Artizan bünyesinde kültür-sanat alanında çalışmalar yürüten genç kuşak[1], Türkiye’nin önemli gündemlerinden biri olan “barış süreci”ni, bu sürecin kültür-sanat alanındaki yansımalarını ve -aynı zamanda sanatın barış sürecindeki rolünü tartışma ihtiyacı duyduğu için- “Barış Sürecinde Sanatın Toplumsal İşlevi” başlığını içeren bir okuma çalışması gerçekleştirdi.

Çalışma kapsamında aşağıdaki sorular ele alındı:

  • İçinde bulunduğumuz barış süreci toplumda nasıl bir karşılık buluyor?
  • Barış talebi, bireyler ve kültür-sanat toplulukları için ne anlama geliyor?
  • Toplumsal kutuplaşmanın derinleştiği, demokratik alanların giderek daraldığı bir dönemde sanatın rolü ne olabilir? Sanatçılar özgürlükçü, çoğulcu ve kalıcı bir toplumsal barış sürecine hangi yollarla katkı sunabilir?

Ağustos – Eylül 2025 döneminde dört oturum olarak tasarlanan bu çalışma kapsamında çeşitli okuma ve izleme materyalleri incelendi, söyleşiler gerçekleştirildi.[2] Bu oturumlarda, barış gündeminin tarihsel arka planı ile güncel siyasi gelişmeler birlikte ele alındı; sanatın bu süreçlerdeki rolü ve sanatçıların sunabileceği katkılar üzerine tartışmalar yürütüldü.

Yazının devamında, çalışma süreci boyunca incelenen materyaller ile öne çıkan tartışma başlıklarına ilişkin notlar paylaşılacaktır.

Tartışma Notları

Çalışmanın ilk oturumunda tartışılmak üzere Yeşim Yaprak Yıldız’ın “Kürt Meselesinin Çözümsüzlüğünde Türkiye’de Toplumun Rolü: Kayıtsızlıktan Müdahilliğe” başlıklı politika raporu ve Alişan Akpınar’ın “Neden Barışın Yanında Olmalıyız?” yazısı okundu; buna ek olarak Alişan Akpınar’ın “Kürt Hareketi Tarihi” sunumunun kaydı dinlendi. Ayrıca, barış gündemiyle birlikte Türkiye’deki güncel siyasi gelişmelere dair haberler derlenerek tartışmalara dâhil edildi.

Katılımcılar, bu ilk oturumda, adı geçen kaynaklar üzerinden “barış” kavramını, Türkiye’de güncel barış tartışmalarının kendi sosyal çevrelerinde nasıl yankı bulduğunu, barış sürecinin toplumdaki karşılığını tartışmaya başladı. Toplumun farklı kesimleri tarafından farklı biçimlerde adlandırılan ve değerlendirilen bu sürecin, kamuoyunda ortak bir anlam kazanamadığı üzerinde uzlaşıldı.

“Barış” kavramının yalnızca silahların susması ile sınırlı kalmaması; kalıcı bir barış için gündemin devlet düzeyinden toplum düzeyine geçebilmesi gerektiği tüm tartışmalarda öne çıkarılan bir nokta oldu. Okunan rapor, barışın Türkiye’de hâlâ öncelikli bir meseleye dönüşememesinin sebebini yalnızca devlette değil, toplumun kendisinde de araması gerektiğini vurgulamaktaydı. Raporda, kalıcı bir barışın ancak toplumun bu süreçte kendi payını, müdahilliğini ve sorumluluğunu kabul etmesiyle mümkün olabileceğinin altı çizilmekteydi.

Sürecin devlet söyleminde ‘Terörsüz Türkiye’ olarak yer etmesinin Kürt kimliğini kriminalize ettiği; kimlik, dil ve kültürel hak tartışmalarının terör parantezine sıkıştırıldığı konuşuldu. Bu durumun medyadaki yansımaları da tartışıldı. Kürtçe konuştuğu için saldırıya uğrayan aileler ve Kürtçe müziğin yasaklandığı etkinlikler gibi örneklerin barışın gerçekleşemeyeceğine dair toplumsal önyargıları beslediği vurgulandı.

TBMM’de kurulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nun da devlet tarafında “milli dayanışma” ve “kardeşlik” kavramlarıyla öne çıkarıldığı; toplumsal düzlemde yeni bir “biz” tarifini işaret ettiği; bu söylemin kimleri kapsadığı veya kimleri dışarıda bıraktığı sorularını da beraberinde getirdiği noktasında ortaklaşıldı. Bu bağlamda “makbul vatandaş” anlayışı ve “Türklük sözleşmesi” kavramları tartışmaya dahil edildi; devletin -egemen hakikat rejimi aracılığıyla- neyin ‘doğru’, ‘meşru’ ya da ‘tehlikeli bilgi’ olarak görüleceğini belirlediği, bu tanımın da toplumsal ötekileştirmeyi yeniden ürettiği ifade edildi.

Yeşim Yaprak Yıldız’ın metninden hareketle, toplumun çözümsüzlük süreçlerine dair farklı müdahillik biçimleri tartışıldı. Şiddet olaylarına doğrudan dahil olmayan, herhangi bir siyasi temsili bulunmayan sıradan yurttaşların da sessiz, kayıtsız ya da seyirci kalarak bu süreçlere dolaylı biçimlerde katılabildikleri konuşuldu. Bu tür tutumların, seyircilikten yararlanıcılığa ve suç ortaklığına uzanan bir sorumluluk yelpazesi içinde değerlendirilebileceği vurgulandı. Mersin 2005 Newroz’unda yaşanan olaylar ya da son yıllarda Batı illerinde Kürtçe konuştuğu için hedef alınan ailelere yönelik saldırılar, sessiz onayın suç ortaklığına nasıl dönüşebileceğine dair örnekler olarak değerlendirildi.

Yapılan tartışmalarda, bilginin toplumsal dolaşımının ve bilgiye erişim eşitsizliğinin, imtiyaz ve iktidar ilişkileri ile yakından bağlantılı olduğu vurgulandı. İnsanların hangi bilgiye ulaşabileceği, neyi bilmeyi / bilmemeyi tercih ettiği konusu toplumsal statüyle ilişkilendirildi. Bu durum, “pasif bilgisizlik” (olan bitenden habersiz olma veya ilgilenmeme) ve “aktif bilgisizlik” (bilmesine rağmen inkâr etme ya da çarpıtma) biçimlerinde ele alındı.

Katılımcılar, raporda geçen “epistemik şiddet” kavramını da bu bağlamda tartıştı. Faili meçhul cinayetler veya tanıklıkların yok sayılması, Susurluk Komisyonu[3] gibi süreçlerde adaletin geciktirilmesi, akademik alanda “Bu Suça Ortak Olmayacağız”[4] bildirisi sonrası yaşanan baskılar; devletin bilgi üretimini nasıl denetim altında tuttuğuna dair örnekler olarak ele alındı.

Katılımcılar, özellikle üniversite gibi karşılaşma ve tartışma zeminlerinin bilgiye erişim açısından belirleyici olduğuna dikkat çekti; bu ortamlarda yer alan bireyler için “bilmeme lüksü”nün kimi zaman bilinçli bir tercih olduğu noktasında ortaklaştı. Bilgiye erişimin günümüzde sosyal medya aracılığıyla da gerçekleştiği, ancak televizyon ve ana akım medyada hâlâ egemen siyasetin belirleyici olduğu konuşuldu. Sosyal medyanın alternatif bir tanıklık alanı oluşturduğu, -Konya’daki aile katliamı[5] gibi vakalarda- ana akımın görmezden geldiği gerçekleri görünür kıldığı vurgulandı.

Raporda ifade edilen bir diğer konu ise etnik, ırksal ve sınıfsal aidiyetler üzerinden edinilen ayrıcalıklar ve bu ayrıcalıklar üzerinden kurulan hiyerarşinin zamanla epistemik kusurlar haline gelmesiydi. Kimlerin sözüne itibar edileceğinin, kimin sözünün ya da tanıklığının kabul görmeyeceğinin bu ilişkiler içinde belirlendiği söyleniyordu. Bu bağlamda, Mezopotamya Ajansı veya Bianet gibi alternatif haber kaynaklarının erişim engellerine maruz kalması, epistemik adaletsizliğin güncel örnekleri olarak ele alındı.

Son olarak, katılımcılar barış sürecinin yalnızca politik aktörlerin müzakeresine indirgenmemesi, toplumsal düzeyde düşünme ve konuşma pratiklerinin dönüştürülmesi gerektiği noktasında ortaklaştı. Üniversiteler, sivil toplum ve medya bu bağlamda önemli müdahale alanları olarak ele alındı. Pozitif örnekler olarak Hrant Dink Vakfı’nın “Barış ve Hafıza” atölyeleri[6] ve yerel düzeyde yürütülen sanat temelli karşılaşma projeleri hatırlatıldı; bu tür girişimlerin toplumsal barış dilinin yeniden kurulmasına katkı sunduğu belirtildi.

Çalışmanın ikinci oturumunda, Çayan Demirel ve Ertuğrul Mavioğlu tarafından 2013 Barış Süreci sırasında çekilen Bakur filmi ele alındı. Türkiye’de barış sürecine dair çekilen sinema ve belgeseller incelendiğinde, Bakur filmi önemli bir eser olarak karşımıza çıkıyor. Film, 2015 yılında İstanbul Film Festivali’nde gösterilmeden bir gün önce, Kültür Bakanlığı’ndan alınması gereken kayıt tescil belgesi gerekçe gösterilerek yasaklanmış; bu karar, sinema alanındaki politik sansürün açık bir örneği olarak o dönemde geniş yankı uyandırmıştı. Belgesele dair yayınlanan söyleşiler ve yazılar incelendiğinde, Bakur’un yalnızca bir film olarak değil, barış sürecine dair tanıklığın, temsilin ve ifade özgürlüğünün sınırlarını tartışmaya açan bir ürün olarak da değerlendirildiği görüldü. Fakat filmin yasaklı olması, bu tanıklıklara ve tartışmalara erişimi sınırlandırmakta. Bu sansür ve yasaklamalar ilk oturumda  ele alınan epistemik engeller konusuna somut bir örnek oluşturmakta. Belgeseldeki tanıklıklardan da hareketle, barış sürecinin yalnızca Meclis’le ve siyasi müzakerelerle sınırlı kalmaması gerektiği konuşuldu. Bu sürecin toplum, gündelik yaşam ve Bakur gibi kültürel-sanatsal üretimler aracılığıyla desteklenmesi gerektiği noktasında ortaklaşıldı.

Çalışmanın son iki oturumunda, “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” notları okundu, Amed Barış Çalıştayı ve Eleştirel Barış Ağı gibi farklı platformların bildirgeleri ile Sanatçılardan Sekiz Başlıklı Süreç Önerisi metinleri değerlendirildi. “Havasız, Betonarme Bir Odada Sanatla Birlikte Küçük Hava Çatlakları Bulmaya Çalışıyoruz”, ve “Bir sonuç değil barış; bir süreç, bir yolculuk…” söyleşileri ile “Çeviriden Direnişe: Kürt Tiyatrosunun Sessiz Çığlığı” metni üzerinden, sanatın barış inşasındaki rolü tartışıldı. Katılımcılar, önceki haftalarda yürütülen tartışmalarda olduğu gibi bu kez de süreci farklı aktörler üzerinden değerlendirdi, özellikle devletin barış sürecine dair attığı adımların niteliğini ve toplumsallaşma düzeyini ele aldı.

Devletin barış sürecinde kurduğu komisyonun yapısı, aldığı kararlar ve sürecin şeffaflığı üzerinde duruldu. Komisyonun kapalı biçimde yürütülmesi ve demokratik katılımın sınırlı kalması, sürecin devlet merkezli ilerlediğine dair eleştirileri beraberinde getirdi. Katılımcılar, bu durumun toplumsal güveni zayıflattığını, halkın sürece katılımını engellediğini ve “barışın toplumsallaşamaması” sorununu derinleştirdiğini vurguladı. Şehit aileleri, Barış Anneleri ve farklı toplumsal kesimlerin komisyona dâhil edilmesinin önemine dikkat çekildi; sürecin şeffaflığı ve halkla ilişkisi konusundaki belirsizliklerin ise hâlâ sürdüğü belirtildi. Süreçte barış dili umut verici bir söylem olarak öne çıkmış olsa da, somut adımların eksikliği bu dilin pratikte karşılık bulup bulmadığını sorgulamaya sebep oldu.

Komisyon toplantılarında Barış Anneleri’nin Kürtçe konuşmasına izin verilmemesi de sürece dair soru işaretleri yarattı. Aynı zamanda, Türkiye’de devam eden antidemokratik uygulamalar, CHP’ye atanan kayyımlar, kültür-sanat alanındaki sansür ve yasaklamalar hem komisyona hem de genel olarak barış sürecine duyulan güveni zedeleyen unsurlar olarak öne çıktı.

Katılımcılar, barışın yalnızca politik değil, aynı zamanda kültürel bir dönüşümle mümkün olabileceğini, bunun için de yerel örgütlerin, sanatçıların ve toplulukların sürece aktif biçimde dâhil olması gerektiğini belirtti. Bu noktadan hareketle tartışmalar, sanatın rolü ve işlevi üzerine yoğunlaştı. Sanatın toplumsal hafıza kurma gücü, barış dilinin yeniden inşasında üstlenebileceği rol ve kültür-sanat alanındaki dayanışmanın önemi üzerinde duruldu. Sanat yalnızca estetik bir ifade biçimi olarak değil, karşılaşma, hatırlama ve eşitlik kurma pratiği olarak değerlendirildi. Özellikle Hangardz Grubu örneği üzerinden, bir dilin ve kimliğin sahnede görünür olmasının bile toplumsal barış açısından dönüştürücü bir etki yaratabileceği vurgulandı.

Katılımcılar, barışın yalnızca söylemsel düzeyde kalmayıp somut adımlarla —örneğin Devlet Tiyatroları’nda Kürtçe oyunların sahnelenmesi gibi— desteklenmesi gerektiğini belirtti. Sanatın bu tür girişimler aracılığıyla toplumsal barışı güçlendiren bir alan haline gelebileceği vurgulandı. Sanatın savaş karşıtı bir tutumun ötesine geçerek doğayla, kültürle ve toplumsal hafızayla barışık bir yaşam biçimini teşvik etmesi gerektiği dile getirildi. Demokrasi ve barışın yalnızca politik değil, aynı zamanda kültürel bir dönüşüm olarak da ele alınması gerektiği; bu dönüşümün ise dilin, anlatıların ve sanatsal formların yeniden düşünülmesiyle mümkün olabileceği ifade edildi.

“Kürt Tiyatrosunun Sessiz Çığlığı” metninde olduğu gibi, tiyatronun kolektif bir üretim alanı olma, toplumla doğrudan bir karşılaşma yaratma ve uzlaşma-yüzleşme süreçlerine aracılık etme potansiyeli üzerinde duruldu. Bu bağlamda, sanatın barış sürecine katkısının sadece temsili değil, aynı zamanda dönüştürücü olduğu; savaşın tanıklığını estetik bir zeminde yeniden kurarak ortak bir hafıza yaratabileceği konuşuldu.

Sanatın, mevcut politik atmosferde ticarileşmiş bir üretim biçimine sıkıştığı; buna karşılık sanatçıların kolektif yapılar kurarak hem etik hem de politik bir dayanışma zemini yaratmaları gerektiği ifade edildi. Sanatın bu şekilde örgütlü bir biçimde kamusal alana müdahil olmasının, barışın toplumsallaşması açısından önemli bir adım olabileceği belirtildi.

Sonuç Olarak

Bu çalışma, kültür-sanat alanında barış temasının nasıl ele alındığını anlamak için giriş niteliğinde, güncel olanı tartışan bir çalışma olarak kurgulandı. Süreç boyunca sanatın barış süreçlerindeki rolü, kültürel üretimlerin bu alana nasıl katkı sunabileceği ve mevcut ilgiyi nasıl görünür kılabileceği üzerine ortak bir düşünme zemini oluşturuldu. Dört oturumluk bu çalışmada da görüldü ki; kültür-sanat alanındaki topluluklar bu konuyu pek de eylemlerinin merkezine almıyor. Bu sebeple, çalışmanın çerçeve genişletilerek sürdürülmesi; farklı kültür-sanat topluluklarının deneyimlerinin, uluslararası örneklerin ve yeni tartışma başlıklarının buraya dâhil edilmesi hedeflenmektedir.

EK 1

  1. Hafta
  1. Hafta

III.HAFTA

https://bianet.org/haber/tbmm-baskani-kurtulmus-ilkelerimiz-seffaflik-aciklik-ve-cogulculuk-310138

https://bianet.org/haber/komisyonunun-ikinci-toplantisinda-gizlilik-karari-tutanaklar-10-yil-paylasilmayacak-310261

https://bianet.org/haber/meclis-baskani-kurtulmus-kararlarin-oybirligiyle-alinmasi-onemli-310349

https://bianet.org/haber/numan-kurtulmus-herhangi-bir-sekilde-pazarlik-olmadi-310615

https://www.indyturk.com/node/763624/haber/süreç-komisyonunun-5-toplantısı-tamamladı-kurtulmuştan-i̇yi̇-partili-vekile

https://bianet.org/haber/kurtulmus-yasal-altyapi-hazirliklari-kacinilmazdir-310888#google_vignette

https://bianet.org/haber/bulent-arinc-umut-hakki-mutlaka-uygulanmali-310918

IV.HAFTA

[1]Ayça Zeynep Aslan, Beyzanur İyitütüncü, Burcu İsra Kanbakoğlu, Büşra Karpuz, Cansel Kademli, Dilruba Akdağ, Emine Yalçın, Hicran Başceyhan, Ilgaz Berk Atasever, İlker Ergün, Maral Çankaya, Nursena İyitütüncü, Zeynep Demirağ çalışmalara katılmıştır.

[2] Raporun sonunda çalışmanın okuma programına ulaşabilirsiniz.

[3]https://t24.com.tr/haber/susurluk-skandali-nedir-3-kasim-1996-daki-trafik-kazasi-neden-tekrar-gundemde,954365

[4]https://t24.com.tr/haber/baris-icin-akademisyenlerin-1128-imzayla-acikladigi-bildirinin-tam-metni,324471

[5]https://bianet.org/haber/dedeogullari-katliami-cok-sayida-soru-var-ve-arastirilmiyor-256450

[6]https://hrantdink.org/tr/hafiza-mekani/ziyaretci-programlari/23-5-atolyeler