İklim Aktivistleri ve Sanat Eserleri

Ekim ayında dikkat çeken gelişmelerinden biri çevre aktivistlerinin Avrupa’nın çeşitli müzelerinde tanınmış sanat eserlerine yönelik eylemler gerçekleştirmesiydi. Extinction Rebellion (Yok Oluş İsyanı) adlı protesto grubundan iki kişi, Avustralya’da bulunan Victoria National Gallery’deki Pablo Picasso’nun “Kore’de Katliam” isimli tablosuna ellerini yapıştırdı. Just Stop Oil (Sadece Petrolü Durdurun) üyesi iki genç Londra National Gallery’deki Vincent van Gogh’un ünlü “Ayçiçekleri” eserine domates çorbası fırlatıp kendini duvara sabitledi. Almanya’da Letzte Generation (Son Kuşak) adlı çevreci grup üyesi iki kişi, Potsdam kentindeki Barberini Müzesi’nde sergilenen Fransız ressam Claude Monet’in “Les Mueles” (Saman Yığınları) serisinde yer alan bir eserine patates püresi attı. Just Stop Oil üyeleri, Madame Tussauds’daki Kral Charles ve Kraliçe Camilla’nın balmumu heykellerini çikolatalı pastayla kapladı. Yine Just Stop Oil üyesi 3 kişi Hollanda Lahey’deki Mauritshuis Müzesi’nde yer alan Johannes Vermeer’in “İnci Küpeli Kız” tablosunu hedef aldı.

Bu eylemler ilk bakışta “saçmalık”, “vandallık” gibi tepkilere yol açsa da, konu ne kadar önemli olursa olsun bir sanat eserine zarar vererek eylem yapma fikri yadırgatıcı olsa da gezegenin giderek yaklaştığı korkunç sona fosil yakıtların yaptığı katkıya karşı önemli bir farkındalık yarattıkları da tartışılmaz. Eyleme maruz kalan sanat eserlerinin hepsinin cam plakalarla muhafaza edildikleri gerçeği de göz önüne alındığında “vandallık” eleştirisinin boşa düştüğünü söyleyebiliriz. Rusya-Ukrayna Savaşı nedeniyle Avrupa’da kömüre dönme riskinin artmasıyla daha da anlamlı hale gelen bu eylemlerin sanat eserlerini barındıran müzelere de bir gönderme yaptığı düşünülebilir. Birçok ünlü sanat eserinin çokuluslu enerji şirketlerinin envanterinde bir kaleme ve karanlık odakların kara para aklama mekanizmalarının bir aracına dönüştüğü düşünüldüğünde bu eylemler daha da anlamlı hale geliyor. Bu eylemlere meşruiyet katan bir başka boyut da eyleme sahne olan müzelerin çoğunun büyük bağışçıları arasında dev enerji şirketlerinin olması. Öte yandan, bir görüşe göre, bu eylem biçiminin meşruiyet kazanması ilerde “kötü niyetli” ve gerçekten sanat eserlerine zarar verebilecek başka eylemlerin önünü açma riski de taşımıyor değil. Ayrıca, bu eylemin hedeflemediği ama gerçekleşmesi mümkün bir diğer sonuç şu olabilir: İçinde bulunduğumuz yeni kapitalizm çağında saldırıya uğramış sanat eseri pekala koleksiyonerler tarafından “kavramsal” bir kılıfa büründürülüp daha yüksek piyasa değerine ulaşabilir. İklim aktivistlerine dönük bir antipati oluşturma riski taşısa da bu eylemlerin iklim krizine yönelik bir farkındalık yarattığı söylenebilir. Geçmişte tekil örnekleri olsa da son günlerde yaygınlık kazanan bu eylemler yeni bir aktivizmin de habercisi gibi duruyor.

Ödül Töreni Kürsülerinden Demokrasi Talebi

Ekim ayı çok sayıda festival benzeri etkinliğe sahne oldu. Bunların en önemlilerinden olan Antalya Film Festivali’ne ödül gecesi yapılan konuşmalar damga vurdu. Ödül alan çok sayıda sanatçı ödül alırken yaptıkları konuşmalarda ülke ve dünya meselelerine dair dikkat çekici yorumlar yaptılar. Antalya Belediye Başkanı Muhittin Böcek’in açılış konuşmasında AKP döneminde Ulusal Yarışma’nın kaldırıldığını hatırlatmasıyla başlayan politik konuşmalar, sahneye çıkıp ödül alan hemen herkes tarafından sürdürüldü. Festival’de En İyi Yönetmen Ödülü dahil 9 ödül alan Kurak Günler filminin yönetmeni Emin Alper, Boğaziçi ve Gezi Direnişi’ne, Ukrayna ve İran’daki direniş hareketlerine gönderme yaptığı konuşmasında “Zorbalığa karşı direnen herkes kazanacak” dedi. En İyi Film ödülünü alan “Karanlık Gece” filminin senaristi edebiyatçı Murat Uyurkulak “Bu ödülü on yıllardır devletin kaybettiği evlatlarına, çocuklarına bir mezar arayan Cumartesi Anneleri’ne ithaf ediyorum” diye konuşurken, filmin yönetmeni Özcan Alper de “…daha aydınlık senaryolar yazacağımız, sadece birileri için değil herkes için eşit yurttaşlık, kimsenin anadil hakkı için hâlâ konuşmak zorunda kalmadığı bir ülke diliyorum.” dedi. Gezi Davası tutuklusu Yapımcı/yönetmen Çiğdem Mater ve iki yöneticisi görevden alınan Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Film Merkezi sık sık konuşma yapanlar tarafından anıldı. En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ödülünün alan Erol Babaoğlu ise çok alkış alan konuşmasında “Filmimiz, coğrafyamızın erkek egemen dünyasına, adalet temsilcisinin çakallar sofrasına oturuşuna ve sonrasına kamerasını çeviren bir film. Bize kurtulmamız, iyileştirmemiz gereken zihniyeti gösteriyor hikâyesiyle. O yüzden bu ödülü, bu zihniyete karşı mücadele veren herkesle paylaşmak istiyorum… Özellikle kadınlarla; İran’da özgürlük çığlıklarıyla sokakları dolduran, canlarını ortaya koyan, tarih yazan kadınlarla. Ve son olarak kent, kültür ve ekoloji mücadelelerinde her zaman en ön saflarda yer almış ekmek kadar temiz, su gibi aydın Mücella Yapıcı ile ve tüm Gezi tutsaklarıyla paylaşıyorum. Özgürlük için mücadeleye devam!” dedi.

Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin el değiştirmesiyle birlikte Antalya Film Festivali de daha özgür, sanatçıların kendilerini daha rahat ifade edebildikleri bir atmosferde gerçekleşmeye başladı. Bu durum, sanatçıların kendilerini ancak böyle ender oluşan ortamlarda ifade edebildikleri bir siyasi iklimde yaşadığımızın da göstergesi. Öte yandan sanatçıların gerek sanatsal üretimleriyle ülkenin içindeki sorunlara ışık tutarken bu sorunlarla mücadele azmini kışkırtan ürünler vermelerini ve daha zorlayıcı ortamlarda da seslerini yükseltmelerini beklemek yanlış olmaz.

Nitekim Kültür ve Turizm Bakanlığı ve TRT’nin desteğiyle Boğaziçi Kültür Sanat Vakfı tarafından düzenlenen Boğaziçi Film Festivali’nde En İyi Yönetmen seçilen Özcan Alper’in ödülünü hukuksuzca tutuklanan TTB Başkanı Şebnem Korur Fincancı’ya ithaf etmesi milliyetçi muhafazakar çevreleri rahatsız etti ve bir linç kampanyasına maruz kaldı. Ödül töreninde salonda bulunan bir oyuncunun provokasyon girişimi (ki bu oyuncu sonrasında Hükümet yetkilileri tarafından “taltif” edildi) salonda pek karşılık bulamasa da sosyal medyada Alper faşizan tepkilerle karşılaştı. Üstelik bu kampanyaya Festival yönetimi de tuhaf bir destek verdi. Festival Yönetiminin ifade özgürlüğünü hiçe sayan açıklamasında “Festival olarak, ödül törenimizde ödül kazananların politik göndermeleri ve sloganlarını kınıyor, kültür ve sanat hayatımızın sağlıklı bir zeminde yükselmesi temennisinde bulunuyoruz” denildi. Buna karşılık Özcan Alper’e yapılan destek açıklamaları da umut vericiydi. Bu destekler arasında Kadıköy Sinemasının bundan sonra festivale ev sahipliği yapmayacağını duyurması, Sinema Yazarları Derneğinin festival jürisinde yer almayacağını açıklaması, festival koordinatörlerinden Berfin Demirat’ın istifa etmesi sayılabilir. Ayrıca Festival’in Ulusal Uzun Metraj Jürisi üyesi Irmak Zileli sosyal medya hesabından bir açıklama yaparak “Bir kurumun nefret söylemi içermeyen bir ödül konuşmasını kınaması, ifade özgürlüğünü engelleyen bir ortam yaratılmasına katkıda bulunur. Sanatsal etkinlikler yapan bir kurumun düşünce özgürlüğüne ipotek koyması kendileri açısından büyük bir talihsizliktir” dedi.

İKSV Tiyatro Festivali

Bu sene 26.sı düzenlenen İKSV Tiyatro Festivali 25 Ekim – 26 Kasım tarihleri arasında İstanbul’un birçok farklı yerinde perdesini açıyor. Bu sene ilk kez küratörlük yapısıyla programını şekillendiren festivalin küratörlüğünü Işıl Kasapoğlu yapıyor.

Moliere’in 400. yaşına ithafen festivalin açılış oyunu olarak hazırlanan, Bergen filminin yönetmenleri M. Caner Alper ve Mehmet Binay’ın ilk tiyatro oyunu olan “Kibarlık Budalası Remix”, ağır eleştirilere konu oldu. Tercih edilen dil cinsiyetçi bulundu, yapılan uyarlamanın popüler kültürden fazla etkilenerek kurulması sebebiyle ortaya çıkan ürünün sığ kaldığı değerlendirildi. Bu sene festival için kürasyona dahil edilen, yapımı desteklenen yerli prodüksiyonların çoğunda bu oyuna benzer şekilde özellikle televizyon ve sinema alanında da ünlü olan Okan Bayülgen, Ali Poyrazoğlu, Selçuk Yöntem gibi isimlerle çalışılması ya da yine tiyatro alanında değil, edebiyat alanında çalışmalarıyla bilinen bir isim olan Zülfü Livaneli’nin ilk tiyatro metnini bu festival için yazmış olması dikkat çekici. Özel tiyatroların pandemi sonrasında birer birer kapanmak durumunda kaldığı bu dönemde alternatif üretimlerin festivalde kendisine pek yer bulamadığı görülüyor. Işıl Kasapoğlu festivalin seçkisini tanıdığı sanatçılara oyun yapmalarını rica ederek oluşturduğundan, üretim süreçlerini takip etmediğinden bahsediyor. Bu “takipsiz” sürecin sonucunda ortaya çıkan durum sanatsal ve toplumsal kaygılardan ziyade popülerlik kaygısını öne çıkaran bir festival programına işaret ediyor.

Mahsa Amini ve İranlı Kadınların Direnişi

Mahsa Amini, 16 Eylül’de Tahran’da ahlak polisi tarafından “başörtüsünü uygun takmadığı” gerekçesiyle tutuklanmış ve sonrasında hayatını kaybetmişti. Bu olay sonrasında tüm ülkeye yayılan ve sosyal medyada büyük destek gören protesto ve eylemler Ekim ayı boyunca etkisini sürdürdü ve rejimi giderek daha da zorlamaya başladı.

Dünya çapında ve ülkemizde birçok sanatçı bu eylemlere destek veren açıklamalar yaptı, ürünler ortaya koydu. Mahsa Amini için “Beraye” adlı bir şarkı yayınlayan Shervin Hajipour gözaltına alındı. “Beraye” Grammy Müzik Ödülleri’nde bu sene ilk defa verilecek olan “Sosyal Değişim için En İyi Şarkı için Özel Başarı Ödülü”’ne aday gösterildi. Fransız sinemacı kadınlar da İranlı kadınların mücadelesine destek veren bir video yayınladılar. En popüler müzik gruplarından Coldplay Arjantin’in başkenti Buenos Aires’teki stadyum konserinde İran protestolarının sembol şarkısı “Baraye” şarkısını seslendirerek İran’da rejimi protesto eden kadınlara destek verdi.

Bunun yanı sıra Türkiye’den şair kadınlar Mahsa Amini için bir destek mesajı yayınladı. Sıla, “Kalksın Uyuyanlar” adlı şarkısının klibini Mahsa Amini’ye ithaf etti. Kürtçe/Türkçe rock yapan Bajar grubu da Mahsa Jîna Amînî anısına Kürtçe bir şarkı yayınladı: Rabe. 59’uncu Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde “Narperi’nin Bileziği” filminin ekibi de protestolara destek vermek için sahnede saçlarını kesti.

Yasaklanan Konser ve Etkinlikler

Bir süredir sanat dünyasına yönelik baskı ve yasaklamalar bu ay da etkisini sürdürdü. Konser ve tiyatro gösterileri bazen gerekçe göstermeksizin bazen de sudan gerekçelerle iptal edildi. Geçtiğimiz sezon nisan ayında prömiyerini yapan Medea’ya Göre Ahlak adlı oyunun 16 Ekim’de Bursa’da yapılacak gösterimi sakıncalı bulunduğu için iptal edildi. İranlı sanatçı Mohsen Namjoo’nun Türkiye turnesi kapsamında İstanbul, Bursa, Konya gibi şehirlerde yapacağı konserlerin bilet satışları herhangi bir gerekçe gösterilmeden durduruldu. Mohsen Namjoo, Müdafaa-i İslam Hareketi ve Diyanet ve Vakıf Çalışanları Sendikası gibi çevreler tarafından hedef alınıyordu. Edip Akbayram’ın Karadeniz Ereğli’de gerçekleşecek olan konseri valilik talimatıyla Amasra’daki maden kazası gerekçe gösterilerek iptal edildi.

İzmir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları genel sanat yönetmeni Yücel Erten yasaklanan festival ve konserlere dair “Halkımızın, bilim ve sanat insanlarımızın, aydınlarımızın, buna demokratik yollarla direnmekten başka bir seçeneği de yok. Aymazlık ve acımasızlığa karşı dayanışma içinde yürümek, yol almak gerekiyor.” diye konuştu.

Bunların yanı sıra geçmiş AKP’li belediye yönetiminin örtük bir sansür uygulaması nedeniyle 8 yıldır Cemil Topuzlu Açıkhava Sahnesi’nde konser veremeyen Kardeş Türküler, Büyükşehir Belediyesi’nin el değiştirmesiyle birlikte yeniden açıkhava sahnesinde dinleyicileriyle buluştu. Gerek repertuarıyla, gerek mücadele ve cesareti vurgulayan konuşma, dans ve şiirlerle, gerekse de seyircilerin coşkulu katılımıyla Kardeş Türküler konseri Harbiye Açıkhava Tiyatrosunu umutlu bir sahneye dönüştürdü.

Ekim ayı Kültür-Sanat Haberleri akışına ulaşmak için buraya tıklayabilirsiniz.