YouTube ve Spotify gibi dijital platformlar üzerinden şarkıların veya çeşitli içeriklerin kaldırılması ya da yasaklanması, ifade özgürlüğü çerçevesinde tartışmalı bir konu olmaya devam ediyor. Bu durum; ifade özgürlüğü, platform politikaları, telif hakları, kamu düzeni ve siyasi baskılar, halkın alternatif haber alma kaynaklarına müdahale gibi birçok farklı başlık altında yorumlanabilir.
İfade özgürlüğü, bireylerin düşüncelerini serbestçe dile getirme hakkını kapsar. Bu bağlamda müzik de temel bir ifade biçimi olarak kabul edilmelidir. Dolayısıyla bir şarkının ya da müzikal bir içeriğin yasaklanarak sansüre uğraması, sanatçının ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahale olarak değerlendirilebilir. Böyle bir müdahale, yalnızca sanatçıyı değil, aynı zamanda kamuoyunun bilgiye ve sanata erişim hakkını da ihlal etmekte; daha genel bir düzlemde sansür uygulamasını gündeme getirmektedir.
Öte yandan YouTube ve Spotify gibi platformlar özel şirketlerdir ve içerik politikalarını kendi hizmet sözleşmeleri doğrultusunda belirleme hakkına sahiptirler. Her ne kadar sonrasında ücret ödeyenlerin daha ayrıcalıklı hizmetlerden faydalanması durumu söz konusu olsa da bu platformlar çıkışları itibariyle herkesin içeriklerini yükleyebildiği ve yüklenen içeriklere özgürce ulaşabildiği bir altyapı sundukları için bu kadar popüler oldular. Kullanıcı ve içerik sayılarının yıllar içinde katlanarak artmasıyla birlikte bu platformlar, nefret söylemi, şiddet çağrısı ya da telif hakkı ihlali içeren içeriklere müdahale etmelerini gerektirecek çeşitli düzenlemelere gitmek durumunda kaldılar. Ancak bu tür müdahalelerin belli kurallar çerçevesinde olduğu kadar, kimi zaman keyfi kararlar ya da siyasal baskılar sonucunda gerçekleştiği de bilinmektedir. Ülkeler gerek kendi kültürleri ve inançları doğrultusunda, gerekse de baskın siyasi ve ideolojik duruşları nedeniyle bu platformları kontrol etme taleplerini defalarca masaya yatırdılar. Elbette platformlar büyüdükçe, dolayısıyla reklam ve abonelik gelirleri de ciddi bir piyasa yaratınca dijital platform liderleri, ifade özgürlüğü mü yoksa gelir kaybı mı ikileminin doğurduğu çeşitli pazarlıklarla bir seçim yapma noktasına geldi. Bu durum, “risk almak istemeyen özel sektör sansürü” tartışmalarını gündeme getirirken; hukuken bir devlet sansürü sayılmasa da fiilen benzer sonuçların oluşmasına neden oldu.
Bazı durumlarda ise devletler, doğrudan platformlara müdahalede bulunarak belirli içeriklerin kaldırılmasını talep edebilmekte; bu talepler genellikle “milli güvenlik”, “terör propagandası” ya da “kamu düzeninin bozulması” gibi gerekçelere dayandırılmaktadır. Ancak bu gerekçelerin açık, ölçülü ve denetlenebilir bir biçimde sunulmaması halinde, söz konusu müdahalelerin ifade özgürlüğü ihlaline dönüşmesi kaçınılmazdır. Bu bağlamda müzik yoluyla yapılan eleştiriler, protestolar ya da toplumsal anlatılar mevcut siyasi iklimin etkisiyle kolaylıkla hedef haline getirilebilmekte; sanatçılar, gazeteciler ve düşünce insanları sansür ve otosansür mekanizmalarına maruz kalmaktadır.
Nitekim kısa süre önce, Grup Yorum’un YouTube kanalındaki 454 video ile Spotify’daki şarkı ve albümlerinin “milli güvenlik” ve “kamu düzeninin bozulması” gerekçesiyle erişime engellendiğini öğrenmiş bulunmaktayız. Benzer şekilde, yine resmî yollardan yapılmış politik şikâyetler üzerine Kürt gazeteciler Günay Aslan, Amed Dicle, Erdal Er, Fehim Işık ve Cahit Mervan’ın YouTube kanallarının erişime kapatıldığı bildirildi.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. Maddesi kapsamında, ifade özgürlüğü yalnızca “zararsız” ya da “genel kabul görmüş” görüşleri değil, aynı zamanda karşıt fikirleri de koruma altına alır. Bu hakka yönelik müdahalelerin yalnızca hukuka uygun, meşru ve demokratik bir toplumun gereklerine uygun şekilde gerçekleştirilmesi mümkündür.
Son dönemde herhangi bir gerekçe sunulmadan, hukuka aykırı şekilde uygulamaya sokulmuş erişim engeli kararlarına istinaden, başta Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) olmak üzere sorumlu kurumlar tarafından kamuoyuna açıklama yapılması gerektiğini, bu vesileyle bir kez daha hatırlatmak isteriz.