1989 yılında Boğaziçi Üniversitesi’ne ilk adımımı attığımda soluğu tiyatro kulübünün odasında almıştım. Tiyatro sevgim çok yoğundu ama o anda bu kararımın tüm yaşamımı kökünden değiştireceğini bilemezdim elbette. Ömer Faruk Kurhan’la da o zaman tanışma fırsatı bulmuştum. 1980’lerin ikinci yarısında Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları (BÜO) bünyesinde yaşanan büyük değişimin mimarı olan kadronun öncü ismiydi. Biz yeni gelenler bu yeni modelin yarattığı alternatif okullaşma olanaklarından fazlasıyla yararlandık. Yabancı Diller Yüksek Okulu’nda geçen nispeten düşük yoğunluklu sayılabilecek iki yılı fırsata çevirip, tiyatro kulübünde oldukça aktif çalışma fırsatını edinmiştim. Bu iki yılın en önemli olayları akşamları geç saatlere kadar süren, kolektif çalışma prensiplerinin hüküm sürdüğü, yaratıcılığımızı müthiş bir enerjiyle açığa çıkardığımız oyunculuk çalışmalarıydı. Haftanın üç ya da dört gününü alan bu yoğun ve yorucu ama bir o kadar da geliştirici çalışmalara çoğunlukla hafta sonu seminerleri de eklenirdi. Entelektüel birikim son derece önemsenir ve kulüp içi seminerler, okuma faaliyetleri eğitimin vazgeçilmez öğeleri olarak kabul edilirdi.

Aynı dönemde Mimesis Dergisi de girmişti hayatıma. Bizden önceki kuşağın yürüttüğü hazırlık çalışmalarının ardından derginin ilk sayısı 1989 yılının başında yayınlanmıştı. BÜO’ya katıldığımda ikinci sayının hazırlıkları devam etmekteydi. Dizgisinden mizanpajına, tanıtımından kapak tasarımına dek tüm süreçleri öğrenciler olarak bizler yönetiyorduk. Sırt çantamıza doldurduğumuz dergileri Beyoğlu ve Kadıköy’deki kitapçı ve sahaflara taşıyor, dağıtımını yapıyorduk. Derginin içeriğini oluşturan tüm yazı ve çeviriler yürütmekte olduğumuz eğitim çalışmalarında kullanılan malzemelerin içeriklerinden oluşuyordu. Çok belirgin bir gerçeklik söz konusuydu: BÜO içerisinde yürütülen eğitim-araştırma çalışmaları olmasa Mimesis var olmazdı, Mimesis olmasaydı da o eğitim-araştırma çalışmalarının bir ayağı hep eksik kalırdı.

Birkaç ay önce, Mimesis’in yayın hayatının başlamasının üzerinde 30 küsur yıl geçtikten sonra, Cüneyt Yalaz ve ben hastalığının son aşaması başlamadan önce Ömer Faruk Kurhan’la yaptığımız uzun bir sohbette bu konular üzerine konuşma fırsatı yakalamıştık. Ömer her zaman yaptığı gibi Mimesis Dergisi’nin son sayısında neden gecikme yaşandığını anlamaya dönük sorular sormuştu bizlere. Yine onun önerileriyle Mimesis’in ilk yayınlanışından günümüze kadar geçen zamanı içine alacak bir kronoloji çalışmasının yapılmasına karar verilmişti. Onun “Tiyatroda 20 Yıl” adlı kitabında da belirttiği gibi gerek BÜO, gerekse BGST dönemlerinde Mimesis’in yayınlanmasında bir sorun yaşanıyorsa tiyatro topluluğunun dönüp eğitim-araştırma faaliyetlerini gözden geçirmesinin zamanı gelmiş demekti. Üretim kanallarındaki tıkanıklıkları aşmak için bu ilkeyi hatırlamak her zaman işe yarardı. O sohbetin ardından Mimesis’in tüm sayılarını detaylı bir biçimde karıştırıp geçmişe doğru bir yolculuğa çıktığımızda onun hatırlattığı bu gerçeği daha net görme fırsatı yakaladık.

Tabii bu bize bir başka fırsat daha sağladı: 12 Eylül’ün baskıcı ve karanlık ortamından çıkarken ortak bir iradeyle yanması sağlanan Mimesis’in henüz zayıf olan ışığının, zaman geçtikçe ülkenin içine düştüğü sisli ve puslu ortamda yolumuzu aydınlatabilecek denli güçlendiğini hatırlamamızı. Ömer Faruk Kurhan’ın bulduğu her fırsatta yazdığı ya da söylediği gibi Mimesis, çok farklı dönemlerde, çok farklı siyasi-tarihsel koşullar altında çok temel ilkelerin sözcüsü olma işlevini üstlenmişti. Ve bu ilkelerin oluşumunda ve kararlılıkla yaşatılmasında öncü rol her zaman Ömer Faruk Kurhan’a aitti. Bu ilkelerin başında işi sanatla uğraşmak olan herkesin aslında bir aydın olduğunu unutmaması ve toplumsal sorumluluklarının farkında olarak hareket etmesi gerektiği gelirdi. Sanat yapıtı basit bir haz ve tüketim nesnesine dönüştürülmeye direnmeli; izleyici, dinleyici ya da okurunu toplumsal sorunlar üzerine eleştirel düşünmeye, düzeni sorgulamaya ve alternatiflerin farkına varmaya teşvik etmenin estetik yollarını aramalıydı. Sanat alanının piyasaya endeksli bir endüstriye dönüştürülmesi tehlikesiyle, sadece tüketiminin değil üretiminin de toplum tabanına yayılması yoluyla baş edilebilirdi. Bu anlamda amatörlük basit bir “heveskârlık” olarak tanımlanmamalı, 12 Eylül sonrası inşa edilen kültür endüstrisinin çarklarına çomak sokmaya dönük bir strateji haline getirilmeliydi. Sanatsal üretimi toplum tabanında yaygınlaştırmanın yolu, toplulukların öz-eğitim süreçlerini devamlı ayakta tutmalarıyla mümkün olabilirdi. Diğer bir deyişle sanatsal pratikleri aydınlanmacı bir perspektifle yoğrulmuş bir eğitim-araştırma sürecinden ayrı düşünmemek gerekirdi. Hangi alanda faaliyet gösteriyor olursa olsun sanatçıların kendi alanlarını ve toplumu anlamaya dönük entelektüel bir çaba içerisinde olmaları yürüttükleri çalışmaların niteliğini belirleyecekti. Ve tabii acımasız bir serbest piyasa sistemine karşı muhalif ve alternatif bir duruşu savunmanın yolu yine toplum tabanında örgütlenme mücadelesi vermekten geçiyordu. İşte bu yüzden Alternatif Tiyatrolar Platformu türünden yapılanmalar amatör ya da yarı-profesyonel tiyatro topluluklarının kısıtlı olanaklarla paylaşıma ve dayanışmaya dayalı bir yaklaşım geliştirerek güçlü bir sanatsal duruş sergileyebileceklerinin en önemli örnekleri olmuşlardı.

Ömer Faruk Kurhan ile BÜO’da başlayan, BGST’de devam eden, Amatör Tiyatro Çevresi, İstanbul Alternatif Tiyatrolar Platformu ve Türkiye Tiyatrolar Birliği serüvenlerine taşınan yakın çalışma dönemlerimizde, onun koşullar ne olursa olsun yukarıdaki temel ilkelerden taviz vermeden, yeni ve yaratıcı mücadele yöntemlerinin nasıl geliştirebileceğine dönük sayısız girişime öncülük ettiğine tanıklık etme fırsatı buldum. Şunu açık yüreklilikle söylemek gerekir ki ona tüm bu yolculuğu sırasında en yakın çalışma arkadaşları dışında 1989 yılında doğumunda büyük pay sahibi olduğu Mimesis de her adımda eşlik etti. Bu yolculuk boyunca ne o Mimesis’i ne de Mimesis onu yalnız bıraktı. Özellikle son on yılda tiyatro ile ilgili konularda kaleme aldığı yazılarını okurlarıyla dijital ortamda Mimesis Portal üzerinden buluşturmayı tercih etmişti. İradesi ve aklıyla hiç yılmadan inatla sürdürdüğü mücadelesi Mimesis’in 1989’dan beri parlayan ışığını her zaman güçlendirdi ve güçlendirmeye de devam edecek. Bu nedenle onun yazılarından ve sözlerinden esinlenerek şöyle bitirmek istedim bu yazıyı: Mimesis’in ışığı cılızlaşıyor, sönmeye yüz tutuyorsa onu besleyen ağların aydınlanma perspektifinde bir aşınma var demektir.