı. O koşullarda sanatsal çalışmalara odaklanması çok da mümkün değildi. İnsan sormadan edemiyor: Sanat yolculuğu kesintiye uğramasaydı, Türkiye sineması bugün nasıl bir çehreye sahip olurdu? O kalemi, o gözü, o sezgiyi sinema perdesinde daha fazla görseydik.. Yakın çevresiyle sık sık paylaştığı ‘öteki’ İslam tarihi, İslam dünyasında siyahî kölelerin isyanı, Türkmenlerle Kürtlerin ortak Babaî ayaklanmaları, Şeyh Bedrettin, 1978 Maraş olayları.. ile ilgili projelerini gerçekleştirebilse, belki de onun hikâyeleri, bu toprakların hafızasında yeni bir yeşerme yaratırdı.
Bu kısa ömründe sanatsal çalışmalara daha çok zaman ayıramaması insanın içine sinmiyor ama altını çizelim: Önder’in en büyük gücü, her iki alanı da kalpten ve aynı samimiyetle kucaklamış olmasıydı. O, iki büyük nehrin birleştiği yerde yürümeye çalışan bir anlatıcıydı: Biri sanat, diğeri siyaset. Her iki nehrin de suyunu tanıdı, ikisinden de içti. Sinemada yapamadığını siyasette, siyasette söyleyemediğini bazen şiirde ya da bir sahnede dile getirdi. Biri onu anlatıcı yaptı, diğeri tanık. Hangisinde daha çok yankı buldu bilinmez, ama her iki nehir de onun sesini uzun süre taşıyacak gibi görünüyor.
***
Netflix’in izlenme rekorları kıran dört bölümlük İngiliz mini dizisi Adolescence, genç erkeklerin çevrimiçi platformlarda nasıl radikalleştiğini ve bunun şiddetle nasıl bağlantılı olabildiğini çarpıcı bir şekilde ele alıyor.
Dizi, 13 yaşındaki Jamie Miller’ın sınıf arkadaşı Katie Leonard’ı öldürmesinin ardından gelişen olayları konu alırken bu trajedinin arkasındaki sosyal ve psikolojik etkenlere odaklanıyor. Jamie’nin çevrimiçi platformlarda maruz kaldığı içeriklerin, onun kadınlara yönelik algısını nasıl şekillendirdiğini ve bu durumun trajik sonuçlarını görünür kılıyor. Erkek öfkesinin ve cinsiyetçi söylemlerin genç zihinler üzerindeki etkisini derinlemesine incelerken genç erkeklerin sosyal medyada nasıl radikalleştiğini ve bu süreçte kadın düşmanlığının nasıl normalleştirildiğini çarpıcı bir şekilde anlatıyor.
Bu dizi vasıtasıyla, geniş kesimler arasında “Incel kültürü’’ daha kapsamlı bir şekilde gündeme gelmiş oldu. ‘‘Incel’’ ingilizce “involuntary celibate” (istemese de bekâr kalan, zoraki bekâr…) ifadesinin kısaltması. Bu terim, romantik veya cinsel ilişki kurmak isteyip de bunu başaramayan erkeklerin oluşturduğu bir internet alt-kültürünü tanımlıyor. Incel toplulukları kadınlara yönelik düşmanlık, cinsiyetçi söylemler ve şiddet eğilimleriyle bilinmekte.
Dizide, incel kültürünün kadınlara yönelik tehditkâr ve düşmanca tutumları nasıl beslediği açıkça görülüyor. Jamie’nin hikayesi, genç erkeklerin çevrimiçi platformlarda maruz kaldığı toksik maskülenlik ve kadın düşmanlığının, gerçek hayatta nasıl tehlikeli sonuçlara yol açabileceğine ve bu bağlamda, toplumun bu tür ideolojilere karşı nasıl daha bilinçli ve duyarlı olması gerektiğine dikkat çekiyor.
Dizide, genel olarak oyunculuk performansları ve her bölümün tek/yakın plan çekimle hazırlanması dikkat çekici bir yerde duruyor. Dizi boyunca ele alınan konuya yönelik geliştirilen cesur yaklaşımlar, uygulanan bu tek plan çekimlerle daha derinlikli bir şekilde desteklenmekte. Ancak bu şekilde oluşan aşırı gerçekçilik ve duygusal yoğunluğun zaman zaman izleme deneyimini zorlaştırdığı da söylenebilir. Dizinin işlediği ağır temalar ve çarpıcı anlatım, yer yer konuyu bütün açıklığıyla gözler önüne sererken yer yer de izleyiciyi konudan uzaklaştırabilmekte.
Adolescence, dört bölüm boyunca eğitim sistemi ve kurumsal körlük, sosyoekonomik eşitsizlikler, aile yapısının işlevsizliği/yetersizliği, gençlerin sosyal medya alanında ötekileşerek toplumdan uzaklaşması, kuşaklar arası kopuşun giderek büyümesi … gibi başlıklara da göndermeler yaparak günümüz dünyasına dönük belli bir eleştirel dil oluşturuyor. Bu eleştirel dilin makro sistem analizi anlamında daha belirgin olmasını, bu yaşanan sorunların sistemik uzantılarına yönelik daha açık fikir yürütmeler yapılmasını bekleyebiliriz; ama bu haliyle de dizi ‘‘alternatif’’ diziler arasında sağlam bir yer edinmiş durumda.
***
Lorde hayranlarını parka çağırdı:
Global müzik dünyasının yaza giriş şarkıları artık saf pop elementlerinden ibaret değil. Günümüz pop yıldızları da eskiler gibi şaşaalı bir görünüşle hayranlarının karşısına çıkmak istemiyor. Özellikle son yıllarda müzik sektörünü domine eden kadın müzisyenler, kendileri için yaratılmış sahte imajlarla değil, gerçek karakterleriylele sahnede yer alıyor ve dinleyicileriyle daha samimi, yakın ve doğrudan iletişim kurmanın yollarını arıyor. Bu da şarkılarına ve yarattıkları müzikal dünyaya yansıyor.
Birkaç örnekle açıklamak gerekirse, geçen yazın yıldızlarından Charli XCX, Brat albümünde müzik sektörünün baskılarından, çocuk doğurmaya dair düşüncelerinden, depresyon sürecinden bahsediyordu. Albüm kendi olmaktan utanmayan kadınları anlatırken kusursuz “clean girl” mitini de yerle bir ediyordu. Chappell Roan da Grammy ödülünü alırken kariyerinin en başından beri yaşadığı zorlukları dile getiriyor, müziğinde de aklına yatmayan her şeye karşı çıktığını söylüyordu…
LORDE, aralanan bu kapıdan hızlı bir giriş yaptı. Sanatçı sosyal medyada Washington Square Park’ı andıran bir yerde yürürken What Was That adlı yeni şarkısının bir kısmının çaldığı bir video yayımladı.. Ardından Lorde, hayranlarına bir e-posta ve WhatsApp sesli mesajı gönderdi: “Parkta buluşalım. Bu gece saat 19.00’da” diye seslendi ancak hangi park olduğunu belirtmemişti. Çünkü ipucunu birkaç gün önce vermişti. Yüzlerce genç, son ses Lorde şarkıları çalarak New York’taki Washington Square Park’ta toplandı. Başlangıçta polis gençleri engellemeye çalıştı ama kısa sürede bu engel aşıldı. Dinleyicilerin ve sanatçıların karşılıklı olarak sadece sosyal medyadaki videolar ya da şaşalı konser mekanları üzerinden etkileşim kurmakla yetinmek istemediğinin de bir göstergesiydi o an. Telefon ekranlarından kafalarını kaldırıp bir parkta tüm engellemelere rağmen birlikte o anı paylaşmak, dertleşmek, dayanışmak istiyorlardı.
Bu gelişmeler üzerinden günümüz sanat dünyası için çıkartılabilecek önemli dersler olduğu görülmekte..
***
Kürt-Alman ‘Rap Sanatçısı’ Xatar Almanya’da hayatını kaybetti
İran kökenli Kürt-Alman rap sanatçısı, prodüktör ve yapımcı Jiwar Hajabi, bilinen adıyla Xatar, 43 yaşında Almanya’nın Köln kentinde hayatını kaybetti.
Xatar yalnızca bir müzisyen değil, aynı zamanda başarılı bir iş insanıydı. Almanya’nın büyük şehirlerinde gıda sektöründe kurduğu şirketlerle tanındı. Evliydi ve iki çocuk babasıydı. Yaşamı boyunca hem Kürt hem Alman kimliğini güçlü şekilde taşıyan Xatar, diasporada yaşayan birçok Kürt gencine şarkılarıyla ilham kaynağı olmuştu.
Alman basını, Xatar’ın ölümünü “Bir rap efsanesi aramızdan ayrıldı” başlıklarıyla duyurdu. Ülkenin tanınmış sanatçıları ve kültür-sanat çevreleri, onun ardından taziye mesajları paylaştı.
Xatar’ın hem müzikteki etkisi hem de hayat hikayesi, bugün Kürt ve Alman toplumları arasında bir köprü olarak değerlendiriliyor.
Harbiye Açıkhava konserlerinin açılışını yapan grubun solisti Duru ile Söyleşi
Ülkemizin en önemli konser ve gösteri mekânlarından biri olan İstanbul Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu’nda yaz dönemi konserleri, 5 Mayıs itibarıyla başlamış durumda. Bu ekonomik kriz ortamında, bilet fiyatlarının yüksekliğiyle dikkat çeken ve bu anlamda belli bir sürdürülebilirlik şüphesi de uyandıran bu konserler dizisinin açılışında Redd müzik grubu yer aldı.
Kurulduğu günden bugüne müzikal üslubu, şarkı sözleri ve toplumsal olaylarda durduğu yer ve takındığı tavırla dikkat çeken Redd, bu konserde senfonik düzenlemelere de yer verdi. Konserde İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu ve İBB’ye yönelik operasyonları protesto eden solist Doğan Duru sonrasında da seyircileri tutuklanan üniversite öğrencileriyle dayanışmaya çağırdı.
***
Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Mumcu’dan Spotify Açıklaması:
Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Batuhan Mumcu’nun açıklamaları, Spotify vb. platformlar için yeni düzenlemelerin yolda olduğunu haber veriyor: “Spotify gibi uluslararası dijital platformlar Türkiye pazarında ciddi bir kullanıcı kitlesine sahip olmasına rağmen ne bir temsilcilik açmış ne de yerli müzik kültürüne karşı sorumluluk üstlenmiş durumda. Vergisel yükümlülüklerin yerine getirilmemesi bir yana, içerik algoritmalarında nitelikten çok sansasyona öncelik verilmesi; argo, şiddet ve yasaklı madde kullanımını özendirici içeriklerin listelerde öne çıkarılması kabul edilemez bir tercihtir.’’