Kasım ayında Türkiye ve dünyada öne çıkan kültür-sanat gündemini iki başlık altında inceledik: İsrail-Filistin ve kültür-sanat, iktidar ve muhalefet kıskacında kültür-sanat. İlgili haber akışına buradan ulaşılabilir.

 

İsrail-Filistin ve Kültür-Sanat

Gazze’de devam eden ve soykırım noktasına varan savaşı sona erdirme aciliyetini dile getiren  kültür-sanat dünyasından öznelerin birbiri ardına yaptığı savaş karşıtı açıklamalar dikkat çekici bir boyut kazandı.  Aralarında Roger Waters, Bono, Susan Sarandon gibi ünlü isimlerin de olduğu sanatçılar ardı ardına Gazze’deki savaşın durdurulması yönünde sosyal medya üzerinden paylaşımlarda bulundular. Bu savaş karşıtı yorumlar Batılı medya kuruluşları tarafından İsrail karşıtı, antisemitist ve nefret suçu kapsamında yorumlandı. Bu sanatçıların çoğu yaptıkları açıklamaları geri çekmek durumunda kaldı. Susan Sarandon, yaptığı açıklamayı nefret suçu içerdiği iddia edildiği için yine sosyal medya hesabı üzerinden geri çekerek kamuoyundan özür diledi. Meksikalı oyuncu Melissa Barrera da, Filistin’e destek mesajı paylaştığı gerekçesiyle Scream 7 [Çığlık 7] filminden kovuldu.  İsrail’in Gazze’ye saldırılarını “soykırım ve etnik temizlik” olarak nitelendiren Barrera, düzenli olarak saldırılar hakkında paylaşımlar yapıyordu. Barrera‘nın çalıştığı Spyglass ajansı, oyuncunun sözlerini “antisemitist” ve “nefret söylemi” olarak değerlendirerek şu açıklamayı yaptı: “Antisemitizme veya soykırıma, etnik temizliğe, Holokost çarpıtmasına veya açıkça nefret söylemi çizgisini alenen aşan her türlü nefretin kışkırtılmasına karşı sıfır tolerans gösteriyoruz.”

Batılı toplumlardaki sanatçıların savaş karşıtı açıklamaları antisemitizm ve soykırım karşıtlığı ile damgalanıyor. Bu açıklamalarda bulunan sanatçılar “cancel”lanarak bir kamp seçmeye zorlanıyorlar. Bu durum, Rusya-Ukrayna savaşının başlangıcında kültür-sanat ortamında tanık olduğumuz kutuplaştırıcı ortamı hatırlatıyor. Rus sanatçıların dünya ve insanlık tarihine mal olmuş eserlerinin müzelerden ve ders programlarından çıkarılması, gösterileri ve konuşmalarının engellenmesi, işlerinden çıkarılmaları gibi birçok olaya tanık olmuştuk. ABD ve Avrupa’nın İsrail’i koşulsuz desteklediği bu savaşta, bu sefer Filistin’e destek mesajı veren sanatçılar benzer bir uygulamayla karşılaşıyor. Büyük sermayelerle iş birliği içindeki uluslararası siyaset, bu savaş üzerinden yine sanatı dahil ederek dünya çapında bir kutuplaşma, taraf olma atmosferi kuruyor ve bu konuda kati sınırlar belirliyor. Medeni ve demokratik Batı ile totaliter Rusya imajı üzerinden kurulan algı yönetimi, medeni İsrail ile terörist ve barbar Hamas olarak, bu sefer İsrail ve Filistin üzerinden yeniden inşa ediliyor. Sanatçılardan da bu kutuplardan birini tercih etmeleri isteniyor. Böyle bir ortamda, sanat dünyasındaki konumuna zarar gelmesinden korkan birçok kişi ya konuşmamayı tercih ediyor ya da savaş karşıtı açıklamalarını geri çekmek ve bu açıklamalardan dolayı özür dilemek durumunda kalıyor. Burada, kendi temel kurucu değerleriyle çatışan ve bu durumun ifade özgürlüğü olduğunu düşünerek yaratılan kutuplaşmada taraf tutan bazı Batılı sanatçıların ürettiği söylemlerle ilişkili olarak tartışmaya değer önemli bir nokta açığa çıkıyor. Filistinli yönetmen Mohammed Almughanni’ni de bu çelişkiyi eleştirel bir şekilde dile getiriyor. Almughanni Batılı sanatçıların durumunu “İfade özgürlüğü ve demokrasinin olduğu bir ülkede yaşadıklarını ve istediklerini söyleyebileceklerini iddia etmeleri büyük bir çelişki… Birçok sesin susturulduğunu biliyorum. Filistin konusunda konuşmanın kendilerini etkileyebileceğini biliyorlar. Bu konu, pek çok insanın hakkında konuşmak istemediği bir tabu” şeklinde yorumluyor.

Rusya-Ukrayna savaşından farklı olarak bu sefer konu Filistin olunca Türkiye’de de benzer tepkiler-karşılaşmalar yaşanmaya başlıyor. Hem hükümete yakın ya da sempati duyan hem de muhalif cenahtan sanatçılar savaş karşıtı açıklamalarda bulunuyor. Fakat hükümete yakın kanattan bazı isimler, adeta ellerinde bir çetele tutar gibi açıklamada bulunmayan sanatçıları bu konuda ses çıkarmaya zorluyor. Yeni Şafak gazetesi yazarı İsmail Kılıçarslan, Zeki Demirkubuz’u hedef göstererek Demirkubuz’un 15 Aralık’ta vizyona girecek olan filminin boykot edilmesi gerektiğini, gençlerin hayalleri ile oynandığını iddia eden bir sosyal medya postu paylaştı. Bunun üzerine Demirkubuz, Gazze hassasiyetini kimsenin sorgulayamacağını bildiren küfürlü bir cevap verdi.

Kültür-sanat alanında kuvvetli bir varlık gösteremeyen AKP rejimi Filistin meselesini kullanarak ve Filistinli çocukların ölümüne tepki verilmemesi üzerinden devşirilen bir söylemle sanatçıları itibarsızlaştırmaya, söylemlerine müdahale etmeye, taraf olmaya zorlamaya ve bunun üzerinden bir kamuoyu baskısı oluşturmaya çalışıyor.

 

İktidar ve Muhalefet Kıskacında Kültür-Sanat

Mevcut İktidar, kültür-sanat alanında tahsis edemediği hegemonyayı kurma çabalarına İsrail’in Gazze’deki saldırıları ve başka gündemler üzerinden devam ediyor. Mevcut iktidarın yayın organlarında çalışan gazeteciler, yazarlar ve yorumcular sadece İsrail-Filistin konusunda değil başka konularda da toplum mühendisliğine devam ederek örneğin “ahlaksızlık” üzerinden manipülatif haberler yapıyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın özel tiyatrolara verdiği fonların açıklanmasından sonra Yeni Akit gazetesi “Sözde sanat adı altında rezillik! Milletin parası ahlaksızlığa gitmesin!” başlıklı bir haber yazısı yayınladı. Bu yazıda, bakanlığın fon sağladığı çeşitli tiyatro gruplarının aldıkları fon ile aile karşıtı, feminist, Lgbti+ propagandası yapılan oyunlar ürettiği ve bu oyunların toplumun ahlakını bozduğu iddia ediliyor. Muhalif sanatçıları itibarsızlaştırma olarak görülebilecek bu haber, yine çeşitli sanat kurumlarını ve sanatçıları “ahlaksız” damgasıyla hedef göstererek ekarte etme çabasının bir devamıdır. Kültür Bakanlığı yıllar sonra ilk defa uzun süredir fon vermediği gruplara fon sağladı. Fonun bu yıl verilme sebeplerinden birinin, yerel seçimler öncesi sansürcü ve yasakçı bir imajdan uzaklaşılmak istenmesi olduğu düşünülebilir. Bununla birlikte, fon alabilen belli tiyatroların uzun yıllardır hukuki mücadele sürdüren gruplar olduğu da görülüyor. Fakat iktidara yakın gazeteler adeta Kültür Bakanlığını şikayet eder nitelikteki haberlerle Lgbti+ ve feminizmi kullanarak her alanda olduğu gibi sanat alanında da toplumu kutuplaştırmak ve hedef gösterilen grupları marjinalize etmekten geri durmuyor.

Mesele Kürt sanatçılar ve Kürtçe üretimler olduğunda, farklı parametreler üzerinden toplumdaki kutuplaştırıcı siyasi dile başvuruluyor. Sanatçılar ve yapıtları örgüt üyesi olmak, terörist olmak gibi ithamlarla yaftalanıyor, engelleniyor. CHP Genel Başkanı Özgür Özel, aralarında Pervin Buldan, Sezgin Tanrıkulu ve CHPli başka isimlerin de olduğu bir grup siyasetçi ile izlediği Pervin Chakar’ın Kadıköy Süreyya Operası’ndaki konserin ardından sosyal medya hesabından şu paylaşımdan bulundu: “İstanbul Kadıköy’de Süreyya Opera Sahnesi’nde ünlü soprano Pervin Chakar ve piyanist Paolo Villa’nın ‘Bir Opera Gecesi’ dinletisine katıldık. Sn. Chakar’ın performansı kadar verdiği barış kardeşlik mesajları ve deprem acımızı paylaşması da etkileyiciydi.” Bu paylaşımın ardından Özel, Chakar’a yönelik nefret söylemi ve karalamalar eşliğinde özellikle iktidara yakın medya kuruluşları tarafından hedef gösterildi. Bu paylaşımın ve Özel’in Chakar’ın konser sonrasında elini öptüğü fotoğrafın paylaşımının ardından iktidara yakın gazeteler Chakar’ı karalayan ve terörist ilan eden haberler yaparken bir yandan da Özel’i itibarsızlaştıran haberler yayınladı. Bu olay sonrasında Chakar’ın TRT arşivlerinde bulunan kayıtları silindi. Özel’in hedef gösterilmesinin ardından Chakar, sosyal medya hesabından “Yaptığım sanat siyaset üstüdür. Değerlerimiz, kültürümüz, dilimiz, sanatımız biz Kürtlerin ve benim kırmızı çizgimizdir. Kapımız herkese, her düşünceye açıktır. Irkçı ve hakaret dolu sözlere sanatımla cevap vermeyi yeğliyorum. Çünkü her şey gelip geçicidir ama sanat daima kalıcıdır. Anadilimde şarkı söylemek en büyük hakkım ve bunun için kimseden izin almayı düşünmüyorum”  açıklamasında bulundu. Devletin aygıtları dışında üretilen her türlü Kürtçe sanat üretimini sansürleyerek, sansürlenemediği durumlarda Türkiye/Türk düşmanı ilan ederek Kürt dili ve kültürü üzerindeki baskı ve itibarsızlaştırma çabaları devam ediyor.

Türkiye’nin yönetimine talip olan partiler kültür politikalarıyla, edebiyatla, sinemayla, tiyatroyla, müzikle kurdukları ilişkiyi ve donanımlarını sorgulamaları gereken bir durumda görünüyor. Ana muhalefet partisi bu bağlamda başarısız, zayıf, etkin olmayan bir pratik sergiliyor. Demokrasi ve ifade özgürlüğünü temel alan efektif stratejiler geliştirmiyor veya yetersiz kalıyor. İBB’ye bağlı Kütüphane ve Müzeler Müdürlüğü, Atatürk Kitaplığı’nda “Türkçe Edebiyatın Flanözleri, Evden Dışarı Çıkmak: Nezihe Muhiddin, Suat Derviş Leyla Erbil” başlıklı bir etkinlik düzenleyeceğini duyurdu. Etkinliğin duyuru afişinde “Türk edebiyatı” yerine “Türkçe edebiyat” yazılmasına milliyetçi çevreler tepki gösterdi ve etkinlik apar topar iptal edildi. Antalya Film Festivali’nde yaşanılanlara benzer bir tavırla etkinlik yine alel acele iptal ediliyor, mesele kamuoyuna verimli bir tartışma olarak taşınmıyor. Susup kabullenmek ve kenara çekilmek şeklinde özetlenebilecek bir tepki üretiliyor.

Tiyatro Pera Sanat Yönetmeni Nesrin Kazankaya, yayınladığı bir videoda Tiyatro Pera’ya ait aksesuar ve kostümleri koydukları deponun İBB tarafından habersizce boşaltıldığını ve bu eşyaların nerede olduğunu bilmediklerini, tiyatronun “22 yıllık birikimini çöpe attılar” diyerek yaşadığı hayal kırıklığı ve öfkeyi dile getirdi. Bu konuda, İBB’nin kurumlarından halen ciddi bir açıklamanın gelmemiş olması, kültür-sanat çevreleriyle kurulan ilişkinin problemli bir yönüne işaret ediyor. Benzer bir tartışma, Alan Kadıköy’ün neden sürekli aynı tiyatro gruplarına açıldığı ve fiyat politikası üzerinden de yapılıyor. Kemal Aydoğan sosyal medya hesabında, Kadıköy Belediyesi’nin açtığı Alan Kadıköy’ün gelir-gider tablosu ve aylık programının nasıl oluşturulduğuyla ilgili şeffaf bir açıklama talep etmişti. Alan Kadıköy’deki biletlerin fiyatları diğer özel tiyatrolara göre nispeten ucuz olarak belirleniyor. Kemal Aydoğan özel tiyatroların çoğunun Kadıköy’de olduğunu ve bunun haksız rekabet yarattığını söylüyor. Ayrıca, Alan Kadıköy’de her özel tiyatro grubu da kendine yer bulamıyor. Özellikle ünlü isimlerin tek kişilik oyunlarının veya halihazırda popüler özel tiyatro gruplarının burada sahne aldığı gözlemleniyor. Oysa ki, kültür-sanat kurumları arasında dayanışmacı bir ilişkinin kurulması ve belediyelerin sunduğu kaynakların demokratik bir biçimde daha fazla kişi ve grup tarafından kullanılmasının yollarının bulunmasına ihtiyaç var. Bu konuları tartışmaya devam etmek gerekiyor.